Melamiler… 1942 yılında İZMİT ağır ceza savcılığınca, - TopicsExpress



          

Melamiler… 1942 yılında İZMİT ağır ceza savcılığınca, o zamanki Diyanet işleri Başkanlığından Melâmilik hakkında istenilen bilgiye başkanlığın verdiği cevaptır: T.C DİYANET İŞLERİ REİSLİĞİ YAZI İŞLERİ MÜDÜRLÜĞÜ KOCAELİ AĞIR CEZA MAHKEMESİ MÜDDERİ UMUMİLİĞİNE ( SAVCILIĞINA) 13/12/1943 gün ve 1254 sayılı yazınıza ilişkin evrak okundu; Tasavvufa ait ilmi menbalara göre Melâmiler, bâtında olanları zâhire vurmayanlardır, yâni sôfî hem zâhirde hem bâtında, Melâmi ise: zâhirde değil bâtında şer’i görenlerdir. Diğer bir ifade ile: Melâmilerde zikir ve fikir vardır, Taç, Hırka, Tekke, Zâviye, Âyin yoktur. Tarihte ilk defa hicrî 271 de vefat eden Hamdun Kassarı avam arasında kıyafet ve heyetçe temayüz etmemeği âdet ettiği için ( Melâmi ) ünvânını almış ve ondan sonra gelenlere Melâmi adı verilmiştir. Hicri 833 de vefat eden HACI BAYRAM-I VELİ nin iki ünlü çırağından birincisi AKŞEMSEDDİN şeyhinin makamına, ikinci çırağı Ömer Sekkini ise taç ve hırkayı yakarak, yâni tarikatın zâhiri şekiller ve merâsimini atarak Melâmilik mesleğini yenilemiştir. İşte son yüz sene zarfında Arap hoca şeyh Muhammed Nur-ül-arabi tarafından görülen ve esası Muhiddin-i Arabî nin vahdet-i vücud nazariyesine dayanarak, tasavvufî ve felsefî fikir ve sohbet mesleği, Hamdun Kassarın ve Ömer Sikkinî yukarda izah edilen usulüne uyarak Melâmilik adını almıştır. Bu meslek: Tevhid-i Ef’al, Tevhid-i Sıfat, Tevhid-i zat adlarıyla VAHDET-İ VÜCUT nazariyesini ve Muhiddin-i Arabi’nin sofilik felsefesini anlamak derecesinden ibârettir. Binâenaleyh Melâmilik diye başlı başına bir tarikat ve icazetname meselesi yoktur. Şeyh Muhammed Nur-ül Arabî nin Nakşibendîye ve Halvetiye tariklerinden icâzet aldığı ve bu iki tarikattan icazet verdiği rivayet edilmiştir. Melâmilere mahsus zâviye, tekke, derğah da yoktur. Selef-i meşâyih tarafından tevcih edilen tarikat ve şeyhlikleri ve tekkeleri arasında, bu ismi taşıyan bir şeyhlik ve bir takke görülmemiştir. Melâmilik bir sohbet tarikidir, sohbetleri gizli değildir, kahvehanelerde, mecliste, odalarda sohbet ederler, bu sohbetlere de kendilerine mensup olmayanlarda girer ve sohbetlerin hususi âyin ve merâsim şekilleri yoktur. Keyfiyet müşavere heyetinin 24.11.1942 tarihli ve 151 sayılı kararıyla atfen bildirilir. Diyanet işleri riyaseti “Benim Velilerim, kubbemin altındadır onları kimse tanımaz” buyruluyor. Bilir misin bunlar kimlerdir? ALLAH’ın bazı kulları vardır ki, onlar dünyadan ve ukbâdan sıyrılmışlar, deryaya erişip deryadan bir zerre olmuşlardır. Bunlar, “Allah ahlakı ile ahlaklanın” buyruğuna uymuş tecellilerdir! Onların ne istemekle alâkaları vardır, ne de istememekle. Melami sivil müslümandır. Dışı halk ile içi HAK iledir. El işte gönül oynaştadır. Yaptığı ibadetleri yani namazı, orucu kendine nispet etmez. Kuvvet ALLAH’ındır. Bizi hayıra kullandın der. Kötülükler ise nefsimi düzeltmem için der. Tarihte büyük şahsiyetlerin hepsi MELAMİ’dir. (Niyazi Mısri, Muhyiddin Arabi, Hacı Bektaş Veli, Mevlana Celaleddini Rumi, Şeyh Şaban Veli, Hacı Bayram Veli, Yunus Emre, İsmail Maşuki, Hamdun Kassar, Nesimi, İsmail Hakkı Bursevi, Erzurumlu İbrahim Hakkı, Abdülkadir Geylani gibi daha birçok ALLAH dostları vardır) Niyazi Mısri’nin şu beyitlerine bir bakalım; Dini ihya etti Muhiddinle Bedreddin; Menbaıdır fütuhat, müntehası Varidat Bedrettin ve Muhiddin MELAMİ yolunda büyüklerdir. Biçtik MELAMET gömleğini arif olan gelsin giysin ( Yunus Emre) Mesnevimiz birlik dükkanıdır. (Mevlana) İkilikten birliğe varamazsan, HAK’kı bulamazsın (Yunus Emre) MELAMET için büyükler ALLAH’ı anlayış, yaşayış, birlik, Tevhid olarak aynı şeyleri söylemişlerdir. Bu açıdan baktığımızda, tüm evliyalarda Tevhid-i Vahdet vardır. “Alim için kaynak, Kur-an hadis. Arif için kaynak, Canlı Kur-an Canlı Resul” (Mehmet Doğramacı) “Bu yolun salikleri zikir ile uğraşırlar, perdeleri kalkar. Peygamberlerin ruhlarından bilgi alırlar”. (Gazali El Münkiz Minen Dal al) Kimileri kitaptan ölüden alıp anlatırlar, kimileri HAY ve DİRİ’den alır anlatırlar. Talip olan evvela bir rehber bulur. Rehbersiz olmaz mı? Resullah’ın rehberi Cebrail değil miydi? Namazın kılınışını Cebrail öğretmedi mi? Neden İstanbul boğazında yabancı gemiler kılavuz kaptan alırlar? Kitapları al evde çalış öğretmene ne gerek var diyen var mı? Tarihe bakın, kendi kendine olan bir tane evliya var mı? Veysel Karani manevi olarak Resulullah’tan aldı. Onun da hocası var, Resulullah. Hakiki Melametin tesir etmesi için gerçek bir Mürşid-i Kamil gerekli. İbadetler avam halk içindir. Halkı oyalamak içindir diyor. Biraz inceleyelim; Abdesti iyi al. Namazı iyi kıl. Kısaca kıldan ince kılıçtan keskin. Sevap, günah öğretilen budur. Ancak tarihe bakıyoruz büyük şahsiyetler bunlara değil, niyete ve kalbe önem veriyorlar. “ALLAH şekillerinize, görünüşlerinize bakmaz, kalbinize, içinize bakar”. İlkokul şeriat ana ilkeler okuma yazma, Ortaokul tarikat zikir takva, Lise hakikat sohbet birlik, Üniversite marifet HAK’kı tanıma. Kendini bilme. Bu arada çamura yatmalar başlıyor niye namaz kılmıyorsun dendiği zaman “Benim Kalbim Temiz” deniliyor. Bu basamaklardan çıktık. Üniversite’ye geldik okul bitti, ne yapacağım? Halka inicen, nasıl faydalı olursun, üniversite bilgileri ile mi hayır, şeriat ile ilkokul ile. İlkokul şeriattır. Üniversiteli olup ta okuma yazma bilmeyenin olabileceği düşünülür mü? Maalesef çok. Namaz, oruç ibadetler avam içindir. Biz orayı geçtik. Bunlara da Kelam-i diyoruz. Büyük zatların sözlerini söylüyorlar bakıyorsun doğru söylüyorlar. Ama içlerine girince görüyorsun ki daha İlkokul seviyesinde bile değil yani abdest, şeriat ve namaz yok. Tasavvuf şu zamanlarda çok moda hele ki sanatçılar ve iş dünyasında. Bakıyorsun çoğu sanatçı, iş adamı Tasavvufa yönelmiş ve araştırmalara gidiyorlar. Bunun sebebi de genel de Avrupa ve Amerika’da ciddi anlamda Mevlana ve Muhyiddin Arabi’nin hayranlığının payı büyük. Namaz temiz olarak ALLAH’la buluşmadır. Namaz bittiğinde ALLAH’tan ayrılıyor musun? Devamlı namazda olalım. Her an zikir eden hep ALLAH’ladır. Son olarak büyük İslam alimi ve düşünür İbn Arabî’ nin Melâmî’lik hakkındaki görüşlerini paylaşalım; İbn Arabî öncelikle, Hak yolundaki sâlikleri tasnif ile başlar ve onları üç kısma ayırır: Âbidler, Sufiler ve Melâmîler. Bunlardan birinci grup olan âbidlerde zühd hali, salih ameller ve nefsi kötü fiillerden uzak tutmak gibi davranışlar hakimdir. Bu insanların, haller, makamlar, ledün-nî ilimler ve sırlar hakkında bir bilgileri yoktur. İkinci sınıf ise, bütün fiillerin Allah’a ait olduğunu ve kendilerinin hiçbir şekilde eylemde bulunamayacağını müşahede eden sufilerdir. Bunlar, zühd, takva ve tevekkül konularına yaklaşımları itibarıyla âbidlere benzerler. Onlar da güzel ahlak sahibi ve fütüvvet erbabı olup; insanlara nail oldukları keramet ve harikaları gösterirler ve kendilerinin Allah katındaki derecelerini bilmelerine sebep olacak herhangi bir şeyi izhar etmekten çekinmezler. Çünkü onlar, kendi iddialarına göre, Allah’tan başkasını görmezler. Bunlar, melâmîlere nisbetle nefis ve arzu sahipleridir. Üçüncü sınıf ise Melâmîlerdir. Bunlar, Allah’ın kendisine yönelttiği bir sınıftır. Allah, onlara bir göz ilişir de, kendisinden alıkoyar düşüncesiyle muhafaza etmiştir. Melâmîler sadece ve sadece Allah ile beraberdirler, bir an bile onun ibadetinden geri durmazlar. Rubûbiyet kalplerini istila ettiğinden dolayı, riyâsete karşı bir istek duymazlar. Görüldüğü gibi İbn Arabî, insanları âbidler, sufiler ve melâmîler diye üçe ayırdıktan sonra, Melâmî’lerin en yüksek dereceyi işgal ettiklerini belirtir ve onların çeşitli özelliklerinden bahsettikten sonra. İşte bunlar ‘rical’in en yükseğidir? der. İbn Arabî’nin bu yaklaşımından, Melâmîleri sufilerden farklı ve daha özel bir statüye yerleştirdiği anlaşılmaktadır. Melâmîler genellikle sufi gruplar arasında kabul edilseler de İbn Arabî’ye göre bu fırkanın kendine özgü bir karakteri ve manevî hayatı vardır. İbn Arabî’nin, yukarıda zikredilen görüşlerinden de anlaşılacağı üzere Melâmî’ler Velî tabakaları arasında ilk sırayı almaktadır. Ona göre bu zümre‚ Ehl-i tarikin Sultanları ve imamlarıdır. Çünkü Hz. Muhammed (s.a.v)’de bu taifedendir. Onlar her şeyi layık olduğu yere koyan hikmet sahipleridir. Bu dünyanın hakkını bu dünyaya, öbür dünyanın hakkını öbür dünyaya vermişlerdir. İbn Arabî’ye göre Melâmî’ler, kalplerinde Allah’tan başka bir varlık olmadığı için bu mertebeye ulaşmışlardır. Onların bütün sözleri Allah’a dairdir. Yönelişleri de O’nadır. Bu nedenle Peygamber Efendimiz (s.a.v)’de bu taife hakkında ‚Velî’lerimden en gıbta edilenler, Rabb’ine en güzel şekilde yaptığı ibadetten haz almayan, gizli ve açık işlerinde Allah’a itaat eden, insanlar arasında ibadetiyle tanınmayı istemeyip, gözlerden uzak olan, haramlardan sakınanlardır. Diyerek adeta melâmî’leri tarif etmektedir. Melâmî’lerin bu kadar özel bir konumda olduğunu düşünen İbn Arabî, Melâmet anlayışında temel esas olan gizlilik prensibi ile doğrudan bağlantılı olarak, onların sayılarının bilinmediğini, zamanla artıp eksilebileceğini düşünmekte ve Melâmî zümreyi ifade etmek üzere Efrâd ve Ümenâ kavramlarını kullanmaktadır. İbn Arabî’ye göre Melâmi’yyenin zirvesini teşkil eden efrâd, mukarrebûn olarak nitelenmektedir ve makamları nübüvvet-i mutlakadır. Yani, Nebilere ait ve Hz. Muhammed (s.a.v) tarafından‚ mühürlenmiş Nübüvvetten farklı olarak, Şeriat getirmeyen ve fakat derece bakımından onun hemen altında yer alan Nübüvvet makamıdır. Efrada ait olan ve dolayısıyla da Melâmî’lere has Nübüvvet-i mutlaka makamı her türlü velâyetin aşılamaz zirvesini temsil etmektedir. Başka bir ifadeyle‚ Rasuller Nebîlere göre neyse bu zirveye ulaşanlar da diğer Velî’lere göre odur. Sonuç olarak; Tasavvuf, kitaptaki sözleri nakletmek değil, uygulamaktır. “İbadet ne için yapılır, ALLAH’a ulaşmak için”.
Posted on: Sun, 10 Nov 2013 09:16:44 +0000

Trending Topics



Recently Viewed Topics




© 2015