HAKİKAT AŞKTIR AŞK ÖZGÜR YAŞAMDIR “Hakikat, esasta - TopicsExpress



          

HAKİKAT AŞKTIR AŞK ÖZGÜR YAŞAMDIR “Hakikat, esasta çağlar boyunca gelişen toplumsal anlamın insan bilincine çıkmış halidir. Kendini mitolojik, dinsel, felsefi, sanatsal ve bilimsel yollarla ifadeye kavuşturma işine hakikati araştırma, dile getirme işi diyebiliriz. Toplumlar sadece hakikat örgüsü değildirler, aynı zamanda açıklama gücüdürler. Hakikatini açıklayamamak en ağır kölelik, asimilasyon ve soykırım durumunu ifade eder ki, bu da bir nevi varoluştan kopma ve gerçeklik olmaktan çıkma durumuna düşmek demektir. Hakikatsiz toplum, hatta birey anlamsız kılınmış, başka öznelerin hakikati içinde erimiş ve kimliğini yitirmiş varlık anlamına gelmiş, daha doğrusu anlamsızlaşmış varlık haline uğramış demektir. Bu durumda anlamla hakikat arasında sıkı bir ilişki vardır. Anlam bir nevi hakikatin potansiyelidir. Bu potansiyel dile geldikçe, özgürce konuşulup yapılandırıldıkça hakikat haline erişilmiş olacaktır.” Henüz doğal toplum sürecinde insanın ilk toplumsallaşmasına baktığımızda belli bir anlam düzeyi vardır. Doğal toplumda yaşamı sürdürmek için topluluk (25-30 kişilik) şeklinde bir arada bulunmak zorundadırlar. Çoğalma, beslenme ve savunma o dönem topluluklarının en temel kaygılarıdır denilebilir. Bu yaşam tarzında en güçlü anlam; ‘topluluk ruhu’dur. Bu ruh hakikatin ta kendisidir. Bu topluluklar giderek uygun coğrafyalarda –ki en uygun coğrafya Toros-Zagros kavisidir– yerleşik yaşama (neolitik dönem) geçerler. Yerleşik yaşama geçmeyle birlikte artık toplumsallaşmada daha niteliksel bir aşamaya geçilmiş olur. Ancak toplumun tüm form ve süreçlerinde yaşam tarzı tamamıyla ahlaki ve politiktir. Neolitik öncesi doğal toplum süreci boyunca –ki insanlığın tüm gelişim tarihinin % 98’lik bölümünü oluşturuyor– herhangi bir hakikat arayışçısı, arayışçılığı pek net görülmeyebilir. Yine de bu, hakikatin yaşanmadığı anlamına gelmiyor. Hakikat yaşanıyor. Hakikat doğal toplumun, yani ahlaki ve politik toplumun içindedir. Sorgulama yoktur ama yaşanıyor, hakikat arayışı yoktur ama hakikatin kendisi vardır. Egemenlikçi mantık yoktur, tamamen dayanışma vardır. Çok daha önemlisi, hayatın asıl gövdesini oluşturan kadının topluma güven verişi vardır. İşte bu gerçeklik insanlığın hakikatidir. Burada üzerinde durulması gereken: Hakikatten ne zaman sapıldı? Hakikatten ne zaman uzaklaşıldı? Kimler insanlığı hakikatten uzaklaştırdı? İnsanlığın zihniyetine ilk tecavüz nasıl yapıldı? Düşünce tarzına nasıl müdahale edildi? Farklı bir zihniyet nasıl oluştu? Tüm bunlar nasıl ortaya çıkıyor, kim bunu yaratıyor, kaynağında ne var? Bunların çok derinlikli sorgulanması gerekiyor. Önderlik, hiyerarşinin oluşumunu ve devletçi topluma geçişle birlikte başlayan dönemi yalana dayalı toplum sistemi olarak tanımlıyor. Doğruluk hakikatin içinde olduğuna göre yalan hakikatin dışındadır, onun tersidir, hakikatle çelişir. İnsan hakikati ararken yöntemi bulur İnsan hakikati ararken, yine yaşam sorunlarını formüle edince yöntemi bulur. Yaşamdaki birçok soruya cevap vermek için çalışıldığında bir yöntem oluşur. Eğer hedef yaşamın anlamına varmaksa, yöntem buna aracılık etmelidir. Sorulan sorular ve verilen cevaplara göre yöntem mitolojik midir, dinsel midir, bilimsel midir açığa çıkar. İlk insanlar da evrene, doğaya, insana ilişkin soru soruyorlardı. Hakikat rejimine girişte Önderlik yöntemi tanımlamakla başlıyor: “Kavram olarak yöntem, amaçlara ilişkin en kestirmeden sonuca götüren yol, alışkanlık, sağduyulu yaklaşım biçimlerini anlatır. Hangi yolun hedefe en doğru biçimde ve kestirmeden götüreceği netleştiğinde yöntem tutturulmuş demektir. Yöntemin olumlu yanı denenmiş olması ve sonuç vermesindeki başarısıdır. Uzun denemelerden sonra belirlenmesi, ilgili yol alıcıları için vazgeçilmezdir. Mürit mürşit ilişkisini çağrıştırır.” Açıklayıcı bir tanımdan sonra hakikati açıklama yöntemleri sorgulayıcı bir tarzda ele alınıyor. Önderliğin hakikati açıklama yöntemlerine geçmeden önce neden yöntem geliştirmeye ihtiyaç duyduğunu sorgulamakta fayda vardır. Çünkü baktığımızda devletçi uygarlık tarihi boyunca gelişen bütün sistemler ve düşünce yapıları hakikati açıklamaya çalıştıklarını hatta hakikat rejiminin kendisi olduklarını iddia ederler. Önderlik pekala bunlara riayet edebilir, hatta bu sistemlere karşıt geliştirilen herhangi bir düşünce akımı (din, felsefe, anarşizm, postmodernizm, vd) içerisinde, tarafında yer alabilirdi. Verili, kurulu düzende bunun için yerince materyal ya da sistem karşıtı argüman, literatür de vardı denilebilir. Fakat kendisini bunların hepsini büyük bir özen ve titizlikle araştırmaya, sorgulamaya ve aşmaya götüren düşünce sistematiği neydi? Hakikate götüren özellik: Kuşkuculuk Önderliğin temel karakteristik özelliklerinden en başta geleninin ‘kuşkucu kişilik yapısı’ olduğunu görüyoruz. Önderliğimiz hiçbir zaman verili ve kurulu olanla yetinmez. Her zaman bir arayış içerisindedir. En büyük farkı arayışındaki ısrarıdır. Ondaki sürekliliktir, vazgeçmemesidir. Doğruyu bulmayana kadar rahat etmeyen özelliğidir. Doğruluğuna inanmadığı, kanaat getirmediği, kuşku götürür değerlerle uzun süre yaşayamaz. Arayışının devamında, bir yerlerde o değerlerin pek de doğruyu ifade etmeyen değerler olduğu açığa çıkar. Bu özelliği ta çocukluktan itibaren gelişme göstermektedir. Annesinin onu dahil etmeye çalıştığı toplumsallığa karşı 7 yaşından itibaren kuşkuyla yaklaşır. O toplumsallığı reddeder. Çocukların zihniyet yapısı hepten doğal toplum insanı gibidir. Meraklıdır, sürekli sorar, yeniyi arar, keşfeder, saf ve temizdir, doğayla iç içedir. Halen devletçi uygarlığın dincilik, cinsiyetçilik, milliyetçilik vb zihniyet kalıplarına girmemiş, etkilenmemiştir. Hele de köy yaşamında bu özellikler daha net görülmektedir. Önderliğin çocukluk aşaması da böyle bir zihniyetle örülmüştür. Doğal toplum insanının özelliklerinde ısrar vardır. Kendi toplumsallığını kendi arkadaşlarıyla kurma iddiasındadır. Kendi çocukluk oyunlarında toplumsallığı denemeye başlar. Bu açıdan çarpıcı bir yönelimdir. Toplumda kız çocuklarının erkek çocuklarla oynamasına izin verilmez. Ama Önderlik öyle yapmaz, çocukluk oyunlarına kız çocuklarını katar. Bir diğeri de çocuklar kan davalarında karşı ailenin çocuklarına hep kin ve öfkeyle büyütülür. Ama Önderliğin en başta ilişki kurduğu; düşman ailenin çocuğu olan Hamza arkadaştır. Anlaşılıyor ki verili yasalara, toplumsallığa karşı çıkış yaşanıyor. Ama kendi yasalarını koyuyor. Sonrasında sürekli; “çocukluk hayallerime ihanet etmeyecektim” der. Yaşam ya özgür olacak ya da hiç olmayacaktı. Hakikat budur; özgür yaşamdır. Özgür yaşam nasıl kurulacaktı? Hangi yaşam modeli, hangi yaşam tarzı, hangi toplumsal yaşam modeli özgür yaşamı mümkün kılabilir? Önemli olan budur. Eğilim yine son derece gerçekçidir. Önderliğin düşüncesi şu: Aradığım yaşamı bir türlü bulamıyorum. Bir yerlerde bir yanlışlık vardı, ama nerede? Doğru olmadan yaşanılamayacağına göre doğru nerede bulunacaktır? Şunu net biliyoruz ki: Önderliğin bütün arayışı, yaşamı ‘özgür ve mümkün’ kılan doğrunun arayışıdır. Önderlik hep bunun peşinde koşar. Tabii ki Önderlik mevcut toplumsallık biçimine katılmıyor. Toplumda yolunda gitmeyen bir şeyler vardır ve bunun bir çözümü olmalıdır. Dine gelişen ilgisi özünde hep bu arayışın sonucudur. Onu en çok çeken dindeki ahlaki kurallardır aslında. Dinden öğrendiklerini yaşama katma çabasına girişir. Bunu Özgürlük Sosyolojisi savunmasında “Uyanan bilincin asla pratikten kopmaması” şeklinde yorumlar. Bu konuda olağanüstü paylaşımcı bir karakter oluşumu çok erkenden kişilikte kendini gösterir. Daha ilkokuldayken komşu Cibin köyüne okula yaya giderken ezberlediği dualarla arkadaşlarına imamlık yapar. Bir oyun gibi, ama ciddi yapar. “Öğrendiğin şey zor ve önemlidir; o halde mutlaka paylaş! Belli ki burada ciddi bir ahlak ilkesi ile tanışmış oluyordum.” Arayışlar sorgulayarak devam eder. Kentle barışık bir kişilik değildir. Lise yıllarında ‘sen benim hiç doğmayan çocuğumsun’ başlıklı bir makale yazar. Burada aslında aranan şey özgürlüktür ki o da doğmamıştır. Önderlik Ankara’dayken de öyle bir toplum içinde aradığını bulamamıştır. Önderliğin yaşadığı bunalım gittikçe derinleşmektedir. Başından itibaren, kuşkucu yaşam karakteri nedeniyle içine girdiği süreçte yaşadığı durum hep bir ruhsal gerilim, bir bunalım ve krizli kişilik durumudur. Sosyalizmle ilk tanışmasında zaten “Muhammed kaybetti, Marks kazandı” derken de sorgulamanın vardığı düzeyi ifade ediyor. Ama orada Önderliğin çok önemli bir belirlemesi var; “ben ne yaptım, bir dogmatik tarzdan bir başka dogmatik tarza geçiş yaptım. Bağlandığım ideolojik zihniyeti çözerek aşmak yerine başka bir zihniyeti benimseme tutumu içine girdim” diyor. Bir sistem çözümlenir, aşılır, yeni bir sistemin temelleri de öyle atılır. Ama ortada olan gerçeklik böyle değildir. Bir dogmatik zihniyetten bir başka dogmatik zihniyete geçiştir. Yeni şey kendisini bilimsel sosyalizm olarak adlandırsa da dogmatizmden pek de uzak değildir. Ondaki determinist yan dindeki kadercilikle doğrudan bağlantılıdır. Önderlik, kuşkuculuğun kişiliğine en büyük katkısının ‘hakikat’i kolayca bulamayacağına dair verdiği ders olduğunu belirtir. Sorunsallaştırma Önderliği hakikate götüren adımlardan biri de ‘sorunsallaştırma’dır. Güdülere kadar her şeyi sorunsallaştırmanın, Ortadoğu toplum geleneğinde halen çok güçlü olan dogmatik düşünce tarzından kopuş yapma gücünü kazandırdığı kanısındadır. Doğu’nun inanç temelli düşünce yeteneği ile Batı’nın sorgulayıcı temelli düşünce gücünü mukayese ederek yerini belirlemeye çalışır. Fakat her iki yanda da kendine yer bulamaz. Düşüncenin böyle olması, doğal olarak yaşamının da gün geçtikçe bunlarla arasındaki kopukluğu derinleştirerek devam eder. İnanç veya sorgulayıcı düşünce olarak sunulanlar kendisini hiç tatmin etmez. Temel eleştiri; toplumsal sorunun büyümesinde bu düşüncelerin sorumluluğunun önemli olduğudur. Bu da Doğu’nun inanç sistematiğiyle Batı’nın rasyonel sistematiği üzerine eleştirel duruşa gereksinim gösterir ve bu konuda cesaret alır. “Büyük düşünce maratonundaki çılgınca koşunun tahrip gücünün kapitalist modernite olduğunu adamakıllı fark edince durdum. Artık son dört yüzyılın (kapitalist dünya sistemin) tanrılarını parçalamak, çok gariptir ki, beni Urfalı Hz. İbrahim’in çıkışındaki ‘put kırıcılığı’nın verdiği sevince benzer bir duygu gücüne taşıdı. Hem kuşkuculuğumu rahatlıkla kontrol altına alabiliyor, hem de peşinde koştuğum ‘hakikat’lerimle tatminkar randevular sağlayabiliyordum.” Ne arayacaksan kendinde ara “İnsan aklının en yetkin özelliğinin hakikati arama ve inşa etme gücünde olduğuna inanıyorum.” Denir ki ‘tanrı kendini gözlemek için evreni yarattı.’ Evren de kendisini tanımlamak, kendisinin farkına varabilmek için insan denen oluşuma doğru gider. Öyleyse insan olgusu üzerinde durmak, gerçekliği insanda aramak hiç de yanlış değildir. Bu yüzden Önderlik hakikati kendinde arar. Ne arayacaksan kendinde ara diyor. Yani kendinde çözdüğün zaman ile işe başlıyor. İnsandan daha yetkin bir doğa düşünülemez. Hakikat arayışçılığında insan temel bilgi öznesidir. İnsan, tüm bilmelerin hatta evrensel bilmelerin sentezidir. Anlam gücüdür. İnsanı tanımak, kendini bilmek ve kendi potansiyelinin farkına varmaktır. Kendisinde evreni çözüyor, sistemi çözüyor. İnsanı esas alıyor. Yöntem olarak her şeyi kendinden başlatır, kendisinde bir sonuca götürür, başarıya ulaştığı anda bunu uygulatır. Bunu sezgisellik ve anlam gücüyle yapar. İnsanı insan yapan özellik toplumsallığıdır. İnsan toplum olmadan insan olamaz. Önderliğin en güçlü insan tanımı nasıldır, en güçlü insan kimdir? “Anlamın ve hissin yaşattığı insandır,” der. Maddi olguların ve güçlerin yaşattığı bir insan güçlü olamaz. En güçlü insan, güçlü duygularla yaşayan insandır. Bilinciyle yaşayan insandır. Onlara dayanarak yaşayan insandır. Önderliğe göre anlamak gerçekten de oluşmaktır. Anladığımız anda oluşuyoruz. Oluşmak, kendini yeni bir biçimde var etmektir. Artık yeni bir insansınız. Önderlik anlam ve duygu gücüne dayanarak yaşamak demektir. Tarihin başlangıcında gizli olmak Kendimizi tarihi olarak tanımlıyoruz. Önderlik “biz tarihten başka neyiz ki!”, der. Yani insan geçmişiyle insandır. Peki, o zaman geçmiş nereye dayanıyor? En azından primatlardan kopuşa kadar gidiyor. Tarihin başlangıcında gizli olmak. Toplumsallık aynı zamanda bir hafızadır, bellektir. Geçmiş demek toplumsallığın kendisi demektir. Toplumsallıktan kopan insan kendi geçmişinden de kopuyor. İnsanın hayalleri hep geçmişin içinden çıkar. Yani geçmişi olmayan hayal bile kuramaz. Onun için geçmişi olmayanın ütopyaları olamaz. O, günübirlik yaşar. Anlık yaşar. Önüne ne çıkarsa onu yaşar. Önderlik Bir Halkı Savunmak aldı eserinde şöyle der; “Günümüzün mezardan beter yapılarının içerisinden öncelikle ütopya ile çıkış yapılır.” Derler ya; insan hayallerinin büyüklüğü ölçüsünde özgürdür. Ve bugünün hayali aslında yarının gerçeğidir. Kaldı ki kendi hayallerini de geleceğe ertelemeyeceksin. Önderlik bunu da reddetti. Önderlik hayal denen şeyi aslında proje olarak tanımladı. ‘Kürdistan’ın Demokratikleştirilmesi Projesi’ der, “hayali” demez. Proje uygulanmak için vardır. Somuttur, günlüktür. Demokratik toplumun inşası bir projedir. Her yerde, sistem nerede varsa karşısında bir toplum bulacak. Karşısında bir direniş bulacak. Yeni bir toplum inşa edeceksin. Önderliğin yaklaşımı budur. “O halde daha da önem kazanan soru veya sorun şu olacaktır: Hakikati nerede ve nasıl bulmalıyız? Uygarlık sürecinde ahlaki ve politik toplum aşındırılıp sömürü ve iktidar tekelinin sıkı egemenliği altına alındığında, toplumsal hakikat yitirilmiş demektir. Yitirilen, ahlak ve politik değerlerle birlikte yitirilmiştir. Tekrar bulmak istiyorsan, kaybettiğin yerde arayacaksın. Yani uygarlık ve moderniteye karşı ahlaki ve politik toplumu, onun gerçekliğini arayacaksın, bulacaksın. Bununla da yetinmeyeceksin; tanınmaz hale getirilen varoluşunu yeniden inşa edeceksin. O zaman göreceksin ki, tarih boyunca kaybettiğin altın değerindeki bütün hakikatleri tek tek buluyorsun. Bu temelde daha mutlu olacaksın. Bunun da ahlaki ve politik toplumdan geçtiğini anlayacaksın.” Önderlik doğruyu ararken nereye kadar uzandı? Burası çok büyük önem taşıyor, hakikat neredeydi, nerede buldu, onu? Cevabı,“insanlığın geçmişi daha gerçektir, ben hakikati orada arayacağım, orada bulup yakalayacağım ve yeniden başlayacağım, gelecek bu çabaların işleyiş halinden başka bir şey değildir. Pratik olarak on bin yıl öncesine gidecek değilim, ama esas olan da o dünyada gizlidir.” Tarihsellik ve gerçeklik, hakikat arasındaki bağ işte burada çok iyi görülüyor. Bilgi ve hakikat arasında bir bağlantı vardır. Bu açıdan başlangıcı bilmek büyük önem taşıyor. Önderlik kendi başlangıcını bilemeyenlerin tarih bilgisi her türlü kötülüğün kaynağı olan cehaletin de temelidir der. Yani cehalet bilgi eksikliği değil, başlangıçtan kopuşla ilgili bir olaydır. Her hakikat oluşumu aslında kendi başlangıcı içerisinde gizlidir. Hakikati bu gerçeklik içerisinde aramak bizim açımızdan elbette çok çok daha derin bir anlam ifade ediyor. Bu dünya kadın eksenli dünyadır. Onun sistemidir. Dolayısıyla insanlığı orada aramak, oradan tutup başlatmak, aynı zamanda kadının kendi kökleri ile buluşmasıdır. Onu yeni koşullarda yeniden inşa etmede denilebilir. Önderlik bazen şöyle de demiştir; neolitik toplumu, günümüzün bilimsel teknik gelişimi temelinde yeniden inşa etmek. Kadının neden öncü olarak belirlendiği çok rahatlıkla anlaşılabiliyor. Hakikat rejimleri Devletçi uygarlık tarihi boyunca bütün inanç, düşünce, bilim ve bilgi sistemleri kendilerini hakikat rejimleri olarak sunmuşlardır. Başlangıç itibariyle bu uğurda her ne kadar olumlu rolleri olmuşsa da zamanla iktidarcı zihniyet sahiplerinin egemenliğine geçmiş ve yine toplumu, toplumsallığı ezmede bir araç rolünü oynamışlardır. Hatta toplumsal sorunların büyümesinde başrolün sahibi olmuşlardır. Bu noktada Önderlik, hakikat rejimleri olarak sunulan rejimleri yeniden ele almaktadır. Çünkü bulunduğumuz aşamada durmadan artan nüfus, kaynakların tükenişi, çevre yıkımı, sınırsız büyüyen toplumsal çatlaklar, çözülen ahlaki bağlar, yaşamın mekan ve zamandan kopuşu, büyük stresli ve büyüsünü, şiirselliğini yitirmiş yaşam, dünyayı çöle çevirecek nükleer silah yığınakları, sonu gelmeyen ve tüm toplumsal bünyeyi saran yeni savaş türleri hakikat rejimlerinin iflas ettiğini göstermektedir. Hakikat rejimlerini ele alırken de yine bütün yöntemleri iç içe kullanıyor. Mitolojiyi, dini bir kenara atmıyor, olumlu yönlerini alıyor. Yine diyalektikte bazı yetersiz ve yanlış yaklaşımları aşıp, yenilikler getiriyor. Buradaki belirgin fark; Önderliğin yönteme dair geniş ve kapsayıcı yaklaşımıdır: “Yöntem ve bilim sistematiğini kendimizle yeniden başlatmak gibi bir haddini bilmezlik içinde değiliz. Ama değinmeye çalıştığım tüm konularda bir şeylerin yanlış gittiğini ve bunun temelde paradigmasal olduğunu göstermeye çalıştım. Yorum ve gerçekleştirme çabalarımı ne yeni bir sistemin kökünden kuruluşu, ne de eleştirdiklerimin tümüyle (inkarcılık, nihilistik) reddi olarak görülmemesi gerektiğini önemle belirtiyorum. …Kendi yorumumu HAKİKAT REJİMİ kavramı adı altında sunmak durumundayım. Bir alternatif yöntem arayışından ziyade, yanılgılarla yüklenmiş ve özgürlük değerinden uzaklaştırılmış yaşam sorunlarından çıkış yolu aranmaktadır. Şüphesiz insan toplumunda hakikat arayışçılığı hep olagelmiştir. Mitolojilerden dinlere, felsefeden günümüz bilimlerine kadar birçok seçenek bu arayışlara yanıt olarak belirmiştir. Yaşamı bu seçenekler dışında yaşamak düşünülmediği gibi, sorunlar yumağının yine bu seçeneklerden kaynaklandığı gibi bir ironi de inkar edilemez. Yani ne onsuz olunur, ne onunla olunur dilemması söz konusudur.” Devletçi uygarlığın egemen erkek zihniyetiyle oluşturulan ya da saptırılan tarihi yeniden yorumlama ihtiyacı hisseder. Çünkü egemen zihniyetin tarihi toplumun, halkların tarihini yansıtmamaktadır. Sümer rahiplerinin eliyle oluşturulan ve günümüze kadar da aynı anlayışı taşıyan tarih yazımı hep aynı işlevi görmektedir: Tarihi kendinden başlatarak kendini özne kılmak, vazgeçilmezliğini kanıksatarak iktidarını kurumsallaştırmak ve halklara bu durumlarını bir kadermiş gibi benimsetmek. Zaten kendinden öncekileri, yani doğal toplumu hep ilkel, barbar, cahil, yönetilmesi gereken topluluklar olarak tanımlarlar. İşte bu zihniyeti sorgulamaya başlayan Önderlik ilk elden tarihin derinliklerine anlam vermeye çalışır. Toplumun hafızası olan mitoloji İlk yöntem olarak tüm olaylar ve anlayışlara ilişkin mitolojik yaklaşımı yeniden yorumlar. Mitolojiyi dar anlamda bir yöntem, hakikati açıklama metodu olarak ele alır. Egemenlerin mitolojiyi bir söylence, abartılı anlatımlardan oluşmuş masallarmış gibi tanımlamaları eleştiri konusudur. Mitolojinin arkasında canlı bir evren anlayışı vardır. Doğa canlı ve ruhlarla doludur. Bu çocuksu gibi görülse de gelinen aşamada bilimin ulaştığı sonuçlar doğayı böyle algılamanın çok doğru olduğunu ortaya koyuyor. “Mitolojik yaklaşımın yaşamla bağlantısı kesinlikle çevreci, kaderden uzak, determinist olmayıp özgürlüğe açıktır. Doğallıkla uyumlu bu yaşam anlayışı, insan topluluklarını büyük dinler çağına kadar çok renkli ve coşkulu kılmıştır. Efsane, destan ve kutsallıklarla yüklü mitolojiler özellikle neolitik dönemin temel yaşam zihniyetidir. Söylencenin nesnelle çelişmesi, içeriğinde anlamlı yorumların geliştirilemeyeceği anlamına gelmez. Söylenceler (mitolojiler) üzerine anlam değeri hayli yüksek yorumlar yapılabilir. Tarih bu yönlü yorumlar dışında çok az kavranabilir. En uzun yaşam dönemini söylence biçiminde geçiren insan topluluklarını kavramada temel bir yöntem olarak mitoloji vazgeçilmez önemdedir. Mitolojik yöntemin tam zıddı gibi konulan günümüzün bilim yöntemlerinin de çoğunlukla birer mitolojiden ibaret oldukları yeterince kanıtlanmıştır." Böylece hakikati açıklamada mitolojik yöntemin önemi çarpıcı bir şekilde ortaya konur. Ütopyalarla akraba olan mitolojiler insan türünün vazgeçemeyeceği anlam, zihin biçimidir. İnsan zihnini ütopyasız ve mitolojisiz bırakmak bedeni susuz bırakmaya benzer. Bu anlamda tek tanrılı dinsel dogmalarla onların devamı olarak kesin yasalarla çalıştığı iddiasında olan bilimsel yöntemin gözden düşürdüğü mitolojik yönteme, mitolojik anlama itibarı yeniden verilmek durumundadır. Dinsel dogmatik yöntem Önderliğin hakikati açıklama, hakikate ulaşmada denediği yöntemlerden bir diğeri de dinsel yöntemdir. Dinsel yaklaşımlar insanlık tarihinde mitolojik dönemden sonra en uzun süreli bir döneme sahip olması itibariyle çok önemlidir. En başta sorgulanan; dinsel dogmaya neden böylesi ihtiyaç duyulduğudur. Dinsel yaklaşımda yaşamın hedefi ve gerçeğe ulaşmanın yolu olarak doğadan ve toplumdan aşkın varsayılan ilahlara atfedilen ‘Söz’e göre hareket esastır. Bu sözlerden sapmak angaryaya mahkumiyet ve her türlü kölelik iken, öldükten sonra cehennemlik olmaktır. Maskeli tanrıların inşa edilmeye başlandığı süreçtir. Maskelemenin insan anlayışıyla yakından bağlantısı vardır. Despotların ilk çıkışlarında kendilerini tanrı krallar olarak adlandırmaları bu hususu yeterince açıklar. Sonrasında kendi sözlerini kanunlaştırıp kesin hakikat olarak sunmaları yaygınca görülen tarihsel bir durumdur. Baskı ve sömürü derinleştikçe, dinsel dogmatik yöntem insan zihniyetinin başat yolu haline getirilir. Daha doğrusu bir toplumsal gerçeklik inşa edilir. Bu yöntemle insanların tanrı maskeli despotların yaşamı kurutan ve boğan hükmü altındaki uzun süreli köleliğe boyun eğmesi sağlandı. Önderliğin dinsel yöntemde vurgu yaptığı en önemli yan; binlerce yıl katı gelenekler sonucunda insan yığınlarında kölece boyun eğmeyi meşrulaştırması ve kadercilik anlayışını kökleştirmiş olmasıdır. Büyük sömürü ve vahşet savaşları bu yöntem sayesinde mümkün olmuştur: Kutsal söze, tanrı emrine göre yaşamak! Sürü çoban diyalektiği kurulmuştur. Kölelik toplumların vazgeçilmez bir gelişme aşaması olarak sunulmuş, hatta ondan öteye değişmez toplum anlayışıyla doğal gerçeklik bu temelde dondurulmuştur. İlk ve ortaçağları daha çok bu yöntem yönetmiştir. “Dogmatik yöntemin en sakıncalı tarafı canlı, kendi kendine evrimleşen bir doğa anlayışı yerine edilgen, ancak dıştan yüce buyurganın emirleriyle hareket eden bir yolu insanlığa dayatmış olmasıdır. Bunun toplumsal alan üzerinde en önemli sonucu, aynı edilgen yapıları ve dıştan çoban yönetimini çok doğal kılmasıdır. Bu yöntemin en eski olduğu kadar en aşkın öznellik arz etmesi ortaçağda doruk noktasına varmıştır. Artık nesnel dünya neredeyse anlaşılmaz ve yok sayılmıştır. Dünya geçici bir yaşam durağı iken, kalıcı ve ebedi idealler esas yaşam biçimi olarak varsayılmıştır. Dogma ve klişeleri kim en çok biliyorsa o alim sayılmış ve en üstün mertebeye oturtulmuştur. Anti-mitolojik karakterdeki bu düşünüş yolu tarihin, dolayısıyla yaşamın en çok dizginleyen ve tutsaklığa mahkum eden rolünü başat olarak oynamıştır.” Önderlik, dinsel yöntemin olumlu yanlarını da ön plana çıkarmayı bir görev bilir. Her değerlendirme formunda olduğu gibi dinsel yönteme yaklaşımında da ak kara mantığı yoktur. Olay ve olguları sadece olumlu ya da olumsuz yanlarıyla değil bütün boyutlarıyla ele alır ve değerlendirir. Bu yöntemden hareketle dinin toplumda ahlak olgusuna büyük mesafe aldırmış olduğu belirtilir. Bu aşamada ve bu yöntem altında iyilik ve kötülük düşüncesi büyük ayrımlara uğratılmış ve kesin hükümler getirilmiştir. Yöntemin fark ettiği temel husus; insan zihninin esnekliği, dolayısıyla biçimlendirilebilir özelliğidir. Ahlaka başvurulmadan ne toplumsallaşılabilir ne de toplum yönetilebilir. Önderlik ahlakı: “Toplumun zora dayanmayan kurallar bütünü” olarak tanımlar. Yani toplumun zora dayanmayan yaşam biçimidir. Dinde de ahlaki boyut vardır. Toplumsallıkla bir bağ var. Dinsel ahlak, kendisinden önceki köleci sistemin ahlakına göre çok daha ileridir. Ahlakın toplumda bağını sorguladığımızda ise; bunun dinlerin olumlu yanı olduğunu zaten toplumda bu denli etkili olmalarını buna borçlu olduklarını çıkarabiliyoruz. Din neden bu kadar etkili oluyor? Çünkü ahlakla bağı var. Dinin özünde ahlak var. Ahlak, metafizik bir algıdır, ama bu husus onun kaba materyalizmin iddia ettiği gibi varlığını geçersiz ve önemsiz kılmaz. Ahlaksız insan, varoluş koşullarını ortadan kaldıran insandır. Bu da dinozorlaşma demektir. Günümüzde çevre sorunlarının felaketin eşiğine gelmiş olmasının ahlakın büyük yıkılışıyla doğrudan bağı vardır. Her üç dinin ağır basan yanları metafizik ahlakın kurucu öğeleri olmalarıdır. Buda, Zerdüşt, Konfüçyüs ve Sokrates’teki ahlak anlayışı zirveye erişir. Özellikle Zerdüştlükte iyilik kötülük ikilemi temel felsefe olarak aydınlık karanlık ikilemiyle eş tutulmuştur. Tarihte değeri yüksek olan bu bilgelerin şahsında insanlık büyük bir ahlaki merhale kat etmiştir. Önderliğin felsefe çağı olarak bilinen dönemin düşünce yapısına da ciddi eleştirileri vardır. Klasik Yunan düşüncesinde dogmatik yöntem temel değerlendirme konusudur. Bu düşüncedeki diyalektik yöntemde, nesnel yaklaşımların sınırlılığı belirtilir. Özellikle Aristo ve Eflatun’un idealizmi ortaçağdaki dogmatik dinsel yöntemin en güçlü dayanağı olmuştur. Bilimsel yöntem Önderliğin hakikati açıklamada başvurduğu ve sorguladığı yöntemlerden biri de belki de tüm yöntemlerden daha fazla kendini hakikat rejimi olarak tanımlayan bilimsel yöntemdir. Bilimsel yöntem, kapitalizmin bir dünya sistemi haline gelmesinde önemli rol oynar. Önderliğimizce Roger ve Francis Bacon ve Descartes’in öncülük ettiği yeni yöntem arayışı sorgulanır. Bu yöntemde özenle yapılan özne ve nesne ayrımı temel eleştiri konusudur. Rönesans’la ayağa kalkan Batı Avrupa, hıristiyanlıkta reformla ve felsefi aydınlanma devrimiyle özne ve nesnenin görünümünde yeni bir çağ açmıştır. İnsanın öznelliğiyle dünyanın nesnelliği iki temel faktör olarak yaşamda başat duruma getirilir. Tanrı sözünü esas alan dogmatik yöntem ahlakla birlikte bu yeni dönemde önemini yitirir. Artık eskinin örtük kralları ve maskeli tanrıları yerine, çıplak krallar ve maskesiz tanrılar dönemine geçilir. Daha fazla kar elde etmek için istismar edilen toplumun algılayışı her bakımdan değiştirilmek zorundadır. Toplumun bu istismarı kolay kolay kabul etmeyecek vicdanı (ahlakı) ancak büyük bir zihniyet değişikliğiyle inşa edilecektir. İşte bunun için temel doğruluk yolu olarak ‘yönteme’ büyük rol düşecektir. “Bilimsel yöntemde ‘nesnellik’ kavramını yeniden ve çok derinlikli olarak yorumlamak gerekir. Analitik düşünce dışında, insan bedeni de dahil, tüm doğanın (canlı ve cansız) nesne olarak tanımlanması, esasta kapitalizmin doğayı ve toplumu sömürüsünde ve tahakküm altına almasında kilit bir işleve sahiptir. Özne ve nesne ayrımını derinleştirmeden ve büyük bir meşruiyete kavuşturmadan, yeniçağa ilişkin zihniyet dönüşümü sağlanamaz.” Kapitalizm çağının başlangıcında kiliseyle bilimin kavgasını yorumlayan Önderliğe göre kavgayı salt ‘doğruluk’ hakkında bir çekişme olarak görmemek gerekir. Bu kavganın altında büyük toplumsal mücadeleler yatmaktadır; bir anlamda ahlak yüklü eski toplumla ahlaki örtüden soyunmak isteyen çıplak kapitalist toplumun çekişmesi vardır. Nesnel yaklaşımın hiç de masum bir bilim kavramı olmadığı önemle belirtilir. Nesnel yaklaşımı bilimsel yöntemin son derece masum bir kavramı gibi algılamanın büyük felaketlere, sapmalara ve ortaçağdan kalma engizisyonlardan daha acımasız katliamlara yol açtığının iyi anlaşılması gerektiği vurgulanır. Önderlik, bilimsel yönteme dair çok kapsamlı çözümlemeler yapar. Kapitalist modernitenin tüm parametrelerinde sürdürülemezlik işaretleri vermesindeki en büyük payı ‘bilimsel yöntem’e ait görür. “Sosyalist eleştiri de dahil, tüm sistem eleştirilerinin temel zaafı, sistemin dayandığı ve onu var kılan yöntemin aynısını kullanmalarıdır. Halbuki o yönteme dayanarak inşa edilen toplumsal gerçeklik, aynı yöntemle ne kadar eleştirilse de aynı sonuçla karşılaşmaktan kurtulamaz. Çokça bilinir, önceden çizilen yollarda yürüyenler, o yolların vardığı köyler ve kentlere ulaşmaktan başka bir yere varamazlar. Bilimsel sosyalizm de dahil, sistem karşıtlarının başına gelen de budur.” Bilimsel yöntemin kendisi en büyük sınıfsal bölünme aracı olarak kavranmadıkça, sosyolojinin günümüzdeki işlevsizliği ve iflas durumu açıklanamaz. Zaten Önderlik sosyolojinin esas çıkış amacını da şöyle belirtir; sermaye ve iktidar tekellerinin yol açtığı muazzam bunalım, çelişki ve çatışma savaş sorunlarına çözüm ihtiyacından kaynaklı oluşturulmuş, sistemlileştirilmiştir. Önderlik, kapitalist modernitenin ideolojisi olan liberalizmin söylemindeki bireyciliği en az devlet ve iktidar kadar topluma, toplumsallığa karşı savaş hali olarak değerlendirir. Liberalizm, esas olarak toplumu güçsüzleştirerek (ahlaksız ve politikasız toplum) bireyciliğin her tür saldırısına hazır kılınması anlamına gelir. Liberalizm, insan toplumsuz da yaşar der. Toplumsuz birey yaratarak bireyde anlam yitiminin oluşmasına yol açar. Birey her şeyi kendisi için ister (yaşamını sürdürmesi için gerekli olan doğa da dahil), kendi hizmetine koyar. Toplum birey için bir ağırlık, kurtulunması gereken yük haline getirilmiştir. Halbuki insan toplumsuz olmaz. Toplum insanın varoluş koşuludur. İnsan tüm gücünü toplumdan alır. Kapitalizm ise toplumu özgürlük ve ahlaktan yoksunlaştırıp sürü haline getirerek kendine yaşam alanı açar, varlığını sürdürür. Son tahlilde kapitalist modernite için; kapitalist modernist paradigma tümüyle aşılmadan, tarihsel hakikatin anlaşılması şurada kalsın, dinler tarihinden daha çok perdeleyici ve anlamsızlık yüklü kılacaktır, der. Reel sosyalizm Önderliğin hakikat yönteminde en kapsamlı eleştirilerin reel sosyalizme yöneltildiğine tanık oluyoruz. Reel sosyalizmin proleterya diktatörlüğünü kurma projesi, devletçi uygarlığın sosyalist versiyonundan öte bir anlama gelmez. Hatta uzun süreli uygulama ve toplumsal sistem inşalarından sonra içten çözülerek yıkılmaları veya direkt devlet kapitalizminden özel kapitalizmlere dönüşüm geçirmeleri, temellerindeki ‘bilimsel yöntemden’, onun ‘nesnelleştirme’ anlayışından ileri geldiği üzerinde durulur. Özellikle de reel sosyalizmin 1990’larda yıkılmasından sonra devletleşmek ve iktidarlaşmak olguları Önderliği derin bir sorgulamaya götürür. Pratikte gene Önderlik şu noktalarda özeleştiri vermiştir. Bir; devlet odaklı düşünmek. İktidar eksenli düşünmek, bir de bunlar için sonuna kadar savaş. Esasta temel paradigma olarak, devletçi toplum paradigmasıyla düşünmeyle Önderliği birleştiren noktalar oralardır. Başta Türk halkıyla birlikte bir devlet kurma projesi vardır. Ortaya çıkan şey bir halk demokrasisi olacaktır. Bu da bir devlet biçimidir. Demokrasi bir devlet biçimi olarak algılanmaktadır. İktidar olmak zaten hedeftir. Proleterya iktidar yapılmak istenir. Sonucunda sonuna kadar savaş vardır. Aslında Önderlik sosyalizmi devlet ve iktidardan kurtararak, toplumu bu uğurda verilen savaşlardan da kurtarmış oldu. Bunlar belki de insanlık adına en büyük kazanımlardır. Sosyalizmin en soylu, en kazanımcı yanları bunlardır. Sosyalizmi devletten arındırmaktır. Önderliğin Atina savunmasında çok güçlü bir belirlemesi vardır; “özgürlük, amaçları kadar araçlarının da temiz olmasını gerektirir” yani devlet en kirli araçtır. Devlet kadar kirli araç yoktur. İktidar en çok kirleten araçtır. Bu araçlar kullanılıp soylu amaçlar gerçekleştirilemez. O soylu idealler adına aslında bu araçlar kullanılmaz. Komünal demokratik değerlere sahip çıkarak onları egemen kılmak isteyenlerin içine düştükleri temel hata karşılarında savaştıkları ezenlerle aynı silahları kullanmalarıdır. Önderlikteki diyalektik yöntem Önderlikte ortaya çıkan yöntem diyalektik bir yöntemdir. Ama nasıl bir diyalektik? Önderlik Hegel’in idealist diyalektiği ile Marks’ın materyalist diyalektiğini karşılaştırıyor. Önderliğin diyalektiği bu her iki yöntemden de farklıdır. Yönteminin Hegel’in diyalektiğine benzerliği söylendiğinde Önderlik benzerlikten çok paraleldir demişti; tez-antitez-sentez’i Hegel formülleştirmişti. Ama sonuçta Hegel bu gelişim sürecinin Geist yani evrensel zekaya varınca biteceğini söyler. Bir son var. Ama nesneyi inkar etmiyor. Nesne ile düşünce arasında bir bütünlük sağlıyor. Belki de Önderlik ile benzerlik biraz da buradadır. Ruh ile beden arasında bir bütünlük sağlıyor. Yine paralellik, tez-anti tez ve sentez olgusunda da var. Marks’ta ise kaba maddeci, dogmatik bir diyalektik var. Önderlikteki daha çok doğal bir diyalektiktir. Simbiyotik ilişki denilen ilişki var. Evrensel yasalar veya diyalektiğin temel ilkeleri var. Önderlik, zorunluluk yoktur diyor. Mesela diyalektik, zıtların çatışmasıdır. En temel ilkesi budur. Gelişme, zıtların çatışmasıyla olur. Karşıtların mücadelesi gelişme ortaya çıkarır. Fakat marksist diyalektikte zıtlar birbirini yok ediyor. Ve dolayısıyla yeni gelişen toplumun eski toplumla fazla bir bağı kalmıyor. Bu bakış açısıyla bakılırsa ilkel komünal toplum biçimi tarihten silinip gitmiş gibidir. Marksist bakış, algı budur. Önderlik buna olamaz diyor. Mesela zıtlar birbirini yok edemez. Genişletir, birbirlerinin alanlarını daraltırlar. Devletçi toplum geliştikçe karşıtı konumunda olan doğal toplumu sıkıştırır. Onu kıyılara, köşelere doğru iter ama yok edemez. Bu mümkün değildir. Onun yok olması insanlığın yok olmasıdır. Yani ortaya çıkan insanlık durumu artık bambaşka bir insanlık durumu olur. Önderlikte çarpıcı olan; toplumları bölmenin doğru olmadığıdır. Köleci toplum, feodal toplum, kapitalist toplum, sosyalist-komünalist toplum doğru değildir. Esasta üç temel toplum biçimi vardır: Doğal toplum, hiyerarşik-devletçi toplum ve demokratik toplum. Günümüzde esas itibariyle yaşayan toplum, doğal toplum değerleri üzerinden varlığını sürdüren demokratik toplumdur. Ve onu geriletme, bastırma temelinde gelişen hiyerarşik ve devletçi toplumdur. Demek ki burada diyalektikte zıtların birbirini yok ederek gelişmesi mümkün değildir. Birbirlerini gerileterek genişlemeleri söz konusudur. Biri diğerini geriletir, alanı daraltır, köşeye sıkıştırır ve hatta kısmen de içine alır. Yani kendi denetimine alır. Materyalist yaklaşım yöntemi Önderlik tarafından ağır eleştirilere tabi tutulur. Metafiziğin önemini inkar eden maddi uygarlık rasyonalite ve pozitivizmi yücelterek saldırıya geçmiştir. Onlara göre metafizik kokan her şey hastalık, aldatma aracıdır, toptan reddedilmelidir. Burada Önderliğin metafiziğe dair yorumları hakikati açıklamada oldukça aydınlatıcıdır. Metafizik sorununa yaklaşımının temelinde, onun toplumsal insanın temel bir özelliği olması yatmaktadır. Metafizik, toplumsal insanın onsuz edemeyeceği bir toplumsal inşa gerçeğidir. Metafizikten soyutlanmış insan ya süper bir hayvana ya da süper bir bilgisayara dönüşür. Önderliğe göre metafiziği fiziğin ötesi olarak düşünmek, ne çok mahkum etmeyi ne de övgü dizmeyi gerektirir. Fiziki kalmak ancak mekanik insan tanımına yol açabilir. Ahlak, din, tüm kollarıyla sanat, kurumsal toplum, hatta toplum bir bütün olarak metafizik tanıma daha uygun düşmektedir. Önderlikte esas olan bir yan da ‘kaos aralığı’dır. Bu çok önemlidir. Yani her olgu kendi içerisinde bir kaos aralığını taşır. Öz biçimi taşımayacak bir duruma gelir ve orada bir kaos aralığı oluşur ve kendisine yeni bir biçim arar. Bu aralıkta hangi taraf ağır basarsa o oluşur. Bu kaosta örneğin demokratik değerler daha ağır basarsa demokratik bir sistem çıkar, ama devletli sınıfın değerleri daha ağır basarsa o zamanda bundan yana gelişir. Önderlik başlangıç ve sonsuzluk kavramlarını da yorumluyor. Sonsuzluk an içindedir, şimdi de an içindedir. Oluşum anı önemlidir. Kaos aralığında bir oluşum anı vardır, bir özgürlük anı vardır. Önderlik çelişkileri ele alırken, ana çelişkiyi temel çelişkiyi kabul ediyor ama tali çelişki demiyor. Marks’ta temel çelişki var, bir de tali çelişkiler vardır. Tali çelişki ertelenebilir, göz ardı edilebilir demektir. Ama Önderlikte çelişkiler iç içe çözülür. Örneğin Önderlik diyor ki; 21. yüzyılın temel çelişkisi cins çelişkisidir. Zorba erkeği çözümlüyor. Hegel ulus devlete dayandırıyor, Marks ise sınıf çelişkisini ele alıyor. Önderlik değerlendirmelerinde hep zaman-mekan ilkesini benimsemiştir. Her olay ve olguya ait gözlem ve çözümlemesinde zaman ve mekanı hiçbir zaman göz ardı etmemiştir. Tüm değerlendirmelerinde her zaman ‘doğruya en yakın yorum’ diye belirtir. Bu aslında doğruluğun, hiçbir şeyin kesinliğinin olmadığı anlamında değildir. Tam tersine doğrunun, hakikatin arayışının sürekli olduğu, olacağı anlamındadır. Aşkla özgür yaşamın peşine düşmek Önderliğin hakikat arayışında ulaştığı düzey ‘Demokratik Uygarlık’tır. Bunu Demokratik Toplum Manifestosu olarak kaleme aldığı savunmalar dizisinin Özgürlük Sosyolojisi bölümünde kapsamlıca açar. Kapitalist moderniteye karşı demokratik modernite Önderliğin temel projesidir. Önderliğin temel çabası tekli evrensel modernite anlayışını yıkmaktır. Hatta kanıtlamaya çalıştığı aslında alternatifin daima beraberinde olduğunu, tüm bastırma ve örtbas etme çabalarına rağmen kendini gösterdiğini, diyalektik yöntemin karşı ucu olarak tüm kapsamı ve biçimleriyle varoluşunu sürdürdüğüdür. Kapitalist modernitenin hegemonyası altında en büyük yapılandırmanın tüm dinamikleri aslında toplumda zaten var olan demokratik modernitenin örgütlendirilmesidir. Halkların bilimcilik, milliyetçilik ve cinsiyetçilikten kurtuluşu ancak bu şekilde mümkün olacaktır. Önderlik yöntemsel zincirlerle boğuşmasını Özgürlük Sosyolojisi’nde açar. En zorlu olanının, çok inandığı bilimsel sosyalizme ilişkin dogmaların kırılmasıdır. Adeta kendi kendisiyle vuruşarak dogmatizmin esiri olmaktan kurtulur. Yaşamının büyük bir kısmı bu uğraşıyla geçmiştir. Bu uğraşının sonuçlarını aktardığında iyice etkisinden kurtulduğu birinci dogma; ilkel komünal toplumdan sonra kölecilik ve diğer sınıflı toplum sistemlerinin zorunlu ve art arda gelişlerine ilişkindir. Önderlik bilimsel sosyalizmin bu dogmasını uzun süre bir kanun gibi benimsediğini belirtir. Bu dogmayla iç içe olan ikinci dogması; toplumu sınıfla adlandırmanın kırılmasıdır. Köleci ve feodal toplum tanımları gerçeği en hassas yerinden örtüyor, toplumu efendilerle özdeşleştirmektedir. Toplumun doğal hali olarak ahlaki ve politik topluma köleci, feodal, kapitalist ve sosyalist etiketler, sıfatlar takmanın bir anlamını görmez. Bu sıfatlar altında toplumları tanımlamak, toplum gerçekliğini perdelemek, toplumu unsurlara (sınıf, ekonomi, tekel) indirgemek anlamına gelecektir. Yine iç içe oldukları üçüncü dogmayı da art arda çözmede zorlanmamıştır. Bu dogma, sınıflı toplum aşamalarının zorunlu ve ilerleyici olduklarına ilişkindir. Sınıflı toplum aşamaları hiç de zorunlu ve ilerici değil, tam tersine en gerici, zincirleyici bir gelişme olarak değerlendirmekte cesaretli davranmıştır. Bu konuda bir hususu netçe belirtir Önderlik: “Eğer insanlar nerede, hangi durumda bulunuyor olurlarsa olsunlar önlerindeki sorunları çözemiyorlarsa, bundaki temel etken yıkamadıkları binlerce yıllık dogmalar ve güdülerden kurtulma cesareti gösteremeyen ilkel düşünce seviyelerinden ötürüdür. Düşüncedeki korkaklık tüm korkaklıkların temelidir.” Önderliğin arayışlarının bir etkeni de hakim sistem sana hiç umut vermiyor, seni insan yerine koymuyor ve en basit kimlik sorunlarına bile ilgi gösterip çözüm olamıyorsa, insan olmanın gereği olarak yapacağın şey, kendine saygı ve umudu kendi sistem inşa etme gücüne bağlamasını bilmektir. Yoksa kurtlar sofrasında seni bekleyen kemik artıkları değil, belki de bizzat yem olmandır. “Sonuncu bir etken, belki bana özgüdür, ama genel olduğuna da inanıyorum. O da eğer umut bağladığın anan bile olsa, sana hiçbir şey sunacak durumda değilse, birey olarak özgücüne güvenmekten çekinmeyeceksin. Sağa sola, güdülere teslim olmayacaksın. Eğer ortada yaşanacak bir durum yoksa bil ki insan olarak en iyiyi, doğruyu ve güzeli inşa edebilecek aklı ve iradeyi sergileyebilecek güçtesin. Özgürlük ve eşitlik ütopyalarının inşa edilmiş toplumsal yapılanmalar halinde somutluk kazanmaları günün pratik görevleri mesafesindedir. Gerekli olan, girilen yolun bilimsel değeri ve özgürlük iradesinin gücüdür. Hakikat aşkının özgür yaşama yaklaştığı dönemden bahsediyoruz. Özdeyişimiz şudur: HAKİKAT AŞKTIR, AŞK ÖZGÜR YAŞAMDIR! O halde hem yöntem, hem hakikat rejimi olarak aşkla özgür yaşamın peşine düşmeden ne gerekli olan bilgiye erişebiliriz, ne de yeni öncüllükleri ve toplumsal dünyamızı inşa edebiliriz.”
Posted on: Wed, 18 Sep 2013 17:15:13 +0000

Trending Topics



Recently Viewed Topics




© 2015