KAFKADAN İNCİLER - TopicsExpress



          

KAFKADAN İNCİLER 1. doğru yol gergin bir ip boyunca gider; yükseğe değil de, hemen yerin üzerine gerilmiştir bu ip. üzerinde yürünmek değil de, insanı çelmelemek içindir sanki. 2. insanların tüm kusurları sabırsızlık, yaptıkları işte yönteme vaktinden önce son veriş, ve sözde bir sorunu sözde bir çit içine almaktır. 3. insanın belli başlı iki günahı vardır, öbürleri bunlardan çıkar: sabırsızlık ve tembellik. sabırsız oldukları için cennet’ten kovuldular, tembelliklerinden geri dönemiyorlar. ama belki de belli başlı sadece bir günahları var: sabırsızlık. sabırsızlıklarından ötürü kovulmuşlardı, sabırsızlıklarından ötürü geri dönemiyorlar. 4. öte tarafa göçenlerden birçoğunun gölgesi, ölüm ırmağının dalgalarım durmaksızın yalar; çünkü ırmak bizim bulunduğumuz yerden o tarafa akar ve hâlâ bizim denizlerimizin tuzlu tadını taşır. sonra birden tiksintiyle kabarır ırmak, gerisin geriye akar, ve ölüleri yeniden yaşamın içine bırakır. ama ölüler mutludur; şükran türküleri söyleyip gazaba gelmiş ırmağı okşayıp severler. 5. belirli bir noktadan sonra geri dönüş yoktur. bu noktaya erişmek de gerekir. 6. insanoğlunun gelişiminin kesin sonuca ulaşacağı an, sürekli yinelenip durur. devrimci düşünsel hareketlerin geçmiş bütün her şeyin geçersiz olduğunu ilan etmeleri bunun için doğrudur, henüz hiçbir şey olup bitmemiştir çünkü. 7. kötü’nün elindeki en ayartıcı silah, savaşa çağrıdır. kadınlarla yapılan savaşa benzer, ki sonu yatakta biter. 8./9. pis kokulu bir kancık, sayısız yavrunun üreticisi, daha şimdiden yer yer çürüyen, gerçi çocukluğumda benim her şeyimdi, her zaman sadakatle peşimden gelir, tekmeleyemem ama, onun yerine kendimi adım adım geri çekerim, nefesinin kokusuna bile tahammül edemem; yine de aksini yapmaya karar vermediğim sürece, belli belirsiz bir karaltı halinde büyüdüğünü gördüğüm köşeye doğru sürüklüyor beni; tamamen parçalara ayrışıyor, üstüme abanıyor ve benimle birlikte, kurtlanmış ve irinli dili –bir onur mu bu benim için?– elimin üstünde, benimle son buluyor. 10. a.’nın burnu pek havalarda, iyilik yolunda hayli ilerlediğini sanır, bunun nedeni –çekiciliği sürekli artan biri olarak görüyor ya– kendini giderek daha çok ayartı karşısında hissetmesi, ve üstelik ayartıların şimdiye dek hiç fark etmediği yönlerden geldiğini düşünmesidir. ama bunun gerçek nedeni, büyük bir şeytanın içine girip yerleşmesi, sayısız küçük şeytanın da büyüğüne hizmet etmek için koşuşturup durmasıdır. 11./12. bir elmanın birbirinden farklı görünüşleri olabilir: masanın üstündeki elmayı bir an olsun görebilmek için boynunu uzatan çocuğun görüşü, ve bir de, elmayı alıp yanındaki arkadaşına rahatça veren evin efendisinin görüşü 13. bilgeliğin başladığına ilk işaret, ölmek isteğidir. bu yaşam dayanılmaz görünür, bir başkası ise erişilmez. i̇nsan ölmek istediği için utanmaz artık; nefret ettiği eski hücresinden alınıp ilk işi nefret etmeyi öğrenmek olacağı yeni hücresine konulmak için yalvarıp yakarır. bunda belirli bir inancın kalıntısı da etkilidir; taşınma sırasında efendi koridorda görünecek, tutukluya şöyle bir bakacak ve diyecektir ki: “bu adamın yeniden hücreye kapatılmasına gerek yok. o bana geliyor artık. 14. düz bir yolda yürüyor olsaydın, tüm ilerleme isteğine rağmen hâlâ gerisin geriye gitseydin, o zaman bu çaresiz bir durum olurdu; ama sen dik, senin de aşağıdan gördüğün gibi dik bir yamacı tırmandığına göre, adımlarının geriye doğru kayması, bulunduğun yerin durumundan ileri gelebilir, o zaman da umutsuzluğa kapılmana gerek yoktur. 15. sonbaharda bir yol gibi: temiz pak süpürüyorsun, sonra yol bir kez daha kurumuş yapraklarla örtülüyor. 16. kafesin biri, bir kuş aramaya çıktı. 17. daha önce buraya hiç gelmemiştim: daha başka türlü nefes alıyor insan burada, yanındaki yıldız, güneşten daha çok parıldıyor. 18. üzerine tırmanmadan inşa etmek mümkün olsaydı, babil kulesi’nin yapılmasına belki izin verilirdi. 19. kötü’nün ondan bir şeyler gizleyebileceğinize inanmanızı sağlamasına izin vermeyin. 20. leoparlar tapınağa saldırıp kutsanmış şarapları içiyorlar; bu sürekli yineleniyor; ve sonunda önceden kestirilebilir bir nitelik kazanıyor ve ayinin bir parçası haline geliyor. 21. el taşı olabildiğince sıkı kavrar. daha da uzağa fırlatabilmek için sıkıca kavrar taşı. ama o kadar uzağa da götürür yol. 22. sen ödevsin. ama görünürde öğrenci yok. 23. gerçek düşmandan sınırsız bir cesaret akar içinize. 24. bastığın yerin iki ayağının kapladığından daha büyük olamayacağını anlamak ne büyük bir mutluluktur. 25. aceleyle kaçıp ona sığınmadıktan sonra insan yaşamdan nasıl zevk alabilir 26. sayısız sığınak vardır, ancak kurtuluş yolu tektir; ama kurtuluş olasılıkları yine de sığınaklar kadar çoktur. bir hedef var, ama yol yok; bizim yol dediğimiz şey, bir duraksamadır. 27. olumsuz davranışlarda bulunmak bizden istenir, olumlu davranışlar ise zaten bizimdir. 28. kötü’ye bir kere kapılarını açmaya gör, kendisine inanılmasını beklemez artık. 29. kötü’ye kapıları açmaya seni iten art niyetler senin değil, kötü’nündür. hayvan, hışımla çekip alır kırbacı efendisinin elinden ve kendi efendisi olmak için kendi kendisini kırbaçlar, bilmez ki bu, efendisinin kırbacına atılmış yeni düğümün yol açtığı bir hayalden başka bir şey değildir. 30. i̇yi, bir bakıma rahatsızlık vericidir 31. nefsime hakim olacağım diye uğraşmıyorum. nefse hakimiyet, tinsel varlığımdan saçılan sonsuz sayıda ışınların rastgele bir yerinde etkili olmayı istemektir. ama çevremde böylesi çemberler çizmem gerekiyorsa, o zaman benim için en iyisi bunu bir eylemde bulunmaksızın, şaşkınlıkla devasa düzen’i ağzım açık seyrederim sadece, ve bu seyrin bana e contrario[1] vereceği güçten yararlanırım, o kadar. 32. kargalar, tek bir karganın gökleri yok edebileceğini iddia eder. buna hiç kuşku yok, ama bu yine de göklere ilişkin hiçbir şey ifade etmez, çünkü gökyüzü kargaların yokluğu demektir. 33. din fedaileri bedeni küçümsemez, çarmıha gererek yüceltirler onu; bu açıdan düşmanlarıyla aynı görüştedirler. 34. bir gladyatörün dövüşten sonraki yorgunluğuna benziyor yorgunluğu, yaptığı iş bir memur odasının bir duvarına beyaz badana çekmekti. 35. sahip oluş yoktur, sadece oluş, son nefesi vermeyi, nefessiz kalarak boğulmayı özleyen oluş vardır. 36. önceleri sorularıma neden cevap alamadığımı anlayamıyordum, şimdiyse soru sorabileceğime nasıl inanabildiğimi anlayamıyorum. ama gerçekte inanmıyordum ki, soruyordum sadece. 37. belki bir şeylere sahipsin, ama kendi varlığın yok savına verdiği cevap, bir titreme ve yürek çarpıntısı oldu sadece. 38. sonsuzluk yolunda nasıl böylesine kolayca ilerlediğine hayret eden birisi vardı; gerçekte hızla bayır aşağı yuvarlanıyordu. 39a. kötü’ye taksit taksit ödeme yapılamaz – oysa hep böyle yapılmaya çalışılır. büyük i̇skender, gençliğinde kazandığı askeri başarılara, kurduğu mükemmel orduya, içinde hissettiği dünyayı değiştirmeye yeten güçlere karşın, çanakkale boğazı’nın önünde kalıp asla karşıya geçemeyebilirdi. bu da ne korkudan, ne kararsızlıktan, ne de irade güçsüzlüğünden olurdu, sadece yerçekimine bağlanabilirdi bu 39b. sonsuzdur yol, ne kısaltılacak ne de eklenecek bir şey vardır, ama yine de herkes kendi çocuksu karışını tutar yolun üstüne. “gerçekten de bu bir karışlık yolu gitmen gerekir, bu senden esirgenmez.” 40. kıyamet günü’nü böyle adlandırmamızın nedeni ancak bizim zaman kavramımızdır; aslında o bir tür sıkıyönetim mahkemesidir. 41. dünyadaki uyumsuzluk, şükür ki, sadece sayısal bir uyumsuzluğa benziyor. 42. tiksinti ve nefret dolu bir başı önüne eğmek. 43. av köpekleri henüz avluda oynaşıyor, ama avları, daha şimdiden ormanda ne kadar hızlı koşarlarsa koşsunlar, ellerinden kurtulamayacaklar. 44. bu dünya için koşumlarını takınman gülünç. 45. ne kadar çok at koşarsan, o kadar hızlı gider araban –bu, bütünün temelden söküp çıkarılması anlamına gelmez, ki bu imkânsızdır, ama kayışların koparılması, böylece özgür ve neşeli bir yolculuk olanağının ortaya çıkmasıdır. 46. “sein” sözcüğü almanca’da iki anlama gelir: “var olmak” ve “onun olmak” 47. onlara kral ya da kralın habercileri olma seçenekleri verilmişti. tüm çocukların yaptığı gibi hepsi haberci olmak istedi. sadece habercilerin olmasının sebebi budur, dünyayı dolaşıp durur, yeryüzünde kral kalmadığı için, artık anlamı kalmamış haberleri birbirlerine ulaştırırlar. bu sefil hayatlarına memnuniyetle bir son vermek isterlerdi, ama bağlılık yemini ettiklerinden bunu göze alamıyorlar. 48. i̇lerlemeye inanmak henüz bir ilerleme olduğuna inanmak anlamına gelmez. yoksa bu, inanmak için yeterli olmazdı 49. a. bir virtüözdür, tanrı da onun şahidi. 50. insan, içinde yok edilemez bir şeyin varlığından sürekli emin olmadan yaşayamaz; ancak gerek bu yok edilemez şey gerekse de bu güven kendisinden daima gizli olabilir. bu sürekli gizliliğin kendini açığa vurma yollarından biri, kişisel bir tanrıya inançta kendisini gösterir. 51. yılanın aracılığı gerekliydi: kötü, insanı ayartabilir, ama insan olamaz. 52. dünyayla arandaki savaşımda, dünyanın yanında ol. 53. kimseyi aldatmamak; hatta dünyayı da aldatıp onu bir zafer olanağından yoksun bırakmamalı. 54. tinsel dünyadan başka bir dünya yoktur; duyular dünyası dediğimiz tinsel dünyanın kötülüğüdür, ve kötülük dediğimiz de bizim sonsuz gelişimimizde bir anın gerekliliğidir ancak. alabildiğine güçlü bir ışıkla dünya eritilebilir. zayıf gözlere katı görünür dünya, daha da zayıf gözler için bir yumruğa dönüşür, çok daha zayıfların önünde utangaçlaşır ve kendisine bakmaya yeltenenleri vurup devirir. 55. her şey bir aldatmacadır: en az yanılmaya bakmak, normal ölçüler içinde kalmak, en aşırının peşinden gitmek. birinci durumda ona ulaşmayı kendisi için kolaylaştırmaya çalışarak insan aldatır i̇yi’yi, ve eline yetersiz silahlar vererek aldatır kötü’yü. i̇kinci durumda, dünyevi işlerde bile ele geçirilmeye uğraşılmadığı için aldatılır i̇yi. üçüncü durumda ise, kendisinden olabildiğince uzaklaşılarak aldatılır i̇yi, ve en aşırıya vardırılarak güçsüz kılınacağı umulduğu için aldatılır kötü. bunların içinden yeğlenebilir olarak ikinci durum görünüyor, çünkü her durumda i̇yi aldatılırken, hiç olmazsa bu durumda, en azından görünüşte, kötü aldatılmamakt 56. eğer kendi doğamız gereği onlardan uzaklaştırılmasaydık, hiçbir zaman üstesinden gelemeyeceğimiz sorular vardır. 57. olgular dünyasının dışında kalan her şey için dil ancak ima yollu kullanılabilir, ama yaklaşık olarak bile olsa hiçbir zaman kıyas amacıyla kullanılamaz, çünkü olgular dünyasına uygunluk içinde yalnız mülkiyet ve mülkiyet ilişkilerinden söz eder. 58. insan ancak olabildiğince az yalan söylediğinde olabildiğince az yalan söylemiş olur; yoksa olabildiğince az yalan söyleme fırsatını bulduğunda değil. 59. bir merdivenin üzerine basılmaktan yeterince çukurlaşmamış basamağı, basamağın kendi açısından, ıssız çatılmış bir tahta parçasıdır yalnız. 60. dünyadan elini eteğini çeken herkes herkesi sevmelidir, onların dünyasından da elini eteğini çekmektedir çünkü. böylece gerçek insan doğasının içyüzünü sezmeye başlar; bu varlık sevilmez de ne yapılır; ama bunun tek koşulu vardır: sevilenin dengi olmak. 61. bu dünyada hemcinsini seven kimse, dünyada yalnızca kendisini seven kimseden ne daha çok ne de daha az hata yapmakladır. sadece geriye bir soru kalıyor ki, o da insanın hemcinsini sevip sevemeyeceğidir. 62. tinsel bir dünyadan başka bir şeyin bulunmadığı gerçeği elimizden umudumuzu alır, ama bize bir kesinlik bağışlar. 63. sanatımız, gözümüzün gerçekle kamaşmasıdır: geri geri kaçan ucube maskelere vuran ışıktır gerçek, başka bir şey değil. 64./65. cennet’ten kovuluş esas olarak ebedidir: yani cennet’ten kovuluş kesin ve yeryüzünde yaşama kaçınılmazdır; ama yine de olayın ebediliği bize sürekli cennet’te kalabilme olasılığını vermekle kalmaz, aynı zamanda belki de gerçekte hep orada olduğumuz anlamına da gelir, biz ister bilelim, ister bilmeyelim. 66. o, yeryüzünün özgür ve kendini güvenlikte hisseden bir vatandaşıdır, çünkü bütün dünyevi mekânlara ulaşma imkânını ona veren yeterince uzun bir zincirle bağlanmıştır, ama yine de hiçbir şeyin kendisini çekip yeryüzünün sınırlarından öteye almasına izin verecek kadar uzun değildir bu zincir. ne var ki aynı zamanda, gökyüzünün de özgür ve kendini güvenlikte hisseden bir vatandaşıdır, çünkü yine uzunluk bakımından öbürünün benzeri göksel bir zincirle bağlanmıştır. yeryüzüne inmek mi istiyor, gökyüzü zincirinin tasması yakasından çeker; gökyüzüne çıkmak mı istiyor, bu kez de yeryüzü zincirinin tasması yapar aynı işi. ama bütün bunlara rağmen, tüm olanaklar elindedir ve bunun da farkındadır; hatta tüm bu olanları ilk zincirle bağlanışındaki bir hataya bağlamayı reddeder. 67. gerçeklerin peşinden paten kaymayı yeni öğrenen acemi biri gibi koşuyor, üstelik bir de yasak yerde egzersiz yapıyor. 68. ev halkını koruyan tanrıya inanmaktan daha keyif veren ne olabilir! 69. kuramsal olarak eksiksiz bir mutluluk olanağı vardır: i̇çimizde yokedilemez bir varlık olduğuna inanmak, ve ona ulaşacağım diye çaba harcamamak 70./71. yokedilemez tektir; insanların her biri tek başlarına bu yokedilemezdir; öte yandan bütün insanlarda ortak özelliktir; dolayısıyla insanları birbirine bağlayan eşi benzeri olmayan bir bağ vardır. 72. aynı insanda öylesine algılar vardır ki, birbirinden tamamıyla farklı olmasına rağmen aynı nesneyi konu alırlar; dolayısıyla bundan ancak aynı insanda farklı özneler olduğu sonucu çıkarmak gerekir. 73. kendi sofrasından düşen kırıntıları yiyor; bir süre için öbürlerinden daha tok hissediyor kendini, ama sofradan nasıl yenilir bunu unutuyor; ancak artık geride yenecek kırıntı da kalmıyor. 74. eğer sadece cennet’te yok edilebilir olduğu düşünülen şeyler yok edilebilir idiyse, o zaman bu kesin değildir; yok eğer yok edilemiyorsa, o zaman biz yanlış bir inançla yaşıyoruz demektir. 75. kendini insanlığa bakarak sına. şüphe edeni şüpheye, inananı inanca götürür bu. 76. şu duygu: “burada demirlemeyeceğim”, ve anında kabarıp coşan ve insanı sarmalayan dalgaları hissediş. ani bir değişim. tetikte, ürkek, ümitli dolanıyor cevap sorunun çevresinde, bakışlarını ümitsizce sorunun yanma yaklaşılmaz yüzünde gezdiriyor, en anlamsız yollar boyunca onu izliyor, yani, cevaptan alabildiğince uzağa giden yollar boyunca. 77. insanlarla iç içe olmak, insanı kendini gözlemlemeye götürür. 78. bir dayanak olmaktan çıkınca özgürleşir ruh ancak. 79. şehvani sevgi ilahi aşka gözlerimizi kapar; kendi başına yapamaz bunu, ama bilmeden içinde ilahi aşktan bir parça taşıdığından yapabilir. 80. gerçek bölünemez, bu yüzden kendini tanıyamaz; her kim onu tanımak isterse bir yalan olmak zorundadır. 81. hiçkimse eninde sonunda kendisine zarar verecek bir şeyi isteyemez. kimi insanda böyle bir durum görünüyorsa –belki de herkeste var bu görünüm– nedeni, o insanın içindeki iki ayrı kişiden birinin kendisine yararlı bir istekte bulunmasına karşın, bu isteğin karar verilirken yarı düşüncesine başvurulan ötekisine zarar vermesidir. i̇nsan, ancak karar sırasında değil, daha başlangıçta içindeki ikinci kişinin tarafını tuttuysa, ilk kişi ve onunla birlikte söz konusu istek de silinip gider 82. neden sürekli i̇lk günah’tan ötürü yakınıp dururuz? i̇lk günah yüzünden değil, hayat ağacı’ndan ötürü kovulduk cennet’ten, onun yemişlerinden yemeyelim diy 83. sadece bilgi ağacı’nın yemişlerini yediğimiz için değil, hayat ağacı’nın yemişlerinden hâlâ yemediğimiz için günahkârız. i̇çinde bulunduğumuz durumdan dolayı günahkârız, i̇lk günah’tan deği 84. cennet’te yaşamak üzere yaratılmıştık, ve cennet bize hizmet etmek için düzenlenmişti. sonra yazgımız değiştirildi; cennet’in yazgısında da bir değişiklik oldu mu, bu hiçbir yerde belirtilmiyor. 85. kötü, belirli geçiş durumlarında insan bilincinin saçtığı bir ışındır. sadece görünüş olan tamamıyla duyular dünyası değil, fakat ondaki kötü’dür; ne var ki bu, bizim gözümüzdeki duyular dünyasını oluşturur. 86. ilk günah’tan beri iyi ve kötü’yü ayırt etme yeteneğimiz aşağı yukarı birbirine eşittir; ama yine de bu konuda hemcinslerimizden üstünlüğümüzü burada ararız. ama işte gerçekte bu iyi ve kötü bilgisinin çok ötesinde gerçek farklılıklar başlar. bunun aksi bir görünüm olması şuna dayanıyor: kimse sadece bilmekle hoşnut olamaz, aynı zamanda bilgisine uygun olarak davranmak ister. ancak, bunu yapabilecek güçle donatılmamıştır, dolayısıyla kendini yok etmeye yazgılıdır, gerekli gücü ele geçirememe riski bile onu engelleyemez, ama son denemeyi yapmaktan başka bir şey de kalmamıştır ona. (bilgi ağacı’nın yemişlerini yeme yasağının çiğnenmesine karşı ölümle tehditte yatan saklı anlam budur; belki eceliyle ölümün, başlangıçtaki anlamı da buydu.) şimdi bu yapmaya korktuğu bir hamledir; iyi ya da kötü bilgisinden vazgeçmeyi bile yeğler (“ilk günah” terimi, kaynağını bu korkudan alır); ama bir kere olmuş olan iptal edilemez, sadece belirsizleştirilebilir. işte bu amaçla birtakım mazeretler uydurulur. tüm dünya böylesi mazeretlerle doludur, hatta gözle görülür bütün dünya bir anlık huzur arayan insanın kendini haklı çıkarmasından başka bir şey değildir belki de. bilginin önceden verildiği gerçeğini bozma, bilgiyi ulaşılacak bir amaca dönüştürme çabası. 87. giyotin gibi bir inanç, onun kadar ağır, onun kadar hafif. 88. ölüm, sınıf duvarında asılı i̇skender’in savaşı[2] adlı tablonun bir röprodüksiyonu gibi önümüzde duruyor. yapmamız gereken, daha bu yaşamda eylemlerimizle, tabloyu karanlığa gömmek, ve hatta ortadan silip atmaktır 89. (defterin bu sayfası kayıp) 90. iki olanak: kendini sonsuz küçültmek ya da sonsuz küçük olmak. birincisi mükemmellik, yani eylemsizliktir; ikincisi başlangıç, yani eylemdir. 91. sözcüklerin yol açtığı karmaşadan kurtuluş: etkin olarak yok edilecek olanın, ilk önce sıkıca kavranmış olması gerekir; ufalanıp dökülen ufalanıp dökülür, ama yok edilemez. 92. putlara tapınmanın ilk nedeni, kuşkusuz nesnelerden korku, ama, buna bağlı olarak, nesnelerin gerekliliğinden korku, ve buna bağlı olarak nesnelere karşı sorumluluktan korkuydu. bu sorumluluk öylesine dayanılmaz bir şekilde ortaya çıktı ki, insan onu bir tek olağanüstü insanın omuzlarının üstüne yıkmayı göze alamadı, çünkü bir tek aracı da insanın sorumluluğunu azaltamayacaktı, yalnızca bir tek varlıkla ilişkisi, gereğinden fazla sorumluluğu insanın bir yük gibi sırtında taşımasına yol açacaktı, işte bundan dolayı her nesnenin sorumluluğu nesnenin kendisine verildi, daha da ileri gidilerek nesneler insanlardan en çok sorumlu tutuldular. 93. son kez ruhbilim! 94. yaşamının daha başlangıcında iki ödev: giderek çevreni daraltmak, ve kendini bu çevre dışında gizleyip gizlemediğini sürekli denetlemek. 95. kötü, bazen insanın elinde bir alet gibidir; bilinsin ya da bilinmesin, eğer insan bunu yapmak istiyorsa, kaldırılıp bir kenara konulmasına ses çıkarmaz. 96. bu yaşamın hazları, yaşamın kendi hazları değil, ama bizim daha yüce bir yaşama yükselme korkumuzun hazzıdır; bu yaşamın eziyetleri yaşamın kendi ıstırapları değil, ama bu korkudan dolayı kendimize yaptığımız eziyettir. 97. sadece burada ıstırap ıstıraptır. bu demek değildir ki, burada ıstırap çekenler bir başka yerde de çektikleri ıstıraptan ötürü ödüllendirilecek; bunun anlamı, bu dünyada ıstırap denen şeyin bir başka dünyada değişmeyip, yalnız karşıtından bağımsız kılınacağı ve mutluluğa dönüşeceğidir. 98. evrenin sonsuz genişlikte ve zenginlikte tasarlanması, zahmetli bir yaratışla özgür bir içe bakışın en aşırıya vardırılmış alaşımının sonucudur. 99. ebedi yaşamın bir vakit sürdürüldüğüne ilişkin olup, zamana bağımlılığımızı haklı gösteren en güçsüz inanış bile, günahkârlık içinde yaşadığımıza ilişkin şimdiki en merhametsiz inançtan ne kadar daha çok iç bunaltıcıdır.. ancak, saflığı içinde ikincisi bütünüyle kapsayan birinci inanışa katlanma gücüdür ki, inancın ölçüsünü oluşturur. birçokları, ilk büyük aldatışın yanında, her durumda kendi bireysel durumları için küçük çapta özel bir aldatışın düzenlendiği, üstelik de bunun onların yararı düşünülerek yapıldığına inanır, örneğin, sahnede bir aşk–oyunu canlandırılıyorsa, kadın oyuncunun, oyundaki sevgilisine yapmacık gülümsemesinin dışında, üst galeride belirli bir seyirciye sinsi sinsi gülümsediği kanısındadır. bu böyle sürer gider. 100. şeytani olana ilişkin bir bilgi olabilir, ama içinde inanç bulunamaz, çünkü ortada görünenden daha fazla şeytani olan yoktur. 101. günah her zaman açıktan açığa gelir ve aranda duyularla kavranabilir. kökleri üzerinde yürür ve tanınmak için sökülüp çıkarılması gerekmez. 102. çevremizdeki acıların tamamını bizim de çekmemiz gerekiyor. hepimizin ortak bir vücudu yoktur, ama ortak bir büyüme yolumuz vardır, ve bu ise, şu ya da bu biçimde, acılar içinden götürür bizi. nasıl ki çocuk belli bir gelişim sonucu yaşamın tüm evrelerinden geçer (her evre de istek ve korku bakımından bir önceki için erişilmez görünür aslında), yaşlanır ve sonunda ölürse, biz de bunun gibi (insanlıkla aramızdaki bağ, kendimizle aramızdaki bağdan güçsüz değildir), yaşadığımız dünyanın tüm acılarından geçerek gelişiriz. bu konuda adalete yer yoktur, acılardan ürkmeye ya da acıları üstünlük olarak nitelemeye de yer yoktur. 103. dünyanın acılarından uzak tutabilirsin kendini, böyle yapmakta özgürsün ve senin doğana kalmıştır bu, ama kaçınabileceğin bir acı varsa işte bu da belki bu kendini uzak tutuştur. 104. insan özgür irade sahibidir, ve bu üç bakımdandır: birincisi, bu yaşamı istediği zaman özgürdü; şimdi, kuşkusuz, geriye dönemez artık, çünkü bir zamanlar bu yaşamı arzulayan kişi değil artık, bir zamanlar arzulamış olduğunu yaşayarak gerçekleştiriyor olması dışında. ikincisi, yaşamı boyunca ilerleyeceği yolu ve biçimi seçebilmesi bakımından özgürdür. üçüncüsü, yeniden dünyaya geleceğini düşünerek, tüm koşullar altında yaşam ve böylelikle kendine varan yolu bulmayı arzulaması bakımından özgürdür, ancak, bir tercih işi olmasına karşın, bu yaşamın dokunulmadık hiçbir köşesini bırakmayacak kadar labirent biçiminde olacaktır bu yol. özgür iradenin üç görünüşüdür bu, ama üçü de aynı zamanda var olduğundan, bir birlik oluştururlar, ve temelde öylesine tam bir birliktir ki, burada özgür olsun ya da olmasın, hiçbir iradeye yer yoktur. 105. bu dünyanın baştan çıkarma aracı ile bu dünyanın sadece bir geçiş olduğuna ilişkin güvence, bir ve aynı şeydir. böyle olması da gerekir, çünkü dünya ancak bir yoldan yaratabilir bizi ve bu da gerçeğe uygun düşer. ama işin berbat yanı, ayartı başarıya ulaşınca biz güvenceyi unuturuz, ve böylece i̇yi bizi kandırıp kötü’nün kucağına atar, kadının bakışıyla bizi yatağına çağırması gibi 106. alçakgönüllük, yalnız başına umutsuzluk içinde kıvranan kişi de içinde olmak üzere, insanla hemcinsi arasında en güçlü ilişkiyi sağlar, yeter ki tam ve sonsuz bir alçakgönüllülük olsun bu. bunu yapabilir çünkü tapınmanın gerçek dilidir, hem tapınmanın kendisi, hem de birleşmelerin en güçlüsüdür. i̇nsanın hemcinsiyle ilişkisi tapınmasıyla ilişkidir, insanın kendi kendisiyle ilişkisi çabayla ilişkidir; tapınmadan çaba gösterme gücü de elde edilir sen, aldatmacadan başka bir şey bilebilir misin? aldatmaca yok edilse bile, sen hiçbir zaman oraya bakmamalısın, yoksa bir tuz sütununa dönüşürsün. 107. herkes a.’ya karşı pek nazik; yoksa şahane bir bilardo masası iyi oyunculardan bile titizlikle saklanır da sonra o büyük oyuncu çıkagelir, masanın zeminini dikkatle inceler, oyunda vaktinden önce işlenecek bir hataya göz yummaz; ama sonra kendisi oynamaya başlayınca, alabildiğine küstahlaşarak yapmadığını bırakmaz, işte böyle birine davranılır gibi tıpkı. 108. “ama sonra sanki hiçbir şey olmamış gibi işine döndü.” belki de hiçbirinde geçmez ama, açık seçildikten yoksun eski hikâyeler yığınından kulağımıza tanıdık gelen sözlerdir bunlar. 109. “inanç yoksunu olduğumuz söylenemez. sadece yaşıyor olmamız bile, tüketilemeyecek bir inanç–değeridir.” “neresindeymiş bunun inanç–değeri? yaşamamak elde değil ki.” “i̇şte inancın insanı çıldırtacak kadar büyük gücü, bu ‘elde değil ki ‘dedir, bu olumsuzlamada açığa vurur kendini. evden çıkıp gitmen gereksiz. masa başında kal ve bana kulak ver. kulak vermesen de olur, sadece bekle. beklemesen de olur, tamamen sessiz ve yalnız ol. dünya maskesini düşüresin diye, kendini sana sunacaktır; başka bir şey gelmez elinden, cazibeye kapılmış, ayaklarının dibinde kıvranıp duracaktır.
Posted on: Thu, 17 Oct 2013 08:24:27 +0000

Trending Topics



Recently Viewed Topics




© 2015