TC Şerafettin Çıtak Kemalizm.(3) Kemal kafa yormaktadır. - TopicsExpress



          

TC Şerafettin Çıtak Kemalizm.(3) Kemal kafa yormaktadır. Sovyetlerde bu sorunu işçi sınıfı üstlenirken, M. Kemal kapitalizminde bu halkın sırtına yüklenerek, sınıf yerine Halk Kavramı ortaya çıkmıştır. M. Kemal CHP’sinin önüne iki çeşit çelişme çıkar. Biri CHP ile Halk arasındaki çelişme, diğeri ise düşman arasındaki çelişmedir. Bu iki çelişme, tabiatıyla bir birinden farklıdır. Bu iki çelişmeyi doğru değerlendirmek için, Halk sözünden sonra da düşman sözünden ne anlaşılması gerektiğini açıklığa kavuşturmak gereklidir. Halk kavramının çeşitli ülkelerde ve her ülkenin çeşitli dönemlerinde ayrı anlamı vardır. Örnek olarak kendi ülkemizi ele alalım… Kurtuluş savaşı yıllarında emperyalizme karşı olan her kesim halkı (Toprak ağası, beyi, yoksul köylüsü, işçisi, vs.) temsil etmektedir. Savaş bitip, sınırlar çizildiğinde ise Halk Kavramı değişmiştir. Buradaki yeni çelişki; emperyalizmin içeride kalan kırıntıları ile kurulacak sisteme karşı koyan kesim arasındaki çelişkidir. Bu anlamda Halk demek; bu iç düşmanlara karşı birleşen ve bunlara karşı olan insanlardan oluşur. Bu çelişkinin ilerleyen yıllarda çok keskin bir şekilde ortaya çıkacağını M. Kemal o kadar doğru değerlendirmiştir ki, bu sorunu gençliğe teslim ederken onlarada şu öğüdü emanet etmiştir Ey Türk Gençliği! Birinci vazifen, Türk istiklâlini, Türk Cumhuriyetini, ilelebet, muhafaza ve müdafaa etmektir. Mevcudiyetinin ve istikbalinin yegâne temeli budur. Bu temel, senin, en kıymetli hazinendir. İstikbalde dahi, seni bu hazineden mahrum etmek isteyecek, dahilî ve haricî bedhahların olacaktır. Bir gün, İstiklâl ve Cumhuriyeti müdafaa mecburiyetine düşersen, vazifeye atılmak için, içinde bulunacağın vaziyetin imkân ve şerâitini düşünmeyeceksin! Bu imkân ve şerâit, çok nâmüsait bir mahiyette tezahür edebilir. İstiklâl ve Cumhuriyetine kastedecek düşmanlar, bütün dünyada emsali görülmemiş bir galibiyetin mümessili olabilirler. Cebren ve hile ile aziz vatanın, bütün kaleleri zaptedilmiş, bütün tersanelerine girilmiş, bütün orduları dağıtılmış ve memleketin her köşesi bilfiil işgal edilmiş olabilir. Bütün bu şerâitten daha elîm ve daha vahim olmak üzere, memleketin dahilinde, iktidara sahip olanlar gaflet ve dalâlet ve hattâ hıyanet içinde bulunabilirler. Hattâ bu iktidar sahipleri şahsî menfaatlerini, müstevlilerin siyasi emelleriyle tevhit edebilirler. Millet, fakr ü zaruret içinde harap ve bîtap düşmüş olabilir. Ey Türk istikbalinin evlâdı! İşte, bu ahval ve şerâit içinde dahi, vazifen; Türk İstiklâl ve Cumhuriyetini kurtarmaktır! Muhtaç olduğun kudret, damarlarındaki asil kanda mevcuttur! Mustafa Kemal Atatürk 20 Ekim 1927 Buradaki Türk’lük kelimesi, yukarıda da söylediğim gibi Asya ülkelerinde uluslaşmanın şafağında ortaya çıkmıştır. M. Kemal, hem emperyalizme hemde sovyet devrimine uluslaşma olmadan Asyada sorunun çözülemeyeceğini kurduğu Cumhuriyet’le göstermiştir. Bugün emperyalizmin kullandığı ve onun teşeronları milliyetçiler (Türk ve Kürt) neyin peşindeler? Değirmen gitmiş, şak şak arıyorlar. Bu konuyu sonraki yazımıza bırakarak kurulan Cumhuriyet’in nasıl, nerede yıkılmaya başladığına dönelim ve M. Kemal’in öğüdüne rağmen, tüm halk olarak önce utanmasını unutmadıysak utanalım. 1940 yıllarında M. Kemal’in vefatı, kurduğu sisteme içerden içerden diş bileyen ve ölümünü fırsat bilen muhteşem ikili; biri Alman uşağı İsmet İnönü, diğeri ise ABD uşağı Celal Bayar tarafından oluşan ittifakla başladı. Bu iki kanat, M. Kemal Türkiye’sinin yeni bir dönemini oluşturacaktı. Fırsat düşkünü bu iki kanat uzlaşarak, iktidarı ele aldılar. İnönü iktidardayken, M. Kemal’in kurduğu sistemi bizlerden gizleyerek, kendi iradesi ve yandaşlarıyla oluşturduğu ‘’Anti Kemalist’’ bir sistemi oluşturarak iktidarı ele aldı. Çok partili bir dönemi başlattılar. Bu dönem yeni bir CHP programıyla ve yeni bir DP programından meydana gelecekti. Bu iki Almancı ve Amerikancı kanatların görevi, sürekli gelişmekte olan Kemalist devrimlerin gidişini önce yavaşlatmak sonrada durdurmaktır. İlk olarak Mustafa Kemal’in koyduğu gümrük birlikleri ve yabancı sermaye kanunlarının değiştirilmesiyle işe başladılar. Yeni kabul edilen kanun Amerika’lı uzman Rondall’ın hazırladığı ve T.B.M.M.’den geçen ‘’YABANCI SERMAYESİ TEŞVİK KANUNU’’yasalaştırıldı. 25 Ocak’ta Washington’da düzenlediği basın tıplantısında Celal Bayar’ın söylediği sözleri ibretle okuyalım. ‘’Türkiye’ye yapılan iktisadi yardım, zaten yükselmekte olan ekonomik büyümeye, kuvvetli bir müzahir olarak gelmiştir. Türk milletinin satın alma kudretinin artması ve hayat standartlarının yükselmesiyle, memleket malül maddeleri, istihlak maddeleri için büyük bir Pazar haline gelmiştir. Yabancı sermayenin Türkiye’ye en müsait şartlar altında akmasını mümkün kılacaktır. Hülasa denebilirki, Türkiye’de sarf edilen her dolar, münbit bir toprağa ekilmiş refah ve bereket filizleri verecek bir tohum gibidir.’’ Celal Bayar’ın 1954 yılında mamül maddeler ve tüketim maddeleri için, büyük bir Pazar olarak peşkeş çeken bu demeçi, karşı devrimin tamamlanmış olduğunu, Kemalist düşüncenin geri itildiğini, emperyalist asalak işbirlikçi sınıfın eline geçtiğinin kesin kanıtıdır. Bu işbirlikçi sınıfın içerideki dayanağıda feodal toprak beyleri ve ağalarıdır. İşbirlikçi sermaye; sömürgeciliğe bağlı liman burjuvazisi demektir. Çıkarılan bu kanundan sonra ithalat – ihracat alanında, ithalatın daha kurnazca bir şekli olan montaj ve ambalaj sanayinde, bankacılık ve sigortacılıkta yabancılarla ortaklıkları yada Türkiye’de kayda değer tüm zenginliklerini eline geçirmiş olan yada geçirme çabasında bulunan emperyalizmin baş dayanağı, yabancı firmaların ajanlığı altında doğrudan doğruya egemendir. İktisadi hayatımızın bu kilit noktalarına dayanılarak, Türkiye’nin tüm ekonomisinin tahakkümü altında tutmaktadır. İşbirlikçi sermaye, Türkiye’de gerçek sanayileşmeye, gerçek iktisadi kalkınmaya karşıdır. Emperyalistlerin uygun gördüklerinin dışında; Türk vatandaşının mülkü olan fabrikaların kurulmasına engel olmaktadır. Gerçek sanayi birimi, fabrikaların bacalarının tütmesini önlemektedir. İşbirlikçi sermaye toplumdaki asalak zümrenin en güçlü olanıdır. Ekonomik kan dolaşımını sağlayan kredi, sigorta kurumları onun kontrolündedir. Sanayide; madencilik, nakliyat, yedek parça ihtiyacının sağlanması gibi ekonomimizin can damarları sayılması gereken bir alan, onun kontrolündedir. Bu işbirlikçi (komprodor)lerin içerideki temel dayanağı feodalitedir. Bu zümre, toprak ağalarından ibaret bir kategori değildir. Kapitalist tarım işletmeleri görünümü altındaki, derin feodal izler taşıyan bir tahakkümü sürdüren büyük toprak sahipleride, bu kategori içinde ele alınmalıdır. Zamanımıza feodal kanal yoluyla intikal eden, tefeci sermaye ve köylerde, köyün ortak mallarını metazori yollarla ele geçiren dere beyleride bu kategori içerisindedir. İşte 1954 yılından bu güne ulusal gelişmeyi engelleyen, emperyalizm + içbirlikçi (komprador) + feodalitedir. Dördüncü bölümde işbirlikçilerin, yukarıdaki yapılanmayla ülkeyi nasıl talan ettiklerini göreceğiz.
Posted on: Thu, 24 Oct 2013 17:09:04 +0000

Trending Topics



Recently Viewed Topics




© 2015