Animasyon Muhaliftir Türkiye’de Yok Mu? Animasyonun - TopicsExpress



          

Animasyon Muhaliftir Türkiye’de Yok Mu? Animasyonun ‘büyükbabası’, ışın kılıcının yaratıcısı Nelson Shin, Canlandıranlar Festivali için Türkiye’deydi. İlham gelir de kaçırırım diye günde üç saat uyuyan, çizim yapmasına kızan babası nedeniyle tuvalette çizim yapan Shin, Türkiye’yi hep biraz garip bulmuş. Hem bunun nedenlerini hem de animasyonun geçmişi ve geleceğini konuştuk. ‘The Simpsons’, ‘Transformers’, ‘Pembe Panter’, ‘Scooby Doo’, ‘Star Wars’ ve daha onlarca popüler kültür kahramanı! Nelson Shin, hepsinin ya yaratıcısı, ya yapımcısı. Ona boşuna ‘Animasyonun Büyükbabası’ demiyorlar. 30 yıldır dünyanın en önemli animasyon stüdyosu olan AKOM’un da CEO’su. Hep derler ya; en büyük dahiler, baskı ortamında yetişir diye; o da hayal kurmaya Kore Savaşı sırasında, babası kalemlerini kırarken başlamış. Shin’le tuvalette ortaya çıkan ışın kılıcının hikâyesini, yapımcısı olduğu efsane dizi The Simpsons’a Türkiye’de verilen para cezasını ve ‘sanat’ın geleceğini konuştuk… - Birkaç gündür Türkiye’desiniz. ‘Çizmek’ için ilham verici bir detay yakaladınız mı? - İlhamı yakalamak için bir yerde bulunmanıza gerek yok. Ben gerçeklikten ilham alan biri değilim. Olabildiğince hayal kurarım. Bu yüzden de etrafımda olup bitene pek bakmam. Gençliğimde Türkiye üzerine çok düşündüm. Bence çok garip bir ülke burası! Kore Savaşı sırasında yardım için 50 bin asker gönderdiniz. Bu, inanılmaz bir yardım. Dünyanın diğer ucundaki bir ülkeye bu kadar cömert ve riskli bir yardımı neden yaptığınızı anlamaya çalışıyorum. - Çok eskilerden söz açtınız... İlk çizimleriniz nasıldı? - Evet… Aslında unutmayı tercih ederim. Ben Kore Savaşı’nın ortasında büyüdüm. Dolayısıyla ilk çizimlerimin çoğu savaşla ilgili… Babam, her muhafazakâr baba gibi, benim çok fazla çizimle, sanatla ilgilenmemi istemiyordu. Açıkçası, bu durum beni daha da kamçıladı. Bütün çizimlerimi tuvalette yapıyordum. Çünkü orada bana karışan kimse yoktu. Sonra da öyle devam etti. - Nasıl yani? Daha sonra da çizimlerinizi tuvalette mi yapmaya başladınız? - Evet. Bir alışkanlığa dönüştü. Hatta ‘ışın kılıcı’nın da ilk halini tuvalette yarattım (gülüyor)… - Biraz hikâyesini anlatabilir misiniz? Tam olarak ne düşünüyordunuz ‘ışın kılıcı’nı yaratırken? Aklınızın çalışma şeklini merak ediyorum… - Lucas Film, önüme bir kâğıt koymuştu. Bir modern çağ silahı çizmemi istediler. Ürkütücü bir şey olmalıydı bu. Gelecek, beni her zaman ürkütürdü çünkü. Günlerce düşündüm. Sonra tuvalette ışık, kâğıdın üstüne yansıdı. Hemen gerçek bir bıçak buldum. Işığı onun üzerine yansıttım. Ve bingo! - Hepsi bu mu? - Evet, çok basit bir hikâyesi var. Elbette o sırada, çizdiğim bu figürün böyle ‘fenomen’ olacağını ben de düşünemezdim. - Star Wars olmasaydı da, bu kadar popüler olur muydu ışın kılıcı? - Sanmıyorum. Ama bir şekilde yolunu bulurdu. - Animasyonun ‘el işi’ olduğu, teknolojinin işin içine pek dâhil olmadığı günleri özlüyor musunuz? - Evet, özlüyorum. Ama bunun çok saçma bir özlem olduğunu da kabul ediyorum. El becerisi, bu işin kıymetli tarafıydı. Binlerce sayfaya çizim yapmak… Hayatımdaki en zor işlerden biri hareket eden bir uçak çizmekti mesela. Sanırım ilk çizen de benim. Uçakta sorun yok ama uçağın pencereleri? Normalde 10 saniye için bin sayfa çizim yapıyorsam, o küçük pencerelerin devamlılığı için 3 katı daha fazla çalışmak gerekiyordu. Çünkü bir türlü uyumluluk sağlanamıyordu. Bitirdiğim an, yaşadığım mutluluğu unutamıyorum. “Bitirdim, bitirdim!” diye pencereden bağırmıştım ve soğuk bir bira açmıştım kendime. Bunun keyfi bambaşka. Ama o günleri özlemek, beni en fazla yaşlı ve huysuz bir adam yapar. - Peki, teknoloji sınırsız bir nimet mi sinema için? - Bu işin birtakım tehlikeleri de var. Mesela ‘hologram’ teknolojisi beni biraz korkutuyor. Sinema sektörünün tamamının animasyon olacağı düşünü-lüyor. Bu, yeni bir fikir değil. Gerçek oyuncuların olmadığı bir düzen sandığımızdan daha yakın olabilir. Peki ya müzik sektörü? Al Pacino’nun oynadığı ‘Simone’ filmini düşünün! Bundan 50 sene sonra hiçbir şarkıcı gerçek olmayabilir. - The Simpsons’ın Türkiye’de aldığı para cezasından haberdar mısınız? - Sansürün olduğunu biliyorum ama Simpsons’la ilgili bir şey duymadım. Ne olmuş? - Bir bölümde Bart Simpson içki içtiği ve Tanrı’yı inkâr ettiği için, yayıncı kuruluşa para cezası kesildi… - Ama bu çok saçma...Tüm bunların birer kurmaca olduğunu söyleyince ne diyorlar? - Yine de özendirici oluyormuş… Bu yüzden ceza veriyorlar. Simpsons aslında dünyanın birçok yerinde ceza aldı. - Türkiye’de animasyonun gelişmemesinin sebebi bu olabilir. Animasyon tüm gücünü ‘muhalif mizah’tan alır… Yalan söylemeyeceğim; Türkiye’de böyle bir ceza kesileceğini düşünmezdim. - Peki, sizce ‘şaka’nın bir sınırı olmalı mı? - Mesela ben Koreliyim. Dünyada, üzerine en çok mizah yapılan ülkelerden birinin vatandaşıyım. Bazılarını bizzat kendim yapıyorum. Animasyon, dolaylı faşizme açık bir tür! ABD’liler bayılır hem kendileriyle, hem başka ülkelerin vatandaşlarıyla dalga geçmeye… Bunu ‘milliyet’ olgusu üzerinde yapar, kategorilendirirler. Ama doğrudan olunca, başınıza bela açabilir. “Animasyon, yetişkin adamların sorumluluğunda olmalı her zaman. Gülüyoruz, eğleniyoruz; tamam ama genç nesilleri eğitmek gibi bir sorumluluğumuz da var. Gençlere hayal kurdurmak üzerine işliyor tüm sistem aslında. Her ne kadar popüler gibi gözükse de, ben yeterli popülerliğe ulaştığını düşünmüyorum animasyonun. Klasik müzik gibi, entelektüellerin oyuncağına dönüşüyor. Böyle olmamalı bence. Geçenlerde çok ilginç bir şey fark ettim. Her yüzyılın sondan beşinci yılında görsel sanatlar adına bir devrim yaşanıyor. 1795’te ‘modern kalem’ icat edildi ve Fransa’da patent aldı. Dünyanın dört bir yanında insanlar çizim yapmaya başladı. 1895’te Lumiére Kardeşler sinemayı yarattı. Ve 1995’te 3D teknolojisine dair ilk bulgular ortaya çıkmaya başladı. Birkaç yıl sonra da sinemanın lideri oldu. Aynı dönemde Steve Jobs’ın liderliğindeki Pixar Animasyon Şirketi, sinemada animasyon açısından tam anlamıyla bir devrim olan ‘Oyuncak Hikâyesi’ni hazırladı. Tüm bunların birer tesadüf olduğuna inanmak çok zor.” Scooby Doo’nun çizimini 1 dakikadan kısa sürede bitirdim. Daha sonra başkaları geliştirdi. Hayatımda iki kez telefon rehberi kullandım. Birinde kendime isim bulmak için. İsmim Kore dilinde bile zor telaffuz ediliyordu çünkü. “N” harfine baktım ve Nelson ismini birden çok beğendim. Gençken, uzun saatler uyuyakalmaktan çok korkardım. Ya ben uyurken ilham gelirse diye… O yüzden hâlâ günde 3 saatten fazla uyumam. 2013 yılında bir çocuğun elinde ‘ışın kılıcı’nı görmek, dünyanın en güzel hissi! Bazen o çocukların yanına gidip, “Biliyor musun, onu ben yarattım” bile diyorum. Mehmet Özdoğan Akşam
Posted on: Thu, 31 Oct 2013 19:48:11 +0000

Trending Topics



Recently Viewed Topics




© 2015