“Evladı babasını geçmeyen bir toplum, - TopicsExpress



          

“Evladı babasını geçmeyen bir toplum, yükselemez.” BİZE NE OLDU? Bir zamanlar, at üzerinde giderken: “Allah’tan kork ya Ömer!” diyenlere karşı, hemen atından inip yüzünü toprağa sürerek: “Ömer de kim oluyor ki Allah’tan korkmasın.” diyen adalet sultanlarıyla doluydu her yan. Yine O: “Fırat kenarında bir kuzuyu kurt kapsa, Allah benden hesabını sorar.” diyerek bir yöneticinin duyabileceği sorumluluğun sınırlarının azamisini yüreğinde yaşamıştı. Bir savaşta düşmanını yere serip, onu tam öldürecekken, düşmanının yüzüne tükürdüğünü gürünce, kılıcını kınına koyup: “Kalk ey adam! Ben seni Allah için öldürecektim. Sen şimdi benim yüzüme tükürdün ve nefsimi incittin. Seni bu hal üzere öldürürsem nefsim için öldürmüş olurum.” diyerek nefsini ayaklar altına alabilen yiğitlerimiz vardı. Annesi tarafında dininden döndürülmeye çalışılıp: “Anne katili olacaksın ya Saad.” diyen annesine: “Senin bin canın olsa da her birini benim İslam’dan dönmem için feda etsen, vallahi ben yine dinimden dönmem.” diyerek, günümüzde “Ben de Müslüman’ım!” demekten bile imtina edebileceklere ibretler sunanlar vardı. Uhud savaşında kardeşini, babasını, kocasını ve oğlunu şehit verip: “Ey şanlı gaziler! Siz bana Allah’ın Resulünden haber verin, o nasıl?” deyip, O’nu gördükten sonra da: “Anam, babam sana feda olsun. Sen sağ olduktan sonra her felaket vız gelir bana!” diyerek, peygambere bağlılığın en yüce örneklerini sunan hanım sahabeler vardı. Düşmanların tuzağına düşüp öldürüleceği vakit: “Şimdi senin yerine peygamberini öldürüp, seni azad etseydik, kabul eder miydin?” diye soranlara: “O’nun mübarek ayağına bir diken batmasındansa ölmeyi, gün ışığından ve çoluk çocuğumun gül yüzünden mahrum kalmayı tercih ederim” diyerek iki rekât namaz kıldıktan sonra: “Ölümden korktu da namazı uzattı demeyesiniz diye kısa kestim.” diyen ölüm ve peygamber sevdalısı Hubeybler vardı. Peygamberin mucizesini gerçekleştirmek için ordusunu ve gemilerini karadan yürütüp, kır atı ile denize açılıp: “Ya bu şehri alırım, ya Bizans beni alır.” diyerek köhne Bizans’ı yere serip, çağ açıp çağ kapatan Fatihlerimiz vardı. Düşman mermileriyle yaralandığı halde teslim olmayan, üç sıra Rus askerini yararak ilerleyen, otuz üç saat su ve çamur altında kaldığı halde yılmayan, esir olduktan sonra: “Özür dile, kurtul!” diyenlere: “Saçlarım adedince başım olsa, her gün biri kesilse bu hizmetten yine çekilmem ve dünyayı başıma ateş yapsanız Kuran’a eğilmiş bu başım asla zındıklara eğilmez.” diye haykıran kahramanlarımız vardı. Endülüs’e ayak bastıktan sonra gemileri yaktıran komutana: “Aziz komutanım gemileri niçin yaktırıyorsunuz?” diye soranlara: “Gemileri ve taşıtları ellerinde tutmak isteyenler, dönmeyi düşünenlerdir. Bana gelince ben bu ülkede kalmaya ve savaşmaya karar verdim. Deniz arkanızda, düşman önünüzdedir. Allah yolunda ya ölürüz, ya gazi oluruz.” diyen Tarık bin Ziyadlarımız vardı. Fitne ve fesadın kol gezdiği bir hengâmede: “Ya imam, hayatın tehlikede. Kalbinden inanmasan bile, yalnızca dilinle istedikleri şeyi söylesen olmaz mı?” diyenlere: “Asla, âlimler hakikati söylemekten çekinirlerse, cahiller ne yapmaz? İnancım hayatımdan çok üstündür.” diyerek otuz sekiz ay işkenceden sonra hakkın rahmetine kavuşan İmam Ahmetlerimiz vardı. İtalyan emperyalizminin kanlı ve kirli çizmeleri Bingazi’yi kirlettiği tarihten itibaren, izzet ve şerefi elden bırakmayarak bu talancılara karşı mücadele eden ve: “Kâfirlerin esareti altında yaşamaktansa ölmenin büyük bir şeref olacağını” söyleyen yirmi yıl İtalyanlara karşı amansız bir direniş gösteren, İtalyan Sıkı Yönetim Mahkemesi’nde yargılanıp da: “ İdamına karar verildi.” şeklinde karar çıkınca: “Hüküm yalnız Allah’ındır. Sizin alçak hükmünüzün hiçbir değeri yoktur. Biz Allah’a aidiz ve ona dönücüyüz.” cevabı veren, Ömer Muhtarlarımız vardı. O gerçek bir liderdi. Kırk yıllık bir hayatta en fazla ne yapabilirse, ondan fazlasını yaptı. Değiştirmek istediği toplumdan önce kendisini değiştirdi. Her dakikası fitili ateşlenmiş bir dinamit gibi geçiren bu adam, ifrazattan yorulmayan bir yanardağa benziyordu. O’na: “Amerika’yı sarsan adam.” dediler. “Dünyanın en öfkeli zencisi.” dediler. Doğruydu. Her şeyin aynı kaldığı değişiklik arzuları kimseyi rahatsız etmezdi. Ve zulüm, kısmak istediği sesi nara yapmıştı. Bazen ölüler, yaşayanlardan ziyade çok daha yüksek sesle konuşurlardı. Malcolm X onlardandı. “En iyi nasihat, en iyi örnek olmaktır.” diyerek, iyi örneklerle hayattan ayrılan yiğitlerimiz vardı. “Bu Kuran Müslümanların elinde bulunduğu müddetçe, biz onlara hakiki hâkim olamayız. Ne yapıp yapıp, ya bu Kur­an’ı sukut ettirip ortadan kaldırmalıyız yahut da Müslüman­ları ondan soğutmalıyız.” diyen İngiliz bakan Glads­ton’un sözleri gazetelere çıkınca: “Ben de Kuran’ın sönmez ve söndürülmez ebedi bir güneş gibi bir mucize olduğunu, bütün dünyaya ispat edip göstereceğim.” diyerek ömrünü bu yola adamış, yirmi sekiz yıl hapis ve sürgünlerde çile çekmiş: “İman, hem nurdur hem kuvvettir. Hakiki imanı elde eden tek kişi bile cihana meydan okuyabilir.” sözünün esasları için, bir ömür mücadele ve mücahede eden Said Nursilerimiz vardı. Bizim, tarihi altın harflerle dolduracak kadar ender insanlarımız olduğu gibi gelecekte de olacaktır. Yeter ki biz, gerçeklere kendi inanç felsefemizin gözlüklerinden bakalım. Yıllardır bize öğretilmeye veya bize yakıştırılmaya çalışılan iftiraların etkisiyle atalet gösterip miskinleşmeyelim. Dünyada hangi güzellik varsa onun altında İslam’ın derin ve aşkın anlamları olduğuna hem kendimiz inanalım, hem de herkesi inandıracak bir tebliğ anlayışı içinde olalım. Bizler kurtarıcı beklemek yerine kurtarıcı olmaya aday olalım. Beklemek pasiflik, aday olmak, hareket getirir. Hareket eden bir düşüncenin hedefe ulaşması çok yakındır. Hedefe ulaşmasa bile amaç, bu uğurda yapılabilecek en doğru işlevin bu olduğunu göstermek ve olumlu örnekler sunmaktır. Artık gemileri yakmanın zamanı gelmiştir. .
Posted on: Thu, 28 Nov 2013 21:46:36 +0000

Trending Topics



Recently Viewed Topics




© 2015