TAYYİP ERDOĞAN SEVGİSİ (Bu yazıyı sonuna kadar okumadan - TopicsExpress



          

TAYYİP ERDOĞAN SEVGİSİ (Bu yazıyı sonuna kadar okumadan lütfen yorum yapmayınız..) Bazılarına göre bizde Tayyip Erdoğan nefreti oluşmuş. Hatta onun nefretinden gözlerimiz bile kör olmuş, olan biteni anlayamaz duruma gelmişiz. Hatta ve hatta, öteden beri Milli Görüş’ün önerdiği çözümleri hayata geçiriyor olmasına rağmen bunlara bile itiraz eder duruma gelmişiz. Hayretler içindeyiz, onu biz mi daha çok seviyoruz, etrafındakiler mi? Gelin yakın tarihi kısaca bir turlayalım, sevgilerimizi tartıya çıkaralım: 17 yıl yardımcılığını yaptık. Ayağına diken batmasın, para pul işlerine karışmasın, rahat fikir üretsin, aç ve açık kalmasın diye gece gündüz koşturduk. Eşimizi, aşımızı, işimizi ihmal etme pahasına etrafına çember oluşturduk, kimse zarar vermesin diye düşünerek. Yaşça büyük olduğumuz için hep nasihat ederdik, aman şu hatayı yapma, bu hatayı yapma diye. Çünkü birbirimizi Allah için sevdiğimiz gibi onu da Allah için seviyorduk… Zaten bu sevgi bizim en büyük sermayemizdi. Hep konuşurduk; bu Erbakan Hocamız boş adam değil. Manevi boyutu da olan birisi. Aman onun sözlerinden çıkmayalım, hiç birimiz onun kara tırnağı olamayız. Birileri onunla karşı karşıya gelirse biz hep ondan yana olmaya özen gösterelim. Bizim sevgimiz Allah içindi. Belediye Başkanlığı’nın ilk yıllarındaki başarılarımızdan sonra etrafı değişmeye başladığında, yine her fırsatta hatırlatmalarda bulunuyorduk; aman başkanım, etrafına yeni girenlere dikkat et, falanca filanca var ya, onlar dün bizi kapılarından kovan adamlar. Aman aman! Çünkü onu seviyorduk. 28 Şubat sürecinde üzüntülü ve sıkıntılı günler geçirdik. O haksız yere hapse girdi. Onun etrafında sevgi şelalesi oluşturduk. Hapse yolcu ederken, İstanbul’un şahit olmadığı kalabalıklar toplandı. Çünkü onu çok seviyorduk. Hapiste bulunduğu süre içinde hapishane kapısında kuyruk olduk, aman yalnız kalmasın, üzülmesin diye. Çünkü sevgimiz büyüktü. Hapisten çıktıktan sonra pek yanına yaklaşamasak bile, uzaktan mesajlar gönderirdik. O zamanlar Amerikan boyutunu göremediğimizden olacak, sadece ara sıra beraber gözüktükleri, ya da mesaj teatisinde bulundukları 28 Şubatçı omuzu kalabalık kişilerden uzak durmasını isterdik. Çünkü onların ipiyle kuyuya inilemeyeceği haberlerini gönderirdik. Seviyorduk da ondan. Fazilet döneminde Erbakan Hocamıza karşı söylemlerini duyar, üzülür, belki takiyye yapıyor diye teselli bulur, sevgimizi devam ettirirdik. Fazilet Partisi Büyük Kongresi’nde bugünün Cumhurbaşkanı Sayın Abdullah Gül’ün ağzından “Batı Medeniyeti ile hareket edilmesi gerektiği” söylemini belki bu kendi görüşüdür, Tayyip Erdoğan bu görüşü asla benimsemez, diye üzerine toz kondurmuyorduk. “Bir bölen olmayacağım” sözünü de ağzından duyunca sevgimiz tazelenmişti. Ayrı parti kurduğunda şok üstüne şok yaşadık. Ama etrafındakilerle kendisine hep haber gönderiyorduk ve diyorduk ki; bu yaptığınız yanlıştır, daha dün teşkilatlarımızı eğitirken bir takım fıkıh kaidelerinden hareketle, ayrılıkçılar hakkında Kur’an ve Sünnet’teki müeyyideleri, o başkan, biz etrafındayken beraberce açıklıyor, uyarılarda bulunuyorduk. Daha dün teşkilatımıza öğrettiğimiz bu kaideler değişmedi ki. Ne olur Tayyip Erdoğan da değişmesin. Bu günün yarını da var, diyorduk. Çünkü onu seviyorduk. “Muhtar bile” değilken ABD’ye gidip, kırmızı halılarla ve olağanüstü törenlerle karşılanıp, “büyük büyük” lobilerle görüşüp, “cesaret madalyaları” alırken içimiz yanmaya başlamıştı. En başta Liderimiz Merhum Erbakan Hocamız olmak üzere sesimizi yükselterek, “onların ipiyle kuyuya inilmez, onlar sana senin ve ülkenin hayrına şeyler yaptırmazlar” diyorduk. Siyonist lobiler bir insana boşuna madalya vermez, gel mazini inkar etme, onların dinine girmedikçe senden hoşnut olmazlar diyorduk. Çünkü, dünyasını ve ahretini karartmasını istemiyorduk, çünkü onu hala seviyorduk. Önce CHP’nin de desteği ile “olağanüstü” metodlarla milletvekili, ardından başbakan oldu. Artık Haçlılık emelleri ile gözü dönmüş Bush’un karşısında pazarlık masasındaydı. Coni, Toni, Berlüskoni gibi Haçlı önderleri nikah şahitliği yapacak kadar onun yakını olmayı başarmışlardı. Hep masada Afganistan, Irak ve diğer İslam ülkeleri vardı. Para, itibar, şan, şöhret ve büyük liderlik vaatleri karşılığı bu Müslüman ülkelerin işgali ve sömürülmesinde yardımcı olması istendi. Büyük bir lütufmuş gibi “eşbaşkanlık”lar verildi. Biz kıyameti koparmaya başladık. Sakın mazinizi inkar anlamına gelecek olan bu zulümlere ortak olmayın, bunlar açıkça söylüyorlar, haçlı seferlerini başlatacaklar! Dünya ve ahretinizi berbat etmeyin, siz bir Müslüman’sınız, din kardeşlerinizin katliamına sakın yardım etmeyin! Bunları derken çıkarımız yoktu, çünkü onu seviyorduk. Verdiği bu feci yanlış sözleri aklı başında partili arkadaşları “tezkere” olayı ile önlediler. Biz sandık ki, parti içindeki bu gizli muhalefeti kendisi ayarladı. Böyle bir siyasi manevra ile tezkereyi kendisi önlettirdi. Sevindik, hatta tanıdıklarla tebrik mesajları gönderdik. Liderimizin uyarıları işe yaradı diye düşündük. Sevgimiz arttı… Sonra ne mi oldu? Bütün şiddetle sarsıp uyarmalarımıza rağmen, o büyük hataları maalesef yaptı. TBMM’de reddedilen tezkerenin hükümlerinden bile fazlasını Haçlı’ya veriverdi. Havaalanları, hava koridorları, limanlar, istasyonlar, amade kılındı. Sortiler, bombardıman uçaklarının hava ikmalleri, silah ve malzeme sevkiyatları bizim topraklarımızdan yapılıyordu. Katliam, zulüm, sömürü, tecavüz, soygun, kültür kıyımı, hapishaneler, işkenceler… Haçlı’nın koalisyon ortağı olmakla övünmenin ötesinde, Amerikan askerlerine dualar, lojistik destekler… Afganistan’da fiilen zalime destek. Kardeş Libya’nın tahribi, liderinin linç edilmesi… Siyonistin ve Haçlının isteği doğrultusunda Suriye’de yerinden oynatılan taşlar, iki arada kalmış Müslümanlara yapılan katliam ve zulümler… Bırakın günümüzdeki zulümleri, geçmişte yapılan Haçlı Seferleri’ndeki zulüm ve katliamları bile Sayın Tayyip Erdoğan’nın ağzıyla ibra ettiriyorlardı. Çok sevdiğimiz Tayyip Erdoğan, belki de iyi yapıyorum zannederek, hem İslam dünyasını perişan ediyor, hem kendi dünya ve ahretini mahvediyordu. Seyirci mi kalacaktık? Liderimizin öncülüğünde en yüksek perdeden muhalefete başladık. Sokaklara, meydanlara indik, tanıdık partililerle kendisine protestolar gönderdik, kendine gelmesi için sarsarcasına hitaplarda bulunduk. Ama hep çözümü de gösteriyorduk. Haçlı’dan ve Siyonist’ten onların dinine girmedikçe kendisine ve Türkiye’ye dost olamayacaklarını haykırıyorduk. Çünkü o sevdiğimiz biri idi. Onun ve İslam dünyasının mahvolmasına asla razı olamazdık. Bu yanlış siyaseti tasvip edemezdik. Bu muhalefetimizi düşmanlık olarak algılayan ve ona değil “iktidarına” dost olan çevreler bizi yıpratmaya çalışıyorlardı. Hatta “Müslümanların birliğini bozanlar” ya da “bir avuç marjinal bozguncu” olarak damgalanıyorduk. Bunlara rağmen doğruyu haykırmaya devam ediyorduk. Doğruları olduğu gibi söylediğimizden dolayı çoklarını rahatsız ediyorduk. Müslümanların mahvolmasına rağmen, Haçlı zalimleri için yapmış olduğu bu olağanüstü desteklerin bazı karşılıkları olmalıydı. Hem bu karşılıklar onu da ayakta tutmalıydı ki, Haçlı daha fazlasını alabilsin. Yabancıların istihbarat desteği ile Türkiye’deki cunta heveslilerinin tutuklama furyası başlatıldı. Böylece inançlar üstündeki baskılar da hafifliyordu. Bu baskılardan çok çekmiş olan büyük halk kesimi haklı olarak memnuniyetten coşuyordu. Ama burada da halkın göremediği şeyler vardı. Biz bu konuda yapılanların olumlu olduğunu, ama dikkatlerden kaçan başka şeyler olduğunu söyledik. Cunta ve çetecileri yönlendiren beyinlerin yurt dışında olduğunu, ellerinin kollarının ülke içinde olduğunu, tutuklananların bir kısmının belki maşalar olduğunu söyledik. Gerçek suçlularla suçsuzların ayıklanması işleminin süratle yapılmaması halinde ordumuzun zayıflatılmış olacağını, bunun ise ABD’ye hizmet etmekle eşdeğer olduğunu söyledik. Dış kaynaklı olan ve yurt içinde bulunan cuntacıların maşalarının yanında, bunları yönlendirenlerin de bulunup hesaba çekilmesi gerektiğini, halbuki bunların serbestçe faaliyetlerine devam etmekte olduklarını dillendirdik. Sonra bizzat kendi ağzından duymadık mı, “bu tutuklamalar konusunda kantarın topuzu kaçtı” diye? Reform paketleri bundan dolayı çıkarılmadı mı? Tayyip Erdoğan’ı gerçekten seven bizler olduğumuzdan bu eksik işlemlerin bir gün geri tepeceğinin bilinci ile bunları ortaya koyuyorduk. Bir belanın beyni ortaya çıkarılıp etkisiz hale getirilmedikçe, her an geri dönüp tahribatına devam edeceğini düşünüyorduk. Hep uyarılarda bulunduk. Lakin cuntacılardan ve Ergenekonculardan yanaymışız gibi damgalandık. Faizi bir dünya gerçeği, zinayı serbestisini, domuz etini ve daha bize uymayan bir yığın yanlışı, Avrupa Birliği’ne giriş için gerekli düzenlemeler olarak hayata geçirirken en büyük tepkileri gösteriyorduk. Bizim hayat kaynağımız olan kaideleri çiğniyor, hem kendini, hem de gelecek nesilleri ateşe atıyordu. Hele faiz konusunda çareleri de göstererek, toplumun ifsadını önlemek için yangın habercileri gibi avazımız çıktığı kadar bağırıyorduk. Ülkemizin ve sevdiğimiz birinin ateşe yaklaşmasını isteyebilir miydik? Velhasıl Sayın Tayyip Erdoğan’a ve iktidarına karşı en yüksek perdeden muhalefeti biz yapıyorduk. Elbette çare ve çözüm göstererek yapıyorduk. Çünkü bizim sevgimiz gerçekti. Onu ve ülkemizi kötü akıbetten kurtarmalıydık. Haçlı ve Siyonist’in gerçek yüzünü ona defalarca anlatmaya çalıştık. Bizim çabalarımız düşmanlık olarak ona intikal ettirildi. Olsun, biz görevimizi gene de yapmaya çalıştık. İyi olduğuna kanaat getirdiğimiz icraatlarını da alkışlamaktan ve daha iyisine teşvik etmekten de geri durmadık. Mesela eğitim sistemi, mesela İslam ülkeleri ile ilişkilerin geliştirilmesi, mesela anayasa değişikliği, v.s Yaptığımız muhalefet ve verdiğimiz destekleri sebepleri ile ayrıntılı olarak burada yazmak, yazının hacmi itibariyle mümkün değil. Son günlerdeki kanunsuz gösteriler ve zararlı eylemlere gelince: Bu eylemleri ve verdikleri zararları başta en yetkili ağızlardan olmak üzere hepimiz yanlış olarak vurguladık. Ama biz sevgimizden dolayı iktidarın ve özellikle Başbakan’ın bu olaylar karşısındaki tutumlarının yanlış olanlarına da karşı çıktık. Olayları önlemek yerine büyütmeye yarayacak anlık değişen tutumlarını ortaya koyduk. Çünkü olayların büyümesi hepimize ve sevdiklerimize zarar verebilecek boyutlara varabilirdi. Bu da anlaşılamadı elbet. Nerdeyse kanunsuz göstericilere arka çıkıyoruz diye suçlanıyoruz. Şimdi bakın nereye geldik? Bu olayları bizzat Sayın Tayyip Erdoğan önce faiz lobisine bağladı. ABD ve Avrupalı yetkililerin tutumlarını ve sözlerini şiddetle kınadı. Avrupa Parlemantosu’nun aldığı aleyhimizdeki kararları kabul etmediğini haykırdı. CNN, BBC ve diğer Haçlı medyasına zehir zemberek şeyler söyledi. “Dostumuzu düşmanımızı yeni öğreniyoruz” dedi. Bizim yıllarca meydanlara çıkıp bağırdığımız gerçek tam da bu idi. Faiz girdiği yeri tahrip eder, kimseye fayda sağlamaz, faizcileri doyurmak mümkün olmaz, çete dediğin, cunta dediğin faizciden güç alır. Onların dinine girmedikçe Haçlı ve Siyonistler başta Tayyip Erdoğan ve bizlere asla dost olmazlar. Geçmişteki bizim ikazlarımızı kendi ağzından haykırmaya başladı. Tayyip Erdoğan sevgisi işte budur. Uyarmak, silkelemek, yanlış yapmasını engellemek… Şimdi kendisine seslenmek istiyoruz: Sayın Tayyip Erdoğan, dediklerimize kulak verseydiniz keşke de meydanlara inmek zorunluluğunu duymasaydınız! Faiz lobicilerine, Haçlı ve Siyonist azgınlarına karşı meydanlar çare değildir Sayın Tayyip Erdoğan! İktidarsınız tedbir gerekir tedbir! Verdiğiniz sözler, attığınız imzalar, teslimiyetler sizi tedbir almaktan alıkoydu! Haçlı’nın üslerini ve silahlı güçlerini koynumuza kadar soktunuz, istihbaratımızı onların insafına terk ettiniz! Etrafımıza ateş çemberi örülürken, onlara dua ve yardım ettiniz. El ele verecek, birlikte hareket edecek komşu bırakmadınız! Hayati önemdeki sanayi tesislerini ve faizcilerle mücadele edebileceğiniz devlet müesseselerinin büyük kısmını, haberleşme alt yapımızı faiz lobicilerine sattınız! Bunların bedeli ile faiz ödediniz! Toprak satarak faiz ödediniz, faizcileri semirttiniz! Bunları görmenizi ve yanlışın neresinden dönersek kardır hesabıyla, gerçek çözümlere yönelmenizi dileriz. Şimdi bu cenderelerden kurtulma vaktidir. Bu çözümleri bulmak mümkün, yeter ki anlık kararlar ve tepkiler yerine istişare metodunu iyi kullanın... Sayın Tayyip Erdoğan, sizi asıl seven biziz! Sizi helake ve hepimizi felakete sürükleyecek olan yanlışlarınızı önlemeye çalışıyoruz. Bize düşman gibi bakanlara inat, yol göstermeye ve yanlışı önlemeye gücümüz nispetinde devam edeceğiz. Çünkü biz senin çok iyi tanıdığın Milli Görüşçüleriz! Biz sizi, etrafınızı çeviren ve yanlışlar karşısında hep sus pus olmuş bulunan bir çoğundan çok daha fazla seviyoruz! Onların büyük çoğunluğunun sevgisi “iktidar” ya da “istikbal” sevgisidir. İlk sallantıda darmadağın olacakların sevgisine ne kadar güvenebileceksiniz? Şu an bakın etrafınıza, bunları çıplak gözle dahi görebileceksiniz! Size Emevi Halifesi Hişam’ı hatırlatıyoruz. Etrafında milyonlarca seveni vardı. Parmakla gösterilirdi. Dünyanın gelmiş geçmiş en güçlü devletine 18 yıl Halifelik yapmıştı. Hazineler ona emanetti. Ama gün geldi, yapayalnız kaldı. Kendi çabaları ile “kazandığı” büyük servetlerin bile ona hiçbir faydası dokunmadı. Eski azatlı bir kölesinin hediye ettiği eskimiş elbiseyi kefen yapıp defnettiler. Arkasından o kocaman devleti de çatırdayıp tarihe karıştı. İbret almazsak tarihler tekerrür eder durur. Gerçek sevenleriniz, sizin nefsinize ağır gelse bile, size hep doğruyu göstermeye çalışanlardır Sayın Tayyip Erdoğan! GURUR Dur, Gurur Savurur. Yere vurur. Olursun mağdur. Şeytandı en mağrur, Bu yüzden oldu menfur. Gurur hastalık doğurur. Bunun en doğrusu da şudur: Tevazu... Kula yakışan budur. Ekrem Şama ekremsama@hotmail
Posted on: Sun, 23 Jun 2013 15:08:18 +0000

Trending Topics



Recently Viewed Topics




© 2015