Atatürk Ekber, Atatürk Ekber: Atatürk için ezan bile - TopicsExpress



          

Atatürk Ekber, Atatürk Ekber: Atatürk için ezan bile yazmışlardı Adana İl Maarif Müdürü Halil İbrahim Sevük, 1932 yılında M. Kemal Adana’ya geldiğinde anlattıklarını anlatıyor: - Neydi o az kalsın Sezar’ı mağlup eden Goluva başkumandanının adı? Karışık çetrefil bir ismi var, ha: Versingetorisk! FRansız tarihlerine göre bu isim “bahadırların büyük reisi” demekmiş. Halbuki hecelerine ayrılınca ne olduğu kendiliğinden meydana çıkar. Birinci hecenin başından vavı kaldır, er kalır. İkinci hece senk yani cenk. Üçüncü hece torik, yani Türk. (Bekir Palazoğlu, Başöğretmen Atatürk, MEB Yayınları, 1991). Gerçeği görmek bir zihniyet meselesidir. İnançlar ve gerçekler arasında aslında her zaman çelişkiler olur. İnsan, sorgulayan, araştıran bir varlık. Bu özelliklerine rağmen insanın “inanmak” gibi bir yanlış özelliği de var. İşte kendi ayağına kurşun sıkıp, ellerini kelepçeleyen şey de bu; üstün aklı’na rağmen. Burada temel mesele; bir bilgiyi, durumu, nesneyi sağladığı faydaya göre doğru ya da yanlış olarak kabul etme felsefesi. Burada temel mesele; inanç üzerinden oluşturulan ve çok güçlü bir halkla ilişkiler değeri olan değerler.. Temeline belli bilgileri sağladığı fayda yönüyle koyan düşüncelerin; insanın bilmek ve anlamak eylemine karşı tutumu anlaşılabilir bir durum. Bu dinlerde epey var. Peki Kemalizm’de de var mı? Yazının başındaki örnekte gördüğünüz üzere var. Ama sadece bu örnek değil. Kemalizm, bir din olarak 1930’ların edebiyatında da, siyasetinde de kendini gösteren en temel akım. Bu şekilde bir ibare ilk olarak Edirne milletvekili Şeref Aykut’un “Kamalizm Dini” isimli kitabında geçiyor. Şeref Aykut’un bu kitabı; Kemalizm’i bir din olarak görüyor. Burada önemli olan, bu adamın herhangi bir adam olmayışıdır. Bu adam bir mebustur ve Atatürk’ün mebusudur. Kitabında şöyle diyor: “Gençlik, Türklüğün dayangacı ve geleceğin biricik umududur…Onun inanını doldurmak, vicdanını doldurmak ister. Bu sebeplerdir ki, onu Kemalizm dininin hiç şaşmayan, şaşırmayan orunçlu ve coşkun tapkanı yapmak, onu bu kutsal, ulusal ve kurtarıcı dini olanca derinliği ve inceliği ile oydamlamak ister. Ta ki, Kemalizm dinine inanı artsın. İşte disiplin altında gençlik böyle olacaktır..” Yazıda geçen “.. onu Kemalizm dininin hiç şaşmayan, şaşırmayan orunçlu ve çoşkun tapkanı yapmak … ister” cümlesi aslında her şeyi gayet net ortaya koymuyor mu? Kemalizm’in önerdikleri üzerinde asla tartışmamamız gerektiği, bunun bir “günah” olacağı, yaparsak yoldan sapacağımızı ima etmiyor mu? Benzer şeyler dinde de yok mu? Burada, Şeref Aykut gayet samimi olarak, hiç kıvırmadan “dinimiz” demiş. 2009 model Atatürkçülerin yapamadığı bu. Ama, 2009 Model Atatürkçülerin yapamadığını Ruşeni Barkur isimli “Mustafa Kemal’in Milletvekili” insan evladımız yapmış. Bakın, Atatürk’ün okurken altına sıkça “Bravo, alkış, harika!” gibi notlar aldığı “Din yok, milliyet var” isimli kitabında neler demiş: ”Bizim kutsal kitabımız, bilgiyi esirgeyen, varlığı taşıyan, mutluluğu kucaklayan, Türklüğü yükselten ve bütün Türkleri birleştiren “ulusalcılığımızdır”. O halde felsefemizde din kelimesinin tam karşılığı ulusalcılıktır. Ulusunu seven, ulusunu yükselten ve ulusuna dayanan insan, her zaman güçlü, her zaman namuslu ve her zaman onurlu bir insandır” Burada Kemalizm’in kendini dine alternatif gördüğü açıkça beliriyor. Dinlerdeki Tanrı “tapıngacının” yerine ise milliyet koyuluyor. Bu dinin peygamberi kimdir dersiniz? Buna Vasfi Mahir Kocatürk cevap versin: Peygamber, tanrısına duymadı bu hasreti Vermedi bu kudreti tanrı, peygamberine. Gazi’nin edebiyatımızdaki tek tasviri bu şekilde değil. Çok daha ileri gidenler, onu Tanrı yerine koyanlar, hatta adına mevlid ve ezan yazanlar da var. Buyurun örneklerine; “Hak Teala çün yarattı Türk’ü ilk Dedi, ‘Üç kıta da olsun ona mülk.’ Mustafa nurunu alnına koydu, ‘Bil! Kemal’in nurudur, ol nur!’ dedi.” Geçti böyle nice ay, nice sene, Vakt erişti bin sekiz yüz seksene Ger dilesiz, bulasız oddan necat, Mustafa-yı ba-Kemal’e essalat!” Ol Zübeyde, Mustafâ’nın ânesi Ol sedeften doğdu ol dürdânesi! Gün gelip oldu Rızâ’dan hâmile Vakt erişti hafta ve eyyâm ile. Geçti böyle, nice ay nice sene Vakt erişti bin sekiz yüz seksene. Merhaba ey baş halâskâr merhaba Merhaba ey ulu serdâr merhaba! Yukarıda okuduğunuz şiirin türü mevlid’tir. Bu mevlid; Mustafa Kemal için Behçet Kemal tarafından yazılmıştır. Behçet Kemal’in bir sohbetinde Atatürk’ün “sıfır nedir?” sorusuna “sizin karşınızda ben neysem; sıfır da odur” şeklinde cevap verdiği söylenir. İşte o Behçet Kemal, Mustafa Kemal’e mevlid de yazmıştır. Ancak bununla kalmamıştır; şiirlerinde “Atatürk’ü” ve ona nasıl taptığını hep anlatmıştır: Kaç yıldır Türkçe’ydi Tanrı’nın dili İnsana ne ilâh, ne de sevgili Ne de ana-baba aratıyordu Her an yaratıyor, yaratıyordu. … Yalakalık sınır tanır mı? İşte bakın; Behçet Kemal’in yalakalıkta hızını alamayıp Atatürk için yazdığı ezan: Atatürk ekber! Atatürk ekber! Ancak O var Atatürk! Evliya odur, peygamber odur, sanatkâr Atatürk. Talihe hâkim, zekâya önder, doğma serdar Atatürk. Bunları geçti insan büyüğü: Kendi kadar Atatürk! Atatürk ekber! Atatürk ekber. Bizde O var. Atatürk! Ne evliya, ne de peygamber.. Halkına yar Atatürk!” Ezan, mevlid.. Bir insan adına daha ne yapılmasını ister? Bakın Cumhuriyet Gazetesi’nden 05.08.1935 tarihli bir haber : “Atatürk yarım ilahtır. Türkler’in babasıdır.Hiçbir devlet şefi için hayatında bu kadar heykel dikilmemiştir.” Herhalde hiçbir insan evladı için ezan da yazılmamıştır.. Ancak Kemalizm bir dinse, onun bir “amentüsü” yani iman şeklinin şartları da olmak zorundadır. Bir dönem devlet kuruluşlarına gönderilen Kemalizm dinin amentüsü ya da o dönemki bir karikatürde geçen adıyla “Türklüğün yeni iman şartları” ise şöyledir: “Kahramanlık örneği olan ve vatanın istikbâlini yoktan var eden Mustafa Kemal’e, onun cengâver ordusuna, yüce kanunlarına, mücâhit analarına ve Türkiye için âhiret günü olmayacağına iman ederim.” Şaşırdınız mı, o halde şu şiirlerle biraz daha şaşırın: Burada erdi Musa Burada uçtu İsa Bülbül burada varsa Hürriyet için öter. Ne örümcek ne yosun Ne mucize, ne füsun… Kabe Arab’ın olsun Çankaya bize yeter. Kemalettin Kamu Cennetse bu yurt, sen onu buldundu harâbe Bir gün olacaktır anıtın Türklüğe Kâbe. Zindan kesilen ruhlara bir nur gibi doldun Türk ırkının, en son, ulu peygamberi oldun. Tutsak seni lâyık, yüce Tanrı’yla müsâvi Toprak olamaz kalp doğabilmişse semâvî Ölmez bize cennetlerin ufkundan inen ses İnsanlar ölür, Türklüğe Allah olan ölmez! Edip Ayel Bir güneş gibi yalnız Sensin ülkü tanrımız Ey Türklüğün bütünü. Ömer Bedrettin Uşaklı Koca bir güneşin akşam olmadan Dağların ardında sönüşü gibi Millete can veren, vatan yaratan Tanrının göklere dönüşü gibi. Her zaman ırkıma büyük Baş Atam Tanrılaş gönlümde, tanrılaş Atam! Nurettin Artam Topladı avucunda yıldırımı, şimşeği Yoktan var ediyordu tanrı gibi her şeyi Yusuf Ziya Ortaç Yürüyor, kalbimizin durduğu bir yolda değil Kanlı bir göz yaşı nehrinde muazzam tabutun Ey ilâhın yüce dâvetlisi, göklerden eğil Göreceksin duruyor kalbimizin üstünde putun! Faruk Nafiz Çamlıbel On milyon bel, iki kat olmuşken eğilmeden O’nda on beş milyonun boyu birden uzaldı. Tanrı, peygamber diye nedir, kimdir bilmeden Taptığımız ne varsa, hepsi ondan şekil aldı. Faruk Nafiz Çamlıbel Tanrı gibi görünüyor her yerde Topraklarda, denizlerde, göklerde Gönül tapar, kendisinden geçer de Hangi yana göz bakarsa: Atatürk. Halil Bedii Yönetken Dikkat etmek lazım. Atatürk-taparlık bir edebiyat akımıdır. Burada birkaç kesitini sunduğum bu şiirlerden taranırsa eğer çok daha fazla örneği bulunabilir. Nasıl ki aynı dönemde yaşayan şairler arasında bazen aynı konuyu işlemek moda olur, 1930’lu yıllarda şiirimizde ana akım Atatürk’e tapmaktı. Aydınlık olduğunu iddia eden bu düşünce; dine dair bütün kavramları birebir kopya etti. Peki neden? Çünkü dine özgü “kul kültürüne” birebir ihtiyaçları vardı. Bu da ancak tapınmakla meşru olabilirdi. Tapındılar, hiç durmadan tapındılar. Dört bir tarafa Atatürk heykelleri dikildi. Kitaplara “Atatürk’e hamd olsun” diyerek başlanıldı. Bu, bugün sürmüyor mu? Sürüyor! Hatta, tabii geçen zaman bu arkadaşlarımızı biraz daha bilimselleştirdi. Artık Atatürkçü düşünceyi matematik tabanında ifade ediyorlar: Bakınoz, Uludağ Üniversitesi eski “rahibi” Mustafa Yurtkuran, “gerçeklere ve yaşam pratiğine dayalı “atatürkçü düşünce” hiçbir tartışmaya müsaade etmeyecek şekilde matematik formüllerle anlatılabilir ve anlatılmalıdır noktasından hareketle cumhuriyet kanunlarımızı düzenleyen atatürkçü düşüncenin niteliklerine formüler bir bütünlük kazandıracak matematiksel anlatımı gerçekleştirmeye çalıştım” diyerek Atatürkçü Düşünce’nin Matematiği olduğunu nasıl “ispat ediyor” : Bağımsızlık İlkesi= Siyasi Bağımsızlık + Adli Bağımsızlık +Askeri Bağımsızlık + Kültürel Bağımsızlık+f(t) Mali ve Ekonomik Bağımsızlık Ulusal Egemenlik İlkesi= Bağımsızlık x Eşitlik x Hukukun Üstünlüğü Cumhuriyetçilik İlkesi= Ulusal egemenlik x (Ulusal idare+Hür seçim) Ulusçuluk İlkesi= Dil Birliği x (Kültür Birliği+Çağdaşlaşma Ülküsünde Birlik+Sevinçte ve Tasada Beraberlik ) Halkçılık İlkesi= Hukuk Önünde Eşitlik x(Yurttaşlık Hakları+Fırsat Eşitliği) Devletçilik İlkesi= İç ve Dış Güvenlik + Eğitim + Sağlık +Adalet + Sosyal Güvenlik +E(z,s) Ekonomi ve Sanayi Bu formülde E değişkeni temsil eder. Z= Zorunluluk hallerini S=Stratejik durumları gösterir. Devletin Ekonomi ve sanayideki konumu tamamen sosyal ve güvenlik anlayışı doğrultusunda belirlenmiştir. Atatürkçü Sosyal Devlet Anlayışı batı dünyasında ancak yirmi yıl sonra gündeme gelecektir. Devrimcilik İlkesi = (Bilimsel Doğrular) x (tlim → yenilenme+ tlim → ∞ Gelişme) Barışçılık İlkesi= Yurtta Barış, Dünyada Barış+Hazır Ol Cenge, İstiyorsan Barış ve Huzur Akılcılık ve Bilimcilik İlkesi= (Bilimsel Doğrular) x(Bilimsel Yöntemler) x (Olanaklar+Olasılıklar) Laiklik İlkesi= (Devlet Yönetimine Dini Kuralların ve Görüşlerin Karıştırılmaması) x (Toplumda Din ve Vicdan HürriyetininSağlanması) x (Din ve Mezhep Ayırımı Yapmadan Yurttaşlara Eşit Yaklaşım)x (Devlet Yönetiminin veEğitiminin Akılcı ve Çağdaş Esaslara Göre Düzenlenmesi Atatürkçü Düşünce= LAİKLİK x (Ulusçuluk+Halkçılık+Devrimcilik+Barışçılık+Akılcılık+Devletçilik) x (Ulusal Egemenlik+Bağımsızlık+Cumhuriyetçilik) İşte Akıllı Tasarım diye ben buna derim! Ne yazık ki, bu tapınma akımına katılmayanlar her zaman “vatan haini” diye anılır. Bu ülkede 301’ler, Atatürk’ü Koruma Kanunları bu yüzden vardır. Sadece bugün mü? Ne münasebet! Ulu Tanrımız’a biat etmeyenler her dönem için aforoz edilmişlerdir. Sadi Maksudi Aral.. Sofra müdavimi, devrim profösörü. DenizBank yeni kurulacak o zamanlar, isim meselesine itiraz ediyor. “DenizBank” Türkçe’ye uygun değil diyor. Bunun yerine Denizcilik Bankası ya da Deniz Bankası olmalı diyor. Bankaya “DenizBank” ismini veren ise Atatürk.. Sonra ne oluyor biliyor musunuz? Büyük bir öfkeye kapılan M. Kemal, aynı günün akşamı sofra misafirlerinden birkaçını seçerek radyoevine gönderir. Radyoda normal program iptal edilerek gece 2′ye kadar Arsal aleyhine sert konuşmalar yapılır. 28 Aralık’ta galiz bir uslupla yazılmış bir makale, bütün gazetelerde yayınlanır. Arsal “nankör”dür, “sahte diploma sahibidir”, “Türkçe bilmemektedir”, “Türk değildir”, “Türk gençlerini zehirlemektedir”. Arsal bir daha ne mecliste ne de sofrada görülür (Sadri Maksudi Arsal, Adile Ayda, Ankara: Kültür Bakanlığı Yayınları Türk Büyükleri Serisi, 1991, s. 76 ) Bu, bilinçli olarak başlatılmış bir akım.. Neye yaradığı gayet açık. Neye yaradığını Kazım Karabekir de gayet net açıklıyor: “İstiklâl Harbi nasıl başladı? Nasıl bir seyir takip etti? Bugünkü durum nedir? istikbal için planımız ne olmalıdır? Artık kimseyi ilgilendirmiyordu. Biricik düşünce Gazinin teveccühünü kazanmak ve mebus olmak ve memleketin nimetlerinden istifade edebilmekte idi…İstiklâl Harbinin fedakar ve feragatli arkadaşlarıyla Gazinin arasına her gün yeni simalar giriyor ve yerleşiyordu. Ve artık İstiklal Harbi’ndeki gibi fikir sahipleri ile iş birliğinden ziyade mutavaat ve alkışa hazır bir zümreye roller verilmeye hazırlık görünüyordu.” Kazım Karabettir Anlatıyor, (yayına hazırlayan Uğur Mumcu), istanbul: Tekin Yayınevi. 1990. s.83. Bir de Yakup Kadri’den dinleyelim: “Atatürk’ün sefahetlerinde, Atatürk’ün kötü iptilâlarında bile Homerik bir destan rüzgârı vardı. İçki sofrasında elini her kadehine uzatışı. Tanrılar Tanrısı Zeus’un altın kupalar içinde kevser şarabı dağıtışını andırırdı ve riyaset ettiği cümbüşler, gerek Çankaya köşkünün samimî havası, gerek Dolmabahçe sarayının ihtişamlı dekoru içinde ve gerekse herhangi bir dost evinin mütevazı çatısı altında olsun: daima Olempus tepesindeki “bezm’ler gibi zaman ve mekân mikyasının dışına taşardı. Bilmiyoruz. Mevlânâ’yı kendinden geçiren şarkılar ve rakslar ne cinstendi? Fakat. Atatürk’ün her biri bir mistik tarikatın “âyin’inden farksız muhabbet meclislerinden ruhlarımız “cuşiş” denilen halin en yüksek mertebesine ermiş olarak çıkardık.” Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Atatürk İstanbul: Birikim Yayınları. 1981. s 121-122. Akıl tutulması! Bunca örnekten sonra Kemalizm için diyebileceğimiz tek şey bu! Akıl tutulması! Not: Değerli aktarımları için sn. Bilal OĞUZ’a teşekkürler. Yazının kaynağı: hasanrua.wordpress/2009/04/02/ataturk-ekber-ataturk-ekber-ataturk-icin-ezan-bile-yazmislardi/
Posted on: Sat, 27 Jul 2013 14:24:54 +0000

Recently Viewed Topics




© 2015