ÜRKÜM, DOĞRUYUM; ÇALIŞKANIM: "GÜLER MİSİN, AĞLAR - TopicsExpress



          

ÜRKÜM, DOĞRUYUM; ÇALIŞKANIM: "GÜLER MİSİN, AĞLAR MISIN!" (- Adımız Soğuk Savaş Döneminin Eseriymiş!) Sayın başbakan nihayet, Andımız’ın kaldırılmasının gerekçelerini anlatmış: 1933’lerden kalan andımız, soğuk savaş döneminin demir perde ülkelerini anımatıyormuş. Bu milliyetçilik değilmiş. Milliyetçilik, o çocuklara okuyacakları okul inşa etmekmiş… Ve yine sürdürmüş: Sorun, slogan atmak değil, iş yapmakmış. Türküm diyerek, Türkiye’nin itibarı yerlerde süründürülmüş. Doğruyum denilerek, Türkiye yolsuzluklara tutsak kılınmış. Çalışkanım denilerek de yıllarca yan gelip yatılmış. Türkiye faize, enflasyona, işsizliğe tutsak kılınmış (5 Ekim 2013, Adana Mitingindeki Konuşma)… Bu sözler ne denli doğru, kısa bir tarih gezisi yapalım mı? Andımız, 1933 yılında, Dönemin Milli Eğitim Bakanı Dr. Reşit Galip tarafından kaleme alındı ve Atatürk’ün oluruyla, Milli Eğitime bağlı ilkokullarda okutulmaya başlandı. Sonradan, andımızla ilgili, kimi sözcükler, anlaşılması zorluk yaratıyor düşüncesiyle, değiştirildi. Örneğin, “ülküm” sözcüğünün yerini, “ilkem” sözcüğü aldı… Andımız, 1933 yılında, Cumhuriyetin 10. Yılında kaleme alındığına göre, bu tarihin soğuk savaş döneminin eseri olduğunu söylemek ne derece doğru? Çünkü “Soğuk Savaş” denilen dönem; II. Dünya Savaşı’ndan sonra, Nato’nun kurulmasıyla, yani 1947’ten itibaren kapitalist blok ile komünist blok arasında yaşanan gerilimli süreçtir. Bu andın kaleme alındığı ve Türkiye’de okularda okutulmaya çalışıldığı dönemi, Soğuk Savaş döneminin eseri olduğunu söylenin bir anlamı olmamalı… Kaldı ki; “Demir Perde” deyimi de İkinci Dünya Savaşı sonrasında, Sovyetler Birliği’nin etrafında, komünist rejimi benimsemiş ülkelerin oluşturduğu ve batı ile ile ilişkilerin en aza indirildiği dönemi anlatır. Dolayısıyla Andımız ile ilgili bu yakıştırmanın hiçbir anlamı yok… Bundan sonra sayın Başbakan, andımızın içeriğinde yer alan deyimlere vurgu yapıyor: Türküm denilmiş, Türkiye’nin itibarı yerlerde sürünüdrülümüş… Andımız kaleme alındığında Atatürk Dönemi’ni yaşıyordu Türkiye… Atatürk döneminde mi Türkiye’nin itibarı ayaklar altına alındı? Buna inanmak mümkün mü? Atatürk, kendi ulusunu antiemperyalist bir savaş için örgütleyerek; ulusunun bağımsızlığını, onurunu, namusunu kurtardığı gibi; bugün kimilerinin siyasette hiç ağızlarından düşürmedikleri dini ve dince kutsal değerleri de emperyalizmin kirli ayakları altında ezilmekten kurtardı. Bunun en somut kanıtı; ilk kez Kuran’ın Türkçe Meaili’nin doğrudan Atatürk’ün parasıyla yapıldığını; Buhari hadislerinin ilk kez bu bağlamda Türkçeye kazandırıldığını; bastırılıp, pek çok kütüphanede bulunulmasının sağlandığını; Elmalılı Hamdi Yazıra da Atatürk’ün kendi parasıyla Kur’anın tefsirini yaptırdığını hemen anımsatalım… İtibar konusuna yeniden gelince; Atatürk’ün zamanında Türkiye’nin onuru ve haysiyeti, Türkiye tarihinde görülmemiş ölçüde yüksekti. Batıda hızla Nazizim ve Faşizm yükselirken, o ülkesinde demokrasi denemesi yapıyordu. Bu deneme başarısız olunca, oturdu; Medeni Bilgiler adıyla, Demokrasiyi ve onu oluşturan ögeleri anlatan bir kitap yazdı. Cumhuriyet döneminde tek bir kez yurt dışına çıkmadı. Buna karşın, sayısız devlet adamı onun ayağına gelerek, onunla tanışmak istedi. Örneğin, Fransa Cumhurbaşkanı Türkiye’ye geldiğinde, nasıl modern bir ülke yaratıldığını gördüğünde gözlerine inanamamış; Atatürk’ü ilk gördüğünde; “Atatürk; şimdi sana ben seni nasıl anlatayım!” diyerek, sözü dolandırıp durmuştu. Gördüklerine inanamıyordu. Çünkü o geldiğinde Türk kadını, seçme ve seçilme hakkını elde etmişti. Ve bu hak Aydınlanma’nın beşiği Fransa’da bile Fransız kadınlarına verilmemişti. Türkiye’nin itibarı böyle mi yerlerde sürünüyormuş? Merak edenler, o dönemde önce Sadabat Paktı’nın ardından da Balkan Paktı’nın nasıl oluşturulduğunu; komşu ilişkilerinde alınan yolu gözler önüne getiriniz; ne türlü bir itibarı varmış Türkiye’nin anlarsınız. Hatta isterseniz, heyecanlı bir oyuna yönelin: O günkü itibarı, bugünle bir karşılaştırın... Yurtta barış, dünyada barış felsefesi ile, "sıfır sorun" saçmalığını karşılaştırın bakalım bir, ne göreceksiniz! Geçelim… Doğruyum denilmiş, Türkiye yolsuzluklara tutsak edilmiş, öyle mi? Türkiye’de yolsuzlukların tarihine bakın; en yoğun biçimde merkez sağ iktidarlar döneminde yaşandığını görürsünüz. Atatürk’ün kuşağı, devlet işlerinde kullanılan kağıt ve kalemin iç hesabını bile yapan bir kuşaktı. Hadi bir örnek verelim: Şimdi belli kesimlerce hiç sevilmeyen birisi var: Mahmut Esat Bozkurt… "Bozkurt" adlı Türk gemisinden alıyor soy adını… Ve bu gemi, Lotus adlı bir Fransız gemisiyle 1928 yılında çarpışıyor. Sanki Lozan’da kapitülasyonlar kaldırılmamış gibi Fransızlar, bu kazada ölen insanlarla ve batan Bozkurt gemisiyle ilgili yargılamayı Fransız yasalarıyla yapmak istediler. Türkiye buna karşı çıktı. Konu La Haye Adalet Divanı’na gitti. Bu davada Türkiye’yi Mahmut Esat Bey savundu. Aylarca İsviçre’de kaldı. Ve devlet ona bu görevi nedeniyle harcırah vermişti. Gün geldi, davayı savunan Mahmut Esat Bozkurt, ülkesine döndü. Ancak devletin kendisine verdiği harcırahın tamamını harcamamış, bir kısmını geri getirmişti. Doğru hazineye gitti ve elinde kalan parayı hazineye geri iade etti. Ve şunları söyledi: “Lozan’a gittim. Bana harcırah verdiniz… Yedim, içtim; çok soğuktu, üzerimdeki bu paltoyu almak zorunda kaldım. Bu paralar arttı. Bunu geri iade ediyorum!” Ve parayı iade etti. Ve kış aylarında, Selçuk’ta kendi çiftliğine yakın bir yerde, koyun gütmekte olan bir çobanın soğuktan tir tir titrediğini görünce, sırtındaki paltoyu çıkardı ve çobana giydirdi. Çünkü o an, devlet parasıyla alınan paltoya, yoksul çobanın çok daha ihtiyacı vardı. Başka türlü doğruluk nasıl oluyormuş? Alavere dalavere işleri ile ne zamanlan tanıştı Türkiye, şöyle bir gezinin yakın tarih koridorlarımızda görürsünüz... Hadi, bunu da geçelim… "Çalışkanım", denilmiş; yan gelip yatılmış! Atatürk zamanında m yan gelip yatılmış? Ne diyor Atatürk, anımsayalım hemen: "Tek bir şeye ihtiyacımız var; o da çalışkan olmak!" "Çalışmak" o denli önemli bir olgu olarak görülüyordu ki; alın bir tanesi daha: "Türk, övün, çalış, güven!" Tarihin en hızlı gelişme hızları onun zamanında onca yoksulluğa ve yokluklara karşı sağlandı. Çok övülen Osmanlı Devleti’nin borçları, Anadolu Türkü’nün alın teriyle kuruşuna kadar ödendi. Türkiye’de kalkınma planları ile yer altı ve yer üstü kaynaklarını hızlı biçimde ekonomiye kazandırmanın sayısız örnekleri ortaya konuldu. Borçlanmadan olabildiğince uzak duruldu. O yoksul Türkiye’de ulusal gelir, kişi başına yaklaşık bir dolardı. Ülke, yoksulluğun pençesinde kıvranıyordu. Türkiye bütün olanaklarını devreye sokarak, büyük bir kalkınma projesi başlattı. Atatürk’ün, bugün birilerine peşkeş çekilen Atatürk Orman Çiftliği’nde, çorak Ankara’yı yeşile çevirmek için bir bekçi kulübesinde nasıl aylarca işin başında kaldığını düşünürseniz, bu çalışmanın kutsallığını ve verimini anlarsınız. Bataklık kurutularak, orada sanki bir yeşil cennet yaratıldı. Ve Atatürk, bütün mal varlığını; ulusuna armağan etti. Bunu kutlayan meclise gönderdiği telgrafta şunları söylüyordu: “Bu benim milletim için basit bir armağanımdır. Günü geldiğinde ben onun için canımı vereceğim!” Birileri, Atatürk Orman Çiftliğinin, nasıl peşkeş çekildiğini anlatsın isterseniz, hamaset nutukları yerine! Hemen bir anımsatma yapalım: Eğer yan gelip yatmaktan söz ediliyorsa, Atatürk’ün ölümünden sonra zaten, ağırlıklı olarak merkez sağdaki siyasal partiler ülkeyi yönettiler. Bu yaklaşımdaki zıtlık, garip bir ironi oluşturmuyor mu? Ne diyelim şimdi? Çok basit Yineleyelim: “Türküm, Doğruyum, Çalışkanım”.
Posted on: Sun, 06 Oct 2013 22:30:51 +0000

Trending Topics



Recently Viewed Topics




© 2015