BİR SÖMÜRGE SAVAŞI ve İSLAM’IN KILICI Yıl 1935, - TopicsExpress



          

BİR SÖMÜRGE SAVAŞI ve İSLAM’IN KILICI Yıl 1935, Etiyopya. Afrika’nın son bağımsız krallığının tahtında, yedi asırlık Süleyman hanedanının son temsilcisi Haile Selassie oturuyor. Soyunun Hz. Süleyman’a dayandığına inanılan Haile Selassie, uyruklarınca “Yahuda Aslanı” olarak anılan; neredeyse kutsal bir şahsiyet. 4500 kilometre ötede, Roma’da ise Mussolini, kollarını yeni sömürgeler kazanmaya sıvamış: Gözüne kestirdiği hedeflerin başında Etiyopya geliyor. Haile Selassie’nin ordusunun mevcudu eldeki silah sayısıyla sınırlı. Ülkede 400,000 tüfek var; bunların çoğu yararlılığı kuşkulu olan elli, altmış yıllık silahlar. Ülkenin, yabancı gönüllülerce uçurulan bir düzine eski uçak haricinde hava gücü yok. Ne de iki-üç zırhlı otomobil dışında mekanize silahı bulunuyor. Elde, çağı geçmiş muhtelif modellerden iki yüz civarında top; bine yakın sayıda makineli tüfek var. Ancak bunlara cephane bulmak büyük sorun. İtalya ise bölgeye yarım milyon asker, 600 zırhlı araç, 2800 uçak ve iki bin top yığmış bile. *** Dertler, sadece ekipman noksanlığı ile bitmiyordu. Etiyopya, iletişim ve ulaşım olanakları kısıtlı bir ülkeydi. Dolayısıyla, ülkenin merkezi otoritesi zayıftı. Taşra illeri, yerel beyliklerce idare ediliyordu. Askerleri Ras denilen derebeyleri devşirip eğitiyordu. Mahel Safari denilen dört elit tümen dışında tüm ordu, kraldan çok kendi ağalarının sözünü dinleyen kıtalardan kuruluydu. Cephe taaruzuna alışkın olan; mertliği de bu tür saldırılardaki başarıyla ölçen kabile cengaverine yeni taktikleri benimsetmek zordu. Yörenin o güne dek gördüğü tüm zaferler, hızlı hücumları izleyen ani geri çekilmelerle ve manevra yetisi yüksek ordularca kazanılmıştı. Dolayısıyla, Etiyopyalı her tür araziyi şaşılacak kadar çabuk kateden ancak kalıcı istihkamlara kuşkuyla bakan bir askerdi. Ne topun, ne de makineli tüfeğin acı yumruğunu tatmamıştı; ve kızgın güneş altında siper kazmanın gerekliliğine kolay ikna olmuyordu. Ülkenin savunma harbine iyi-kötü hazırlanmış tek sınırı, ülkeye gönüllü gelerek Doğu Etiyopya’da görev üstlenmiş Türk subaylarının eseriydi: İtalya’ya karşı Libya’da da savaşmış olan emekli paşa Mehmet Vehip Kaçı’nın önderliğindeki bu ufak grup, ülkedeki diğer askeri danışmanların aksine savaşın son gününe dek kaçmayacak; vazifesinin başında kalacaktı. İtalyan ordusu, general De Bono’nun komutasındaki işgal harekatına 3 Ekim sabahı başladı. Çatışmalar daha ziyade kuzey sınırı boyunca cereyan ediyordu. Sınırın kırk kilometre kadar içinde yer alan tarihi Aksum kenti, on iki gün süren mücadelenin ardından ele geçirildi. Bu zaferden sonra De Bono, direnişin şiddetinden ürkerek ilerleyişini yavaşlattı. Ülkenin içlerine sokulmadan, her adımını hava kuvvetinin ve topçunun desteğiyle atarak ilerlemeye başladı. Sınıra paralel yayılıyor, zaptettiği araziyi günde iki-üç kilometre genişletiyordu. Emin bir yöntemdi bu; ama bir milyon kilometrekarelik krallığı bu tempoyla almak ne kadar sürecekti? Sabrı tükenen Mussolini, De Bono’yu görevden alarak yerine general Badaglio’yu atadı. Bütün bunlar olurken, Etiyopyalılar bir karşı saldırı için gizlice güç topluyordu. 15 Aralık günü 190,000 kişilik bir kuvvetle taarruza geçtiler. Düşmanın ilerleyişine kılavuzluk eden tankları, dar geçitlerde baskın vererek safdışı bıraktılar. İtalyan öncü birliklerini kıskaca alıp yaylım ateşine tuttular. Yüzlerce ölü veren general Badaglio askerlerini geri çekmek zorunda kaldı. İtalyan ordusu şimdilik durdurulmuştu. Badaglio, Roma ile irtibat kurdu. Savunmaya geçen askerleri, Etiyopya hücumunu yavaşlatmış ancak durduramamıştı. Düşmanın gücünü kırmak için kimyasal silah kullanma izni istiyordu. İtalya’nın küçük düşmesinden korkan Mussolini gereken (yasadışı) izni verdi. İtalyan uçakları Etiyopya birliklerine zehir bombaları yağdırdı. Etiyopyalılar bir adım geri çekilerek Tambien’de mevzilendiler. Bu öyle sakin bir çekiliş değildi; dört günlük çekilme harekatı boyunca saatte birkaç kez hava saldırısına uğramışlardı ve üzerlerine toplam 400 ton bomba atılmıştı. İtalyan pilotları, orduyu başsız bırakmak için özellikle subayları hedef seçiyordu. Cephe gerisi de İtalyan hava gücünün hışmından payını almıştı. Uçaklar kentlere zehirli gaz bombaları atarak halkı kırlara kaçmaya zorluyordu. Şehirlerin boşalması demek, ordunun muhtaç olduğu erzak nakliyatının felç olması demekti. Yola çıkabilen kervanlar da İtalyan uçaklarınca taranıyordu. Açlık; ve bünyesi açlıktan zayıf düşmüş birlikler arasında hızla yayılan dizanteri askerin direncini kırmaktaydı. İtalyanlar, 26-29 Şubat tarihleri arasında Tambien mevzilerine elli bin top mermisi ve iki yüz ton bomba attı. Aynı sırada, yakınlardaki Şire kasabasını savunan 24,000 Etiyopyalı da aynı yoğunlukta bir bombardımana tutuluyordu. Takkaze nehri kıyısındaki ormanlığa çekilmeyi denediklerinde, tepelerine uçaklardan yangın bombaları bırakıldı. Bütün nehir boyu göz açıp kapayana kadar mahşer yerine döndü. İtalyanların aman vermeye hiç niyeti yoktu: Yanan ağaçların arasında mahsur kalan askerler zehirli gaz yağmuruna maruz bırakıldı. Kıyımdan kaçmayı başaran birliklere havadan ateş açıldı. Şire faciası bütün bir orduyu darmadağın etmişti. Aralık karşı saldırısında ve Tambien’de de 36,000 ölü ile yaralı verilmişti. Dizanterinin yatağa yahut mezara düşürdüğü asker sayısı elli bindi. Üç ay evvel hücuma kalkan Etiyopya ordusundan geriye pek bir şey kalmamıştı. Bizzat komuta ettiği son saldırılar da İtalyan makinalı tüfekleri önünde eriyip gidince, Haile Selassie geri çekilmeyi emretmek zorunda kaldı. İtalyanlar, son savaşın yapıldığı Meyçev kasabasını 3 Nisan’da aldı: Sınırdan iki yüz kilometre içerideki bu noktaya varmaları tam altı ay sürmüştü. Sıra, Mehmet Vehip paşanın savunma için hazırladığı Doğu vilayetlerinin zaptındaydı. Bu sınırdaki İtalyan güçleri, muazzam bir hücum için aylardır hazırlık yapmakta olan Rodolfo Graziani’nin komutasındaydı. Graziani, Libya’nın eski askeri valisiydi. Libyalılara karşı takındığı vahşice tutum yüzünden tüm İslam dünyasında “Fizan Kasabı” olarak tanınmıştı. Saldırı 14 Nisan’da başladı. İtalyanlar, saldırıda tanklara monte edilmiş alev makinalarından faydalandılar. Bu modern ve vahşi silaha rağmen Doğu sınırı iki hafta boyunca, yani asker başına düşen altmış kurşunluk cephane stoğu tükenene dek dayandı. Kuzey sınırı çoktan çöktüğü ve mühimmat sevkiyatı yapacak bir Etiyopya devleti artık mevcut olmadığı için, savaş da o noktada son buldu. *** İtalyanların harpteki en büyük kozu gaz silahıydı. Etiyopya’nın askeri kayıplarının üçte biri gaz yüzündendi; gaz bombaları on bin civarında sivilin de canını almıştı. Etiyopyalı cesurdu ancak karşısında tümüyle çaresiz kaldığı göze görünmez zehir, onun bile cesaretini kırıyordu. İtalyanların bu harpte kullandığı iki gazdan biri olan fosgen boğarak öldürür: Gaza maruz kalan askerler ilk başta, taze biçilmiş çiminkine benzer bir koku duyarlar. Akciğerler o anda tahrip olmasına rağmen, hemen ve sonraki saatlerde herhangi bir belirti hissedilmez. Ardından bronşlara ödem dolmaya, kurban ciğerindeki sıvıyı öksüre öksüre kusmaya başlar. Öksürecek gücü kalmadığında ise boğulma ve ölüm gerçekleşir. Hardal gazı daha az öldürücüdür; ama kurbanlarının vücudunda korkunç yaralar açar, deride sıvı dolu balonlar çıkartır. Daha da kötüsü, hardal gazının gözleri yakarak körleştirmesidir: Bu körlük bir ay içinde geçebileceği gibi kalıcı da olabilir. İtalyanların bir diğer silahı, cüzdanlarıydı. Etiyopya’nın senelik dış ticareti (bugünün parasıyla) elli milyon dolar bile tutmuyordu. Krallıkta dolaşım halinde olan paranın tümü toplansa, ele çeyrek milyar dolar gibi bir meblağ geçecekti. Bunlar, İtalya’nın krallığı zaptederken harcadığı 43 milyar dolar ile kıyas edilmeyecek rakamlardı. Madde ile, materyal ile yapılan “çağdaş savaş”, para olmadan kazanılamazdı. *** Haile Selassie yaralı olarak kaçtı. Hep, yeterince uzun direnebilirse dünya kamuoyunun İtalya’yı durduracağını sanmıştı. Düş kırıklığı içinde sürgüne, ata toprağı saydığı Filistin’e gitti. Mussolini ise, zaferini İslam aleminin gözüne girmek için kullandı. Yirmi yıl önceki bir isyan sırasında, Harar şehrinin Müslümanları Etiyopyalı askerlerce katledilmişti. Mussolini bu gerçekten faydalandı: Kendine, ‘Yahudi’ asıllı kralın zulmettiği müminlerin kurtarıcısı süsü verdi. Libya’ya yaptığı 1937 ziyareti sırasında şeyhler ona bir kılıç takdim etti: Bu silahın adı güya İslam’ın Kılıcı’ydı. Asırlardır saklanıyor, yalnızca İslam’ı müdafaa etmiş en büyük kahramanlara veriliyordu. Gazete okuyan her İtalyan’ı, Duçe’nin at sırtında o kılıcı göğe kaldırırken çekilmiş, şövalyece pozları mest etti. Hiç kimse, İslam’ın Kılıcı denen nesnenin gerçek bir kılıç değil, Floransa’nın hünerli Yahudi kuyumcularına yaptırılmış bir süs olduğunu bilmiyordu. ALPER BİLİR (Başkentte Pusula gazetesi köşe yazarı)
Posted on: Sat, 22 Jun 2013 14:40:28 +0000

Trending Topics



Recently Viewed Topics




© 2015