Nur Suresi 31. Ayet ve Başörtüsü Tesettür ayeti ya da - TopicsExpress



          

Nur Suresi 31. Ayet ve Başörtüsü Tesettür ayeti ya da örtünme ayeti olarak anılan ve bazı kesimlerce kadınlara “başörtüsünü” farz kıldığı iddia edilen bu ayeti gelin dilbilimsel olarak inceleyelim. Hemen hatırlatalım ki Nur Suresi 60. ve Ahzab Suresi 59. Ayetleri de örtünmeyle ilgili ayetler olmakla birlikte burada ‘’başörtüsü’’ kavramını incelememiz nedeniyle, yalnızca Nur 31. ayeti incelemiş bulunmaktayız. Kur’an’da kadınların örtünmesiyle ilgili sınırları yalnızca bu ayetler belirlemektedir. (Aşağıdaki verdiğim bir mealden çok, Arapça metindeki sözcükler ve yönelim edatlarının getirdiği anlamlar korunarak, hiçbir ek sözcük ve yorum katılmadan yapılmış, birebir çeviri niteliğindedir. Tartışmalı sözcükler numaralandırılmış olup, aşağıda incelenecektir.) Nur Suresi, 31. Ayet: وَقُل لِّلْمُؤْمِنَاتِ يَغْضُضْنَ مِنْ أَبْصَارِهِنَّ وَيَحْفَظْنَ فُرُوجَهُنَّ وَلَا يُبْدِينَ زِينَتَهُنَّ إِلَّا مَا ظَهَرَ مِنْهَا وَلْيَضْرِبْنَ بِخُمُرِهِنَّ عَلَى جُيُوبِهِنَّ وَلَا يُبْدِينَ زِينَتَهُنَّ إِلَّا لِبُعُولَتِهِنَّ أَوْ آبَائِهِنَّ أَوْ آبَاء بُعُولَتِهِنَّ أَوْ أَبْنَائِهِنَّ أَوْ أَبْنَاء بُعُولَتِهِنَّ أَوْ إِخْوَانِهِنَّ أَوْ بَنِي إِخْوَانِهِنَّ أَوْ بَنِي أَخَوَاتِهِنَّ أَوْ نِسَائِهِنَّ أَوْ مَا مَلَكَتْ أَيْمَانُهُنَّ أَوِ التَّابِعِينَ غَيْرِ أُوْلِي الْإِرْبَةِ مِنَ الرِّجَالِ أَوِ الطِّفْلِ الَّذِينَ لَمْ يَظْهَرُوا عَلَى عَوْرَاتِ النِّسَاء وَلَا يَضْرِبْنَ بِأَرْجُلِهِنَّ لِيُعْلَمَ مَا يُخْفِينَ مِن زِينَتِهِنَّ وَتُوبُوا إِلَى اللَّهِ جَمِيعًا أَيُّهَا الْمُؤْمِنُونَ لَعَلَّكُمْ تُفْلِحُونَ Mü’min/İnanan kadınlara söyle: bakışlarından kıssınlar, iffetlerini(1) korusunlar. Ondan zahir/görünebilen(2) olan dışında süslerini(3) göstermesinler; örtüleriyle(4) açıklıklarının(5) üzerine vursunlar/koysunlar(6). Kocaları, babaları, kocalarının babaları, oğulları, kocalarının oğulları, erkek kardeşleri, erkek kardeşlerinin oğulları, kız kardeşlerinin oğulları, kadınları, yeminlerinin sahip oldukları(7), taabiyetindeki/hizmetindeki arzu sahibi olmayan erkekler veya kadınların avretine(8) henüz zahir olmayan çocuklar dışında süslerini göstermesinler(9). Süslerinden gizledikleri bilinsin diye ayaklarıyla vurmasınlar(6b). Hepiniz Allah’a yönelin, ey mü’minler/inananlar ki kurtuluşa eresiniz. — 1) “İffetlerini” şeklinde çevrilen sözcük (فُرُوجَهُنَّ) “fürûce-hünne” olup tam manasıyla: “o kadınların furûc’u” demektir. Furûc, fe ra cim (ف ر ج) kökünden türemiş bir sözcük olup, sözlüklere göre “Farjun”un çoğuludur. Bu kökün anlamı: Açmak, ayırmak, aralamak anlamlarına gelir. Arapça ‘da “bacakları ayırmak” anlamından kaynaklanarak, “iffet” veya “kadının cinsel organı” anlamlarında kullanılmıştır. Ancak bir önceki ayette aynı sözcüğün “mü’min erkekler” için de kullanılmasından yola çıkarak, Kur’an’da bu sözcüğün cinsel organdan daha çok, kadının ve/veya erkeğin “cinsel iffeti” anlamında olduğu anlaşılmaktadır. 2) “zahir olan” şeklinde çevrilen kalıp “ma zahera”dır. Za he ra (ظ ﻫ ر) kökünden gelen bu kelime “ortaya çıkmak, belirmek, ifşa olmak, algılanmak” anlamlarındadır. Türkçe ‘ye de aynı anlamıyla geçmiş bir sözcüktür. 3) “Süslerini” olarak çevrilen kalıp “ziynete-hünne” (زِينَتَهُنَّ)dir. “Ziynet” (زِينَتَ), Arapça, “süslemek” anlamına gelen Za’ne (زَانَ) kökünden gelen bir sözcüktür. Ziynet sözcüğü sözlüklerde, süs, takı, mücevher anlamlarında bulunmaktadır. Ayrıca Kur’an’da alımlı, cezbedici anlamında da kullanılır(3/Al-ı İmran 14) Aynı anlamıyla Türkçe ‘ye de geçmiş bir sözcüktür. Ayette diğer dikkat etmemiz gereken nokta “süsler” kelimesi ile neyin kastedildiğidir. Bizim kanaatimize göre “süsler” kelimesi ile özellikle “göğüsler” kastedilmektedir. Çünkü ayetteki tüm noktalarla, mantıklı bir şekilde, göğüs bölgesinin uyum sağladığı kanaatindeyiz. Birincisi, ayette “yaka açıklarının kapatılması” geçiyor, yaka açıklarından ise göğüsler gözükür. İkincisi, ayette gizlenen süslerin belli edilmesi için “ayakların yere vurulmaması” geçiyor. Ayaklar yere vurulduğunda ya da kırıtarak yüründüğünde, vücutta belli olacak yer özellikle göğüslerdir (sutyenin o dönemde icat edilmediğini düşünürsek, bu daha da iyi anlaşılır). Üçüncüsü, ayetten kendiliğinden görünenler hariç süslerin kapanması söylenmektedir. Ne kadar kapatılmaya çalışılırsa çalışılsın özellikle iri göğüsler, çeşitli fiziksel hareketlerde, hatta rüzgârın esmesiyle elbise yapışınca bile kendini belli edebilir. Ayetten bunun doğal olduğu anlaşılır. Dördüncüsü, ayette süslerin kimlerin yanında açılabileceği söylenir. Kuran’daki diğer ayetlerden kadınların bir kısmının iki yıl gibi uzun bir süre çocuklarını emzirdiğini görüyoruz.(2/Bakara 233) ve (61/Lokman 14) Kadının, babası gibi yakınlarının yanında, çocuğu acıktığında ve ağladığında onu emzirmesi gerekebilir. Ayetteki bu açıklamanın özellikle bu konuda kadınlara büyük kolaylık sağlayacağı kanaatindeyiz. Ayetteki bahsedilen ifadelere, göğüs gibi uyan başka bir bölge bulunmadığı için süslerle özellikle göğüslerin kastedildiği sonucuna rahatlıkla varabiliriz. “Süsler” kelimesinden takı gibi maddelerin anlaşılamayacağı ayetin bütünsel olarak ele alınmasıyla açığa çıkar. Çünkü ayette, kadınların süslerini kendi kadınları yanında açabileceği geçiyor. Takı gibi maddeler tahrik unsurundan daha çok hava atma unsuru olabilir. Eğer bu hava atma olayı engellenmeye çalışılsaydı, buna ilk olarak, karşı cins erkekler yerine, aynı cinsten olan kadınlar dâhil edilirdi. Ayrıca ayakları yere vurunca hangi takı eşyası belli olur? Kendiliğinden gözüken takı ne olabilir? Araf suresi 31’de ziynet eşyalarının mescit yanında giyilebileceğinin söylenmesi; takıların, cami yanı gibi en kalabalık, toplu yerlerde de teşhir edilebildiğini, yani saklanmasına gerek olmadığını gösterir. Görüldüğü gibi mantıksal bir elemeyle gidildiğinde; ayetin, özellikle alımlı, cezbedici(ziynet Al-ı İmran 14’te bu anlamda kullanılmıştır) olması nedeniyle göğüs bölgesinin kapanmasının vurguladığı anlaşılır. Kısaca ‘’ziynet’’ ifadesiyle kadının özellikle göğüs bölgesi nezih biçimde belirtilir. 4) “Örtüleriyle” olarak çevrilen sözcük “bi-humuri-hinne” (بِخُمُرِهِنَّ)dir. Birebir çevirisi: “o kadınların humuru ile” anlamındadır. Humur sözlüklere göre Hımar’ın çoğuludur. Geleneksel mealcilerin ve sözlüklerin “başörtüsü” anlamında çevirdiği bu sözcüğü, ayrıntılı bir şekilde inceleyelim. Bu sözcük (k)ha mim ra (خ م ر) kökünden gelir. Bu kökün anlamı: Üzerini kapatmak, kaplamak, saklamak, örtmek, gizlemek ve mayalamaktır. (Lisan-ül Arap,El Mucem ul Vasıf, El Müncid, , Tacul Arus) Bu kökten gelen Arapça sözcükler: - Hamr (خَمر) : Şarap (Lisan’ul Arab’a göre aklın örtüsüdür ve/veya üzüm suyu mayalanarak/çürütülerek yapıldığı için) - Hamira (خَمِرَ) : Fermentasyon / Tahmir (تَخْمِرُ) : Mayalamak / Muhammar (مُخَمّر) : Mayalanmış Bu sözcük dilimizde de benzer anlamlarda yer bulmuştur: - Mahmur: Gözleri uyku ile örtülü (göz örtüsü) - Hamur: Un ve su karışımının, mayalanmasıyla elde edilen pelte. Bilinen ilk (1290) derli toplu klasik Arapça sözlük çalışması olan İbn-i Manzur’un “Lisan-ul Arab”ın da bu sözcüğün “başörtüsü” anlamına geldiği bir karşılığı bulunmamaktadır! Lisan’ul Arab’da Veysel Karani’nin “insan örtüsü” manasında kullandığı, “Ben bir hımar içinde yaşıyorum” sözünü dahi alıntılayan, bu sözcüğü “uyku örtüsü”, “heyecan örtüsü”, “kötülük örtüsü” anlamında dahi kullanıldığını örnekleyerek gösteren sözlüğün, “kadınların taktığı başörtüsü” anlamını kaçırmış olması ihtimal dâhilinde gözükmemektedir. 5) “Açıklıklarının” şeklinde çevrilen sözcük “cuyubi-hinne” (جُيُوبِهِنَّ)dir. Tam manasıyla: “o kadınların cuyub’u” demektir. Cuyub (جُيُوب) sözlüklere göre ceyb’in (جَيب) çoğuludur ve anlamı: “Cep, gömlek ya da yeleğin göğüs kısmı, göğüs, koyun” olarak verilmiştir. Türkçe ‘ye benzer anlamıyla, “cep” sözcüğü olarak geçmiştir. Genel mana olarak giysideki açıklık olarak anlaşılması en isabetli görülmektedir.(yaka açığı),aynı sözcük Hz. Musa’nın elini yaka açığına soktuğunu belirten ayetlerde de geçer.(27/Neml 12; 28/Kasas 32) 6) “Vursunlar” şeklinde çevrilen sözcük “li-yadrib-ne” (لْيَضْرِبْنَ) dir. da ra ba (ض رب) kökünün şimdiki zaman kalıbında, dişil, çoğul ve emir kipi ön ekiyle çekilmiş halidir. Bu sözcük çok geniş anlamlara gelebilen bir sözcüktür ve genellikle hangi anlamda olduğu cümlede geçtiği bağlama göre anlaşılır. Sözlüklerde aşağıdaki anlamlara gelebileceği bildirilmektedir: (İyileştirmek, vurmak, bir örnek olarak ortaya koymak/bahsetmek/benzetmek/karşılaştırmak, öne sürmek, gitmek, yürümek, basmak, seyahat etmek, terk etmek, karıştırmak, kaçınmak, kapatmak),anlamlarına gelmektedir. Ancak kalıp mealcileri ayetteki fiili ‘’hımar’’ sözcüğünü başörtüsüyle şartlandırdıkları için “felyedribne” fiilini de “salsınlar” diye tercüme etmektedir. Böylece ayet, “başörtüsünü yaka açıklarına salsınlar” şeklinde okunacaktır. Oysa hiçbir şekilde “darabe” kökünden türeyen “felyedribne” fiili “salsınlar” manasına gelmez! Bu fiille, örtünün “yaka açığına konulması” yani “yaka açığının kapatılması” anlatılır. Kuran’da “salsınlar, indirsinler” manasında “felyüdnine” kelimesi kullanılır. Allah böyle bir ifade kullanmak isteseydi “felyedribne” fiili yerine “felyüdnine” fiilini kullanmaz mıydı? Bu örnek bize, gelenekçi zihniyetin, kendi fikirlerini doğru çıkartmak uğruna gereğinde Kuran’daki kelimelerin manasını kaydırmaktan çekinmediğini göstermektedir. (salsınlar, indirsinler diye bir anlamı kısacası yoktur! Arapçada “felyüdnine” sözcüğü bu anlama gelir ki ayette böyle bir kullanım bulunmadığını tekrar belirtmeliyiz.) “vurmasınlar” : lâ yadribne (لَا يَضْرِبْنَ) burada “yürümek” anlamında, olumsuzluk ön ek ile dişil ve çoğul kullanılmıştır. Kastedilen ise kadınların, kırıtarak yürümemesi emredilmektedir. 7) “yeminlerinin sahip oldukları” şeklinde çevrilen kalıp “ma meleket eymanu-hünne” (مَا مَلَكَتْ أَيْمَانُهُنَّ) dir. Bu kalıp mealciler tarafından “ellerinin altında olanlar” şekline uyarlanarak, “cariye” anlamına yorumlanmaktadır. Aslında bunun da tartışmalı olduğunu belirtelim, nedeni ise Kur’an’da geçen ifadeler köleliği değil, savaş esirliği kavramını, belirtmektedir. Savaş esiri kadınlarla nikâhsız zorla ya da parayla cinsel ilişki kurulabilmesi biçiminde anlatılan ve Kur’an’da geçmeyen ‘Mut’a nikâhı’ uydurması reddedilmelidir, çünkü savaş esiri de olsa kimse fuhuşa zorlanamaz! (24/Nur 33),zinanın da yasak olduğunu göz önünde tutulursa, bu yorum kabul edilemez. Kur’an’da kölelik, cariyelik değil; koruyucu aile sözleşmesini belirtmek için, gözetim altına alınan, savaş esirlerini “ma meleket eymanu-hünne” ifadesiyle belirtilir(savaş esirliği statüsü), Mut’a diye bir kelime de ayette kullanılmamaktadır. Ayrıca saç, gelenekçilerin, namahreme açılması yasak olması yorumu doğru olsaydı; ayette gözetim yetkisi altında olan kimse ile kastedilen savaş esiri erkek ve kadınların, evdeki hanımların saçlarını, açık başlarını görebilmesi nasıl caiz olurdu? Çünkü savaş esiri namahrem biri olmakla beraber, ayette mahremlerle birlikte belirtilmesi nedeniyle ‘’hımar’’ kelimesi mahremleri de kapsayan bir örtü/giysi olmalıdır. Özel başörtüsü demek anlamsızdır. Çünkü ayetteki örtünme evde bulunan mahremlere karşı da söz konusu olması açıkça belirtilmiştir(ahlaki örtünme kuralı),ayette ki ‘’hımar’’ terimini giysi, örtü değil de başörtüsü olarak algılamak da kısacası tutarsızlıktır. Ayetteki ‘’Hımar’’ kavramı bütün olarak düşünülmelidir. Özetle kölelik, cariyelik konusu bu çalışmada esas tartışılan mesele olmadığı için, bu konuya da derinlemesine girilmeyecektir. 8) “avret” Türkçe’de de tamamen aynı anlama geldiği için olduğu gibi bırakılmıştır. Çoğuldur. “Vucudun mahrem yerleri” anlamına gelir. Açılıp, gösterilmemesi gereken vücut bölümleridir. 9) “göstermesinler” diye çevirilen kalıp “lâ yub’dine” (لَا يُبْدِينَ) dir. be dal ve (ب د و) kökünün şimdiki zaman kalıbında dişil, çoğul, dönüşlü ve olumsuzluk edatıyla çekilmiş halidir. Bu kökün taşıdığı anlam sözlüklerde: Açık olmak, ifşa olmak, tehşir olmak anlamındadır. — Çözümlemeler ve Çarpık Yorumların Reddiyeleri: 1) Ziynet (Süs) : ####“Ziynetle kasıt kadının tüm bedenidir, çünkü kadının tüm bedeni estetiktir (süslüdür). Bu ayete göre kadın gözleri hariç tüm vücudu kapatacak şekilde giyinmelidir.”#### Ziynet ile kasıt kadının tüm vücudu olabilir. Kadın bedeninin estetik olduğu, çekici olarak yaratıldığı, tartışılmaz bir gerçektir.(3/Al-ı İmran 14) Ancak kadının tüm bedeninin örtülmesini dayatmak ilgili ayete açık bir muhalefettir. Ayrıca Peygamber zamanında kadınların güzelliklerinin anlaşılabildiğini de Kur’an da açıkça görmekteyiz (33/Ahzab 52) Kadına bunu dayatmak, ayrıca ayette ki: “illa ma zahera min-ha” (إِلَّا مَا ظَهَرَ مِنْهَا) “ondan zahir/görünebilen olan dışında” uyarısını açıkça çiğnemektir. Ayrıca yine aynı ayette ki : “mâ yuhfîne min-zîynete-hünne” (مَا يُخْفِينَ مِن زِينَتِهِنَّ) “Süslerinden gizledikleri…” deyişi, süsün tamamının değil, ancak bir kısmının gizlendiğini açık ve net ortaya koymaktadır. Bütün vücut değil! — ####“Ziynet ile takılar ve mücevherat kastedilmektedir.” #### Bu da sağlıklı bir yorum değildir. Yukarıda buna uzunca nedenleriyle değinmiştik. Hem kadınların ziynetlerini (süslerini) açabilecekleri kişiler sayılırken: “…arzu sahibi olmayan erkekler veya kadınların avretine henüz zahir olmayan çocuklar…”bilgisiyle, özel olarak kadının “avreti” olan, karşı cinste de cinsellik uyandıran bir anlam içeren, süsün kastedildiği anlaşılmaktadır. Diğer bir ifadeyle ‘ziynet’ ayette de görüldüğü gibi cinsellik duygusu uyandırabilecek, kadın vücuduyla ilgili bir kavram olduğu açıkça görülmektedir ki takı, mücevher biçiminde algılamak anlamsızdır. Kavramın ne anlama geldiğine de yukarıda değindiğimiz için tekrar yazma gereği görmüyoruz… — #### “Ziynet ile ziynet yerleri (takı takılan yerler) kastedilmektedir. Öyleyse kadınlar takı taktıkları yerlerine kadar örtünmelidirler.”#### Bu mantığa dayanarak farklı mezhep âlimlerinin(!) farklı içtihatlara vardıklarını biliyoruz. Bazılarına göre kollarda bilezik takılan bileklere, ayaklarda halhal takılan ayak bileklerine, boyunda gerdanlık takılan kısma kadar örtülmesi istenmiştir, hatta ellere takılan yüzük nedeniyle eldiven de yaz-kış zorunlu kılınmıştır! Bazıları işi daha da ileri götürerek, yüzük takılan ellerin dışında, saçlar eğer kapalıysa o zaman göz, dudak karşı cinste daha tahrik etkisi, oluşturduğu için yüzün de kapatılmasını unutmamış, peçeyi de şart koşmuştur! Ayrıca küpe takılan kulaklarla ve hızma takılan burnu da buna dâhil edenler olmuştur… İşin garip tarafı, kadın bu takıları takmasa da, bu yerleri örtme zorunluluğunda olmuştur. Çünkü ayet güya tüm vücudu yani “ziynet yerlerini” kastetmiştir, ziynet olan bazı yerleri değil!? Bu yorum mescitlerde erkek-kadın inananların güzel giysi ve süslerini giyinmesini öneren ayete açık bir muhalefettir(7/Araf 31) Hâlbuki ayet ziynet olan ve görünebilen kısımların dışındaki alımlı vücut yerlerini kastetmiştir, bütün vücudu değil! Ziynet yerleriyle tüm vücut kastedilmek istenseydi en basit bir şekilde: “emâken el-ziynet” (أمَاكَن الزِينَة) denilebilir, görünebilen kısımlar dışında ifadesi de ayette yer almazdı! Ayrıca Al-ı İmran 14. Ayette ziynet kavramı, süs-takı değil; alımlı, çekici, cezbedici anlamında kullanılmaktadır ki bu Nur 31 de ki kullanıma daha uymaktadır. Bu yorumlardaki yanılgıların temel nedenlerinden biri de ne yazık ki ‘’ziynet’’ ifadesinin yanlış anlaşılmasıdır. 2) Hımar (Örtü) : ####“Lisan’ul Arab’da, şarap aklı örttüğü için “Hamr” adını almıştır demektedir. Akıl da baştadır, bu durumda hımar da baş örtüsü olur.”#### Hamr’ın (şarabın) aklı örtmesi ve akıl-baş ilişkisinden hımarın da başörtüsü olduğu iddiası, son derece tutarsız bir zorlamadır. Buna karşıt olarak, basit bir ters mantıkla baş-akıl ilişkisinden de “hımar başı örter”, akıl da baştadır, “öyleyse hımar akıl örtüsüdür” ve öyleyse şarapla aynı hükümdedir denilebilir, tersine mantıkla denilmesi gerekir… Üstelik Kur’an’da kullanılan bir kelime, her ayette aynı anlamda olmayabilir! Bu iddianın çürüklüğüne dair çok daha önemli başka bir delil de; Kur’an’a göre aklın sadece “baş” ile ilişkilendirilemeyeceği gerçeğidir. Çünkü Kur’an vahyine göre akıl başta değil, kalptedir. (Bkz. Hac Suresi 46. ayet, Araf suresi 179. Ayet ve Muhammed(Kıtal) suresi 24. ayet ).Ayrıca Yusuf suresi 36. ve 41. ayette hamr tartışmasız akıl uyuşturan, ‘’şarap’’ değil ‘’üzüm suyu’’ anlamında kullanılmaktadır ki ayette sıkılır fiili geçer; hâlbuki şarap sıkılmaz yapılır, üzüm suyu sıkılır! Üstelik Yusuf Peygamberin ona bir vahy nimeti olarak kalkıp ta rüya tabirinde, sarhoş edici şaraptan söz etmesi düşünülemez, bu nedenlerle hamr tartışmasız aklı uyuşturmayan üzüm suyu anlamına gelir! Ayrıca Allah Tealâ dünyada yasakladığını ahirette ikram etmez. Eğer ahirette ikram ediliyorsa, dünyada yasaklamaz. Zaman zaman tekrar edeceğimiz gibi, Kur’an-ı Kerim bir yönüyle insan mantığı ile gelmiş ilahi bir kelamdır.(51/Zariyat 23).Ayrıca Muhammed suresi 15’de de yine geçen lezzet veren “hamr”ın üzüm suyu (şıra) manasına geldiğinin mezkür ayette ve Kur’an da başka delilleri, karineleri de vardır. Hamr ile birlikte zikredilen diğer üç şey Allah’ın helal kıldığı rızıklardır; su, süt ve bal şerbeti. İkincisi, Araplar meyva sularına da, meyvelere verdikleri isimleri verirler. Tüffah-elma dedikleri zaman hem elmayı, hem elma suyunu kastederler. Bütün meyveler için böyle kullanışlar söz konusu olduğu gibi, “semera” kelimesi de, hem meyveler, hem meyve suları için kullanılır. “Süzme bal ırmaklarından…” sonra gelen cümle, “bütün meyvelerden…” ile başlamaktadır. Gelenekçi dostlarımız bu cümledeki mahzuf mübtedayı (özneyi) Rahman Suresinin 52. ayetindeki “zevcân- yaş ve kuru meyve”dan alarak, bütün meyvelerin yaşı ve kurusu vardır.” şeklinde cümleyi tamamlamışlar, mahzufu açığa çıkarmışlardır. Halbuki bu ayette, bu cümleden önceki 4 cümlede, “enhar-nehirler” kelimesi geçmektedir. Burada mübtedası (öznesi) mahzuf olan 5. cümledeki açığa çıkarılması gereken mübteda “enhar-nehirler”dir. “onlar için bütün meyvelerden meyve suyu ırmakları vardır.” demek, 3. cümledeki “hamr” ın meyve suyu, yani şıra manasına geldiğinin karinesidir. Gelenekçiler hamr sözcüğünün bu manasını, Kur’an’da ki farklı türevlerini, aklı uyuşturmayan anlamını görmezden gelirler… Bunun yanı sıra; Lisan’ul Arab’da: HMR kökünün tef’il siygasındaki kullanımı Tahmir (تخْمِيرُ) sözcüğünü şöyle tanımlamıştır: “Yüzünü ört” ve “testini ört/mayala” derken olduğu gibi. (خَمَّرَ وجْهَهُ وخَمِّرْ إِناءك) Yüzü örtmek için “tahmir” fiili kullanılabiliyorsa, bu durumda hımar, yüz örtüsü yani peçe de olur. Ayrıca açık bir şekilde 1000 yıl önce de mayalamak anlamına geldiği görülen tahmir, bu anlamını köken bilimsel olarak, mayalamak için testinin üzerinin örtülmesinden alıyorsa, bu durumda hımar, testi örtüsü de olur! Gelenekçiler sözlüğün bu kısımlarını da yine görmezden gelmektedir! Hem de ‘’hamr’’ ifadesinin yalnızca sarhoş edici değil; aklı uyuşturmayan üzüm suyu anlamında kullanılmasını da göz ardı etmeleri yanılgısıdır!(Muhammed 15,Yusuf 36 ve 41. ayetlerinde bu açıkça belirtilir.). Üstelik ayette ‘’Hımar’’ kelimesinin vücubu yani emredilen esas istenilenin, yaka açığı olduğu anlaşılır, eğer ‘’hımar’’ şapka gibi başı kapatan bir giysi olsa(başörtüsü) nasıl ‘’şapkalarını başlarına koysunlar’’ diye bir cümle kurulmazsa; çünkü şapka zaten başı kapatır, baş denmesinin gereği yoktur. Ayette de bu mantıkla göğüslerin olduğu, yaka açığı anlamındaki‘’ceyb’’ ifadesi kullanılmazdı! Buradan da ‘’hımar’’ kelimesinin başka amaçlar için kullanılan çok amaçlı bir örtü olduğunu, yalnızca başörtüsü anlamında olmadığını görürüz. Zaten gelenekçiler bunu bildiği için başörtüsüyle, göğüs kapatılamayacağı nedeniyle ayette geçen fiili olmayan manasıyla; salsınlar, indirsinler, aşağıya doğru sarkıtsınlar biçiminde bir anlam yüklemektedirler ki ‘’hımar’’ kelimesini, başörtüsü anlamını sabitleyebilsinler! buna da yukarıda uzunca değinmiştik… Kısaca Hamr sözcüğünün içecek biçimindeki anlamları Üzüm, üzüm suyu, şıra(aklı uyuşturmayan içki),şarap(aklı uyuşturan içki anlamlarıdır) ####“Hadislerde hımar, başörtüsü olarak geçiyor.”#### Öncelikle rivayetlere dayandığını bildiğimiz hadislerin hiç birinini Kur’an’ı açıklayabilecek güvenli bir kaynak olarak görmediğimizi önemle belirtelim. Ancak hadisleri kaynak olarak kabul edenler için bile, hımar sözcüğü hadislerde “hımar”(örtü) diye geçer. Özellikle başa bir atıf yoktur. Örnekler verelim: (ayrıca uydurma olabileceği söz konusu olabilecek bu hadisleri yazmak ve paylaşmaktan doğacak vebalden Allah’a sığınırız.) Müslim, Libas 7-2068 وأما أسامة فراح في حلته فنظر إليه رسول الله – صلى الله عليه وسلم – نظرا عرف أن رسول الله – صلى الله عليه وسلم – قد أنكر ما صنع ، فقال : يا رسول الله ما تنظر إلى وأنت بعثت إلى بها ، فقال – صلى الله عليه وسلم : ” إني لم أبعث بها إليك لتلبسها ، ولكن بعثت بها إليك لتشققها خمرا بين نسائك “Akşamüstü Üsame elbisesinin içinde çıkageldi. Allah’ın Elçisi (sallallahu aleyhi ve sellem) ona farklı bir bakışla bakınca yaptığından hoşlanmadığını anladı. Dedi ki, “Ya Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) bana neden bakıyorsun, onu bana sen göndermiştin. Dedi ki, (sallallahu aleyhi ve sellem)”Ben onu sana giyesin diye göndermedim. Ama onu sana gönderdim ki, kadınların arasında hımar olarak pay edesin.” Görüldüğü üzere özellikle başa bir vurgu yoktur… Kadınları arasında hımar/örtü/giysi olarak dağıtması söylenmektedir. El-Muvatta, Libas, 4, hadis no 6 عَلْقَمَةَ بْنِ أَبِي عَلْقَمَةَ ، عَنْ أُمِّهِ ، قَالَتْ : ” دَخَلَتْ حَفْصَةُ بِنْتُ عَبْدِ الرَّحْمَنِ عَلَى عَائِشَةَ أُمِّ الْمُؤْمِنِينَ وَعَلَى حَفْصَةَ خِمَارٌ رَقِيقٌ, فَشَقَّتْهُ عَائِشَةُ عَلَيْهَا ، وَكَسَتْهَا خِمَارًا كَثِيفًا ” . “Alkame b. ebî Alkame annesinin şöyle dediğini naklediyor: Abdurrahman’ın kızı Hafsa müminlerin annesi Ayşe’nin yanına girdi. Hafsa’nın üzerinde ince bir hımar vardı. Ayşe onu parçaladı ve ona kalın bir hımar giydirdi.” Görüldüğü gibi, bu hadisten de hımar’ın başörtüsü olduğu çıkartılamaz! Kütübü Sitte’den bir hadis (5-3696): وعن بل رَضِيَ اللَّهُ عَنْه: أنّ رسولَ اللَّهِ مَسَحَ الخُفَّيْنِ وَالخِمَارَ “ve Bilâl’den (radıyallahu anh) : Resulullah çorapları ve hımarı üzerine meshetti.” Burada Hımar’ın peygamberin de giydiği bir giysi olduğu anlaşılmaktadır. Mesh edilen yer ayaklar ve baş olduğu bilgisinden yola çıkarak, bu hadiste bahsi geçen hımar lafzının “baş örtüsü” anlamına gelebileceği söylenebilir. Nitekim hadis alimleri(!) burada hımarın sarık anlamında olduğunu ileri sürmüşlerdir. Ancak peygamberimiz bir erkek olduğuna göre, hımar için, özellikle eşarp, türban, yazma, vs. gibi “sadece kadınların kullandığı bir başörtüsü” tanımlaması artık yapılamayacak demektir. Sözcüğün bu yukarıdaki kullanımında hımar, hem erkek, hem de kadınlar için bir örtü/giysi olduğuna göre, bu durumda hımarın erkeğe olan farziyeti her ne ise, ilave bir hüküm verilmediği sürece kadına da aynısı olmalıdır. Sonuç olarak hımar genel anlamda çok amaçlı kullanılan bir örtüdür. Nasıl ki “rasile” (رَسِلَ) elçi göndermek fiili iken, “rasul” (رَسُوْل) elçi oluyor ise, “hamira” (خَمِرَ) örtmek/mayalamak fiili iken, “hımar” (خِمَار) da örtü/maya olur. “Başörtüsü” bir “Hımar/Örtü” olabilir… Tıpkı sarığın, peçenin, pantolonun, gömleğin olabileceği gibi. Ancak “Hımar” yalnızca “başörtüsü” anlamına daraltılamaz! 3) Ceyb (Açıklık/Cep): ####“Ceyb yakadır, ayette başörtülerinin yakalara salınması/indirilmesi emredilmektedir.”#### O dönemde yakalı giysi yoktur… O coğrafyada yakalı giysi hala yoktur. Bu yüzden ceyb bizim anladığımız “gömlek yakası” gibi değil, “giysinin iki tarafı arasında kalan açıklık” anlamında bir yakadır. Ayrıca ayette salmak veya indirmek gibi aşağıya doğru anlamı taşıyan hiçbir lafzı yoktur. Hımar için de özellikle ve sadece başörtüsüdür denemez. Üstelik başörtüsünü Kuran’a mal etmek isteyen zihniyet, yukarıda da değindiğimiz gibi, açık bir saptırma yaparak “felyedribne” fiilini “salsınlar” diye tercüme etmektedir. Böylece ayet, “başörtüsünü yaka açıklarına salsınlar” şeklinde okunacaktır. Oysa hiçbir şekilde “darabe” kökünden türeyen “felyedribne” fiili “salsınlar” manasına gelmez. Bu fiille, örtünün “yaka açığına konulması” yani “yaka açığının kapatılması” anlatılır. Kuran’da “salsınlar, indirsinler” manasında “felyüdnine” kelimesi kullanılır. Allah böyle bir ifade kullanmak isteseydi “felyedribne” fiili yerine “felyüdnine” fiilini kullanmaz mıydı gerçeğini tekrar hatırlatma gereği duyuyoruz. — ####“Ceyb göğüs çatalı demektir, ayette kadınların göğüs dekoltesinin kapatılması emredilmektedir”#### Olabilir. Ancak ceyb sözcüğü Kassas suresinde Musa peygamber için şöyle kullanılmıştır: Kassas Suresi 32nci Ayet’in başlangıcı: (…اسْلُكْ يَدَكَ فِي جَيْبِكَ تَخْرُجْ بَيْضَاء مِنْ غَيْرِ سُوءٍ) Elini koynuna sok, bembeyaz çıksın… Musa peygamberin de ceybi olduğunu anlıyoruz, ancak erkek olduğu için bu sözcük onun için göğüs çatalı anlamına gelemez. Bu nedenle koyun diye çevrilmiştir. Musa peygamberin yapması istenen bu hareketi, elini esvabının göğüs kısmındaki açıklıktan içeri doğru bir sokuş olarak yaptığı şeklinde resmedilir. — Sonuç: Ceyb genel anlamıyla elbisedeki açıklıktır. O dönemin ve coğrafyanın giyim tarzına bakılırsa bu açıklığın göğüs üzerinde olduğu söylenebilir. Ancak elbisenin açıklığı (cep) anlamı daha genel ve kapsayıcı bir kabul olacaktır. Bugün ile okursak, kadınların giydikleri eteklerin yırtmacı da “ceyb” tanımı dâhilinde düşünülebilir. 4) lâ yubdîne (Göstermesinler/İfşa etmesinler) Lafzı ####“Ayette ‘lâ yubdîne’ denmiştir. Öyleyse kadınlar tamamen kendilerini göstermeyecek şekilde kapanmalıdırlar”#### Bu yine “illa ma zahera min-ha” “zahir olan (görünen, bilinen, algılanan, açık olması doğal karşılanan) hariç” Emrine açık bir muhalefettir. Bu örnekte bir yöntem hatasının da tespitine yer vermek isteriz. Geleneksel yorumcu, 84 sözcükten oluşan ayetten sadece 2 tanesine odaklanıp; bağlamlarını da atarak yorum yapmaktadır. Böylesi çarpık, sakat ve hastalıklı bir bakış açısıyla dileyen, kadına yürümeyi de haram kılabilir: lâ yadribne bi erculi-hinne (لَا يَضْرِبْنَ بِأَرْجُلِهِنَّ) “ayakları ile yürümesinler” — SONUÇ: Nur Suresi 31′nci ayetten kadının örtünmesi ile ilgili hükümlerin olduğu doğrudur. Örtünmeyle ilgili bir ayettir. Ancak bu ayetten farz olarak: - Başörtüsü / Türban vs.. - Çarşaf / Burka vs.. Çıkartılamaz! Başörtüsü olgusu temelde sıcak iklim şartları nedeniyle, erkeklerin sarık takması gibi kültürel koşullanmışlığın bir nedeni olabilir. Zaten çöl ikliminde, aşırı sıcaklar nedeniyle başka nasıl giyilebilir? ,(16/Nahl 81) Özetle buradan baş kapamayı ahlaki bir gereklilik saymak anlamsızdır. Bu ayette kadına öğütlenen bir örtünme tarzı vardır. Ayetteki sözcükleri en genel anlamlarıyla yorumlayıp, günümüz koşulları ile okursak: Toplumca kanıksanmış olanın dışında süslerini/alımlı vücut yerlerini özelliklede ceyb ifadesiyle göğüslerini göstermemesi ve ayaklarını vurarak, diğer bir ifadeyle ayetin devamında göğüslerini sallayarak yürümemeleri ve göstermemeleri emredilmiştir… Örtüleriyle açıklıklarının üzerini kapatsınlar (dekolteyi örtsünler)… Kadın arkadaşları, aile fertleri, ev ahalisi ve ona cinsel arzuyla bakmayacak erkekler ki çocuk emzirme gibi istisnai durumlar ve (örneğin doktor) dışında da süslerini açmasınlar, denilir. Süslerinden/alımlı yerlerinden gizledikleri bilinsin diye de kırıtarak yürümemeleri, vurgulanır. Kadınlar peki nerelerini açabilecektir, nasıl giyinecektir sorusu sorulması durumunda ise öncelikle şunu belirtmekte yarar görmekteyiz. Örtünme emri irşadi (uyarıcı) bir emirdir. Başkasını tahrik etmeme, günaha sokmama, fitneye sebep olmama, kendisini ezadan, sarkıntılıktan, fitneden korumak içindir.“ Yüce Allah örtünme ayetinde, namaz abdestini anlattığı gibi ayrıntılara girmemesi, vücut kısımlarını tek tek izah etmemesi(5/Maide 6)bunun yanı sıra ayette ‘’görünebilen kısımlar dışında’’ gibi esnek bir ifade kullanması hikmetlidir. Tabi bu esneklikten biz teşhiri, şehveti öne çıkaracak, kadının kişiliği değil de dişiliğini öne çıkaracak biçimde giyinebilir sonucu asla çıkarılmamalıdır!(33/Ahzab 33) Bizler yüce Allah’ın burada kastının açılıp-saçılmamak, teşhire, şehveti körükleyecek davranışlara, zina başta olmak üzere ahlaki-sosyal çöküntülere, yozlaşmalara izin verilmemesi ve bunu önce erkeğe emretmesidir.(24/Nur 30) ardından kadın vücudu daha tahrik edici olması nedeniyle(3/Al-ı İmran 14) kadını koruma adına, onun daha koruyucu bir biçimde olmasını, göz önünde tutularak, kapsamlı bir örtünme kuralı getirilir. Kadın her şeyden önemlisi duyu organları ve hareket uzuvları gerek işlevi; gerekse de iletişimi açısından açık kalması zaruridir, yani kadın gözüyle görür, kulağıyla işitir, dudağıyla konuşur, yemek yer, su içer kısaca baş kısmı açık olmalıdır. Elleriyle iş yapar, ayağıyla yürür. Bütün bunların ışığında yüz(özellikle göz-ağız-kulak)kısaca baş kısmı ve eller ve ayakları asgari olarak açık kalmalıdır. Saç ise ayette açıkça belirtilmemiştir. Hakkında açık bir nass bulunmayan bir konuda tekfire yer yoktur! Zaten kadının saçları da ziynet değildir. Ancak ses tonu nasıl işveli konuşursa, ziynet yani çekici-alımlı olursa; saçta doğal hali dışında boyatma ya da tahrik amaçlı kullanılırsa ziynet olur. Yoksa doğal haliyle saç zaten kadında başın bir hımarıdır! Üstelik kadının göz, dudak açık kalırken (33/Ahzab 52) saç gibi tırnak misali kestirip, atılabilecek cansız bir yerin (vücut uzvu da değil!)avret sayılıp kapatılması anlamsız ve bir o kadar zorlamadır. Saç eğer kapatılması ahlaki olarak emirdir! O zaman kadının saçtan, karşı cinsi daha etkileyici olan göz, dudak kısımlarının açık bırakılmasına cevaz verilmesinin hikmeti nedir diye de sorulabilir? Hâlbuki göz ve dudakların, saçtan daha tahrik etkisi olduğu şüphesizdir. Özetle ayette geçen ‘’Hımar’’ çok amaçlı kullanılan, geniş bir örtüdür, giysidir. Bu: Her türlü vücut hatlarını belirtmeyecek, şeffafta olmayacak bir şekilde olacak, dişiliği öne çıkarmayacak, kadını tacizden koruyacak her giysiyi kapsar. Nur Suresi 31.nci Ayetin günümüze seslenen yüce mesajı budur!
Posted on: Sat, 07 Sep 2013 07:10:15 +0000

Trending Topics



Recently Viewed Topics




© 2015