Nazan Şara Şatana İtalya’da olmak gerçekten başka bir - TopicsExpress



          

Nazan Şara Şatana İtalya’da olmak gerçekten başka bir şeymiş. Çok güzelmiş. Birkaç yıl önce bir arkadaşımı ziyaret etmek için İtalya’ya gitmiştim. Roma’da oturuyordu. Birkaç kez de Roma’ya gitmiştim, her defasında hayranlığımı arttırmış, her tarafından, duvarlarından, taşlarından tarih fışkıran bu şehri hayranlıkla izlemiştim. Yine aynı oldu. İlk kez görüyormuşum gibi heyecanla, ilk kez onların tarihlerinden bir parçalarına şahit oluyormuşum gibi sevinçle Roma’yla ve arkadaşımla kucaklaştım. Benim arkadaşım bir İtalyan’la evli olduğundan çoook uzun zamanlardır da orada yaşadığından tam bir İtalyan gibi oldu. Nasıl bir şeydir tam bir İtalyan gibi olmak! Hepimizin bildiği birkaç İtalyan olmak vardır, ya bunların hepsi onda var. Çok sıcakkanlıdır, coşkuludur, kahkahaları benim diyen şen ve şuh kahkaha atanlara pabuç çıkarttırır. Etli butlu tabirini ilk oraya gittiği yıllarda kabul ediyordu. Şimdi hadi canım oradan ben bayağı-bayağı kiloluyum diyor asla da bundan hayıflanmıyor. “Sağlığım yerinde, bu konuda hiçbir şikâyetim yok, keyfim yerinde, eşim çocuklarım hem kendi tarafım hem de eşimin tarafı ile aram çok iyi, burada Türk arkadaşlarımda var, İtalyan arkadaşlarımda. Daha ne olsun.” Hiçte haksız değil. Arkadaşım gerçekten keyifle yaşıyor. Tek derdi İstanbul. Benim gibi İstanbul tutkulu bir haldedir oldum olası. İstanbul’a hasret kalmak ona ağır geliyor. Yılda birkaç ay ise hiç yetmiyor. Bende dâhil birkaç arkadaşını daha yalvar yakar, ağlaya sızlaya yanına getirtiyor kendi gelemese bile. Aile olayını da halletti. Annesi ve babası emekli oldular. Arkadaşım hemen onlara da kendine yakın bir yerden ev tuttu, sıkıysa gitmesinler! Çenesinden kurtulmak için, günde bilmem kaç kez ağlayarak açılan telefonlardan arınmak için gittiler. İlk yıllar birkaç ay kalıp koşarak İstanbul’a dönüyorlardı. Sonra torunlar olunca, birazda İtalya ve Roma rüzgârı da onları sarıp sarmalayınca daha az gelir oldular bizim bu taraflara daha çok orada kalmaya başladılar. Arkadaşlar da edindiler hatta komşularla geçinmeye, onlarla yemeğe oyun oynamaya gittiler. Arkadaşımın annesi ve babası yemek kurslarından, dans kurslarına bile gittiler. Torunlarda arkadaşım yerine büyük anne ve babasın da daha çok kalmaya başlayınca çareleri azaldı şimdi nerede ise arkadaşımdan daha az gelir oldular İstanbul’a… İşte benim arkadaşım ve onun güzelim hayatı. Ben sözün başına dönmek istiyorum. Arkadaşım, eşinin kasabasına götürdü bu sefer beni ve hepimizi… Şaşkınlık içindeyim. Nasıl bu kadar güzel buralar diye sorularım o kadar sıklıkta oldu ki, bizim kız: “Eee ben boşuna buraya ve bu adama âşık olmadım” dedi. Bir koy düşünün şahsına münhasır olsun. Sanki onların ailesi için oyulmuş… Küçük iki tekne ve birkaç kayık hayal edin. Denizden merdivenlerle karaya çıkıyorsunuz ne garip. Anlatırken daha da tuhaf hale geliyor. Sizi uzaklardan bile renkler cezp ediyor. Hindistan gibi rengârenk diye düşündürüyor. Taşlar çok dikkatinizi çekiyor. Evler büyük – büyük taşlardan yapılmış. Evlerin aralarında küçük taşlardan cadde ile sokak arası yollar var. Çiçeklerin çeşitlileri ve renkleri de sizi böyle renkli bir âlem diye düşündürmeye sevk ediyor. Gerçekten renkli. Bütün pencereler panjurlu. Bizdeki gibi asla düşünmeyin öyle pimapen gibi ise hiç değil. Yuvarlak pencereleri yuvarlak tahtadan içten sürgülü panjurlar süslüyor. Renklerini kırmızıya boyamışlar. Nerede ise bütün binalarda bunu gördüm. Pencerelerde küçük, kubbemsi yapılmış ama tek bir parça cam değil, küçük parçalara ayrılmış çerçeveliklerin içinde güneş ışığında ayna gibi parlayan küçük – küçük camlar. Perdeler dışarıdan görülmüyor. Kubbeli pencerelerin üstünde yine taşlardan kubbelerin korunması için sanki yuvarlak çıkıntılar yapılmış. Kar yağsa ya da yağmur çisele direk camlara gelmez, onları kubbeler engeller. Bunlar da daha orta boy taşlardan yapılmış olmalı. Pencerelerin hemen dışında uzunlamasına ince saksılar konulmuş. İnanamazsınız. Saksıların olduğunu çok dikkat ettikten sonra anlayabiliyorsunuz. Ne saksılar görülüyor ne de yeşil bitkiler. Çiçekler-çiçekler-çiçekler. Her renk her model sanki! Çatıları yüksek yapılmış, kiremitleri kırmızı dersem inanır mısınız bana… Bildiğimiz kırmızı… En üstte bir sırada turuncu daha büyük kiremitler bitirmiş hat çizgiyi. Baca çatıda değil. Her evin yanında kocaman evin boyundan uzun bacalar yükseliyor. Bazıları bacaya benzer kuleler. Onlar daha büyük ve pencereleri var. Demek ki oralar ev oralarda oturuluyor. Enteresan! Onlarında pencerelerinde çiçekler var. Çiçekler, sadece binalardan saksılarla pencerelerden aşağılara doğru en güzel halleri ile şarkılar söylemiyorlar. Birlikte serenat yaparcasına; her evin önünde çiçekler öbeklenmiş olarak yeşil dalların üzerinden yukarılara bakıyorlar. Güneş, onlara gülümserken, çiçeklerde havaya, en güzel kokularını dağıtıyorlar. Bu esrarlı bir alışveriş! Evlerin arka taraflarından o kırmızı kiremitli çatıların ardından kocaman ağaçların yeşilleri görülüyor. Yapraklar. Birçok ağaç cinsine göre yaprak modelleri ve renklerini sergiliyorlar. Ne kadar çok yeşil tonlar varmış. Bunların hepsi birbirine inat mı canlanmışlar. Bakmaya doyamamak bir başka hal, bakmaya kıyamamak bir başka durum. Bunlar tam burası için söylenecek sözler. Bütün bu seyri âlemden sonra: Motordan indik. Ben denizi kokladığımda balık kokusu alırım hani iyot kokusu denilir ya, yosunlar, bakteriler birbirine karışırda deniz – deniz kokar. İşte o kokudan söz ediyorum. Ben motorda iken bu kokuyu nasıl almamışım da karaya ayak bastığımda aldım, hayret! Çiçekler de kokularını salınca, hanım elleri, yaseminler birbirine karışınca; toprak kokusu da bütün bunların üstüne serpilince, burnunuza lezzetli bir aroma geliyor. Kasabamsı köy bizlere hoş geldin demiş oluyor. İtalya’da olmak gerçekten başka bir şeymiş. Çok güzelmiş. Nazan Şara Şatana
Posted on: Mon, 09 Sep 2013 20:43:41 +0000

Trending Topics



Recently Viewed Topics




© 2015