*MEZHEPÇİ DIŞ VE İÇ POLİTİKA`NIN TÜRKİYE`Yİ - TopicsExpress



          

*MEZHEPÇİ DIŞ VE İÇ POLİTİKA`NIN TÜRKİYE`Yİ GETİRMİŞ OLDUĞU KONUM * Türkiye sünni mezhebi ile yönetiliyor. Sünnilik İslam`ın saltanat mezhebidir. Muaviye tarafından İslam dünyası`nın egemen mezhebi haline getirilmiş ve hala egemenliğini devam ettiriyor. Hazreti Muhammet döneminde İslam da mezhep yoktu. İslam öncesi Arap alemi aşiretlerce (kabile) yönetilirdi. İslam`ın ilanından sonra, aşiretler İslam a biat ederek, egemenliklerini İslam`a devrettiler. Yönetim ve denetimde egemen ideoloji ve yönetim İslam, Peygamber de Hazreti Muhammet olmuştu. Hazreti Muhammet`in vefatından sonra Halifelik egemen makam ve Halifeler de ulu kişiler olarak devam eden bir yönetim mekanizması oluştu. Bu mekanizma o dönemin İslam ekabirleri`nin oyları ile işliyordu. Söz konusu mekanizma Hazreti ALi`nin Halifeliği`ne kadar devam etti. ALi son halife oldu... Hazreti ALi bir suikastta öldürüldükten sonra, Halifelik yapısı sona erdi. Çünkü Muaviye ve Yezit, ALi`nin Halifeliği`ne itiraz etmiş ve ALi`ye biat etmemişlerdi. Bu politik tarz Arap aleminde yeniden aşiretlik sistemine dönmenin yolunu açmıştı. Ancak Aşiret tarzı ile değil mezhep tarzı ile. Halifelik sistemi, Muaviye`nin kişilik ve tarzını İslam a uygun bulmadığı (özellikle de hatem savaşını çıkartmasından sonra) için Halifelik istemini reddetmişti. Halifeliğe yönelik istem ve arzuları, Halifelik kurulu tarafından reddedilince, Muaviye; mezhepçiliği İslam ve Arap dünyasında egemen yönetim tarzı haline getirme çabasına girdi! Söz konusu dönemde Muaviye Şam valisi olduğu için, Şam da mezhebe dayalı bir saltanat kurmuştu, mezhebi Sünnilikti. Dolaysı ile mezhepler İslam dünyasında egemen hale gelirken Sünnilik de İslam`ın saltanat mezhebi konumuna geldi. Bu gün emperyalizmin bir yönetim biçimi olarak ifade edilen “böl-parçala-yönet” tarzının yaratıcısı Muaviye dir. Hz Muhammet ve Halifelik sistemi döneminde İslam bir bütündü. Hz Muhammet İslam`ın Peygamberi idi. Kimse saygıda kusur etmiyordu. Halifelik yapısı İslam`ın büyüklerinden oluşuyordu. Halife`nin seçimi ise, İslam büyükleri`nin oyları ile yapılıyordu. Muaviye o dönemin İslam ekabirleri (büyükleri) tarafından Halifeliğe laik görülmedi. Hile ile ALiden Halifeliğin hatemini aldı. O nedenle Hazreti ALi ile Muaviye arasında İslamın ilk iç-savaşı olan “Hatem savaşı” çıktı. Muaviye yenildi... Dolaysı ile Muaviye`nin Halifelik sevdası sona erdi. Bu hırs ve kinle Ehlibeyti hedef aldı, oglu olan YEZiD`le birlikte tümünü katletti. Bir nevi kolektivizm olan, İslam büyükleri`nin oyları ile seçilen Halifeliği yıkıp, aşiretçiliği yeniden diriltip, mezhebe çevirerek, Halifeliğin yerine koydu. Halifelik kolektivizmi`nin yerine, TEK kişiye bağlı, otoriter ( Erdoğan gibi) mezhepçi, saray egemenliği yönetimini oluşturdu. Mezhepçilik yöntemi ile İslam dünyası`nı “böl-parçala-yönet” sistemine dönüştürdü. Sonraki süreçte İslam`ı kendine göre dizayn etti. Hz Ömer`in yapılandırdığı "adaleti", Hz Osman`ın üretimi olan İslam ideolojisi`ni ve teorisi`ni, Kuran-ı Kerim`in işine gelmeyen ayetlerini kendine göre yeniden düzenledi. Ondan beri İslam ülkelerinde hangi sistem kurulursa kurulsun, sistem içinde bazen illegal, bazen legal olarak Mezhepçilik ve onun bir alt yapısı olan cemaatçilik var olmaya devam ediyor. Bu günün Türkiyesi`nin yönetici partisi ve Hükümeti de böyledir. İçinde bir çok cemaat ve mezhep vardır. İktidarın çıkar arpalıklarında hem nemalanıp hem de üzerinde kapışıyorlar. Devletin vatandaşlık bağının yerini yandaşlık, mezhepdaşlık alıyor. Kuşkusuz AKP yönetimi dönemine kadar da Türkiye demokrasi ile yönetilmedi. T.C. devleti kurulduktan bu yana ya siyasi gericilik ya da faşizmle yönetildi. 1950 den sonra da emperyalizm egemen oldu. Emperyalizm`in de işine geldiği için aynı sistemi devam ettirdi. Türkiye Halkları hiçbir zaman demokrasi yüzü görmedi. Devlet hiçbir zaman için dini gericilik ve cemaatçilikle ilişkisini kesmedi. Ancak hiç bu kadar da cemaatlerin etkisi altına girmedi!... AKP İktidarı dönemine kadar, devlet dini gericilik ve cemaatler ile ilişkisini kesmiyordu ancak dini gericiler ve cemaat devleti yönetmiyordu, devlet dini ve cemaatleri denetliyordu. Dış politikada da böyle idi. T.C. Devleti hiçbir ülke ile ilişkilerini ve uluslar arsı sorunlara yaklaşımını din ve mezhep üzerinden yapmıyordu. Devletin ve işbirliği içinde olduğu emperyalistlerin çıkarı doğrultusunda bir dış politika izliyordu. Söz konusu politikalar da halkların lehine değildi. Ancak bu türden politikalarından dolayı, bölge ülkeleri ve Türkiye`nin iç dinamiği dinsel ve mezhepsel temelde bölünmüyordu. Ayrılıklar, ya ülkeler ya da sınıflar bazında oluyordu. Örneğin Sovyetler Birliği`ne karşı izlenen politika da, ya İşçi sınıfı için politika yapan parti ve örgütler temsil ettikleri sınıf adına karşısında ve/ya yanında yer alıyorlardı. ABD ve diğer emperyalist güçlerde de öyle oluyordu. AKP İktidarı döneminde iç ve dış ilişkiler din ve mezhep temelinde gelişmeye ve /ya tıkanmaya başladı. Örneğin Irak ta Şiilee ile Sünniler arasında kanlı çatışmalar çıktı. Erdoğan Hükümeti, Irak Hükümeti ve devleti ile ilişkilerini bozarak Sünnileri ve onların liderini destekledi. Tabi ki bu mezhepçi politika, Türkiye`nin iç dinamizmine de yansıdı. Türkiyeli "Şiiler" ve Sünniler, kendi mezhep inançlarına göre destek ve/ya karşı duruş sergilediler. Erdoğan Hükümeti`nin Suriye, Mısır ve Lübnan gibi ülkelere yaklaşımı da bu temelde. Suriye de açık açık: "ülkeyi ALEViLER yönetiyor..." diyerek politika belirlediler. Sonuç ortada. Suriye de bir ekonomik alt yapı ve siyasal üst yapı analizi yapmadılar. Ulusal burjuvazi ve devlet kapitalizmi`nin egemen üretin ilişkisi olduğu ve Suriye de bu ekonomik-politik bağlamda ulusal bir burjuva sınıfı ve bir ulusalcı gücün oluştuğunu hiç kale almadılar. Yönetim sadece Alevilerin "elinde"! onlar da zaten nüfusun onda birini oluşturuyorlar yargısından hareketle bir-kaç hafta içinde “Eset yönetimini alaşşağı ederiz” düşüncesi ile politika ürettiler. Süreç içerisinde bu politika ve bu anlayış temelinde üretmiş oldukları diplomasinin ne kadar yanlış olduğu kendiliğinden açığa çıktı. Ancak bundan hiç ders çıkartılmadı. Aynı politika Mısır için de uygulandı. Mısır konusunda, Türkiye dış politikası da Mursi kadar yalnız kaldı. Erdoğan Hükümeti, Mısır ile ilgili izlediği diplomasi nedeniyle: ABD, AB ve Körfez de ki müttefikleri ile ayrı düştü. Hem de çok fazla ayrı düştüler. Suriye ye karşı sıkı iş-birliği içinde oldukları, Sudi Arabistan ve Katar; Mısır cuntası`na milyarlarca dolar yardımda bulundular. Erdoğan ise hala “ahlak” hamaseti yapıyor. Sözünü etmiş olduğu “ahlak” ile duruşunun hiçbir ilgisi yoktur... Geçmişte, Hüsnü Mübarek de aynen Mursi`nin devrildiği gibi devrilmişti. Mısırlılar inmişti Tahrir meydanı`na AB, ABD ve diğer müttefikleri Mübarek`e: "iktidarı bırak" diye seslenmişlerdi. Bu seslenenler arasında Erdoğan da vardı. Mursi olayında olduğu gibi o zaman da ordu yönetime müdahale etmişti. Hatta Mısır`ın o zamanki Genel Kurmay Başkanı misafir olarak bulunduğu ABD’ den yeni gelmiş ve ayağının tozu ile Hüsnü Mübarek yönetimine el koymuştu. Daha sonra tıpkı şimdiki gibi geçici bir mekanizma yaratarak seçimlere gidilmişti. O zaman da AB, ABD ve Erdoğan da dahil işbirlikçilerin hiç birisi olup bitenlere “Cunta” dememişlerdi. Diğerleri bu gün de demiyor. Ama Erdoğan “Cunta” diyor. Bu politikasını da diğer müttefiklerinden daha “ahlaklı” olmasına bağlıyor. Tabi ki gerçek olan “ahlaklı” olması değil, Hüsnü Mübarek`in Sünni Müslüman olmasına rağmen dinci olmaması ile, Mursi nin “Iğvancı” dinci birisi olmasıdır. Söz konusu tercih, “ahlaki” olarak değil, mezhep ideolojisi temelinde yapılmıştır. Ayrım Sünni ve dinci olma ideolojisi temelinde olmuştur. O nedenle de Mübarek`in yıkıldığı dönemdeki müttefikleri ile ters düşmüş ve ayrılmıştır. Emperyalizm Sünni İslam mezhepçiliği`nin organize bir şekilde, bölge üzerine kurmuş olduğu lobiyi yeni gördü. Ya da önceden de biliyordu ama, fazla önemsemedi, belli süre sonra aşındırıp, marjinalleşeceğini sandı. Bu amaçla “ılımlı İslam” teorisi üreterek iş-birliği yaptı. Bu işbirliği Sünni-İslam mezhepçiliği`nin de işine geldi. Erdoğan “demokrasinin bir durağından inerim” dedi, “ milli gömleği sırtımdan çıkartırım” dedi kendini ve çevresini böyle aldatarak işe girişti. Ama tabanda ki cemaatler de çıkar çarkına katılıp, mezhepçiliğin içine tarikatçılığı da sokunca, Sünni mezhep lobisi ile emperyalizmin planları çelişti. Sünni lobisi ekonomik olarak daha fazla pay ve yönetimde ise daha fazla egemenlik istedi ve de yapmaya başladılar. Erdoğan`ın Türkiye de elde etmiş olduklarını Mursi de Mısır da yapmaya çalıştı. İktidarını sağlamlaştırsa idi Erdoğan`ın kendini padişah gibi görmesi ve padişahı taklit etmesine karşın Mursi de kendini “Fravun” ilan etmişti. Mursi, Mısır da iktidara yeterince oturabilse idi, Erdoğan “ kardeşi” ile Ortadoğu da bir Sünni mezhebi ideolojisine dayalı dukalık oluşturabilirlerdi. Emperyalizm bu planları gördü ve Mursi henüz gereken düzeyde egemenlik kurmadan ağırlık koyarak iş birliğini bozdu. Emperyalizmin eskiden gerek Türkiye ve gerekse Mısır, Tunus, Yemen vb. gibi ülkelerde iş-birliği yapmış olduğu yöneticiler, örgütlü ve organize İslam gücüne sahip kişiler ve partiler değildi. O nedenle güçlü organize ve devletin arpalıklarından nemalanan geniş bir kitle tabanına sahip değillerdi. Bu niteliklerinden dolayı gerek ekonomik alanda gerekse siyasi alanda emperyalizmin verdiği kadarını alıp onunla yetiniyorlardı. Özellikle siyasi üst-yapı`yı Emperyalizm`in isteği doğrultusunda şekillendiriyorlardı... Sünni mezhebi`ne dayalı İslam ideolojisi ve politik yapısı: iş-birlikçi eski devlet yapılanması`nın içine dini motifleri de yerleştirmeye ve daha otoriter bir devlet yapısı yaratmaya kalkıştılar. “Kimsenin özel yaşamına karışmıyoruz”(!) diyerek toplumun bütün yaşam tarzına karışmaya ve de değiştirmeye başladılar. Bu bağlamda, Liberalizm`in kurallarına da ters düştüler. İhale vb. gibi durumlarda din-daş ve yan-daş sermayeye çok açık bir şekilde tolerans tanıdılar. İhale ve iş akitlerinde, din-daş ve yan-daşlığı ölçü olarak almaları ve bunu açıkça yapmaları global sermayenin jetonunu düşürdü. Özel yaşam alanı aynı zamanda da tüketimin yoğun olarak yapıldığı alanlardan birisidir. O nedenle de kapitalizm`in çok önemli bir kar marjı sağladığı bir alanıdır özel yaşam alanları. Sünni mezhep mensubu yöneticiler, bu alanlara müdahale ederek kendi kitle temellerini genişletip, organize hale getirirken, söz konusu girişimler global kapitalizmin tüketim alanını daralttığı için, global kapitalizm`in işine gelmedi. Dolaysı ile de Emperyalizmin “ılımlı İslam” üzerine yapmış olduğu teori ve bu temelde yaratmış olduğu ekonomi-politika hesabı “çarşıya uymadı.” O nedenle de eski planlarını iptal edip, yeni planlar yapmaya başladı. Belki biraz daha bastırırsa “ılımlı İslam"ı istediği kıvama getirir, belki de yeniden seküler politikaya döner. Hangisini yapar bilemiyoruz ama “ılımlı İslam” teorisinden ve pratiğinden geriye dönüş yaptığını gösteren çok veri var... Hangi formülünü yürürlüğe koyarsa koysun, bizi ilgilendiren konu halkların emperyalizmin bu deneme sınama oyunlarında bir araç olarak kullanılmasının önlenmesidir. Bunu açıkça yapıyor. En somut örneği de Mısır Tahrir meydanı`n da sergileniyor. Halklar artık emperyalizmin kendilerini bir araç olarak kullanmasına izin vermemeli. Uyanmalılar. Bu çanların kimin için çaldığını duymalı, bilmeli ve toparlanmalılar. Hem mezhepçilik ve hem de emperyalizmin halkları ne konuma getirdiğini görmeliler. Mezhepçilik toplumu hiç olmadık yerlerinden, sınıf ve halkların kardeşliği yönünden bölüyor. Bu bölünmeyi mezhep ve genel inanç temelinde yapıyor. Emperyalizm de bu bölünmeden yararlanarak sömürüsünü ve baskısını katmerleştiriyor. Anlayacağınız her iki taraf da “alavere dalavere halklar nöbete” oyununu oynuyor. Bu iki oyuncudan birinden yana olmak halk düşmanlığıdır. Halklar sırtlarında oynanan bu oyunu görmeli, karşı durmalı, hayır, olmaz demelidir. Diplomasi ve dış politika ülkenin çıkarları üzerinden yapılır.Erdoğan ve Hükümeti dış politikayı : “ahlak, vicdan, merhamet” gibi dini motifler üzerinde yapıyor. “Ahlak, vicdan, merhamet” gibi söylemlerin arkasına sığınarak, kendi Sünni mezhep kliği ideolojisini etkin kılmaya çalışıyor. Bu mezhepçi politikaları ile Türkiye yi diplomasi alanında yalnızlaştırdı. Dışarıda bunu yaparken içeride de zor, zorbalık ve baskıları artırıp, yasalaştırarak kalıcılaştırıyor. TMMOB gibi çeşitli demokratik kitle örgütlerinin bile hak ve yetkilerini elinden alarak halka karşı kullanıyor. Emperyalizmin oyunlarını da gözden kaçırmadan ; Erdoğan ve Hükümetinin halk düşmanlığı girişimine dur demek gerekiyor. Halklar: filler dövüşürken fillerin ayakları altında ezilen çimen olmamalılar. Karşı devrim güçleri aralarındaki çıkar çelişkisi nedeni ile kapışırken, onların arasındaki çelişkiden yararlanarak, kendi iktidarı ve demokrasisinin yolunu açmalıdırlar. Bu konu da en büyük görev: Özgürlük Hareketi ve Gezi Hareketi`ne, bu iki Hareketin Global kapitalizm`e ve Erdoğan Hükümeti`ne karşı bir platformda birleşmesine düşüyor!... Teslim TÖRE 11 Tem.2013 *Not; MUAViYE -> Ebû Süfyan`ın ogludur! YEZiD -> Muaviye`nin oglu, Ebû Süfyan`ın torunudur
Posted on: Fri, 12 Jul 2013 12:40:07 +0000

Trending Topics



Recently Viewed Topics




© 2015