Protestonun yeri ve zamanı – Uğur Vardan (Hürriyet) YIL - TopicsExpress



          

Protestonun yeri ve zamanı – Uğur Vardan (Hürriyet) YIL 1968. Olimpiyat Oyunları Mexico City’de düzenleniyor. Atletizmde erkekler 200 metreyi Amerikalı sprinter Tommie Smith, 19.83’lük derecesiyle ‘Dünya rekoru’ kırarak kazanıyor. Ardından ikinciliği Avustralyalı Peter Norman elde ediyor, yarışı üçüncü sırada bitiren isimse yine bir Amerikalı, John Carlos oluyor… İki Amerikalı siyahi atlet, madalya töreni öncesi Avustralyalı Norman’a, şu soruyu yöneltiyorlar: “İnsan haklarına inanıyor musun?” “Evet” cevabını aldıktan sonra devam ediyorlar; “Ya Tanrı’ya?”. Norman bu soruya da aynı yanıtı veriyor: “Evet.” “Madem öyle” diyorlar, “Biz bir eylem koyacağız, yardımcı olur musun?” Norman yardımcı olmakla kalmıyor, fikir de veriyor. Bir çift deri eldiven bulunuyor, birini Tommie, diğerini Carlos ellerine geçiriyor ve kürsüde, Olimpiyat tarihinin en unutulmaz protestolarından biri ortaya konuluyor. İki atlet, çıplak ayaklarıyla çıktıkları seremonide yoksul siyah kardeşlerinin çektiği acıları, elleriyle de direnişin gücünü anlatmaya soyunuyorlar. Bu protesto ‘karşılıksız’ bırakılmıyor elbet, hemen ertesi gün ABD Milli Takım kampından kovuluyorlar ve kendilerine bir daha ‘Asil Amerikan Milli Takım forması’nı giyemeyecekleri söyleniyor. Ya ‘işbirlikçileri’ Peter Norman? Ona da Avustralya Milli Olimpiyat Komitesi, “Her şeyin bir yeri ve zamanı var. Olimpiyatlar politik gösteriler için sahne olamaz” diyor. Norman ise, yakın gelecekte tıpkı siyah dostları gibi dışlanacağı bir kadere doğru yol alırken komiteye şu cevabı veriyor: “Adaletsizliğe karşı çıkmak için uygun zaman aranmaz!” BÖYLE DE TEPKİ OLUR MUYMUŞ? ZAMAN bu üç büyük kalpten, bu üç büyük vicdandan yana çalışıyor, çok çok sonraları da olsa ‘resmi’ açıdan iade-i itibarlarına kapı aralanıyor. Bu enfes ‘kıssadan hisse’yi niye aktardım? ‘Gezi direnişi’ sonrası şu aralar süren ‘Cadı avı’ kapsamında Milli Takım kadrosuna dahil edilmeyen ‘Cenk Akyol tartışmaları’na ‘Tarihten bir yaprak’ mantığıyla hatırlatmalarda bulunmak için elbette. Genç kardeşimiz Cenk, performans olarak Basketbol Milli Takımımız’ın kadrosunda yer almayı hak ediyordu, geçen sezon şampiyonluğa uzanan Galatasaray’ın etkili bir oyuncusuydu, uzun süredir hep ’12 Dev Adam’ın etkin elemanlarından biriydi ve kendisini, sportif anlamda koç Tanjeviç’in seçmemesinde mantıki bir neden yoktu. Peki neden böyle bir ‘Kesik yeme operasyonu’yla karşı karşıya kaldı? Elbette ‘Gezi direnişi’ sırasında yaptığı bireysel tepkiden… Malum, haber kanalı vasfı taşımasına karşı olayları görmemekte ısrar eden NTV’ye karşı tavrını gösterdi ve şampiyonluk maçı sonrası, bu kanalın mikrofonu alıp yere attı. Bu hareketin ardından tartışma biraz da gösterilen tepkinin ağırlığına kaydırıldı. Mikrofon yere atılır mı, böyle hareket yapılır mı, tepki göstermek böyle olur mu vs… Doğrusu yaşanılan sürece, akan onca kana, yitip giden hayatlara, kaybedilen uzuvlara, karartılmaya çalışılan yaşamlara bakılınca Cenk’in tepkisinin ‘estetik’ ölçüsü üzerine konuşmanın ne denli gereksiz bir tartışma olduğu öylesine aşikâr ki. BİTMEYEN MASKELİ BALO SONUÇ? ‘Smith, Norman ve Carlos üçlüsü’nün tepkilerinin ‘resmi’ kanallar aracılığıyla iade-i itibarı için onca zaman beklenildi, Cenk Akyol içinse beklemeye zaten gerek yok. Yapıldığı anda kayıtlara geçti ve tarihteki yerini aldı. Üstelik ‘resmi’ kanallar, (çok ünlü bir çizgi roman repliğiyle söylersek) ‘O esnada’ ırkçı güreşçi Rıza Kayaalp’e Akdeniz Oyunları’nın açılışında bayrak taşıtıyor, geçen hafta bu sayfalarda Bilgin Gökberk’in de altını çizdiği gibi ‘Doping yapmış ve NBA tarihine bu yolla geçmiş bir basketbolcuyu, Milli Takım kadrosuna çağırıp kaptanlık görevini veriyordu. Dolayısıyla zaten ‘resmi’ kanallardan bir beklentimiz yok, mesele vicdanlı spor kamuoyunun ne olup bittiğinin farkına varması ki, onların da bütün bu ‘Maskeli balo’nun ne olduğunu çok iyi bildiklerine eminim. REKORTMEN TÜRKİYE FUTBOLLA yatıp futbolla kalkan bir ülke olarak, U20 Dünya Kupası’na gösterdiğimiz ‘özel’ ilgiyle, ‘Yeni bir rekor’a imza attık. Ve düzenlenen tüm turnuvalar göz önünde bulundurulduğunda, en az seyirci sayılarına sahip organizasyonuna ev sahipliği yaparak tarihe geçtik. Bu veri, şu aralar yaşadığımız onca olumsuz genel tablonun sadece bir parçasıydı. ‘Akdeniz Oyunları’nda bayrak taşıttırdığımız ve güreştirdiğimiz yetmiyormuş gibi üstüne üstlük Rıza Kayaalp’i bir de halen Kazan’da devam eden Üniversite Oyunları’na göndermişiz. Kayaalp de, neden ‘Egemenler’ tarafından ‘El üstünde’ tutulduğunu kanıtlayarak 120 kiloda ‘Altın madalya’ kazandı. Burada şu seçim çok bariz bir şekilde öne çıkıyor; var olan spora bakışımızda başarı, ahlak, vicdan, insan hakları gibi unsurların önündedir, bu kadar basit. Bitmedi, spordaki destan yazan (!) hamlelerimiz şöyle sürüyor: Halter ve atletizmde doping yapan sporcu sayımızın haddi hesabı yok. Futbol cephesi malum, iki büyük takımımız olası Avrupa serüvenlerinin dışına itildi. Öyle bir Futbol Federasyonu Başkanımız var ki, (o gün stattaydım, gözlerimle gördüm), cumartesi günkü U20 Dünya Kupası finali seremonisinde üstelik yanında üst düzey FIFA üyeleri de varken tribünlerce yuhalandı. Ve son olarak da son Cumhurbaşkanlığı Bisiklet Turu şampiyonu Mustafa Sayar’da doping çıktı (Kendisi şampiyon olunca çok sevinmiş ve Radikal Spor’da, ‘Tarih bunu da Sayar’ şeklinde başlık atmıştık, Evet, Sayar’ın B numunesinin açılması için başvuru hakkı bulunmakta ama sporcumuz an itibariyle başta kendisine güvenenleri ve arkasında duranları mahcup etmiştir).
Posted on: Wed, 17 Jul 2013 18:41:47 +0000

Trending Topics



Recently Viewed Topics




© 2015