Abbasiler Döneminde Şia Şiilik, Abbasi devrinin - TopicsExpress



          

Abbasiler Döneminde Şia Şiilik, Abbasi devrinin başlangıcından (h.k.132), gaybet-i suğranın sonuna kadar (h.k.329) Emevi devrine kıyasla daha çok yayılmıştır. Şiiler, geniş İslam topraklarının en uzak noktalarına kadar yayılmışlardı. İmam Kazım (a.s)’ı Harun’a şikâyet ettiklerinde “dünyanın doğusundan ve batısından ona humus geliyor” demişlerdir.[1] İmam Rıza (a.s) Nişabur’a geldiğinde hadis hafızlarından, isimleri Ebu Zer’a Razi ve Muhammed Eslem Tusi olan iki kişi, sayısız ilim talibiyle birlikte İmam’ın huzuruna geldiler ve kendilerine teveccüh etmesini istediler. Çeşitli sınıflardan oluşan halk ayakta beklemekteydi ki gözleri İmam Rıza (a.s)’nın cemaliyle aydınlandı. Sonra İmam onlara, Silsiletu’z-Zeheb (Altın Silsile) hadisini buyurdu. O anda sadece kalemi olan yirmi bin kişi bu hadisi yazmıştı.[2] Yine İmam Rıza (a.s) veliahtlığı kabul ettikten sonra kendisinden beklentisi olan Me’mun’a cevaben şöyle buyurmuştur: “...Bu iş (veliahtlık) asla sahip olduğum nimetlere bir şey eklemedi. Ben Medine’deyken el yazım doğuda ve batıda icra edilirdi.” [3] Şia’ya düşman ve muhalif olan Ehl-i Sünnet fakihlerinden İbn-i Ebi Davut’un itirafı da çok önemlidir. Mu’tesim Abbasi hırsızın elinin nereden kesileceği hususunda Ehl-i Sünnet fakihlerinin görüşlerini değil de İmam Cevad (a.s)’ın görüşünü kabul edince, İbn-i Davut gizli bir şekilde halifeyi, “neden halife bütün saray zümresinin, komutanların, vezirlerin kâtiplerin huzurunda, meclisteki âlimlerin tamamını reddederek ümmetin yarısının İmametine inandığı birinin sözünü kabul eder” diye uyarmaktadır.[4] Hatta Şiilik, Abbasi Devlet adamlarının ve komutanlarının arasında bile yayılmaya başlamıştı. Yahya b. Herseme naklediyor: “Abbasi halifesi Mütevekkil, beni İmam Hâdi (a.s)’yi getirmem için Medine’ye gönderdi. O Hazret’le birlikte Bağdat’a geldiğim zaman, Bağdat Hâkimi İshak b. İbrahim Tahiri’nin yanına gittim. O bana, “Ey Yahya! Bu adam Allah Resulü (s.a.a)’nün oğludur. Mütevekkil’i de tanırsın. Eğer onu öldürmesi için Mütevekkil’i tahrik edersen Allah Resulüne düşman olursun” dedi. Ben de ona, “ben ondan iyilikten başka bir şey görmedim” dedim ve Samerra’ya doğru yola koyulduk. Oraya vardığımızda ilk önce Vasif Türkî’nin[5] yanına gittim. O da bana, “eğer bu adamın saçının bir teline zarar gelirse beni karşında bulursun” dedi.[6] Seyyit Muhsin Emin kitabının ilk cildinde bir grup Abbasi devlet adamını Şiilerden saymıştır. Bunlar, Abbasi Hilafetinin ilk veziri ve lakabı Âl-i Muhammed’in veziri olan Ebu Seleme Hilal,[7] Mansur döneminin büyük komutanlarından olan Ebu Buceyr Esedi Basri, Harun Reşit’in veziri ve İmam Kâzım (a.s) tutuklandığında Şii olduğunu gösteren bir hikâyesi olan Muhammed b. Eş’as, Harun’un vezirlerinden biri olan Ali b. Yaktîn, Mehdi Abbasi’nin veziri olan Yakup b. Davut ve Memun zamanında Horasan Hâkimi ve Bağdat’ı fetheden kişi olan Tahir b. Hüseyin Huzai’dir. Bu yüzden Hasan b. Sehl onu Ebi’s-Seraya savaşına göndermedi.[8] Kûfe kadısı olan Şerik b. Abdullah Nehaî ve Memun zamanında kadı olan meşhur tarihçi Vakidi’de Şia zümresindendirler.[9] Şiilik, Abbasiler’in etki sahasında dahi öylesine yayılmıştı ki bu, Abbasiler için büyük bir tehlike sayılmaktaydı. Hatta Harun’un amcası Süleyman b. Mansur, görkemli Şii topluluğun öfkesini dindirmek için yalın ayak o Hazret’in cenaze merasimine katılmıştır.[10] İmam Cevat (a.s) şehit olduğu zaman gizlice defin etmek istediler, ama Şiiler bundan haberdar oldu. On iki bin silahlı ve kılıçları kınından çıkmış olan Şii, izzetle ve ihtiramla İmam Cevat (a.s)’ın cenaze merasimini gerçekleştirdiler.[11] İmam Hâdi (a.s)’nin şahadetinde de Şia camiasının çokluğu, feryat ve figanların ayyuka çıkmasından dolayı o Hazret’i evinde toprağa vermeye mecbur kalmışlardır.[12] Abbasi Halifeleri İmam Rıza (a.s) döneminden sonra, Şiilerin öfkesine sebep olmamak için Masum Ehl-i Beyt İmamları’na saygılı davranmaya dikkat ediyorlardı. Bu yüzden İmam Rıza (a.s) Harun döneminde göreceli bir özgürlüğe sahipti. Bu yüzden Şiiler’in ilmi ve kültürel faaliyetlerini yönetebilmiştir. Hatta imametini açıklamış, takiyyeyi bırakmış, diğer fırka ve mezheplerin ashabıyla münazaralarda bulunmuş ve bazılarını da ikna etmiştir. Eş’ari Kummi naklediyor: “İmam Kazım (a.s) ve İmam Rıza (a.s) zamanında Ehl-i Sünnetin Murhibe mezhebinden ve Zeydilerden bir grup, Şiiliğe yöneldiler ve bu iki İmam’ın imametliğini kabul ettiler.”[13] Bazı Abbasi Halifeleri Masum İmamlar (a.s)’ı gözetim altında tutarak kontrol etmeye çalışmışlardır. İmamları Medine’den getirirlerken, Şia yerleşim bölgelerinden geçirmemeye dikkat ediyorlardı. Bu yüzden İmam Rıza (a.s)’yı Kûfe, Cebel ve Kum gibi Şiilerin toplu oldukları yerlerden değil de, Memun’un emri üzerine Basra, Ahvaz ve Fars üzerinden Merv’e getirmişlerdir.[14] Yakubi’nin nakline göre, Mütevekkil’in emriyle İmam Hadi (a.s)’yi Samerra’ya götürürlerken, Bağdat yakınlarına vardıklarında büyük bir topluluğun İmamla görüşmek için beklediklerini haber alırlar. Bunun üzerine beklediler ve şehre gece girip, oradan da Samerra’ya geçtiler.[15] Abbasi döneminde Şiiler çeşitli bölgelerde ve çok uzak yerlerde yaşadıkları için Masum İmamlar vekâlet müessesesini kurdular. Kendilerine, Şiilerle irtibat kurabilmek için çeşitli noktalarda ve şehirlerde naipler ve vekiller seçtiler. Bu iş, İmam Sadık (a.s) zamanında başladı. Hilafet mekanizması Masum İmamlar (a.s)’ı amansız bir şekilde kontrol altına almaya başlayıp, Şiilerin İmamlar (a.s)’ına ulaşması güçleşince, vekâlet kurumu ve vekillerin rolü artıyordu. Tarih-i Asr-ı Gaybet’te şöyle geçer: Hepsinden önemlisi gizli naipler kurumunun takviye edilmesi ve yayılmasıdır. Bu müessesenin temeli İmam Sadık (a.s) tarafından atılmış, İmam Hadi (a.s) ve İmam Hasan Askeri (a.s) döneminde büyük bir hızla gelişmeye başlamıştır.”[16] Üstat Pişvayi bu konuda şöyle yazar: İmamlar (a.s)’ın Abbasiler’in zamanında karşı karşıya oldukları kriz ortamı, Şiileriyle bağlantı kurabilmeleri için yeni bir yol arayışı içine girmelerine sebep olmuştur. Bu da vekâlet ağı ve değişik yerlerde temsilcilerin ve uzman kişilerin tayin edilmesi şeklinde kendini göstermiştir. Bu kurumun asıl amacı, değişik bölgelerden vekiller aracılığıyla humus, zekât, adak ve hediyelerin toplanması ve İmam’a verilmesiydi. Bunun yanında İmam’ın Şiilerin inanç ve fıkıhla ilgili soru ve sorunlarına verdiği cevaplarla, siyasi açıklamaları da İmam’ın vekili vasıtasıyla ulaştırılıyordu. Bu kurumun, İmamlar’ın hedeflerinin amacına ulaşmasında etkin bir işlevselliği olmuştur.[17] Masum İmamlar (a.s)’ın vekil ve naiplerinin olduğu yerler; Kûfe, Basra, Bağdat, Kum, Vasıt, Ahvaz, Hemedan, Sistan, Best, Rey, Hicaz, Yemen, Mısır ve Medâin’dir.[18] Şiilik hicri dördüncü yılda, İslam dünyasının doğusunda, batısında ve bütün noktalarında revaçta olup rüştünün ve yayılmasının zirvesine ulaşmıştır. Bundan önce ve sonra hiç bu kadar yayılmamıştır. Mukaddesi’nin belirtmiş olduğu İslam ülkesinin bu asırdaki Şii şehirlerinin listesi bunun göstergesidir. Bu yüzden Onun kitabından bazı alıntıları nakledeceğiz. Bir yerde şöyle demiştir: “Yemen, Mekke’nin bir bölümü ve Sahar’daki hâkimlerin çoğu Mutezili ya da Şii’dir.[19] Şiilik Arap yarımadasında da oldukça yaygındı.[20] Basra ahalisi hakkında da şöyle geçer: “Basra ahalisinin çoğunluğu Kadiri, Şii, Mutezili ve Hanbelidir.”[21] Kûfe halkı da bu asırda Kenase hariç Şiiydi.[22] Musul’da da birçok Şii bulunmaktadır.[23] Nablus, Kudüs ve Umman’ın çoğunluğu Şiiydi.[24] Fustat kasabasının yukarı kesimi ve Sendefa halkı Şiiydi.[25] Sind topraklarında Miltan şehri Şia’dır, ezan ve kamette her kelimeyi iki defa söylerler.[26] Ahvaz’da Şii ve Sünnilerin arasındaki keşmekeş savaşa varmıştır.[27] Mukrizi, Âl-i Buye ve Mısır’lı Fatımiler’e işaretle şöyle yazar: Rafızî mezhebi Fas, Şam, Diyarbakır, Kûfe, Basra, Bağdat, Irak’ın tamamı, Horasan beldeleri, Maveraünnehir, Hicaz, Yemen ve Bahreyn’de yayılmıştır. Bunlarla Ehl-i Sünnet arasındaki çarpışmaların haddi hesabı yoktur.[28] Bu asırda Şiiler Abbasi hilafetinin merkezi olan Bağdat’ta çoğunluktaydılar ve Aşura gününde açıkça yas tutabiliyorlardı. İbn-i Kesir şöyle diyor: “Şiilerin çokluğu ve Âl-i Bûye’nin de onların yanında olmalarından dolayı Ehl-i Sünnet bu merasimleri engellemeye cesaret edememiştir.[29] O dönemde ortam Şiilerin çalışmaları için o kadar uygundu ki İslam toraklarının birçok yeri Şii yönetimi altındaydı. İran’ın kuzeyinde, Gîlân ve Mazenderan’da Taberistan Alevileri yönetimde olmuşlardır. Mısır’da Fatımiler, Yemen’de Zeydiler, Irak’ın kuzeyinde ve Suriye’de Hemedaniler, İran’da ve Irak’ta Âl-i Bûye yönetimi ellerinde bulundurmaktaydılar. Gerçi, Mehdi, Emin, Memun, Mutasım, Vasık, Muntasır gibi bazı Abbasi halifeleri döneminde Şiilerin özgürlük alanları kısıtlıydı; ama en azından bu halifelerin döneminde, önceki zulümler azalmıştı. Yakubi’nin nakline göre Mehdi Abbasi mahkûm olan Talibiler ve Şiileri serbest bırakmıştı.[30] Emin, beş yıllık hükümet süresinde arzu ve emellerinin peşinde koşması ve kardeşi Memun’la savaşından dolayı Şiilerle uğraşmayı ve onlara zulmetmeyi unutmuştu. Abbasi halifeleri Memun, Mutasım, Vasık ve Mutezid’in Şiiliğe sempatisi vardı. Ama Mütevekkil, Peygamber Hanedanının ve Şiilerin amansız düşmanlarındandı. Onun zamanında Şiiler kontrol altında tutulamamışsa da İmam Hüseyin (a.s)’in kabrinin ziyaretini engelliyordu.[31] İbn-i Esir şöyle diyor: Mütevekkil kendinden önceki Ali ve ailesine sevgilerini izhar eden Memun, Mutasım ve Vasık’ın düşmanıydı. Şamlı şair Ali b. Cehm, Ömer b. Ferec, Mervan b. Ebi Hafsa’nın oğlu ve Benî Ümeyye’yi sevenlerden Ebu Semt, Nâsibi ve Ali (a.s)’nin düşmanlarından olan Muhammed b. Davut Haşimi’yle oturup kalkardı. Bu şahıslar onun dalkavuklarıydı.[32] Bu dönemde Nâsibi ve dinsiz şairler Mütevekkil’e yakınlaşabilmek için Peygamber hanedanına muhalif şiirler okumaya cüret etmişlerdir. Ancak Mütevekkil’in vasisi olan Muntasır, onun yönteminin tersini uygulayarak Şiileri serbest bırakmış, İmam Hüseyin (a.s)’in kabrini tamir ettirip, ziyaret yasağını kaldırmıştır.[33] Bu yüzden o dönem şairlerinden Bahteri şöyle demiştir: “Ali size karşı Ömer’den daha yakın ve daha temizdir.”[34] Şia Önderlerinin Abbasiler tarafından Kontrolü Genel olarak Abbasi hükümeti hicri 329 yılına kadar İranlı vezirler, devlet adamları ve Türk askerlerinin üstünlüğü olmak üzere iki dönemi geride bırakmıştı. Her ne kadar Türkler döneminde hilafet mekanizması zayıflamış, Abbasi halifeleri çoğu zaman Türk komutanların güdümünde olmuşsa da, hükümetin genel siyaseti Şia karşıtı olmuştur. Şia’nın, Abbasiler döneminde çok yayılması, Abbasi halifelerinin Şia önderlerini kontrolleri altında tutmaya çalışmalarına sebep olmuştur. Tabi Abbasi halifeleri kendi aralarında Şia’ya karşı farklı yaklaşımlar sergilemişlerdir. Örneğin Mansur, Hâdi, Reşit ve Mütevekkil gibiler, baskıcı, sert ve kana susamışken; Mehdi Abbasi, Memun ve Vâsık gibiler kendilerinden önceki halifeler gibi sert olmamış, Şiiler bunların zamanında biraz rahat nefes alabilmişlerdir. Mansur Abbasi, Muhammed Nefs-i Zekiyye ve kardeşi İbrahim tarafından tehlike sezince, Nefs-i Zekiyye’nin babasını, kardeşlerini ve amcalarını tutuklayarak zindana göndermiştir.[35] Mansur, defalarca İmam Sadık (a.s)’ı öldürmek amacıyla sarayına çağırtmış, ancak kudreti ilahi buna engel olmuştur.[36] Abbasi halifeleri, rakipleri olan Şia önderlerini ortadan kaldırmaya çalışıyorlardı. Hatta Mansur şahsen İbn-i Muhacir adında birini bir miktar parayla Medine’ye gönderdi. Görevi, Abdullah b. Hasan, İmam Sadık (a.s) ve bazı Alevilerin yanına giderek onlara, Horasan’daki Şiilerinin yanından geldiğini söylemesi, parayı teslim edip, kendi el yazılarıyla yazılmış olan, aldıklarını bildiren mektubu teslim almaktı. Fakat İmam Sadık (a.s) ona, Mansur tarafından gönderilmiş olduğunu ve bunu anladığını hatırlatarak Mansur’a şöyle demesini istedi: “Aleviler, Mervanoğulları devletinden yeni kurtuldular ve muhtaç durumdalar. Onlara karşı hile ve plan peşinde olma.”[37] Esed Haydar şöyle der: “Mansur, İmam Sadık (a.s)’ı ortadan kaldırmak için bir bahanesi olsun diye türlü yollara başvurmuştur. Şiilerin dilinden ona mektuplar yazdı. Şiiler tarafından mallar gönderdi. Ancak bunların hiç birinde muvaffak olamadı.”[38] İmam Sadık (a.s)’ın şahadet haberi Mansur’a ulaştığında, Medine hâkimi Muhammed b. Süleyman’a şöyle yazdı: “Eğer Cafer b. Muhammed belli bir şahsı vasisi olarak tayin ettiyse onu tutukla ve başını vur.” Medine hâkimi cevaben şöyle yazar: “Cafer b. Muhammed beş kişiyi halefi olarak tayin etmiştir. Bunlar Ebu Cafer Mansur, Muhammed b. Süleyman, Abdullah, Musa ve Hamide’dir. Bu sırada Mansur, “bunların hepsini öldürmek mümkün değil” der.”[39] Mehdi Abbasi, Alevilere ve Şiilere karşı babası gibi sert değildi. Yakubi şöyle nakleder: “Mehdi Abbasi hilafete ulaşır ulaşmaz Alevi tutsakların özgür bırakılmaları emrini verdi.”[40] Bu yüzden onun zamanında hiç Alevi kıyamı baş göstermedi. Ebu’l-Ferac İsfahani, Mehdi Abbasi zamanında ölen sadece iki Alevinin ismini zikretmiştir. Bunlar, zehirlenerek öldürülen Ali b. Abbas Hasanî ile gizlenmiş olduğu halde ölen ve Mansur zamanından beri gizli olarak yaşayan İsa b. Zeyd’dir.[41] Hadi Abbasi zamanında Aleviler, Şia önderleri ve büyükleri çok şiddetli baskılara maruz kalmışlardır. Yakubi bu konuda şöyle der: “Hadi, Şiiler ve Talibilere zorluk çıkarma hususunda diretiyordu. Onları çok korkutmuştu. Mehdi’nin onlar için belirlemiş olduğu maaşlarını kesmişti. Şehirlerde ve bölgelerde görev yapan valilerine, ordu komutanlarına, Talibileri takip etmeleri sonra da tutuklamalarını bildiren mektuplar yazdı.”[42] Hasani seyyitlerden Hüseyin b. Ali (Şehit Feh), onun bu zorbalıklarına itiraz mahiyetinde kıyam etmiş, ancak bu savaşta Hüseyin’le beraber birçok Alevi öldürülmüştür.[43] Bu savaş İmam Kazım (a.s)’ın üstündeki baskıların artmasına sebep olmuştur. Hadi Abbasi, Hazret’i tehdit etmiş ve şöyle demiştir: “Allah’a yemin ederim ki, Hüseyin (Şehit Feh) Musa b. Cafer’in emriyle bana karşı ayaklanmış ve ona uymuştur. Zira bu hanedanın İmam ve önderi Musa b. Cafer’den başkası değil. Eğer onu sağ bırakırsam Allah beni öldürsün.”[44] Ancak ölümü, isteğini gerçekleştirmesine engel oldu. Hicri ikinci yüzyılda Harun Reşit, Mansur’dan sonra Alevilere ve Şia önderlerine karşı en acımasız halife olmuştur. Alevilere baskı uygulamış ve merhametsizce davranmıştır. O, Nefs-i Zekiyye’nin kardeşi olan Yahya b. Abdullah’ı koruma altına altıktan sonra zindanda acımasızca katletmiştir.[45] Yine Uyun-u Ahbari’r-Rıza’da anlatılan bir olay, onun ne denli acımasız olduğunu gözler önüne sermektedir. Hamit b. Kahtabe Tâi Tûsi şöyle nakleder: “Bir gece Harun beni çağırdı ve bana, “bu kılıcı al ve şu hizmetçinin emrine uy” dedi. Hizmetçi beni kapısı kapalı olan bir evin önüne getirdi, kapıyı açtı. O evde üç oda ve bir kuyu vardı. Birinci odanın kapısını açtı ve yirmi seyyit çıkardı, hepsinin saçları uzun ve örülmüştü. Genç ve yaşlılardan oluşan bu grubun boyun ve vücutlarına zincir vurmuşlardı. Harun’un uşağı bana şöyle dedi: “Emire’l-Müminin (Harun) bunları öldürmeni emretti. Bunların hepsi Ali ve Fatıma’nın evlatlarındandır! Ben onları birbiri ardınca öldürdüm ve uşak da bedenlerini başlarıyla birlikte kuyuya attı. Sonra ikinci odayı açtım. Bu odada da Ali ve Fatıma’nın evlatlarından yirmi kişi bulunmaktaydı. Onları da öncekiler gibi öldürdüm. Sonra uşak üçüncü odayı açtı. Orada da yirmi seyyit vardı. Onları da diğer kırk kişinin yanına gönderdim. Son yirmi kişiden geriye sadece bir ihtiyar kalmıştı, bana döndü ve şöyle dedi: “Ey uğursuz adam! Allah seni yok etsin. Kıyamet günü ceddimiz Resulullah (s.a.a)’ın huzurunda mazeretin ne olacak? Bunun üzerine ellerim titremeye başladı. Uşak bana sinirli bir şekilde bakarak tehdit etti. Ben ihtiyarı öldürdüm, uşak da bedenini kuyuya attı.”[46] Sonunda Harun Reşit, İmam Kâzım (a.s)’ı Hazret’in makamının yüceliğini itiraf ettiği halde- tutuklatıp zindana göndermiş ve zehirleterek şehit etmiştir.[47] İmam Kâzım (a.s)’ın şahadetinden sonra Harun Reşit, komutanlarından Celludi adındaki birini Âl-i Ebi Talip evlerine saldırması, sadece bir elbise bırakacak şekilde kadınların elbiselerini yağmalaması için Medine’ye gönderdi. İmam Rıza (a.s) kapının önünde durmuş ve kadınların elbiselerini vermelerini emretmiştir.[48] Abbasi halifelerinin en güçlü siyasetçisi olan Memun, Şiilerin İmam ve önderlerini kontrol altında tutmak için yeni bir yöntem bulmuştu. Bu yöntem Masum İmamlar (a.s)’ı gözetim altında tutmaktı. Memun’un, İmam Rıza (a.s)’nın veliahtlığında gözetmiş olduğu en önemli sebeplerden biri buydu. Memun bu siyasetini başka bir şekilde İmam Cevat (a.s) hakkında uygulamıştır. Medine’deki faaliyetlerini gözetim altında tutabilmek için, kızını İmam Cevat (a.s)’la evlendirmiştir. Memun’dan sonraki halifeler de bu yöntemi uygulamışlar ve Masum İmamlar (a.s) sürekli hilafet merkezlerinde yaşamak zorunda bırakılmışlardır. Hatta onuncu ve on birinci İmam, askerî bir şehir olan Samerra’da yaşadıklarından dolayı Askeriyeyn olarak tanınmışlardır. Devam edecek… Gulam Hasan Muharremi Imeye [1]– Şeyh Müfit. El-irşad, çev. Muhammed Bâkır Sâidi Horasani, Kitabforuşi-yi İslamiyye, h.1376, s.581. [2]– Şeyh Saduk. Uyun-u Ahbari’r-Rıza (a.s), Kum, h.k.1377, c.2, s.135. [3]– Allame Meclisi. Biharu’l-Envar, El-Mektebetu’l-İslamiyye, Tahran, h.k.1357, c.49, s.155. [4]– a.g.e, c.50, s.6. [5]– Türk komutanlardan. [6]– Mesudi. Murucu’z-Zeheb, Menşurat-u Müessesetu’l-A’lemi li’l-Matbuat, Beyrut, birinci baskı, c.4, s.183. [7]– Bazı uzmanlar “eğer Ebu Seleme’nin Şiiliği hakkındaki delil İmam’a yazmış olduğu ve hilafeti öneren mektubuysa bunun yeterli bir kanıt olmayacağı” görüşündedirler. Çünkü onlara göre bu siyasi bir harekettir. Bkz. Pişvayi Mehdi, Sire-yi Pişvayan, Müessese-yi İmam Sadık (a.s), sekizinci baskı, 1378, s.378. [8]– A’yanu’ş-Şia, Daru’t-Tearuf li’l-Matbuat, Beyrut, c.1, s.191. [9]– a.g.e, s.192,193. Ancak araştırmacılar arasında Vakidi’nin Şii olduğu hususu ihtilaflı bir meseledir. [10]– Emin, Seyyit Muhsin, A’yanu’ş-Şia, Daru’t-Tearuf li-l Matbuat, Beyrut, tarihsiz, c.1, s.29. [11]– Haydar, Esed. El-İmamu’s-Sadık ve’l-Mezahibu’l-Erbaa, Daru’l-Kitabi’l-Arabî, Beyrut, üçüncü baskı, 1453, c.1, s.226. [12]– İbn-i Vazih. Tarihu’l-Yakubi, Menşuratu’ş-Şerifi’r-Razi, Kum, c.2, s.484. [13]– El-Makalat ve’l-Fırak, Merkez-i İntişarat-i İlmî ve Ferhengî, Tahran, s.94. [14]– Bkz. Pişvayi Mehdi, Sireyi Pişvayan, Müessese-yi İmam Sadık (a.s), sekizinci baskı, h.ş.1378, s.478. [15]– İbn-i Vazih. –a.g.e, s.503. [16]– Pur Tabatabai, Seyyit Mecid. Tarih-i Asr-ı Gaybet, Merkez-i Cihani-yi Ulum-i İslami, s.84. [17]– Pişvayi, Mehdi. –a.g.e, s.573. [18]– Bkz. Rical-i Neccaşi, Defter-i Neşr-i Ferhengi-yi İslami Vabeste-i Camia-i Müderrisin, Kum, h.1404, s.344, 797, 798, 799, 800, 825, 847. [19]– Mukaddesi, Ebu Abdullah Muhammed b. Ahmet. Ahsenu’t-Tekasim fi Marifeti’l-Ekalim, çev. Münzevi, Şirket-i Müellifan ve Müterciman-i İran, 1361, c.1, s.136. [20]– a.g.e, s.144 [21]– a.g.e, s.175 [22]– a.g.e, s.174 [23]– a.g.e, s.200 [24]– a.g.e, s.220 [25]– a.g.e, s.246 [26]– a.g.e, c.2, s.707 [27]– a.g.e, s.623 [28]– Mukrizi, Takiyyuddin b. Abbas Ahmet b. Ali. El-Mevaiz ve’l-İtibar bi-Zikri’l-Hutat ve’l-Asar (Hutatu’l-Mukrizi olarak meşhurdur), Darü’l-Kütübi’l İlmiyye, Beyrut, birinci baskı, 1418, c.4, s.191. [29]– El-Bidaye ve’n-Nihaye, Beyrut, 1966, c.11, s.243. [30]– İbn-i Vazıh. Tarihu’l-Yakubi, Menşuratu’ş-Şerifi’r-Razi, Kum, c.2, s.402. [31]– Taberi, Muhammed b. Cerir. Tarihu’t-Taberi, Daru’l-Kutubi’l-İlmiyye, Beyrut, c.5, s.312. [32]– El-Kamil fi’t- Tarih, Dar-u Sâdır, Beyrut, h.1402, c.7, s.56. [33]– Mesudi, Ali b. el-Hüseyin. Murucu’z-Zeheb, Menşurat-u Müesseseti’l-Âlemi li’l-Matbuat, Beyrut, h.1411, c.4, s.147. [34]– a.g.e. [35]– Mesudi, Ali b. El-Hüseyin. Murucu’z-Zeheb, Menşurat-u Müesseseti’l-A’lemi li’l-Matbuat, Beyrut, h.1411, c.3, s.324. [36]– İbn-i Cevzi naklediyor: Mansur, Mekke’ye gitmek amacıyla Medine’ye geldiği zaman Rabî Hâcib’e, “Cafer b. Muhammed’i getir. Eğer onu öldürmezsem Allah beni öldürsün” dedi. Rabî, İmam Sadık (a.s)’ı getirme konusunda müsamaha gösterip geciktirdi. Sonunda Rabî, Mansur’un diretmesi sonucu İmam Sadık’ı (a.s) getirdi. İmam, Mansur’un yanına gelirken dudakları yavaş-yavaş hareket etmekteydi. Hazret Mansur’a yaklaştığında selam verdi. Mansur, İmam (a.s)’a hitaben, “ ey Allah’ın düşmanı! Yok olasın. Benim memleketimde bozgunculuk mu çıkarıyorsun?... Eğer seni öldürmezsem Allah beni öldürsün” dedi. İmam Sadık (a.s) şöyle buyurdu: “Süleyman Peygamber saltanat sahibi oldu şükretti. Eyüp belalara duçar oldu, sabretti. Yusuf zulme maruz kaldı, affetti. Sen onların halefisin, onları örnek alman daha hayırlıdır. Mansur başını eğdi, tekrar kaldırarak, “Siz, bize yakın kavimlerden ve akrabalarımızdansınız” dedi, Hazret’e sarıldı, yanına oturttu ve sohbet etmeye başladı. Sonra, “bir an önce Cafer b. Muhammed’in hediye ve elbiselerini getirip, yolcu edin” dedi. Hazret dışarı çıkınca Rabî peşinden geldi ve şöyle arz etti: “Üç gündür ben, sizi korumaya, ortamı yumuşatmaya çalışıyorum. Onun yanına geldiğinizde dudaklarınızın kıpırdadığını, Mansur’un sizin aleyhinizde bir şey yapamadığını gördüm. Ben sultanın emri altında olduğumdan bu duaya muhtacım. Bana öğretmenizi isterim.” Bunun üzerine Hazret şöyle buyurdu: “deki, Ey Allah’ım! Uyumayan gözlerinle beni hıfzet, her şeye gücü yeten kudretinle beni koru da helak olmayayım. Zira sen benim ümit kaynağımsın. Ey rabbim! Sen bana şükrünü eda edemediğim birçok nimet verdin. Sonra da beni o nimetlerden mahrum etmedin. Bana gönderdiğin belaların birçoğuna karşı gerektiği gibi sabredemedim. Beni kurtar. Ey rabbim! Senin himayen ve kudretinle onun şerrinden korunabilirim. Onun şerrinden sana sığınırım.” (Tezkiretü’l-Havass, Menşuratu’l-Matbaati’l-Haydariyye ve Mektebetuha, en-Necefü’l-Eşref, h.1383, s.344 [37]– İbn-i Şehraşub. Menakib-u Âl-i Ebi Talip, Müessese-yi İntişarat-i Allame, Kum, (tarihsiz), c.4, s.220. [38]– El-İmamu’s-Sadık ve’l-Mezahibi’l-Erbaa, Darü’l-Kütübi’l-Arabî, Beyrut, üçüncü baskı, 1403, c.1, s.46. [39]– Tabersi, Ebu Ali Fazl b. Hasan. Alâmu’l-Verâ, Müesseset-u Âli’l-Beyt li-İhyai’t-Turas, Kum, h.1417, c.2, s.13. [40]– İbn-i Vazih, Tarih-u Yakubi, Menşuratu’ş-Şerifi’r-Razi, Kum, h. 1414, c.2, s.394. [41]– Ebu’l-Ferac İsfahanî, Mekatilü’t-Talibiyyin, Menşuratü’ş-Şerifi’r-Razi, Kum, h.1416, s.342,361. [42]– İbn-i Vazih, a.g.e, s.404. [43]– Ebu’l-Ferac, İsfahanî.– a.g.e, s.366. [44]– Allâme Meclisî, Muhammed Bâkır. Biharu’l-Envar, c.48, s.151. [45]– Ebu’l-Ferac, İsfahanî. Mekatilu’t-Talibiyyin, Menşuratu’ş-Şerifi’r-Razi, Kum, h. 1416, s.381, 404. [46]– Saduk. Uyun-u Ahbari’r-Rıza, Darü’l-İlm, Kum, h.k.1377, s.109. [47]– Tabersi, Ebu Ali Fazl b. El-Hasan. Elamu’l-Vera, Müesseset-u Âli’l-Beyt li-İhyai’t-Turas, Kum, h.1417, c.2, s.34. [48]– Emin, Seyyit Muhsin.– a.g.e, s.29.
Posted on: Wed, 25 Sep 2013 17:10:52 +0000

Trending Topics



Recently Viewed Topics




© 2015