GÖNÜLLER SULTANI YUNUS EMRE. 2.BÖLÜM TASAVVUFİ - TopicsExpress



          

GÖNÜLLER SULTANI YUNUS EMRE. 2.BÖLÜM TASAVVUFİ KİŞİLİĞİ-HAYATI KİTAPLARI : YUNUS EMRE DİVANI- RİSALETÜN NUSHİYYE RİSÂLETÜN- NUSHİYYE Nasihatler Risalesi Öğütler Kitabı Açıklama: Latif YILDIZ (Kul İhvâni) YARATILIŞ DESTANI-1 Pâdişâhın kudreti gör n’eyledi Od u sû toprâğ u yele söyledi Sistemi var eden ve idâre eden Azamet Sahibi ALLAHU ZÜ’L- CELÂL kudretiyle dört temel unsur olan Ateş-Su-Toprak ve Havaya emretti ki : “Kün! : Ol!” “fe yekün : derhâl oldu” Kudret : Güç. Takat. * Her yeri kaplayan kudretullah. * Varlık. Ehliyet. Becerebilme. * Zenginlik. * Kabiliyet. * İlm-i kelâmda: Allah Teâlâya mahsus ezelî ve ebedî ve bütün kâinatta tasarruf eden sıfattır. Od u sû toprâğ u yel: Ateş (enerji), Su, Toprak, Yel (hava) Anâsır-ı Erbaa : Dört unsur: Toprak, hava, su, nur (veya ateş). إِنَّمَا أَمْرُهُ إِذَا أَرَادَ شَيْئًا أَنْ يَقُولَ لَهُ كُنْ فَيَكُونُ “İnnema emruhu iza erade şeyen ey yekule lehu kün fe yekun : Bir şey yaratmak istediği zaman Onun yaptığı «Ol» demekten ibarettir. Hemen oluverir.” (Yâ Sîn 36/72) Bismillah deyip getirdi toprağı Ol arâda hâzır oldu ol dağı Bismillah ile toprağı yarattı ve o anda kulluk imtihanı için yaratılan insanın ilk Benlik Dağı olan topraklığı hazır oldu. Bu beyitte besmele çekenin ALLAHU ZÜ’L- CELÂL olduğuna dikkat etmeliyiz. Bismillah : Allah namına, Allah için, Allahın adı ve izni ile. Toprâğ ile sûyu bûnyâd eyledi Âna Âdem demeği âd eyledi Toprak ile suyu temel-esas bina edip ona “Âdem” ismini verdi. Bûnyâd : Bünyad. f. Temel, esas. Yapı, binâ. Âd : Ad. İsim, nam, şöhret, şan, itibar, haysiyet. Yel gelip ardında dağıttı anı Çünki kızdı cisme ulaştı canı Beden de iki temel unsuru toprak-su çamuru cismine can olan ve Emr Âleminden gelen Ruh Nuru, yel gibi cereyan edince cisim ısınıp-hararete düşüp darmadağın oldu… Sûrete girmeğe can fermân olur Pâdişah emri anâ fermân olur İnsan benliğinde kimlik ve kişiliğinin iç özü olan “Can= sîret” in, dış yüzü ve kabı olan “Beden=sûret” e girmesi emr edilince… Sîret : Bir kimsenin içi, hâli, hareketi, ahlâkı. * İnsanın tutmuş olduğu mânevi yol. Sûret : (C.: Sur - Suver) Biçim, görünüş. * Kılık. Tarz. * Yol. Gidiş. Hal. * Tasvir. Dıştan görünen şekil. * Çare. Fermân : f. Emir. Tebliğ. Anâ : ona, onu, onun hakkında. فَإِذَا سَوَّيْتُهُ وَنَفَخْتُ فِيهِ مِن رُّوحِي فَقَعُواْ لَهُ سَاجِدِينَ “Fe iza sevveytühu ve nefahtü fihi mir ruhiy fekau lehu sacidin : «Ona şekil verdiğim ve ona ruhumdan üflediğim zaman, siz hemen onun için secdeye kapanın!»” (Hicr 15/29) Sûreti can girdi pûr nûr eyledi Sûret dâhı cânı mesrûr eyledi Bedene can girince onu nur ile doldurdu, diriltti. Beden de canı sevinçlere kavuşturdu. Can – Ten Tevhidinin ayna ardı… Pûr nûr : Nurla dopdolu. Mesrûr : Sevinçli. Sürurlu. Meserretli. Merâmına ermiş. Hamd û şekr etti dedi ey Zû’l– Celâl Bin benim bîğî yaratsan ne muhâl Âdem: “Ey Zû’l– Celâl! Benim gibi binlercesini yaratmaya gücün yeter.” dedi. Bîğî : Gibi. Muhâl : İmkânsız, vukuu mümkün olmayan. Bâtıl, boş söz. * Hurâfe olan nazariye. Toprağ ile bile geldi dört sıfat Sabr u iyi hû tevekkül mekrümet Âdem’e Topraktan dört sıfat geldi ki bunlar: Sabır, iyi huy-güzel ahlâk, tevekkül ve keremlilik-cömertlik. Sabr : Acıya ve zorluğa katlanmak. * Bir musibet ve belâya uğrayanın telâş ve feryad etmeyip sonunu bekleyip tahammül ile katlanması. * Muharebede şecaat gösterme. * Bir kimseyi bir şeyden alıkoymak. * Öğrendiği bir şeyi başkasının da öğrenmesi için tâkat getirmek Hû : Huy. Yaratılıştaki vasıf. İyi hû : Güzel ahlâk. Tevekkül : İşi başkasına ısmarlamak. * Sebeblere tevessül ettikten sonra neticesini Allaha bırakmak. Allahtan gelene razı olmak. Kendine ait vazifeyi yaptıktan sonra neticelerini Allahdan istemek. Kadere razı olmak. Hakka güvenmek. * Yeis ve kederden uzak olmak. * Âcizlik göstermek Mekrümet : Keremlilik, ululuk, yücelik. Cömertlik. Suyıla geldî bile dört dürlü hâl Ol sefâdur hem sehâ lûtf u visâl Âdem’e Sudan dört sıfat-hâl geldi ki bunlar: Sefâ, sehâ, lütuf ve kavuşma arzusu. Hâl : Durum, vaziyet. Görünüş. Tavır. Suret. Keyfiyet. * Cezbe. * Dert, keder, elem. * Mecâl. Kuvvet. Sefâ : Gönül rahatlığı, kaygısız ve sâkin olma. Eğlence, neşe, zevk. Sehâ : Cömertlik, el açıklığı. Lûtf : Lütuf. Rıfk ve nevâziş. İltifatla mülâyemet üzere muâmele eylemek. Allah (C.C.) Hazretlerinin kullarını rıfk ve sühuletle murâdına muvaffak eylemesi. * Güzellik, hoşluk. * İyilik, iyi muâmele. Visâl : (Vasıl. dan) Vâsıl olma. Sevdiğine ulaşma. Kavuşma. Ayrılıktan kurtulma. Yel ile geldi bile bil dört heves Oldurur kizb û riyâ tizlik nefes Âdem’e Havadan dört sıfat geçti ki bunlar: Yalan, riyâ, acelecilik ve soluk alıp verme. Heves : Gelip geçici istek. Nefsin hoşuna gitmek. Devran edip gezmek. Akıl ve nakil ile olmayıp nefis ile olan istek. Oldurmak: Vücuda getirmek. Yaratmak. Oldurur : Onlardır ki. Kizb : Yalan. Yalan söyleme. (Sıdkın zıddı)(Kizb, küfrün esasıdır. Kizb, nifâkın birinci alâmetidir. Kizb, Kudret-i İlâhiyyeye bir iftiradır. Kizb, Hikmet-i Rabbaniyyeye zıddır. Ahlâk-ı âliyeyi tahrib eden kizbtir. Âlem-i İslâmı zehirlendiren, ancak kizbtir. Âlem-i beşerin ahvalini fesada veren, kizbtir. Nev-i beşeri kemalâttan geri bırakan, kizbtir. Müseylime-i kezzab ile emsalini âlemde rezil ve rüsva eden, kizbdir. İşte bu sebeblerden dolayıdır ki; bütün cinayetler içinde teline, tehdide tahsis edilen, kizbdir... Û : Vü. Ve. Riyâ : Özü sözü bir olmamak. İnandığı gibi hareket etmeyiş. İki yüzlülük etmek. Gösteriş için yapılan hareket. (Bak: İhlâs) Tizlik : Sertlik. Nefes : Soluk. Nefsin nefesin emrinde oluşu. Od ile geldi bile dört dürlü ded Şehvet û bir û tama’ birle hased Âdem’e Ateşten dört derd geçti ki bunlar: şehvet-aşırı istekler, bencillik, aç gözlülük ve kıskançlık. Od : Ateş, nar, şule, nur. Ded : Derd. f. Tasa, keder, kaygı. * Hastalık, illet. Şehvet : Hevâ-yı nefsin meyli ve arzusu. * Bir şeyi fazla istemek. * Cinsî istek. Mahbube için olan istek, iştiha. (Yemek, içmek, uyumak da şehvetin şubelerindendir.) Kudsi Hadiste Cenab-ı Hak buyuruyor: Ey benim için şehvetini bırakıp gençliğini bana veren genç! Sen meleklerin bir kısmı gibisin. Bir : Birrin zıttı olarak sadece ve bir tek kendini düşünmek. Eğoistlik. Kural tanımamazlık. Birr : Temizlik. * Günahtan çekinmek. * Takvâ. * İnâm ve ihsan etme. * Amel-i sâlih, iyi amel. Tama’ : Hırsla istemek. Doymazlık. Aç gözlülük. Çok isteme. * Askerî fertlerin maaşları. (Kamus) Hased : Başkasının iyi hallerini veya zenginliğini istemeyip, kendisinin o hallere veya zenginliğe kavuşmasını istemek. Çekememezlik. Kıskançlık. Kıskanmak. Hased yalan da dahil tüm kötülüklerin anasıdır. İblis şeytanı hased bu hâllere düşürmüştür. Cân ile geldi bile uş dört hısâl İzzet û vahdet hayâ adâb- hâl Âdem’e can ile birlikte dört huy-ahlâk geldi ki bunlar: İzzet, vahdet, utanma duygusu ve edebli oluş. Uş : Üş. İşte, şimdi. Çünkü. Ancak. Hısâl : (Haslet. C.) Hasletler, huylar, tabiatlar. Ahlâk. İzzet: Bir kimse zelil iken kavi ve kudret sahibi olmak. Ziyâdelik ve üstünlük. * Değer, kıymet. Kuvvet. Muhterem ve muteber olmak. * Bulunmaz derecede az olan şey Vahdet : Birlik. Yalnızlık. Teklik. (Kesretin zıddıdır.) Hayâ : Hicab, utanma, edeb, ar, namus. Allah korkusu ile günahtan kaçınmak. Adâb : (Edeb kelimesinin çoğuludur.) Usul, yol, yordam, davranış kaideleri, terbiye. Ahlâk ve terbiyenin gerektirdiği konuşma ve hareket tarzı. Adaba uymayanlara edepsiz denir. Hâl : Durum, vaziyet. Görünüş. Tavır. Suret. Keyfiyet. * Cezbe. * Dert, keder, elem. * Mecâl. Kuvvet. Gel imdî dinle sözü şerh edeyın Biri bîrin onu sana diyeyim Ey Okuyan kişi! Gel şimdi dinle de sana sözümü açıp genişçe anlatayım. Her birini tek tek sana söyleyeyim. İmdî : Şimdi, artık, o hâlde, öyleyse. Şerh : Açma, genişletme. * Açıklama. Anlaşılanı anlatma. Bir yazı veya konuşmayı kolay anlaşılması için izah etme, tafsil etme. * Bir şeyi dilim dilim kesme. * Bollaştırma. * Bir müşkil ve mübhem makaleyi açıklama, keşif ve izhar etme. * Açıklanmış yazı, risale. Edeyın : edeyim. Biri bîr : birer birer, birbiri ardınca. Cü sâhın hikmeti akdemden îdi Bu birkaç söze şerh Âdem’den îdi Çünkü her doğru-sahih olanın doğru oluş hikmeti ilk önceden idi. Bu anlatılan birkaç sözün açıklaması aslında Âdem aleyhisselâm ile başlamıştı. Sâh : Sahh. Sahih. Gerçek, doğru, kusursuz, ayıpsız. Hikmet : İnsanın, mevcudatın hakikatlerini bilip hayırlı işleri yapmak sıfatı. Hakîmlik. Eşyanın ahvâlinden, hârici ve bâtini keyfiyetlerinden bahseden ilim. Akdem : Daha önce. Daha ileri. Daha mühim. Âdem : İnsan. İlk insan ve ilk peygamber (A.S.)Allah ilk insan olarak Âdemi, sonra eşi Havvayı yaratmıştır. Bugünkü insanlar onlardan türeyip çoğalmıştır. Bazı dine tâbi olmıyanlar, insanın maymun soyundan bir hayvandan türediğini iddia ederler. Bu iddia kasıtlıdır, çünki ilmî isbatı yapılamamıştır. Lâboratuarlarda küçük canlılar üzerinde yapılan çalışmalar göstermiştir ki, canlının genetik yapısında meydana gelen değişiklik sonucu türeyen yeni canlı, ana-babasından daha mükemmel değil; dejenere olmuş, soysuzlaşmış, bozuk bir şekil almıştır. İnsan ise en mükemmel mahluktur. Kaldı ki bu güne kadar bir canlının değişip başka bir canlı haline geldiğini kimse görmemiştir. Bugünkü maymunlar da hâlâ insan olmamışlardır. Bugünün psikoloji ve felsefi antropolojisi insanın mahiyetçe, özce hayvandan farklı olduğunu kabul etmiştir. Bu muhtasar cihan îki cihanca Dügeli bâkar îsen yüz bin anca Şu bizim bildiğimiz dünya ve Âhiret cihanları kısacası olup fikir ederek bakarsan eğer onlar gibi yüz bin cihan olduğunu anlar görürsün. Muhtasar : Az. Kısa. Uzun olmayan. * Tekellüfsüz. * İhtisar edilmiş. Kısaltılmış. Dügeli : Bütün, hepsi. Anca : Ancağ. Onca. O kadar. Öyle. Azim cihandürür gönül cihânı Seni izler isen bûlâsın ânı Altı yön olan ön-arka-sağ-sol-alt-üstten başka birde özünde-içinde gönül-kalb cihanı vardır. Eğer sen seni bilirde izlersen senin özündeki gönül ülkesini ilir-bulursun. Ânı : onu. Haber verîserem nefsin elinden Ümîdin vâr ise gîdesin andan Ben sana haktan ve hakikatten haberler verdiğimde kulluk imtihanı içinde ve zıtlar âleminde doğru ve yanlışı seçip tercihini kullanabilme kabiliyetinde yaratılan insan nefsini cehâletten kurtarıp kemâlâta ulaştırabilirsen ve bu hususda azmin ve ümidin var ise elinden kurtulup gönül ülkesine geçebilirisin. İkî sutlandurur sâna hâvâle Diler her bîrsi kim mülki âla Kulluk imtihanın gereği sana bırakılan tercih hakkını teşvik eden iki sultan vardır. Her ikisi de isterler ki senin Benlik Mülkün onların eline geçsin. Sutlandurur : Sultan vardır ki. Hâvâle : Bir işi veya bir şeyi başka birine bırakma. Ismarlama. Mülk : Mal. Yer. Bina. * Hüküm ile bir şeyin zabt ve tasarrufu. * İzzet, azamet, şevket. * Bir şeyin dış yüzü. * İnsanın sahip ve malik olduğu şey. * Akıl sahiplerini tasarruf etmek. * Mâlik olmak. Mülki âla : En iyisinden mülk. Birî rahmânidir can hazretinden Birî şeytânidir garez yatından Bu sendeki iki emredici ve kesin yapmanı isteyen iç gücün birisi Rahmânî ve Can tarafından olup iyi niyetli Hakka inanmayı ve hayrı işlemeyi emreder. Diğeri ise Şeytanî ve kötü niyetli kincilik tarafından olup bâtıla inanıp şerri işlemeyi emreder. Rahmâni : Rahmânî. Rahmana ait ve müteallik. Allahtan gelen, her hususta hayırlı olan. Hazret : Değerli ve büyük sayılanların ismi sonuna gelen ek. Şeytâni : Şeytânî. Şeytanla alâkalı. Şeytana yaraşır. Garez : Garaz. (C: Ağraz) Maksat, niyet, gaye, kasıt. Kötü niyet. Kin. * Ok atılan nişan. * Izdırab. Acı. * Zelillik. Yat : Yan, ind. Gör imdî kim seni kîme taparsın Kime kapu açar kime yaparsın Bu şartlar altında sen iyice bir düşün ve gör ki sen kime tapıp-kulluk etmektesin. Gönül ülkesinin kapısını kime açmakta ve kime kapatmaktasın. Kapu : Kapı. On üç bin erdûrûr rahmâni leşker Zebunsuz kimselerdir key erenler Rahmânî Sultanın-gücün on üç bin askeri vardır. Ey Erenler! Bunlar çok güçlü-kuvvetli kimselerdir-duygulardır. Leşker : f. Asker. Zebun : f. Zayıf, güçsüz, âciz. * Alışverişte aldanan. Key : Gey. Çok, pek, pek çok, gayet. İyice, hakkıyla. Yerine, uygun, muvafık, doğru. Muhteşem, büyük. Dokuz bindir bu nefsin haşerâtı Müdâm eyerlidir bunlârın âtı İnsanın Rabb’ısına kulluk yapıp yapmaması imtihanındaki kendi kimlik ve kişiliği olan “NEFS”inin zarar verici düşmanı dokuz bindir. Bu Şerr güçlerinin saldırı için atları dâima eyerli-hazırdır. Haşerât : Zararlı ve değersiz oluş. Müdâm : Devam eden. Sürekli. Dâim ve bâki olan. * Mübtelâ olan. “Her nefeste Allah adın de müdam Allah adı ile olur her iş temam..” Süleyman Çelebi Eyer : Binek hayvanlarının sırtına konulan nesne. Palan. Nişanları bu kim yüzleri kara Bu nifrîn-ü şikâyet kanda vâra Bu Şerr güçlerinin taşıdığı belirleyici işaretleri yüzlerinin dâima kara oluşudur. Nerede bir beddua-kötü dilek ve şikayet duysalar hemence oraya yetişip işleri çıkmaza sokarlar. Nişan : f. İz. Nişan. Alâmet. İşaret. * Yara izi. * Hedef, vurulması istenen nokta. * Hâtıra için dikilen taş. * Taltif için verilen madalya. * Evlenmeden önceki anlaşma ve karar işareti veya merasim. * Tuğra. * Ferman. Nifrîn : bed-duâ, lânet, ilenmek. Şikâyet : Sızlanma, sızıltı. Kanda : Nerede, nereye. Sakıngıl kim bulardan olmâyasın Ki nefs dîvânına yâzılmayâsın Sen sakın sakın bu sıfatları barındırıp-taşıyanlardan olmayasın! Yoksa nefsin hevâ ve hevesine uyanlar defterine yazılırsın! Bulardan : Bunlardan. Dîvân : Buyruk ve hükümlerin yazıldığı tutanak. Ke nefsin dîleğin can besler îsen Yerin nur can sözün esler îsen Eğer sen Canın kıymet ve değerini anlar beden ve nefsin, can için çalışıp çabalaması ve dilemesi gerektiği gerçeğini anlar nefsini susturup Can-Ruhun sözünü dinler isen yerin nur olur. Dünyan, dininin ve âhiretin mâmur olur. Eslemek : Dinlemek, kabul etmek, baş eğmek. Tekebbür nefsdir sultânı bilmez Çerîsinde iyi dirlik dirilmez Kibirlenip sadece ben varım bencilliği başka Sultan filan dinlemez ve Nefsîdir. Nefsin kibirine sebeb olan aşırı istek-şehvet, hevâ ve heves askerleri içinde doğru dürüst geçim hayatı yaşanamaz. Tekebbür : Kibirlenmek. Kendini büyük saymak. Nefsini büyük görmek. Çerî : Asker. Dirlik : Yaşayış, hayat, sağlık, varlık, geçim. Huzur, erinç. Key ârı can şeh hazretinde Irılmâdan dura sultan katında Şunu iyi anla ki, Emr Âleminden olmakla içine yabancı bir kötü huy giremeyen Can-Ruhun dışı nefsin pisliklerinden tıpkı bir ampülün-lambanın dış yüzüne sinek pislemiş gibi kirlenebilir. İşte bu pisliklerden canını arıtan gerçek Kâmil İnsan olan şehâdet Şeyhi, rüşde ermiş ve başkalarının rüşde ermesine Allah rızası için hizmet eden Muhammedî Mürşid gerçek diri “CAN”dır. Cehâlette ölü olanları Kemâlâtta canlandıran böylesi Sırr Sultanlarının huzurunda, hizmetinde, öğretim ve eğitiminde sabırla kalıp, ayrılıp kaçmadan-firar etmeden durmalısın. Key : Gey. Çok, pek, pek çok, gayet. İyice, hakkıyla. Yerine, uygun, muvafık, doğru. Muhteşem, büyük. Ârı : Temiz, münezzeh. Yabancı şeylerden arınmış, katışıksı, saf, halis. Günahsız. Şeh : Şeyh. Bir tekke veya zaviyede müridleri olup onları yetiştiren, rüşde erdiren, olgunlaştıran Erenlerden olan Mürşid. Irılmak : Ayrılmak, uzaklaşmak, kaybolmak. Yorulmak. Katında : Huzurunda. Kadîmden nefsdir sultâna âsî Bir urgandır heman ânın behâsı Ezelden beri Nefs, Rahmânî Sultana isyankârdır. Kulluk imtihanı gereği budur. Bu hâlini islah ve iflaha çevirmez ise onun sonuçta değeri iptir. En acı şekilde idam oluştur kendi eliyle… Kadîm : Eski zaman. * Başlangıcı olmayan. Uzun zamandan beri var olan. * Evveli bilinmeyen hâl ve keyfiyet. Âsî : Asî. İsyan eden. Emirlere itâat etmeyen. * Günah işleyen. * Meşru idâreyi tanımayıp baş kaldıran. Urgan : t. İp. Halat. Behâ : Baha. f. Kıymet. Değer. Bedel. Pahâ. Bu nefs oğlanları dokkuz kişidir Nifâk u şirk oların işîdir Bu nefs babasını dokuz oğlu vardır. İşleri dâima İlâhi düzene karşı bozgunculuk ve Sistemi yaratan Rabbülâlemine şirk-ortak çıkıştır. Nifâk : Müslüman gibi görünüp kâfir olmak. İki yüzlülük. * Bozuşukluk, ara açılmak. * Dinde riyâ etmek. Şirk : En büyük günah olan Allaha (C.C.) ortak kabul etmek. Allahtan (C.C.) ümidini keserek başkasından meded beklemek. (Şirkin mânası mutlak küfürdür.) (Politeizm). Ulû oğlu tama’ iyi iş itmez Cihan mülkü onun olursa yetmez Büyük oğlu tamah-aç gözlülük olup asla iyi bir iş işleyemez şükür edemez. Bütün cihanı ona versen yine de yetmez, dahasını ister. Ulû : Ulu. Ulı. Zengin. Ağır. Çok büyük, çok önemli. Şerefli, saygı değer. Tama’ : Tama’kâr. Tamahkâr. Aç gözlü. Cimri. Bir er donlu durarlar kapısında Esîr etmiş cihânı tapısında Nice koç yiğitleri-tok gözlülük ve kanaatkârlıkları kapısında esir edip sanki cihanın tapusunu almış üzerine. Er : Koca, zevc. Erkek, kişi Don : Ton. Elbise, kılık kıyafet. Esîr : Kul, köle. Harpte teslim alınan düşman. Teslim olan. Tapı : Huzur. Sever dünyâyı çün oldur imânı Susuzdur dünyaya konmaz revânı Öylesine aşırı bir dünya tutkunluğu vardır ki tek inandığı iman-gerçek dünya sevgisidir. Bu sevgisi her akan ve durmayan bir ırmak gibidir ama asla dünya suyunaa da kanamaz. Deniz suyu gibi içtikçe yanar yandıkça içer. Bu bitmez kısır dönğü son nefesine kadar sürer gider. Çün : Çünkü, o vakit, değil mi ki. Revân : f. Giden, akıcı. * Derhal. * Ruh, can. Nefs-i nâtıka. * Edb: Su gibi akıp giden güzel söz. Neyi sever isen imânın oldur Nice sevmeyesin sultânın oldur Sen neyi seversen imanın o olur. Nasıl sevmeyesin ki o senin emir verici ve yaptırıcı Sultanındır. Aşkı ile canını bile verirsin. Sultân : Reis. İslâm Hükümdarı. Hâkimiyet sahibi. Padişah. * Allah. (C.C.) * Kuvvet, kudret ve hâkimiyet sâhibi. * Hükümdar âilesinden olan anne, kız gibi kadınlardan her biri. * Hüccet ve delil. * Kahr ve tegallüb mânasında masdardır. Her şeyin yavuz, şiddet ve satvetine denir. Kelimenin aslı selit olup, cemi sultandır. Selit ise, zeytinyağının ismidir. Zeytinyağı kandilinin ışığıyla ışıklandırma yapıldığı gibi, padişâh ve vali dahi şule-i adl ve zabt ü ihtimamıyla memleketini tenvir etmek münâsebetiyle onlara da bu mâna ıtlak olunmuştur. Sevindirir bil senî senden ileden Ne sever isen ol yânâya yeden Şunu bil ki seni senden ayırıp-senden edip de senle olan. Sevdiklerinden ayırıp sevgilin olan. Kara sevdâ ile sevgiliye peşi sıra götüren… Yedmek : yedeğinde peşi sıra götüren, kendi kılavuzluğuna alan. Ki sevdiğinden öte menzilin yok Asıl ma’nî budur söz kelecî çok İnsanın sevgi sınırını sırrı SEVGİLİ’den öte bir yer- varılacak makam yoktur. Mâneviyat dediğimiz mânâ-sözün özü budur Boş sözler-lakırdı lafları ise halk arasında veya mânâ ehli olmayan tasavvufu tasavvurları sanan zavallılar arasında pek çoktur. Menzil : İnilen yer. Konulacak yer. * Yer. Dünya. Ev. * Mesafe. Ma’nî : Ma’nâ. İç, iç yüz. Akla yakın sebeb. Anlam. Kelecî : söz, kelime, laf, lakırdı. Bu yolda da’vi sığmaz ma’nî gerek Neyî kim sever îsen ânı gerek İlâhi Aşk Yolu’na benlik davası sığmaz-gerekmez mânâ sığar-gerekir. Herkes özünün emrinde olup neyi çok-candan seviyor ise onun işini işler-yapar... Da’vi : Da’vâ. Bir mesele üzerinde kendine mahsus-hususi bir fikir sahib olma. İddia. Ma’nî : Ma’nâ. İç, iç yüz. Akla yakın sebeb. Anlam. Buçuk gün durmayan aklın katında Ne lâyık ola şâhın hazretinde Kulun kendisine İlim-İrade-İdrak-İştirak edebilmek için emânet edilmiş olan akılın huzurunda yarım gün durmayan, aklını ilim ve edeb içinde öğretip-eğitip hak ve hayırda kullanmayan kişinin bu sistemi Kulluk imtihanı için var eden Şahın-Rabbülâleminin bizzât huzurunda ne işi var-lâyık değil ki o huzurda hazır olmaya… Buçuk : Yarım. Yarısı. Şâh : Padişah, hükümdâr. Yaratılış Destanı-2 Görem bi şahs gelir benzi sararmış Tutulmuş dili aklı yâvı varmış Bir şahıs-kişi görmekteyim ki benzi sararmış. Dili tutulup aklı kaybolmuş. Beniz : Yüz rengi. Yâvınmak : Yayınmamak. Dağılmak Yayıvarmak : kaybolmak. Gelip aklın önünde tâpı kıldı Hak’a şükreyledi çün ânı buldu İşte bu kişi gelip aklın önünde huzurda durdu. Hakk’a kendi aklını bulduğu için şükür etti. Tâpı kılmak : İtâat etmek, boyun eğmek.Yüceltip saygı göstermek. Eğer sen akl isen gel beni gör der Timâr eyle benim derdime er der Bu şahıs akla diyor ki: “Eğer sen akıl isen gel beni gör, bana beni bildir, buldur ve gerçek ben oldur. Ey yiğit-er akıl benim benlik derdime çâre bul kemâlâta ulaştır!” Timâr : f. Bir şeyin devam ve inkişafı için yapılan hizmet. Ayıtmâdın göreyim bir gün ânı Ne sordun kimseye ol kimse kanı Sen ki uzun yıllar içinde bir gün ayırıp onu uyarmadın. Nerede bu “BEN” kimsesi diye kimselere de sormadın! Ayıtmak : Söylemek, demek, hitab etmek. Kanı : Hani, nerede. Tama’ kervânı ile yoldan azdım Sanâ geldim çün ögüm sende sezdim Ben aç gözlülülerin kervanına katılıp doğru yoldan ayrılıp-azdım. Şimdiyse san geldim. Çünkü benim derdimin çıkış kapısı olan aklımın sende olduğunu sezdim-anladım. Tama’ : Tama’kâr. Tamahkâr. Aç gözlü. Cimri. Ög : Akıl, hatır, zihin. Bunâlıp sâna geldim hâlimi bil Mededin vâr ise gözüm yaşın sil Ben bu karanlık ve kargaşa haytından bunalıp-sıklıdım. Benim bu zor hâlimi bil-anla! Yardım etme gücün var ise derdimi bitir ve acıdan akan göz yaşımı sil- durdur. Meded : İnayet, yardım, imdad, eman. Eyvah. Tama’ hapsına düştüm çıkamâzım Katı berktir dıvârı yıkamâzım Bir aç gözlülük-tamahkârlık hapishânesine düştüm ki duvarları yüksek-aşılmaz, çok sert-delinip yıkılmaz… Tama’ : Tama’kâr. Tamahkâr. Aç gözlü. Cimri. Haps : Habs. Hapis, alıkoyma, bir yere kapatıp dışarı çıkarmama. Salıvermeme. * Zaptetme, tutma. Katı : Çok, çok fazla, pek şiddetli, sıkıca, gayet. Ağır, acı. Haşin, sert, kırıcı. Berk : t. Katı. Sert. * Serin. * Metin, sağlam. Dıvâr : Duvar. Key erenlerdûrür zındânı bekler Bahâdırlar demir yürekli erler Bu zindanın içinde bekleyen nice erenler, yiğitler ve demir yürekli erler vardır. Bu zindana düşmüşler beklemektedirler. Key : Gey. Çok, pek, pek çok, gayet. İyice, hakkıyla. Yerine, uygun, muvafık, doğru. Muhteşem, büyük. Zındân : f. Karanlık, yeraltı hapishânesi. Sıkıntı ve karanlık yer. Bahâdır : f. Kahraman. Cesur. Yiğit. Dilâver. Bin er donlûdurur tama’ çerîsi Mûbârizdir bahâdır her birisi Bu Tamahkârlığın, her şeye göz dikmenin ve aç gözlülüğün bir adet savaş elbiseli askeri vardır. Her birisi de döğüşe hazır ve döğüşü çok iyi bilir değerdedir. Mûbâriz : Döğüşe-güreşe kalkışan, şiddetli münakaşaya girişen. Ele gireni zındâna vururlar Ayâğınâ da demir buyururlar Ellerine geçirdiklerini zindana atıp ayakların da demir bukağı vurulmasını emrederler ki tutsaklar kaçamasınlar. Suâl ettim bulâra ne kişîsiz Ulûnuz kimdürür kimin eşisiz Ben bunlara sordum ki: “Sizler kimlersiniz? En büyüğünüz kimdir? Kimin benzeri-eşisiniz?” Dediler kamusu nefs kullarıdır Kamâsunun tama’ ulûlarıdır Dediler ki: “Hapisi de nefsin kullarıdır. Hepisinin de en büyüğü tama’dır.” Tama’ : Hırsla istemek. Doymazlık. Aç gözlülük. Çok isteme. Kamusu : Hepisi, tümü. Herkes. Ulû : Ulu. Ulı. Zengin. Ağır. Çok büyük, çok önemli. Şerefli, saygı değer. Tama’-dârın yeri tâmuda olur Kaçan tâmud’ olan âşûde olur Tama’ sahibi kişinin yeri cehennemde olur. Zaten o kimse cehennemde olmaz ise- o kötü ahlâkı yaşamaz ise asla rahat ve huzur içinde olamaz. Tama’-dâr : Tamahçı. Kaçan : Vatka ki, o zaman. Tâmu : (Aslı: Tamuğdur) Cehennem. Âşûde : f. Rahat, huzur içinde. Dinç. Müsterih. Sâkin. * Bir cins helva adı. Yolum ald beim aldâdı tuttu Bugün yârın ile ömrüm tüketti Benim yolumu kesti, aldattı ve esir etti. Bu gün yarın serbest bırakırım diye ömrümü tüketti. Aldamak : Aldatmak, kandırmak, oyun etmek. Akıl ânın sözün çünkim işitti Tefekkür eyleyip kendiye gitti Ne zaman ki akıl onun-nefsin bu sözlerini işitti. Düşündü kendisine gitti-ulaştı. Tefekkür : Fikretmek. Düşünmek. Fikri harekete getirmek. Çü gene geldi akl öğütler ânı Bize gelenlerin kurtuldu cânı Akıl ona gelip öğütler verip: “Bize gelenlerin canları bu zindandan kurtuldu” der. Bize geldin ise endîşe yeme Ne kılam deyibeni gussa yeme Artık bize geldikten sonra endişelenme! “Ne yapayım ben?” diyerek kederlenme! Endîşe : f. Korku. Düşünce. Merak, keder, kuruntu. Gussa : Keder. Tasa. *Gam. * Boğaza takılan yemek. * Ağaç, diken. Kanâat fakr ile pes gele şimdi Bakadur düşmene gör nide şimdi Tama’nın panzehiri-ilacı olan kanaat ile fakr sahibi oluş şimdi geldiklerinde bak bakalım düşmana-tama’ya neler edecekler. Kanâat : Aç gözlü olmayıp hırs göstermemek. Kısmetinden fazlasına göz dikmemek. Helâl ile yetinip haramı istememek. Az şeyi de olsa kısmetine razı olmak. Fakr : İhtiyaç, yoksulluk. * Azlık, muhtaçlık. * Cenab-ı Hakka karşı fakrını, ihtiyacını hissetmek. * Tas: Kendisindeki bütün her şeyin Allaha âit olduğunu bilmek. Çağırdı muştucu geldi kanâat Harir donlar geyer biner kurağ’ at “Kanaat geldi!” diye müjdeci haber verip seslendi ki ipek elbiseler giymiş eyeri özel süslü savaş atına binmiş hâlde… Muştu : Sevindiren haber. Sava. Müjde. Harir : İpek. İpekten yapılmış. * Harâretli. Sıcak. Kur : Süslü, özenle yapılmış eyer. Kurağ’ : Eyeri süslü. Alemleri yeşil bulundu çıktı Kimesne eslemez yavlak ınıktı Yem yeşil bayraklarını açtı meydana çıktı. Kimselerin dinlemez-gözünün yaşına bakmaz ve herkes boyun eğmek zorundadır. Alem : Bayrak. * Nişan, işâret. Kimesne : Kimsene. Kimse. Eslemek : Kulak asmak, dinlemek. Yavlak : Çok fazla. Inıkmak : itâat Etmek, boyun emek. Çavuşlar yöğşirir sağdâ vu solda Gırîv u zemzemedir değme yolda Ordusundaki çavuşlar sağda solda koşuşturmaktalar. Bağrış-çığrış naraları-haykırışlar bini bir paraya o kadar çok… Yöğşirmek : Koşuşmak. Gırîv : Bağrış-çığrış. Zemzeme : Nağme, nara. Değme : Her, herhangi. Gelişi güzel, rastgele. Anı gördü kaçar nefs haşerâtı Görimdi nîtedir hâlık sıfâtı Nefsin kötü ve zararlı huyları onu görünce kaçışırlar. Gör şimdi ki nasılmış Hâlık (cc) sıfatı-emri olan kanaat-fakr nasılmış. Haşerât : Değersiz ve zararlı olan kimse, böcek vs. Nîte : Nasıl. Hâlık : Yoktan yaratan. Yaratıcı. Allah (C.C.) Sınıktı cümlesi gerü kayıkmaz Döker oğlun kızın ardına bakmaz Tama’ askerlerinin hepisi bozguna uğradı geri dönemezler. Oğlunu-kızını geride bırakıp ardına bakmadan kaçarlar. Sınıkmak : kırılmak, bozguna uğramak. Kayıkmak : Temayül göstermek, kaymak. Sapmak, yüz çevirmek. Bunaldı cümlesi durmâdı kaçar Kılıç lâzım değil iş oldu nâçar Çâresiz kalıp bunaldılar kaçacak delik ararlar. Çâresi ve çıkar yolu olmayan bu huylara kılıç bile gerekmez, toz oldular. Nâçar : Çâresi ve çıkar yolu olmayan, çâresiz. Kılıçlar kanlıdır erleri gaazî Uçar kuşlar gibi atları tâzî Kanaat ve fakrın askerleri gâziler olup kılıçları tama’ kanıyla boyandı. Bu askerlerin atları sanki uçan kuşlar gibi arap atları… Gaazî : Gazî. Din uğrunda harbeden. Cihadda yaralanmış veya harbetmiş olan kimse. Harpte ordunun başına geçen kumandan. Muzaffer olan ve harpten sağ dönen. Tâzî : Arap atı Tazı : Tâzî’den çölde çok hızlı koşan av köpeği türü. Tama’dan kurtarırlar il ü şehri Sıdılar leşkerin cebrî vü kahrî Beden ülkesini ve gönül şehrini işgal eden tama’ dan kurtarıp askerlerini zorla ve kahredercesine kırdılar. Tama’ : Tamahkârlar. Sımak : Kırmak. Leşker : Asker. Cebrî : Cebren. Zorla, kuvvet kullanarak. Kahrî : Kahren. Ezerek, mahvederek. İderler hây u hû nifrîn ü efgan Muhâldir kimse ondan kurtarâ can “Hayy ve huu!” naraları, beddua ve fiğan ederek saldırırlar. Hiçbir kimsenin bunlardan canlarını kurtarması imkansızdır. Hây u hû : Nara atarken çıkarılan sesler. Nifrîn : bed-duâ, lânet, ilenmek. Efgan : Figan . f. Acı ile bağırıp çağırmalar. Feryatlar ve istimdat. Muhâl : İmkânsız, vukuu mümkün olmayan. Bâtıl, boş söz. * Hurâfe olan nazariye. Sıyıp çerisin iline akarlar Kovup oğlun kızın şehri yakarlar Askerlerini kırıp tama’ ülkesine saldırıp akarlar. Oğlunu kızını kovup-dışarı atıp tama’ şehrini yakarlar. Sımak : Kırmak. Gazâden geldi şeh tahtın’ oturdu Sipâhîler kamû tâpûya durdu Bu Kudsal cihaddan dönen Şah, tahtına oturdu. Atlı süvarilerinin hepside huzuruna durdular. Gazâ : (C.: Gazevât) Din uğrunda kâfirlerle yapılan mücadele, muhârebe, düşmana kasdetmek. Cenketmek. Şeh : Şah. Şeyh. Sipâhî : Silâhlı askerlerle birlikte sefere iştirak eden bir sınıf atlı süvari askeri Tâpû : Tapı. Huzur. Kamu şehr ü kamu il râhat oldu Nereye vârsan pür ni’met oldu Böylece gönül şehri ve beden ülkesi hepsi rahata ve huzura kavuştu. Her neye el atsan nimet dolu bulursun. Pür : Dolu, çokça olan. Ni’met : (Nimet) İyilik, lütuf, ihsan. Saadet. Hidayet. * Giyecek şeyler. * Yiyecek faydalı şey, rızık Görünmez oldu ol kızlığı âfet Matırbaz(lar) olurlar cümlesi mat Kıtlık belâsı görülmez oldu. Hilecilerin tümü de yerler bir olup yenildi. Kızlık : Kıtlık, pahalılık. Kurak giden yıl. Âfet : Belâ. Musibet. Büyük felâket. Dâhiye. * Mc: Son derece güzel. Matırbaz : Madrabaz. Hileci, hile yapan. Mat olmak : Yenilmek. Harifler cümlesî tââta meşgul Oluptur cümlesi sultânına kul Kurtulan ülke ve şehrin halkı Hakk’a kulluk ve itaatle meşgul olamaya başladılar. Ve Sultanlarına gereği gibi kulluğa başladılar. Harif : Herif. Adam. Oturur cümlesi han meclisinde Ferâlar u kadehler ellerinde Hepsi de hükümdârlarının meclisinde, ellerinde Kevser bardahları ve kadehleri… Han : f. Hükümdar. Eski Türklerde Hakan da denen devlet reisi. Ferâdis : Firdevsler. Cennetler, uçmaklar, bahçeler. Ferâ : Kevser Bardağı. Kadeh : İçindeki içilen küçük bardak. Ferâgat oldu bunlar hoş geçerler Sürer sâkıy şarab dün-gün içerler Bunların hepsi ferâgat ehli olup hoş bir hayat içinde yaşarlar. Sâki meclise şarab sunar ve gece-gündüz durmadan içerler. Hakka inanıp hayrı yaşarlar. Ferâgat : Tok gözlülük. Hakkından vaz geçmek, bir şey istememek. Şahsî dâvasından vaz geçmek. * Boşalmak, hâlî olmak. Sürmek : Sunmak. Sâkıy : Sâki. (Saky. dan) Sulayan, içecek su veren, sucu. * Kadeh sunan. İçki sunan. Saki : Kırağı, şebnem, çiğ. Ferah oldu bular kayguları yok Eginleri bütün karınları tok Ferah bir hayat içinde tasa edecek bir şeyleri yok. Sırtları berk ve karınları tok. Egin : Eyin. Sırt, arka. Ferah : Şen, sıkıntıda olmayan. İç açıcı. Şenlendiren. * İnşirah. Sevinç Nidem dîmek ırâğ oldu bulardan Kim ömr ü rızka oldurur payandan Bunlardan “Ne yapacağım! Nasıl çâre bulacağım!” gibi sözler uzaklaştı. Onlar öyle kimseler ki ömür ve rızıklarına payanda-dayanak buldular. Irâğ : Irak. Payandan : payanda, destek, dayanak. Çü mihman-dâr kendüs’oldu sultan Ha döşer durmadan hân üstüne hân Bu İmtihan Âleminde-Beden Evinde misafir olan kul kâmil akılın sayesinde misafirken o ülke ve şehre kendisi Sultan oldu. Aşk Yolu üzerine han üstüne hanlar yapa yapa gider. Kendini bile Rabbini bilmiş ve Rabbı’ısı da onu Halifesi yaptı. Mihman-dâr : f. Misafire hizmet ve yardım eden. Misafiri ağırlayan. Hân : f. Yolcuların misafir olduğu bina. Kervansaray. Otel. * Ticaret ehlinin sakin olduğu yer. Hân : Yemek sofrası, sini, yemek. Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): “Men arefe nefsehu fekad arefe Rabbehu : Kim nefsini bilirse kesinlikle Rabb’ini de bilir. ” buyurmuştur. (Aclunî, Keşfü’l-Hâfâ II/343 (2532) “Ve iz kale rabbüke lil melaiketi inni cailün fil erdi halifeh, kalu e tecalü fiha mey yüfsidü fiha ve yesfiküd dima, ve nahnü nüsebbihu bi hamdike ve nükaddisü lek, kale inni alemü ma la talemun : Hatırla ki Rabbin meleklere: Ben yeryüzünde bir halife yaratacağım, dedi. Onlar: Bizler hamdinle seni tesbih ve seni takdis edip dururken, yeryüzünde fesat çıkaracak, orada kan dökecek birini mi yaratacaksın? dediler. Allah da onlara: Sizin bilemiyeceğinizi herhalde ben bilirim, dedi.” (Bakara 2/30) Nice senin gibîler yedi doydu Birikdürür dahı hiç eskimedi Ey okuyucu! Senin gibi nice yolcular gelip bu hanlarda yiyip-içip doydular. Eksilmek şöyle dursun birikip çoğaltmaktadır nimetlerini. Dahı : Dakı. Dahi, de. Bundan başka, aynı zamanda, hem de, ve. Yenir durmaz velî zerre gedilmez Nereden geldiğini kimse bilmez Ey Dost! Durmadan yenilir de zerresi eksilmez. Nerden geldiğini de insan aklıyla-nakilsiz kimseler bilemez. Velî : Sahib, mâlik. * Evliya. * Muin. Muhafaza eden. * Küçük çocukların hâlinden mesul kimse. * Sıddık. * Baba. Babanın babası, cedde de denir. * Fık: Hayatını mücadelelerle ve azimet ve fevkalâde bir zühd ve takva ile ibadet ve taata sarfederek kendisinden Allahın (C.C.) izniyle gaybdan haber vermek ve gaybî ahvali keşfetmek gibi ilmî ve kevnî hârikalar zuhura gelen zât. Allaha (C.C.) manevî yakınlık kesbetmiş olan şerif zât. * Cenab-ı Hakkın (C.C.) isimlerinden birisi. Erenlerdir bu dirliğe erenler Yüzün ma’şûkanın mutlak görenler İşte bu kutlu ve mutlu dirliğe-yaşayışa erenler gerçek Hakk Erenleri olup onlar aşk ile sevdikleri Sevilinin gül yüzünü Cemâlullahı görenlerdir. Dirlik : Yaşayış, hayat, sağlık, varlık, geçim. Huzur, erinç. Ma’şûka : Aşk ile sevilen, sevgili. Hakıykat bunlar ölmezler kalırlar Ki her dem yeniden kısmet alırlar Gerçekten Hakk Erenler ölmeden önce ölüp dirilenler oldukları için artık onlara ölüm yoktur. Hep diri kalırlar. Fâni testileri kırılsa da suları bâkidir. Ki onlar her an-her nefesle yeniden ve tâze olarak kısmetlerini alırlar. İlâhi nasib balıklarının kısmete dönüşmesi için emredilen sâlih kulluk oltalarını atar durular… Kısmet : Bölmek ve ayırmak. Bahşetmek. Taksim etmek. * Fık: Hisse-i şâyiayı, yani, taksim olunmamış maldaki hisseleri sahiplerine tahsis etmektir. Nasibin ele geçeni. Yunus cümle sözün senin ferîde Üç (uş) söz senindürûr ol sen işîde Ey Yunus! Senin sözlerin geçekten emsalsiz. Unutma ki bu sözler senindir ilk önce sen kendi nefsine işittir! Ferîde : Tek, emsalsiz. Nice sözün varısa sâna söyle Has u âm gönlünü şey’lillâh eyle Her ne ki bir sözün var ise kendi nefsine söyle! Özel insanlar veya halkın gönüllerini Allah için bir şeyi yapmak veya yapmamak karargâhı yap! Hizmet eyle! Has u âm : Özel insanlar veya halk. Şey’lillâh : şey’en lillâh. Allah için bir şey vermesini istemek, vermek. Ki zirâ cümle iş ulûlarındır Temennâ eylegil yol bûlarındır Şunu bil ki bütün büyük işler Ulu olanlarındır. Onlara minnet duy ki Aşk Yolu bunlarındır. Ulû : Ulu. Ulı. Zengin. Ağır. Çok büyük, çok önemli. Şerefli, saygı değer. Temennâ : Eli alnına götürerek selâmlama işareti yapma. * Minnettar olma. Destan-ı Kanaat-1 Destân-ı Kanâat Kanaat Destanı Destân : kahramanlık veya bir konuda koşma biçiminde genellikle 11 hecelik halk şiiri. Kanâat : Aç gözlü olmayıp hırs göstermemek. Kısmetinden fazlasına göz dikmemek. Helâl ile yetinip haramı istememek. Az şeyi de olsa kısmetine razı olmak.(Semere-i sayine ve kısmetine rıza kanaattir, meyl-i sayi kuvvetlendirir. Mevcuda iktifa dûnhimmetliktir. M.) (Bak: Himmet) Eğer dinler îsen haber vereyin Akıl câsûsu nedir göstereyin Eğer beni dinler isen sana haber vereyim. Akıl casusu kimdir sana göstereyim. Câsûs: (C.: Cevâsis) Hafiye. Gizli sırları haber veren. Kendi asıl şahsiyetini gizleyip, kendini iyi şahsiyet şeklinde göstererek ve gizli yollarla bir devletin askeri, siyasi ve mâli durumlarına dair haberleri başka bir devlet menfaatına olarak toplayıp bildiren kimse. Kanâat geld’ oturdu tahtı aldı Harâmiler heman yollarda kaldı Kanat gelip tahtı alıp oturdu. Yol kesen eşkiyalar ona bir şey yapamayıp yolda kaldılar. Harâmi : Katı-üt tarik, yol kesen. Haydut. Dururlar dağ başında yol ururlar Komazlar yolcuyu yolda dururlar Bu eşkiyaların işi kişinin kendi iç âlemi olan özel dağında yol vuruculuk-yol kesiciliktir. Yola durup hakka ve hayra giden hiçbir güzel huya yol vermezler. Urmak : vurmak, kesmek. Akıl der câsusa yort imdi gerü Kanâata haber benden değirü Akıl kendisinin casusu olan sır toplayıp haber ulaştıran casusuna: “Bu iş başa geldikten sonra geri durma koş! Kanata benim haberimi ulaştır!” Yortmak : Koşmak. Değirmek : Değürmek. Haber eriştirmek, yetiştirmek, ulaştırmak, duyurmak, bildirmek. Dokundurmak, değdirmek. De otursun ki tâc ü taht anundur İlâhî devlet île baht onundur De ki: “Gelsin otursun ki taç da taht da onundur! Bu ilâhî saltanat ile baht da onundur!” Baht : f. Kader. Tâli. Uğur. Alın yazısı. Kısmet. İkbal. * Saadet. Lezzet. Nice dûra harâmî dağ başında Girer bir gün ele yol savaşında Nasıl duracakmış bu değerli ülkede yol kesici haramî dağ başında. Nasıl olsa bu yol savaşında bir gün kaybeder ve ele geçer-yakalnır. Geberdiler ana bulurlar ânı Ana ûyan imansız vîde cânı Onu bulup gebertirler-öldürürler. Bu âlemde ona uyanların canları ise imansız gider öbür âleme. Gebermek : Ölmek. Özünden gayrı kimseyi beğenmez Yüce yerde durur âşâğa inmez Bu haramî-Tama’ vs. kendi özünden başka hiçbir iyi huyu beğenmez-sevmez. Yüksek kibir tepesinde durup aşagı- alçak gönüllülük ve tevazu’ düzlüğüne inemez. Nice tahta binenler yîde düştü Nice benim diyene sînek üştü Nice yüksek benlik tahtına binenler yere düştü. Nice: “Ben de benim!” diyenlerin leşine-ölüsüne sinekler üşüştü! Sana uğratma kibrin endişesin Uyarsan kibre ıraga düşesin Sen sakın sakın sana kibir şüphesini uğratma-yaklaştırma! Eğer kibre uyarsan seni haktan ve hayırdan çok uzaklara atar! Irak düşenlerin îmânı yoktur Ki zîrâ sûretinde cânı yoktur Ki ırak düşenlerin îmânı yoktur. Çünkü ırak düştükleri için canları çıktığı için bedenlerinde can yoktur. El Hayy (cc) ile bağları kesilip can ceryansız-erdem elektiriksiz kalmışlardır. Gerek canlı kişi cânın sakına Ki taksîr etmeye kendi hakına İnsan sûretinde yaratılıp aklı olan, rüşde eren her insana gereken o ki kemâlât canın cehâlet şerrinden sakınıp-koruya! Bu hak Kendisine El Hakk (cc) tarafından özel olarak verilmiştir. Kendi hakkını kaybetmekte kusur-hata etmemelidir. Taksîr : (Kasr. dan) Kısaltma, kısma. * Kusur, hata, kabahat, suç. Günah. * Bir işi eksik yapma. * Bir şeyi yapabilir iken yapmama. * Zayıflatmak, süstlük etmek. * Geri kalmak. Tekebbür eyleme kim sevrikesin Sevrikmişler yoluna bîrikesin Benlik davası güdüp kibirlenme ki bu geçici,izafi ve kısacık zaman diliminde kulluk imtihanı için verilen benlik varlığından geçebilesin. Ve böylece kendi geçici benliğinden ölüp Varlıkları var eden gerçek “ BEN” in “VAR” deniznde damla olup sen de Erenler gibi birikesin-ktılasın. Sevrikmek : Varlıktan geçmek. Bakmak. Kapu gözet kapu ko dip gözetme Ki devlet kapudâdır koma gitme Karanlık diplerde- karışıklıklarda gizlenme! Cehâlet kapılarını bırak! Kemâlât kapılarını gözet-ara! Ki devlet sahibi oluş ancak bu kapılardan girip gerekenleri yapmakla mümkündür. Sakın bu çile çarşısını bırakıp gitme! Sabret insan olmaya İnsan olanların öğretim, eğitim ve hizmetinde!… Dilersen devleti kapuda durgıl Umarsan hil’ati tapuda durgıl Eğer sen dünyanda, dinide ve âhiretinde devlet diler isen ozaman kemâlât kapısını bekle! Kâmil Kulluk kaftanını giymek dilersen huzurda dur ve ayrılma! Tapu : Huzur. Beğenme gel seni ayrık düşesin Kalup dermande ucb ile kalasın Kendini beğenip durma boşuna! Haktan ve hayırdan ayrı düşersin! Çâresiz bir zavallı olarak o pis kibirin ile baş başa kalırsın bak! Ucb : (Ucub) Kibir, gurur. Kendini beğenmişlik. Ameline, yaptıkları işe güvenmek. Dermande : (c.: Dermândegân) f. Âciz, beceriksiz, biçare, zavallı. Tekebbür sözü her nereye vâra İşîden la’net okur ol habere Kibirlenmek öyle berbat bir iştir ki her nereye uğrarsa orayı yakar, işitenler o habere ve sahibine lânet okuyup nefret ederler. La’net : Nefret. Tiksinti. Allahın rahmetinden mahrumiyyet. Sakıngıl olmagıl kibr ile yoldaş Kibir kandayısa ânınla savaş Sen sakın ha sakın kibir ile yoldaş olma! Nerde kibir var ise onunla savaş! Kibiri çağıran her kötü ahlâkını yen-yok et! Kanda : Nerde. Kogıl kibri vefâ sâna ne kıla Vay ol gün kim suret nakşı yıkıla Bırak-terk et şu kibiri! Şu sûret-beden nakışın yıklıdğı gün vay senin hâline ki sen kibirden bir vefâ bekleyesin! Vefâ : Ahdinde, sözünde durma. * Sevgi ve dostlukta sebat ve devam. * Ödeme. * Yetişme. * Dince ve akılca lâzım gelen şeyi yerine getirip uhdesinden çıkma. Suret yıkılmadan kibri yıkagör Bu düşvarlık makamından çıkagör En iyisi senin beden göçmeden sen şu kibirin işini bitir de yere indir-yık! Bu çok zor durumdan kendini elde fırsatın var iken çıkar ve kurtar! Düşvar : f. Müşkil. Güç. Zor. Dene kibr ıssını hiç râhatı yok Nereye vârırısa zahmeti çok Dene-sına ve arştır bak ki kibir sahibi olanlarda hiç rahat-huzur var mı? Bu kimseler nereye varsalar rahmet yerine zahmet götürüler. Sıkıntı ve eziyetleri yüzünden: “Üzerler, Üzülürler, Sevmezler, Sevilmezler” Is : (Iss) t. Bayındırlık, mâmuriyet. Şenlik. * Ses. * Sâhib. Mâlik. * Efendi. Zahmet : Sıkıntı, eziyet. Yorgunluk. * Zor, güç. Hak’a giden yolu gönlü içinde Göremez ol anı yaddır ilinde Kibir sahipleri kendi gönülleri içindeki Hakk’a giden Aşk Yolunu göremezler. Çünkü onlar kendilerini bilmezler ki onu bilsinler! Yad : Yabancı, mahrem olmayan. Unat gör Hak yolu gönlünde sırdır Bu cümle hâslar gönülde birdir Kesinlikle bil ki Hakk Yolu gönlünde bir gizli yoldur. Onun için kendini ve Rabbını bilen Hakk Erenler bu gizli yol sayesinde gönüllerde buluşur, bilişir ve birleşirler. Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): “ALLAH sûretlerinize ve malınıza değil, kalb ve amellerinize bakar!” buyurmuştur. (Müslim, Birri 34/1987; İbni Mâce, Sünen-Zühd 9/4143; İmâm Ahmed, Müsned II-285) Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): “Kalbin sıfatlarını anlatırken kalbine işaret ederek: “Takvâ buradadır!” buyurmuştur. (Ebu Hureyre (ra) dan; Müslim, Birr 32/1986; Tirmizî, Birr 18/1927; İmâm Ahmed, Müsned II/227) Unat : Onat. Doğru, uygun, iyi, mükemmel, lâyıkıyle, tamam. Hâss : Hükümdârın kendine mahsus olan. Özel Erenler. Şular kim ol gönülden daşra kala Nasîbin aldım ayrık ne âla Şu kimseler ki kendi gönüllerine giremeyip dışarıda kaldılar. Ayrı kalış nasibini tercih edip ne iyi diye beğenerek almışlardı… Daşra : Taşra, dışarıda. Gönül eri bilir gönül haberin Kamu gönüller içinde vârın Anlattığımız gönül haberini ancak saf gönül eri Erenler bilir. Her insanı şah damarından da yakın gönüllerde olan varlıkları var eden gerçek “VAR” ın; “Vücûd – Şühûd – Sücûd - Ühûd” haberini de onlar yaşarlar. Zaten yaşanmadan da anlatılmaz. Anlamayana anlatılsa davul zurna az gelir ki anlamaz!… Kamu : (Kamuğ) t. Hep, bütün, tamamen. Dırîgaa cümle ömrün hayfa vardı Tekebbürlük seni yoldan Ayırdı Ne kadar yazık ki senin tüm ömrün “Çok yazık oldu!” ya vardı. Kendini beğenmişlik seni doğru-emredilen yoldan Ayırdı. Dırîgaa : Esirgemek. Yazık ki. Hayf : (Hayfâ) Emansızlık. Haksızlık. Zulüm. Cevr. (Vah vah, yazık, eyvah, yazıklar olsun meâlinde söylenir.) Tekebbür : Kibirlenmek. Kendini büyük saymak. Nefsini büyük görmek. Tekebbür nedir ona uyasın sen Ümîdin yok mu Hakk’ı duyasın sen Kibirlenmek ne oluyor ki sen aklın fikrinle ona uyasın! Hakk’ı duymaya ve uymaya hiç ümidin kalmadı mı? Hakk : (Bâtılın zıddı) Doğru. Gerçek. Vâcib ve lâzım olan. Her sâbit ve doğru olan şey. Adalet. Herkesin meşru olan salahiyeti, iktidarı, bir şey üzerindeki mâlikiyyeti. * Dâva ve iddia. * Hakikate uygunluk. * Geçmiş, harcanmış emek. Pay, hisse. * Münasib * Din. İslâmiyyet. * Kuran. * Vukuu vâcib, geleceği şüphesiz olan. * Kıyamet. * Mahz-ı hakikat. * Yapacağını yalansız yapan kimse. El Hakk : Allah teâlâ’nın isimlerinden. Hemişe bâkıban seni görürsün Görüp kend’ özünü mağdur olursun Durmadan her nereye baksan kendini görür durusun. Bu beğenilmeyen bencilliğin yüzünden içindeki haksızlıklarını haklı sanıp kendini haksızlığa uğramış ve gadir görmüş bilirsin. Hemişe : Dâima, durmadan, boyuna. Mağdur : (Mağdur) Gadre, haksızlığa uğramış ve gadir görmüş. Nice durmak bu hâm endîşelerde Ölürsün tövbesiz bû bîşelerde Sen ne kadar daha duracaksın bu çiğ kuruntular içinde!… Bu gidişle bu sayısız şüphe-korku-kuruntu ormanıda tevbe edip geri dönemeden ölüp gideceksin! Hâm : çiğ, iyi pişmemiş. Endîşe : Endişe.f. Korku. Düşünce. Merak, keder, kuruntu. Tevbe : (Tövbe) Yaptığı fenalığa pişman olmak. Allahdan afv dilemek. Bir daha işlememeye azmetmek. Estağfirullah deyip, pişmanlık duymak. Bîşe : Orman Tekebbür kîşinin faidesi yok Komazsa kibri düşman olısar çok Kibirlenmek sahibine bir fayda sağlamak şöyle dursun, Kibri bırakmazsa pek çok düşmanı olmasın da sebeb olacaktır. Fâide : (C.: Fevaid) Kazanç, kâr, nef, menfaat. İstifadeye sebeb. Yararlılık, işe yarama. Hüner gözle hüner ere eresin Er île vârasın dostu göresin Sen hüner gözle-bekle-ara! Gözle ki özlediğin hüner sahibi Hak Erenlere ulaşasın-seni bulalar. Ve o Erenelerin iziyle Dost’u göresin. Hüner : f. Mârifet. Bilgililik. Ustalık, mahâret. Tekebbür kişiler ere eremez Özünün düşmenîdürür göremez Kibirli kişiler Allah Dostu Erenleri -bilemez-bulamaz- erişemez. Kendi özüne düşmandır ancak ne yazık ki göremez. Çü sensin düşmenin dostun kim ola Ki yâvuz hûdurur sânâ havâle Bak ki senin düşmanın kendin olduktan sonra daha ne dostu araycaksın! Bu ahlâk çok kötü bir huydur. Bunun çâresi de sadece senin kendi elindedir. Yâvuz : Kara, kötü, yaramaz. Hûdurmak : hû etemek. Huy edinmek, alışmak Hûdurur : Huydur ki. Havâle : Bir işi veya bir şeyi başka birine bırakma. Ismarlama. Nerede sığınâsın sen bu huyla Gönülde dirliğinden ne yuyûla Bu kötü huyunla senin varıp da güzelce sığınacak ve barınacak yer bulman imkansızdır. Özü içinde olan bu kötü huy ne ile yıkanılabilinir? Dirlik : Yaşayış, hayat, sağlık, varlık, geçim. Huzur, erinç. Niçe bu dirliğe yoldâş olâsın Niçe gelip ilerü bâş olasın Sen bu kötü huylu iç hayatına ne kadar daha yoldaş olacaksın? Nasıl olacakta onu yenip ileri çıkıp iyilikte baş çeken olacaksın? Niçe : nasıl. Ne zaman. Nerede. Ne vakte kadar. Bu hâl île kılınç yok hiç arâda Aceb sâna kılıncın kim yarâda Kılınç : Hareket tarzı, huy. Gerek sen bîlesin düşmen kim îse Senin devletine pişman kim îse Senin için en önemli olanve bilmen gereken dünyanı, dinini, ve âhiretini mahvetmek isteyen asıl düşmanıyın kim olduğudur. Ve bu düşman senin doğru, iyi ve güzelde devlet sahibi olmandan en çok rahatsız olup sana bu fırsatı verdiğinden pişman olandır. Devlet : Hakkın ve hayrın eğemen olduğu hâl. Uyânılık değil yoldâ gafıllık Uzatmâ ko sağıncı bunca yıllık Hayat imtihan ve aşk yolunda vurdum duymazlık ve gafilliği uyanıklık sanma! Ömründen gelip geçen bunca yılların ardından hâlâ aslı yalan hülyalara dalıp gitmeyi bırak artık! Sağınç : İstek, hülya, düşünce. Kazanç. Keder. Gafil : Dikkatsiz, iyi düşünmeyen, uyanık olmayan. Haberi olmayan, ihtiyatsız, başına geleceği önceden düşünmeyen. Allahı unutan. Kendi gayr-ı meşru zevkine dalan Dırigaa kibr işin yavlak gözettin Gönüllerden senî sen daşra attın Çok çok yazık ki sen kibir işini ciddiye almadın ve tam tersine peşinden ayrılmadın. Ve bu yüzden karşına çıkıp sana hakta ve hayırda kemâlât için hizmet edecek pek çok Erenler gönlünden yine sen kibrin yüzünden dışarı attın! Dırîgaa : Esirgemek. Yazık ki. Yavlak : Çok fazla, pek. Gerî git etmedin gönül bazârın Can île dinlemedin dost haberin Gönlünü ele geçiren kibirin pazarını dağıtmadın! Bu hususta sana reçete sunan Hak Dostlarının haberlerini de dinlemedin! Niçe bir nîce bir dünyâ eşinde Ki bir dem olmadın dünyâ işinde Dünyada her ne iş yaptıysan hep kibir içinde yaptın ve bir eşin daha olmadı. Kibirsiz olarak bir dünya işi yapmadın. Koya dünyâyı kovma yetemezsin Ecel bağlâdı yolu ütemezsin Boşuna dünyayı kovalayıp durma! Saatte 1600 km/saat hızla dönerken dönmüyormuş sandığın dünyayı kovmayı bırak! Ölüm bütün yolları bağladı geçemezsin-uçamazsın! Ütmek : geçmek, uçmak. Bu beş günlük ömrü bû harca yetmez Sağır mı kulağın niçün işitmez Senin şu beş günlük ömrün hiç ölmeyecekmiş gibi harcamana nasıl yetecek? Kulağın sağır mı Dost sesini niçin işit miyor? Harc : Gider, sarfiyat, bir iş için kullanılan madde. Harca yetmek : kâfi gelmek. Kibir geldi seni bûlattı gitti Ecel âtı şeğirdir geldi yetti Kibir geldi seni bunalttı ve batağa soktu. Ecel atı ise ardın sıra koşarak gelmekte ha yetişti ha yetişecek. Bûlatmak : Bulandırmak. Şeğirtmek : Sıçrayarak koşmak. Dırîgaa sen seni hiç bîlemedin Nasıl kulsun ki kulluk kılamâdın Çok yazık ki sen seni-kendini hiç bilemedin! Sen nasıl kulsun ki hiç kulluk yapmadın! Dırîgaa : Esirgemek. Yazık ki. Eğer sen kul isen pes kanı bâkin Niçe bir niçe(ye) senin dileğin Eğer sen kul isen ne var ortaya koyacağın yaptıklarından. Nasıl bir istediğin var hiç anlaşılmamaktadır. Kanı : Nerede. Bâki : Elde kalan. Ne ussun var ne had bellü delîsin Ne bundâ dîri ne sinde ölüsûn Ne aklın var nede irade-idrak hududun belli. Belki sen delisin. Ne bu dünyada dirisin ne de mezarda ölüsün. Sen neredesin bilir misin? Us : Akıl. Fikir. Had : Hadd. Hudut. Çizgi. Sınır. Sin : Mezar. Bu hâl île kalursan bîçaresin İçin şirk ile dolmuş şûr u şersin Bu hâlinle kalırsan çâresiz kalırsın. İçin şirkle dolu ve sen şerr işlerinde coşup-köpürmektesin. Şûr : Coşup köpürmek. 2.BÖLÜMÜN SONU DEVAM EDECEK
Posted on: Sat, 19 Oct 2013 23:22:25 +0000

Trending Topics



lass="stbody" style="min-height:30px;">
The situation in Venezuela has been protracting for several weeks
v17us92 Fernando Gonzalez Autographed Signed 1978 Topps Card
Confession #23 hey admin plz post kr dna yr bdi muskil se typ

Recently Viewed Topics




© 2015