Başvekil Hazretleri’nin hal ve gidişi - Aşağıda - TopicsExpress



          

Başvekil Hazretleri’nin hal ve gidişi - Aşağıda anlatacağım olayı uzun ya da kısa, değişik zamanlarda yazmışım. En sonuncu yazının adı “Tekel Emekçilerinin Sanata Yansıması” (Hürriyet, 21.02.2010). Durumun vaziyeti böyle devam ederse, sanırım, birkaç kez daha yazmak zorunda kalacağım: *** Anımsıyorum: 1987’nin Ağustos ayı. 6 Eylül 1987 günü, 12 Eylül rejiminin yasakladığı siyasetçilerle ilgili halk oylaması var. İktidardaki ANAP’ın büyük demokrat (!) başbakanı Turgut Özal yasakların kalkmasına karşı. İşte o günlerin gecelerinden birinde, Kavaklıdere’de bir Adalet Partisi ileri geleniyle rakı içerek sohbet ediyoruz. Kızının evinin terasında. Damadı da var. “Abi” dediğim, saygı ve sevgi duyduğum, şaibesiz, temiz bir siyasetçi. Demirel değişmiş, Adalet Partililer değişmiş görünüyor. Konumuz, 12 Eylül öncesi ve “Sol”. O soruyor ve ben cevap veriyorum. “Abi, diyorum, siz sanıyorsunuz ki, Mehmet Ali Aybar, Behice Boran, Doğu Perinçek ülkeyi iki para karşılığı Komünist’e satar. Onlar yurdu savunmak için sizden önce davranırlar.” İki üç gün sonra, Süleyman Demirel, meydana çıkıp “Behice Boran da, Mehmet Ali Aybar da, Doğu Perinçek de bizim kadar yurtlarını severler” diyecektir. Demek ki “Abim” konuşmamızı Süleyman Demirel’e aktarmış. İnanmayan o günlerin gazetelerine bakabilir. O günlerden sonra, Süleyman Demirel, sol hakkında çok dikkatli konuştu. *** Gece yarısından sonra, kökü Demok-rat Parti’ye dayanan eski bakana, “Abi, dedim, yasaklar kaldırılır da sizler siyasete dönerseniz ve seçimi kazanıp iktidara gelirseniz, Ceza Yasası’nın 141 ve 142. maddelerini (bu maddeler her türlü sol düşünceyi yasaklıyordu) kaldıracak mısınız? Abi dediğim siyasetçi şöyle cevap verdi: “Siz iktidara gelin ve bu maddeleri kaldırın. Eskiden olduğu gibi karşı çıkmayız!” Ben de, “İyi ama o zaman kendi 141-142’mizi kaldırır, size karşı bir 141-142 çıkartırız!” deyince, “Olur mu, bu ne biçim demokrasi” diye karşılık verdi. Bunun üzerine, “Ama abi, demokrasi haklarını alamayanlara, azınlığa, iktidarda olmayanlara haklarını vermek değil midir?” diye sordum. Siyasetçi abim, çenesini yumruklarına dayadı. Hiç konuşmadı ama ayrılırken “Vallahi Özdemir, demokrasinin böyle bir şey olduğunu hiç düşünmemiştik” dedi. *** Siyasal görgü ve nezaketten yoksun Başvekil Hazretleri, yüzde on barajının kaldırılmasından söz açılınca “Muhalefet partileri çalışsınlar, çaba göstersinler ve yüzde on barajını geçsinler!” diye kabarıyor. Yoksul ve aç halk için “Ekmek yoksa pasta yesinler!” diyen Marie Antoinette gibi. Yoksullar için de “Tembel tembel oturmasınlar, çalışıp zengin olsunlar!” da diyebilir. Akıl sağlığı yerinde, onurlu bir seçmen kitlesinin bulunduğu bir ülkede, bu türden densizlikler, saygısızlıklar yapan bir başbakan derhal iktidardan gönderilir. Ancak, kendisine oy veren kitle seçmen niteliğini yitirmiş ve “mürit”e dönüşmüş bir yığışım: Artık bilinçli bir insan topluluğu değil. Ancak, söz konusu kişi, Türkiye vatandaşlarının tamamının kendi seçmen-müritlerine benzediğini sandığı için, önünü-ardını düşünmeden ileri-geri konuşuyor. Kendisini beğenmeyen, belki de aşağı gören genç kitleye “çapulcu” diyor. Bu sözcüğü ağzına alır almaz dünya başına yıkılıyor. Başvekil Hazretleri’nin Gezi Parkı’nda karizmasının çizildiğini söylüyorlar. Doğrudur! Bir yeniyetmenin madara ettiği mahalle kabadayısına benziyor. Osmanlı tokadı yetmiyor artık. Gençler Uzak Doğu sporları biliyorlar ve akıllarını kullanıyorlar Başvekil hazretleri Arap hayranıdır ama ne filozof şair Abû l- Alâ al-Ma’arri’yi (973-1057) bilir ne de “Bizim gece ve gündüz rehberimiz akıldır. Akıldan başka İmam’ımız yoktur!” dediğini. Bütün İslam dünyası gibi bizim İslamcılar, sağcılar ve muhafazakârlar da akla veda ettikleri için çağlarını anlamıyorlar. Anlayamazlar. Küçük bir manşet için bile Gezi Parkı veletlerini taklit ederler ve Yeni Şafak (09.07.2013) gibi, Mısır’daki durumla ilgili olarak, “Her yer direniş!” derler. İnsan hiç olmaza “Her yerde kıyam!” der. Bu ne biçim Osmanlı hayranlığı bre! *** Başvekil Hazretlerimiz, Mısır’da olanlara “darbe” demedikleri için dünyayı suçluyor. Geçici bir konjonktürün yarattığı yanılsamayla (illusion) bir büyüklük vehmine kapılmıştı. Verenler, altındaki ödünç sandalyeyi çekiverdiler. Şimdi onun şaşkınlığı içinde. Türkiye’de ne anayasa ne babayasa ne de kanun dinliyor, ne mahkeme ne Danıştay ne de Anayasa Mahkemesi kararı dinliyor; demokratik haklarını isteyip savunan halkın üzerine panzerlerini gönderiyor. Yüzlerce gazeteci, yazar, öğretim üyesi, subay, astsubay ve milletvekilleri düzmece kanıtlarla zindanlara kapatılmış, yaptığı işler dünyanın diline düşmüş; beyimiz kalkmış Mısır’da gözaltında tutulanların hakkını savunuyor. Savunuyor, çünkü savunduğu kişiler İslamcı ve Müslüman Kardeşler’den. Ebedi ve ezeli dava arkadaşları. Onlar da çuvalladı. Demokrasiden anladığı, demokrasinin en ilkel evresi olan seçim sandığı. Sen anayasayı, yasaları dinlemezsen, sandıktan çıkmış olman hava-civa. Ülkeyi ateşe vermişsin, yangının senin iktidar döneminde söndürülemeyeceğini iddia ediyorsun. Demokrasi senin sandığın kadar mekanik bir şey değil, filozofik bir durum ve olgu. Yoksa, 1950’de, demokrasi geldi diye Beyoğlu’nda tramvay raylarının üzerine yatan kabadayıya benzersin. ÖZDEMİR İNCE--AYDINLIK
Posted on: Mon, 22 Jul 2013 16:45:35 +0000

Trending Topics



Recently Viewed Topics




© 2015