8. DERİN DARBE Koç ailesinin ortağı olan Nahum’ların dedesi - TopicsExpress



          

8. DERİN DARBE Koç ailesinin ortağı olan Nahum’ların dedesi Hayim Nahum o zamanlar Hahambaşı idi. 1923’te Lozan’a Türk heyetiyle birlikte katıldı. Hahamın ne işi var dışişleri heyetinde demeyin, çok işi var. Hatta bütün işi o halletti desek yeridir. Alın size internette kolayca bulabileceğiniz bir bilgi. Bakın Hayim Nahum Avrupayı karış karış gezdiği o yıllarda ne anlatıyormuş: “Fransız basınında röportajları yayımlandı. Nahum ayrıca Fransa ile Türk milliyetçi hareketi arasında yapılabilecek bir antlaşmayı muhtelif defalar dile getirdi.” (tr.wikipedia.org/wiki/Haim_Nahum) Türkiye’de işleri yoluna koyduktan sonra 1926’da Mısır’a giden Hayim Nahum bu defa da Türk düşmanlığına dayalı Arap milliyetçiliğinin yayılması için gayret gösterdi. Nasır başta olmak üzere Arap milliyetçisi Mısır devlet erkanına danışmanlık yaptı. Ne gariptir ki hangi milliyetçiliği kurcalarsak altından hep aynı familya çıkıyor! Komplo kurulmuş ve tam 100 yıl sonra, 1908’yılında Osmanlı’nın yıkılışıyla sonuçlanacak büyük plan işlemeye başlamıştı. Türkiye tarafında gerekli bilgiyi bulamıyoruz, dış mason kaynaklarına göre ilk defa 1844 yılında bazı Türkler inisiye edildi. Bu loca ve obedyans hakkında bilgi olmaması kuraldışı (irregulier) bir yapılanma olduğunu düşündürüyor. Albert Mackay ilk locanın Grand Lodge of England tarafından 1838’de açıldığını ama devam edemediğini söylüyor. 1878 yılında yayınlanan esere göre o tarihte Osmanlı topraklarında aşağıdaki localar faaliyetteydi: - İzmir’de Fransız Grand-Orient altında dört loca - İstanbul’da İtalyan Grand-Orient altında bir loca - İstanbul’da Grand lodge of Scotland’a bağlı bir loca - İzmir ve İstanbul’da Chapter of Scotland’a bağlı iki Royal Arch Chapters - İstanbul’da iki Gül-Haç teşkilatı Masonlar konusunu tamamlamadan önce son bir hususu da parantez içinde belirtmek istiyorum. 1936 yılında Atatürk’ün locaları kapatması hep tartışma konusu olmuştur. Neden kapattı, madem kapatacaktı o tarihe kadar niye bekledi hep tartışılır. Bendeki bilgiye göre Adolf Hitler’in ricası üzerine kapatmıştır. Osmanlı’dan gelen 50 yıllık ittifak geçmişimiz ve o tarihte Almanya’nın nasıl bir güç olduğu dikkate alınırsa Hitler’in hatırını kırmak pek makul bir davranış olmazdı. Şimdi dönelim esas konumuza, Franko-Türklerin ilk darbe girişimi ve Sultan Abdulaziz’in tahttan indirilişi… Devrimin ilk kuralı eskilerin tabiriyle nümayiş’tir. Şimdiki adıyla protesto gösterileri. Günümüz gençleri daha şanslı, artık günde birkaç tane görebiliyorlar. Eskiden ömrü boyunca birkaç devrim gören şanslıydı. Bu kural Abdulaziz için de, Menderes için de değişmedi. Zaten önemli olan kimin neyi protesto ettiği değildir. Önemli olan kalabalıkların bir şekilde sokağa dökülmesi ve çatışmasıdır. Dedim ya kural böyle, bu işin kitabını yazanların herhalde bir bildiği var ki böyle yazmışlar… Sultan Abdulaziz’i protesto edenlerin derdi neydi ben anlamış değilim, anlayan varsa bir ara bana da anlatsın. Ama halkı sokağa dökenlerin derdini çok iyi anlıyoruz. Sultan Abdulaziz Han kendisinden önceki Abdulmecid ve II. Mahmut gibi değildi. Batıdan gelen dayatmalara karşı dirençli olduğu gibi onların içteki uşaklarına da boyun eğmiyordu. Her ne kadar sarayı ve cümle devlet kurumlarını ele geçirmiş olasalar da Franko-Türkler durumdan rahatsızdı. Napoleon Civil Code (Medeni Kanun)’un tercüme edilerek uygulanmasını padişaha bir türlü kabul ettirememişlerdi. Daha da ötesinde Sultan, dedeleri Fatih ve Yavuz gibi olmaya özeniyor, yeniden fetih hayalleri kuruyordu. Abdulaziz güçlü kuvvetli biriydi. Güreşe meraklı olduğu ve baş pehlivanlarla bizzat güreştiği bilinir. Onun bu pervasız tutumu kabul edilemezdi, öğrenciler sokağa döküldü. Yukarıda sözünü ettiğimiz ilk Türkçülerden Süleyman Paşa harp okulları komutanı idi. Onun emriyle öğrenciler sarayı kuşattılar. Aslında Süleyman Paşa bu darbede başrol oynamıyordu. Hatta sonradan aldatıldığını anladığında Hüseyin Avni Paşa’ya demediğini bırakmadı, ama iş işten geçmişti. Darbenin esas planlayıcıları, “dinim kinimdir” diyecek kadar Osmanlı hanedanından nefret eden serasker Hüseyin Avni Paşa, “Al-i Osman gider, Al-i Mithat gelir” sözü ile meşhur olan Mithat Paşa ve sadrazam Mütercim Rüştü Paşa idi. Bu isimler yolsuzluk ve ahlaksız davranışlar nedeniyle görevlerinden defalarca uzaklaştırılmış, ancak gösterileri yatıştırmak amacıyla padişah tarafından tekrar göreve getirilmişlerdi. 30 Mayıs 1876’da bizim Türkçü Süleyman Paşa’nın talimatıyla harp okulu öğrencileri sarayı kuşattı. Padişahın tahttan indirildiği o gün büyük bir yağma yaşandı. Saray kadınlarının yanlarına mücevherlerini almalarına dahi izin verilmemiş, güya bir şey çalmalarını engllemek bahanesiyle teker teker aranmışlardı. İşte bu esnada padişahın zevcelerinden Neşerek Sultan’ın şalı üzerinden alınmış ve hakarete uğramıştı. Dört gün sonra Abdulaziz Han’ın bileklerini keserek intihar ettiği duyuruldu. Bir hafta sonra da Neşerek Sultan üzüntüden vefat etti. Devamı (Kafkas Faktörü)
Posted on: Sun, 01 Sep 2013 09:09:28 +0000

Trending Topics



Recently Viewed Topics




© 2015