Atatürkçülük (Kemalizm )bilinmeden ;hiç bir sorun ÇÖZÜLMEZ - TopicsExpress



          

Atatürkçülük (Kemalizm )bilinmeden ;hiç bir sorun ÇÖZÜLMEZ !! ATATÜRKÇÜLÜK (KEMALİZİM ) NEDİR ? Sistem (izm) bir düzenekler zinciridir. Örneğin bir otomobili düşünelim; şase üzerine oturtulmuş bir sürü parçanın birbirleriyle bağlantısı sonucu ortaya çıkmış bir nesnedir. Hiç kullanılmamış yada kullanılmış bir otomobili onu oluşturan ustaların eline, takım aletlerinide tutuşturup bu aracı sökün dersek; o insanlar hiçbir parçaya zarar vermeden otomobili tek tek parçalara ayırarak bir kenara yığarlar. Bizde Kemalizm’i bir sistem olarak görüyorsak, bu sistemin önce nasıl kurulduğunu, nasıl işletildiğini daha sonra da; nasıl parçalanarak sökülmeye çalışıldığını ve son bölümde bu parçalardan elimizde kalanları nasıl tekrar bir araya getireceğimizi düşüncelerimle sizlere aktarmaya çalışacağım. Ondokuzuncu yüzyılın sonlarında büyük tarihi çalkantıların yaşandığı dünyada, Avrupa ihtilalleri yerini git gide Avrupalı olmayan ülkelere kayması dünya tarihi için en çarpıcı ve itiraz kabul etmeyen olaylarından biridir. Bu dönem milli duyguları meşrulaştırarak, ezilen sınıfların yanında ezilen halklarında rolünü de ağır bir şekilde ortaya çıkarmıştır. Mustafa Kemal’in 14 Ağustos 1920’de BMM kürsüsünde söylediği şu sözleri ‘’Arkadaşlar, hep biliyoruzki, Dünya savaşının son yıllarında Rusya içinde patlak veren devrim, insanların mutlak çoğunluğunu teşkil eden yoksul halk içinde, özellikle bu halkın en çok acıya, zorluğa ve ıstıraba uğramış olan işçi sınıfı içinde eskiden beri mevcut olan sosyalistlik maksat ve amaçlarını ilan etti ve bütün insanlığın emperyalist ve kapitalist idarecilerin tahakkümü ve zalimce sömürüsünden kurtulmasını amaç edindi ve son hareket noktasıda bu amaca bütün insanlığın katılmasını sağlamak için teşebbüse girişmesi oldu. Ruslarda çarın müstebit idaresi altında geçen savaş yıllarının dahada ağırlaştığı sefalet sonucunda bu duygular en yüksek noktasına varmıştı. Memleketin gayet geniş olmasına ve bir çok şart tabii ve gereklere sahip bulunmasına dayanarak bütün dünyanın emperyalistlerini düşman saymaktan ve onlara savaş açmaktan çekinmediler. Batı emperyalistleride bütün kuvvetlerini, bütün kudretlerini, bütün araçlarını onlara karşı kullandıkları halde, yaptıkları devrim hareketini bugüne kadar mükemmel bir başarıyla yaşatmayı başardılar. İslamiyetin en yüksek kanunlarını ihtiva eden ileri sosyalizmin bizim dahi mevcudiyetimize kast etmiş olan ortak düşman alehine bugün sağlamış olduğu zafer bizim içinde teşekküre şayan bir neticedir.’’ Milli Kurtuluş bayrağını yükseltmiş olan Türkiye’nin 1920’lerde emperyalizme karşı tavrı böyleydi ve bunu yüksek sesle ilan ediyordu. Bu çağ Milli Kurtuluş devrimleri çağıdır. Bizde bu çağdan Milli Kurtuluş savaşını vererek çıktık. Milli savaşı kazanmak uluslaşmak değildir. Uluslaşmak demek Türkiye’de anayasal düzenin kurulması demektir. Yani bireyin T.C. nin karşısında eşit haklara sahip olmasıdır. Bir anlamda bireyin hakları esas diğer sorunlar talidir. Diğer sorunların çözümü bu anayasal düzenin kurulup başarıya ulaşmasından geçer. Bunun için Mustafa Kemal’in yaptığı ilk iş hakimiyeti milletin eline almaktır ve sınırlarda güvenliği sağlamaktır. O halde şunu söyleyebiliriz. Kemalizmin ilk adımı; Gümrük Birliği ve Yabancı Sermaye Kanunlarıdır. Bu kanunlar, içerde kurulacak sisteme koruyucu kalkandır. Genç Türkiye’nin sınırları çizilmiştir fakat esas çelişki yeni başlamıştır. Dışa karşı esas içe karşı tali olan sorun tersine dönmüş içe karşı esas dışa karşı tali olmuştur. Çünkü ülke içinde toprak, Osmanlı’nın 1838’de hızlı çöküş başladığı dönemlerde kontrol edenlerin elinde kalmıştır. (Bkz Hakkı Karğın Türkiyede Toprak Sorunu) Bu nedenle toprak reformu zorunlu hale gelmiştir. Toprak reformu feodal kültürün sökülüp atılması demektir. M. Kemal toprak beyleri ve ağalarıyla anlaşamadığından, bu sorunu, Devlet üretim çiftlikleri oluşturarak çözmüştür. Bu çiftlikler ülke genelinde otuz yedi adettir. Her biri yüzlerce dönüm üzerine inşaa edilmiş, üretim ihtiyaçlarına göre tesisler oluşturulmuş topraksız köylüler bu yerlere yerleştirilmiştir. Bu oluşumlar esnasında gerek TBMM içersinde gerekse toprak ağaları ve beylerinin bulunduğu köylerde sert çatışmalara girilmiştir. Bu çatışmaları yumuşatmak amacıyla M. Kemal 1933 yılında şu açıklamayı TBMM’de yapmak zorunda kalmıştır. ‘’Bu Kominist nazariyecilerden alınmış bir sistem değildir. Bu Türkiye’nin ihtiyaçlarından doğmuş Türkiye’ye has bir sistemdir.’’ Toprak reformu yapılmadı diyenler bu kurum ve kuruluşları yeniden değerlendirsinler. Toprak reformu tabiki bundan ibaret değildir. Toprak reformunun gerçekleşmesi; feodal ilişkilerin ortadan kalkması ve büyük toprak sahiplerinin olsun, köy emekçileri üzerindeki bize Osmanlı’dan miras kalan tefeci bezirgan sermayenin tahakkümü ve sömürü olanaklarına son verilmesi demektir. Demokratik devrim, topraksız yada az topraklı köylüleri toprak ve tarım aracı sahibi durumuna getirecek olan devlet deneditimindeki kredi kurumlarının onların yararına işletecek olan devrimdir. Bu ülkede feodal ilişkilere son vermek demek uluslaşma sürecini hızlandırmak demektir. Ülkedeki halkların bütün ulusal ve demokratik hak ve özgürlüklerine sahip vatandaşlar topluluğu olarak serpilip gelişme olanaklarına kavuşması demektir. Demokratik devrim, Türkiye’de gerçek birlik bereberliği, dayanışmayı doğulu olsun, batılı olsun bütün halkın her türlü baskılardan kurtulmuş olarak eşitlik ve kardeşlik içinde, Türkiye’nin ilerlemesine katkı sağlaması demektir. Buda yeni bir yapılanmayı gerektirmektedir. Mustafa Kemal şöyle diyor: ‘’ Biz hududu milli yaşamaktan başka bir şey istemiyoruz. Dünyanın bize hürmet göstermesini istiyorsak, evvela bizim kendi benliğimize, ulusal bütünlüğümüze hissen, fiilen bütün el – al hararetimizle gösterelim; Bilelimki Milli benliği bulunmayan milletler başka milletlerin şikar (av) ıdır.’’ Şimdi cumhuriyetin feodalizmi tasfiye etmek için kurduğu ekonomik yapılanmanın banka – tarım – sanayi ilişkilerine bakalım: - Ziraat Bankası: Toprak mahsülleri ofisi, tarım ve hayvancılık kooparatifleri, devlet üretim çiftlikleri, et balık kurumu, süt endüstri kurumu; bu kurum ve kuruluşların her türlü ihtiyaçlarını karşılamakla görevlidir. Sermayesi devlet adına halka aittir. - Şeker Bank: Şeker üretimi ve şeker fabrikalarının kurulması ile görevlendirilmiştir. Sermayesi devlet adına halka aittir. - Sümer Bank: Giyim ihtiyaçlarının karşılanması için sümer kurum ve kuruluşları oluşturmaktır. Sermayesi devlet adına halka aittir. - Sanayi Kalkınma Bankası: Ülke ekonomisinin ağır sanayisini oluşturmak için kurulmuştur. Sermayesi devlet adına halka aittir. - Eti Bank: Ülke içinde yer altı ve yer üstü maden zenginliklerini devlet kanalı ile halk yararına çalıştırmak için oluşturulmuştur. Sermayesi devlet adına halka aittir. - Pamuk Bank: Pamuk sorununu çözmek için oluşturulmuştur. Sermayesi devlet adına halka aittir. - Demir Bank: Demir sorununu çözmek için oluşturulmuştur. Sermayesi devlet adına halka aittir. - Tütün Bank: Tütün sorununu çözmek için oluşturulmuştur. Sermayesi devlet adına halka aittir. - Türkiye İş Bankası: Sermayesi halka ait olup, özel sektörün teminat karşılığı kredi ihtiyacını çözmek, sanaiiye katkı sağlamak amacıyla inşaa edilmiştir. - Ticaret Bankası: Sermayesi halka ait olup, özel sektörde el işletmeciliğinde ve küçük imalatta fabrikalara, büyük işletmelere geçmek için oluşturulmuştur. - Halk Bankası: Halkın küçük birikimlerini doğru değerlendirilimesi amacıyla kurulmuştur. Sermayesi devlet adına halka aittir. - Öğretmenler Bankası: Ülke genelinde bilinçli öğretmenler yetiştirerek insanların eğitlimesini sağmalak amacıyla kurulmuştur. Sermayesi devlet adına halka aittir. Cumhuriyette kurulan tüm bankalar görüldüğü gibi ekonomi ile iç içe kalkınmada itici güçtür. Ekonomide böyle bir yapılanma, politikada yabancı bağımlılığını ortadan kaldıracağından, bağımlılığın ve sömürünün yanlısı olan üst yapı kurumlarınıda değiştirmekle yükümlüdür; ve devrim denen şeyde budur. Bu devrim bütün ulusal güçlerin bilinçli, örgütlü olarak ülkenin kaderini tayinde rol oynayacak demokratik düzeni gerçekleştirecektir. Birinci bölümde gördüğümüz Banka – Tarım – Sanayi ilişkisini tamamlayıcı unsurlar: - Devlet Demiryolları, Denizcilik İşletmeleri - İktisat Genel Müdürlüğü - Ticaret Sanayi Odası - Menkul Kıymetler ve Borsaların Oluşturulması - İletişim İçin; P.T.T. - İnanç, Eğitim ve Sağlık …Ve dedim çünkü bu üçlü çok iyi anlaşılması zorunlu, soyut gibi görünsede, emek ürünü olup tüm ülke halkının birinci dereceden sorunudur. Bu doğru algılanmadan ve öğrenilmeden yukarıda kurum ve kuruluşlarında sağlıklı işleme şansı yoktur. Bu nedenle M. Kemal, bu üç sorunu devletin denetimi altında alarak millileştirmiştir. Bunları açalım: M. Kemal’de inanç sorunu: Bize Osmanlı’nın son dönemlerindeki yapılanmadan geldiği için; Biat (dine sonradan giren asılsız düşünceler) inançlar ön plana çıkarak hakim olmaya çalışmaktaydı. M. Kemal, inançlarımızın bilimsel olduğuna inandığından ilk olarak İlahiyat Fakülteleri oluşturmuş ve fakültelerin denetiminde İmam Hatip Okulları kurmuş; bu kurumlardan mezun imamları ülkenin dört bir köşesine göndererek biat eden şıh, şeyh ve dedelere karşı bilime dayanan, tabiri caizse bir savaş açmıştır. (Bakınız; Hakkı Karğın, Türkiye’de Toprak Sorunu, Siyonizm ve Emperyalizmin Oluşturmaya Çalıştığı Dünya Din İmparatorluğu) ‘’Notlarım Sayfasında…’’ M. Kemal’de Sağlık Sorunu: Ülkede zenginliği elinde tutan toprak ağaları ve beyleri, her türlü ticaretle uğraşmaktadır. Amaç para kazanmaktır ve onlar için ticaretin her türlüsü mübahtır. M. Kemal bu sorunu doğru teşhis ederek sağlık sorununu bir anlamda millileştirerek Devlet Hastaneleri kurmuş; ülke insanının sağlık sorununu özel sektöre bırakmayarak, devletin kontrolü altında hastaneleri toparlamıştır. M. Kemal’de Eğitim Sorunu: Yukarıda anlatılan tüm yapılanmalar bilimsel ve sadece insan düşüncesini ön plana çıkarmaktadır. Bu nedenle tüm ülke insanı, hem bilimden hemde bilimi insanların yararına işlemesini M. Kemal çok doğru tespit ederek bu sorunu da özel sektöre bırakmadan, devletin sorunu görmüş ve tüm okulları, Devlet Okulları olarak işletip; özel sektöre bırakmamıştır. Gerek birinci bölümde, gerekse ikinci bölümde ülke ekonomisinin alt yapısını gördüğünüz gibi M. Kemal, üç şase üzerine oturtmuştur. a) Devletin Yapacağı İşler (Devlet Sektörü) b) Özel Sektörün Yapacağı İşler (Özel Sektör) c) Kooperatifler ve Devlet Üretme Çiftlikleri Bu üçlü KEMALİST Türkiye’nin genel yada temel programıdır ve Cumhuriyet’in alt yapısıdır. Birde Cumhuriyet’in üst yapısı vardır. Bu üst yapı, alt yapıdaki çalışma programını oluşturacaktır. Buda M. Kemal CHP’sinin özel programıdır. Örneğin; - Dış İlişkiler - Devlet Sektörü Meselesi - Sanayici ve İş Adamları Meselesi - Tarım ve Kooperatifler Meselesi - Dinsel İnançlar Meselesi - Milli Azınlıklar ve Ulusal Mesele - Küçük Aydınlar ve Esnaf Meselesi - Sağlık Sosyal ve Güvenlik Meselesi - Eğitim Meselesi - Ülke Savunma Meselesi - İnsan Haklarına Bakış Açısının Geliştirilmesi, ki bunlara daha bir çok şey ekleyebiliriz; Yeterki genel programa bağlı olarak, herşeyi hesaba katarak, etraflı planlama yaparak ve yerinde tespitleri oluşturarak kitlelerin toplumsal sorununu çözmektir. M. Kemal’in yaptığı alt yapılanmada CHP’nin genel ve özel programı budur ve bu ülkenin kuruluş felsefesidir. İşte bu genel ve özel programın oluşturduğu kurum ve kuruluşların bir düzenekler kurallarıyla çalışması gerekmektedir ve bunlar birer birer kurallara bağlanmıştır. İşte bu kuralları, alt alta toparlarsak ve bunlarıda her insanın kabul edeceği yasalara bağlar isek, ANAYASA ortaya çıkar; işte buda Kemalist CHP Anayasa’sıdır. M. Kemal alt yapı ve alt yapının yansıması olan üst yapıyı kurmuştur fakat; birde bunun iç ve dış düşmanlara karşı korunması ve kollanması gerekmektedir. Bu sorunuda M. Kemal; a) Sivil Savunma b) Türk Silahlı Kuvvetleri olarak inşaa etmiştir. Bu yapılanmalar demokratik merkeziyetlik hiyaraşisi içerisinde inşaa edilmiş olup, birde tüm bu yapılanmayı denetleyecek bir Cumhurbaşkanlığı ve bu Cumhurbaşkanlığına bağlı olarak Devlet Denetleme Kurumu oluşturmuştur. Yukarıdaki yapılanmayı formüle edersek; Kemalizm = Ekonomik Alt Yapılanma + Ekonomik Alt Yapılanmanın Çalışma Yasaları (Anayasa) +Sivil Savunma ve T.S.K. + Cumhurbaşkanlığı ve Devlet Denetleme Kurumları. İşte 1940 yılından bu yana bizden gizlenerek rafa kaldırılan bu sistemin kurucusu bize 1940’dan bu yana nasıl tanıtıldı? Sarı saçlı, mavi gözlü, karga kovalayan, annesi zübeyde hanım, babası ali rıza bey olarak aktarıldı. Doğuda yatırım yapılmadı diyen; 1940’dan bu yana iktidara gelen yada muhalefette kalan bu işbirlikçiler, 1920 – 1933’de ülkenin dört bir köşesine gitsin görsünlerki neler yapılmış. 1940 yılından bu yana halkın mallarını söküp söküp 70 yıldır yiyenler, şimdi öldürdükleri bu sistemden hala korkmaktalar ve öldüğüne kendileri bile inanmamaktadırlar. Bizim işbirlikçiler ve komprodor toprak ağaları, bu ülkeyi bu duruma getirirken; bakın 1922 yılında Çin önderinin en yakın arkadaşı Dia Hi Shon, Çin Kominist Partisi’nin yayın organı Xianedao dergisinde şu makaleyi yayınlıyordu: ‘’Türkiye ile Çin, Asya ülkelerinde iki kilit ülke olup, diğer ülkelere takip edecek yolu gösterecektir. Biz Türk devrimini aldık ve Çin’in özel şartlarına uyguladık.’’ Diyerek dünyaya bunu böyle haykırıyordu. Kendi sistemimizi bu güne taşıyabilseydik, Türkiye dünyanın acaba neresinde olurdu? Bu sistem bugüne neden taşınmadı? Nerede nasıl bozuldu? Bu güne nasıl geldik? Bundan sonra ne yapacağız? Tüm bu soruların cevabını da gelecek bölümlerde göreceğiz. Sağlıklı ve mutlu kalın… Birinci ve ikinci bölümlerde gördüğümüz yapılanma; Emperyalizm ve Asyada Kapitalizm, Birinci Dünya Savaşı şafağında ortaya çıkmıştır. Asyada Kapitalizm nasıl olacak sorusuna bir yandan sovyetler kafa yorarken bir yandan da M. Kemal kafa yormaktadır. Sovyetlerde bu sorunu işçi sınıfı üstlenirken, M. Kemal kapitalizminde bu halkın sırtına yüklenerek, sınıf yerine Halk Kavramı ortaya çıkmıştır. M. Kemal CHP’sinin önüne iki çeşit çelişme çıkar. Biri CHP ile Halk arasındaki çelişme, diğeri ise düşman arasındaki çelişmedir. Bu iki çelişme, tabiatıyla bir birinden farklıdır. Bu iki çelişmeyi doğru değerlendirmek için, Halk sözünden sonra da düşman sözünden ne anlaşılması gerektiğini açıklığa kavuşturmak gereklidir. Halk kavramının çeşitli ülkelerde ve her ülkenin çeşitli dönemlerinde ayrı anlamı vardır. Örnek olarak kendi ülkemizi ele alalım… Kurtuluş savaşı yıllarında emperyalizme karşı olan her kesim halkı (Toprak ağası, beyi, yoksul köylüsü, işçisi, vs.) temsil etmektedir. Savaş bitip, sınırlar çizildiğinde ise Halk Kavramı değişmiştir. Buradaki yeni çelişki; emperyalizmin içeride kalan kırıntıları ile kurulacak sisteme karşı koyan kesim arasındaki çelişkidir. Bu anlamda Halk demek; bu iç düşmanlara karşı birleşen ve bunlara karşı olan insanlardan oluşur. Bu çelişkinin ilerleyen yıllarda çok keskin bir şekilde ortaya çıkacağını M. Kemal o kadar doğru değerlendirmiştir ki, bu sorunu gençliğe teslim ederken onlarada şu öğüdü emanet etmiştir Ey Türk Gençliği! Birinci vazifen, Türk istiklâlini, Türk Cumhuriyetini, ilelebet, muhafaza ve müdafaa etmektir. Mevcudiyetinin ve istikbalinin yegâne temeli budur. Bu temel, senin, en kıymetli hazinendir. İstikbalde dahi, seni bu hazineden mahrum etmek isteyecek, dahilî ve haricî bedhahların olacaktır. Bir gün, İstiklâl ve Cumhuriyeti müdafaa mecburiyetine düşersen, vazifeye atılmak için, içinde bulunacağın vaziyetin imkân ve şerâitini düşünmeyeceksin! Bu imkân ve şerâit, çok nâmüsait bir mahiyette tezahür edebilir. İstiklâl ve Cumhuriyetine kastedecek düşmanlar, bütün dünyada emsali görülmemiş bir galibiyetin mümessili olabilirler. Cebren ve hile ile aziz vatanın, bütün kaleleri zaptedilmiş, bütün tersanelerine girilmiş, bütün orduları dağıtılmış ve memleketin her köşesi bilfiil işgal edilmiş olabilir. Bütün bu şerâitten daha elîm ve daha vahim olmak üzere, memleketin dahilinde, iktidara sahip olanlar gaflet ve dalâlet ve hattâ hıyanet içinde bulunabilirler. Hattâ bu iktidar sahipleri şahsî menfaatlerini, müstevlilerin siyasi emelleriyle tevhit edebilirler. Millet, fakr ü zaruret içinde harap ve bîtap düşmüş olabilir. Ey Türk istikbalinin evlâdı! İşte, bu ahval ve şerâit içinde dahi, vazifen; Türk İstiklâl ve Cumhuriyetini kurtarmaktır! Muhtaç olduğun kudret, damarlarındaki asil kanda mevcuttur! Mustafa Kemal Atatürk 20 Ekim 1927 Buradaki Türk’lük kelimesi, yukarıda da söylediğim gibi Asya ülkelerinde uluslaşmanın şafağında ortaya çıkmıştır. M. Kemal, hem emperyalizme hemde sovyet devrimine uluslaşma olmadan Asyada sorunun çözülemeyeceğini kurduğu Cumhuriyet’le göstermiştir. Bugün emperyalizmin kullandığı ve onun teşeronları milliyetçiler (Türk ve Kürt) neyin peşindeler? Değirmen gitmiş, şak şak arıyorlar. Bu konuyu sonraki yazımıza bırakarak kurulan Cumhuriyet’in nasıl, nerede yıkılmaya başladığına dönelim ve M. Kemal’in öğüdüne rağmen, tüm halk olarak önce utanmasını unutmadıysak utanalım. 1940 yıllarında M. Kemal’in vefatı, kurduğu sisteme içerden içerden diş bileyen ve ölümünü fırsat bilen muhteşem ikili; biri Alman uşağı İsmet İnönü, diğeri ise ABD uşağı Celal Bayar tarafından oluşan ittifakla başladı. Bu iki kanat, M. Kemal Türkiye’sinin yeni bir dönemini oluşturacaktı. Fırsat düşkünü bu iki kanat uzlaşarak, iktidarı ele aldılar. İnönü iktidardayken, M. Kemal’in kurduğu sistemi bizlerden gizleyerek, kendi iradesi ve yandaşlarıyla oluşturduğu ‘’Anti Kemalist’’ bir sistemi oluşturarak iktidarı ele aldı. Çok partili bir dönemi başlattılar. Bu dönem yeni bir CHP programıyla ve yeni bir DP programından meydana gelecekti. Bu iki Almancı ve Amerikancı kanatların görevi, sürekli gelişmekte olan Kemalist devrimlerin gidişini önce yavaşlatmak sonrada durdurmaktır. İlk olarak Mustafa Kemal’in koyduğu gümrük birlikleri ve yabancı sermaye kanunlarının değiştirilmesiyle işe başladılar. Yeni kabul edilen kanun Amerika’lı uzman Rondall’ın hazırladığı ve T.B.M.M.’den geçen ‘’YABANCI SERMAYESİ TEŞVİK KANUNU’’yasalaştırıldı. 25 Ocak’ta Washington’da düzenlediği basın tıplantısında Celal Bayar’ın söylediği sözleri ibretle okuyalım. ‘’Türkiye’ye yapılan iktisadi yardım, zaten yükselmekte olan ekonomik büyümeye, kuvvetli bir müzahir olarak gelmiştir. Türk milletinin satın alma kudretinin artması ve hayat standartlarının yükselmesiyle, memleket malül maddeleri, istihlak maddeleri için büyük bir Pazar haline gelmiştir. Yabancı sermayenin Türkiye’ye en müsait şartlar altında akmasını mümkün kılacaktır. Hülasa denebilirki, Türkiye’de sarf edilen her dolar, münbit bir toprağa ekilmiş refah ve bereket filizleri verecek bir tohum gibidir.’’ Celal Bayar’ın 1954 yılında mamül maddeler ve tüketim maddeleri için, büyük bir Pazar olarak peşkeş çeken bu demeçi, karşı devrimin tamamlanmış olduğunu, Kemalist düşüncenin geri itildiğini, emperyalist asalak işbirlikçi sınıfın eline geçtiğinin kesin kanıtıdır. Bu işbirlikçi sınıfın içerideki dayanağıda feodal toprak beyleri ve ağalarıdır. İşbirlikçi sermaye; sömürgeciliğe bağlı liman burjuvazisi demektir. Çıkarılan bu kanundan sonra ithalat – ihracat alanında, ithalatın daha kurnazca bir şekli olan montaj ve ambalaj sanayinde, bankacılık ve sigortacılıkta yabancılarla ortaklıkları yada Türkiye’de kayda değer tüm zenginliklerini eline geçirmiş olan yada geçirme çabasında bulunan emperyalizmin baş dayanağı, yabancı firmaların ajanlığı altında doğrudan doğruya egemendir. İktisadi hayatımızın bu kilit noktalarına dayanılarak, Türkiye’nin tüm ekonomisinin tahakkümü altında tutmaktadır. İşbirlikçi sermaye, Türkiye’de gerçek sanayileşmeye, gerçek iktisadi kalkınmaya karşıdır. Emperyalistlerin uygun gördüklerinin dışında; Türk vatandaşının mülkü olan fabrikaların kurulmasına engel olmaktadır. Gerçek sanayi birimi, fabrikaların bacalarının tütmesini önlemektedir. İşbirlikçi sermaye toplumdaki asalak zümrenin en güçlü olanıdır. Ekonomik kan dolaşımını sağlayan kredi, sigorta kurumları onun kontrolündedir. Sanayide; madencilik, nakliyat, yedek parça ihtiyacının sağlanması gibi ekonomimizin can damarları sayılması gereken bir alan, onun kontrolündedir. Bu işbirlikçi (komprodor)lerin içerideki temel dayanağı feodalitedir. Bu zümre, toprak ağalarından ibaret bir kategori değildir. Kapitalist tarım işletmeleri görünümü altındaki, derin feodal izler taşıyan bir tahakkümü sürdüren büyük toprak sahipleride, bu kategori içinde ele alınmalıdır. Zamanımıza feodal kanal yoluyla intikal eden, tefeci sermaye ve köylerde, köyün ortak mallarını metazori yollarla ele geçiren dere beyleride bu kategori içerisindedir. İşte 1954 yılından bu güne ulusal gelişmeyi engelleyen, emperyalizm + içbirlikçi (komprador) + feodalitedir. Dördüncü bölümde işbirlikçilerin, yukarıdaki yapılanmayla ülkeyi nasıl talan ettiklerini göreceğiz. Hoşçakalın arkadaşlar… HAKKI KARĞIN
Posted on: Thu, 27 Jun 2013 20:36:40 +0000

Trending Topics



Recently Viewed Topics




© 2015