TBMMden içeri giren TÜRBAN mı, yoksa TİCANİLERin başına - TopicsExpress



          

TBMMden içeri giren TÜRBAN mı, yoksa TİCANİLERin başına kendi elleri ile geçirdikleri TURKUVAZ ÇUVAL mı?! Kur’an; Kelime sıkıntısı çekmeyen (31-Lokman Suresi 27), En iyi yasa koyucu olan (5-Maide suresi 50), Unutkan olmayan (19-Meryem Suresi 64), Kuran’ı detaylı bir şekilde indiren (11-Hud Suresi 1) Allah’ın yasasıdır! “İslam” demek, sadece “Türban” demek midir?! Laik”lik demek “İçki, kerhane, meyhane hürriyeti”ni savunmak demek midir?! Eş Başbakan Erdoğan’ın “Türkiye”sinde “İslam”ın şartı kaç?! Rakam ile 5! Yazı ile beş! Sırasıyla: 1- Türban takacaksın! 2- Türban takacaksın! 3- Türban takacaksın! 4- Türban takacaksın! 5- Türban takacaksın! Ya AKP Eş Genel Başkanı Erdoğan’ın “Türkiye”sinde “İman’ın şartı” kaç?! Rakam ile 6! Yazı ile altı! Sırasıyla: 1- Türban için ya adam vuracaksın ya da adam fırçalayacaksın! 2- Türban için ya adam vuracaksın ya da adam fırçalayacaksın! 3- Türban için ya adam vuracaksın ya da adam fırçalayacaksın! 4- Türban için ya adam vuracaksın ya da adam fırçalayacaksın! 5- Türban için ya adam vuracaksın ya da adam fırçalayacaksın! 6- Türban için ya adam vuracaksın ya da adam fırçalayacaksın! Erdoğan için “İslam olmak” demek, “Türban” demek! “İslamiyet” ve “Türban” kelimeleri Erdoğan’ın beyninde; “eşanlamlı sözcükler” haline dönüşmüş. “Türban” dışındaki hiçbir konu, Erdoğan’ı ilgilendirmiyor. Ummanlar kadar geniş “İslamiyet”e bu kadar “dar” ve “kör” bir noktadan bakmanın neticesi ortada! Başı “türban”sız, sözde okumuş bir avukatın tabancasından çıkan kurşunlarla Danıştay II. Daire’ye ölüm yağdı! Sebep; alınan “Türban kararı”! Nitekim... Eş Başbakan Erdoğan’ın, bir Almanya ziyareti sırasında yine “Türban” gerilimi yaşanmıştı. Daha soruyu doğru düzgün anlamadan Erdoğan, içinde “türban” kelimesi geçtiği için, Türkiye’nin o günkü Almanya Büyükelçisi Mehmet Ali İrtemçelik’i herkesin içinde hem de “haksız” yere fırçalamaya kalkıştı. Neden?! Niçin?! Niye?! Çünkü Erdoğan’ın “İslam” anlayışına göre “Türban eşittir; İslam” anlamına geliyor. Bu yüzden de Eş Başbakan’a göre varsa yoksa “Türban”! Oysaki... Allah’ın kainatı yönettiği inanç sisteminin adı olan “İslam”da, “Allah’a teslim olmak” esastır! Allah’tan başka güç tanımamak şarttır!.. Yani “Milyarlık Radikal Yahudiler”e de, Ofer’lere de, ABD, İsrail, İngiltere, Almanya gibi “güç merkezleri”ne de eyvallahın olmayacak. Allah’tan başka güç tanımayacaksın! Hakk dini “İslam”da, “Türban”dan önce, Allah’tan başka hiçbir güçten korkmamak esastır! “Kul hakkı yememek” esastır! Müminler arasında yardımlaşma esastır! O yüzden “Bir yerde İslam var ise orada aç yoktur açıkta kalan yoktur, fitne-fesat yoktur” denilir. Ezcümle “İslam olmak” demek “Allah’a teslim olmak” demektir. Maalesefki “bir kısım dinci basın ve yazar”lara göre de bir faninin “İslam” olması için “Türban” takması ya da “Türban takma hakkını” savunması yeterli! O siyasi ya da zümre, “Türban”ı savunuyorsa, artık ona her şey serbest! “Siyasi İslam” cenahında “La yüs’el” yani “Soru, hesap sorulamaz” bir konuma yükseliyor, yükseltiliyor. Bundan sonra ister boğaz kıyısında “kul hakkı” yiyip kendine villa alır, ister milyar dolarlık özelleştirmelerden kendine yüzde 10 komisyon ayırır, ister vatana ihanet eder şehid kanları ile tuğla tuğla örülmüş taşınmazları başkalarına peşkeş çeker, isterse danışmanın kızkardeşi ile yatar kimse buna bir şey demez, diyemez! Neden?! Niçin?! Niye?! Çünkü, beyefendi “Türban hakkı”nı savunuyor! Oysaki, ne Allah’ın kurduğu sistemde ne de Hz Muhammed’in anlatımında böyle bir “İslam” anlayışı vardır! Bu tür bir uyduruk, adamı Allah’ın buyruğundan çıkaran “İslam” anlayışı olsa olsa; İngilizler’in “Vatikan-Kudüs” ekseninde ördükleri, “BOP İslam”ında vardır. Aksi mümkün değil!.. Kısaca, “İslam” olmak demek, en başta ahlaklı olmayı, her an ölecekmiş, Allah’a hesap verecekmiş gibi bir ömür sürmeyi gerektirir! Sözün özü: İslam olmak demek, koşulsuz Allah’a teslim olmak demektir! Hepsi ve daha ötesi budur! Benim İslam’a bakışıma gelince, 2002 yılında bir yıl işsiz kaldım. O sırada fırsat buldum, değişik kitaplar okudum. Bir yazarın yaşadığı toplumu iyi tanıması gerektiğine inanıyorum. O yüzden kavramları doğru bir şekilde yerli yerine oturtmak için dinler tarihi, Müslümanlık, mitoloji vb konular üzerine yoğun bir araştırma yaptım! Osmanlı, Kurtuluş Savaşı ve Atatürk üzerine derinlemesine okudum. “İslamiyet”i ise hem “dinsel” hem “coğrafi”, hem “sosyo-kültürel”, hem de “sosyo ekonomik” boyutu ile okudum. Bunları bilmeden o sırada ne yaşandığını anlamak mümkün değil! Çünkü “zaman değirmeni”nin bir akış hızı ve yönü var. Peygamberimiz Hz Muhammed dünyaya geldi diye yaşam durmadı. Bilakis, Peygamberimiz, varolanların üstüne yeni bir şeyler koymak için aramıza geldi! Benim anladığım anlamda “İslam”ı bilmek ve de görmek için hadiseye her boyutu ile bakmak şart! En başta da “iklim koşulları”nı bileceksin ki, çöldeki “giyim” ve “beslenme” düzenini anlayabilesin! Herkesin neden “örtündüğü” ve “domuz eti” gibi hızla bakteri üreten, çabuk bozulan gıdaların niçin yasaklandığını bir çırpıda anlayabilesin! Bilmenizi isterim ki, “İslam” üzerine yazdığım analizler benim şahsi görüşlerimdir. Ben hadisenin özü, yani “mana” ile ilgili olanlardanım! “Madde” yani “Şekil kısmı” dünyevi boyutuna giriyor. Çünkü “İslamiyet” dünyadaki tek bireysel din! “Mümin” yani “Birey” ile “Allah” arasına, “Cami” ve “Hoca” dahil hiçbir kişi ya da kurum girmiyor; giremiyor! “Teolog” değilim! Ama bir gazeteci sadeliğinde, naçizane, “İslam” üzerine diğer dinler ile mukayeseli bir analiz yapabilirim. Örneğin Hz. Muhammed, “4 kadın alın” demiyor. Zaten kadınlar o dönemde çok değersiz canlılar olarak görülüyor. Kız çocukları diri diri toprağa gömülüyor! Çok eşlilik zaten var. Bunun üzerine o vakit, “en fazla 4 olsun” diyor. Yani?! Bu sözü de o günün şartları içinde değerlendirmek lazım! “Özü” değil “şekli” ile uğraşanlar, yani “mana alemi” ile değil “madde alemi” ile ilgili olanlar hep ana mesajdan kopuyorlar. Uzaklaşıyorlar! Türkiye’de “okumuş” ama “anlamamış” o kadar çok cahil Müslüman var ki, yaz yaz bitmez!.. Ben de bu nedenle yazılarımda hep öz, yani “ana mesaj” üstüne yazılar yazıyorum. Dünyada uygulanmaya çalışılan “Siyasal İslam”ın ya da “BOP İslam”ının ise gerçek “İslam”ın özü ile hiçbir alakası yoktur! İstihbarat servisleri tarafından birçok “hadis” uydurularak, kitleler denetim altında tutulmaya, yönlendirilmeye çalışılmaktadır! Bu da “mana”yı hedef alan “inanç” ve “yaşam biçimi”nin yörüngeden çıkmasına yol açmıştır. Örneğin “Havra”ya karşı “Kilise”, “Kilise”ye karşı “Camii” gelmiş! “İslam”da camii kavramı da yoktur, dinsel kıyafet de, mezar kavramı da!.. Ölünce sınav biter ve ruh bedenden ayrılır!.. O yüzden 3 günden fazla yas, Şeytan’ı sevindirir, der Peygamberimiz! Eşler hariç. Onların da yas tutmasına, kendilerine zulmetsinler diye değil, hamilelik var mı yok mu o anlaşılsın diye izin verilmiştir! Dul kadına evlilik tavsiye edilir, hayat devam ettiği için! Ama bizde iyi gözle bakılmaz bu tür şeylere! Yalnız bu tavrın “gelenek” ve “görenek”le alakası vardır ama “İslam”la hiçbir alakası yoktur! Aslolan “İslam”da Allah’a ulaşmak, kavuşmak ise “ölünce sevinmek” gerekir gerçek “İslam”a göre! O yüzden fazla gözyaşı yakışmaz gerçek Müslüman’a denir! Misal; Hz Muhammed’in mezar yeri (bellidir ama) belli değildir! Neden?! Türbe yapılmasın diye! Çünkü Hz Muhammed sadece tebliğcidir. Allah değildir! Biz O’nu Peygamberimiz olduğu için severiz! Ama Hz Muhammed’in aracılığı ile dahi olsa Allah’a ulaşamayız! Neden?! Niçin?! Niye?! Çünkü, gerçek “İslam”a göre, Allah ile kul arasına Hz Muhammed dahi giremez, o yüzden! O halde Hz Muhammed’in giremediği yere, Said-i Nursi ya da Fethullah nasıl girsin! Günümüz dünyasında ise Hz Muhammed’in giremediği yere yani “Kul” ile “Allah” arasına girmeyen neredeyse yok gibi! En başta da Diyanet! Hoca, Hacı, İmam vb! Oysaki, Diyanet’e düşen görev Allah ile kul arasına girmek olmamalı! Onun yerine insanların, dinlerini en iyi şekilde yaşama imkanını organize etmek en doğru ve akılcı olanı! Yoksa Allah’ın karışmadığı, zorlamadığı işi kim, nasıl, neye dayanarak zorlayacak?! Özetle; günümüzde birçok din önderi denilen faninin, çok gösterişli mezar yerleri vardır. Ama Hz Muhammed’in yoktur! Peygamberimiz Muhammed’e hak olmayan bize nasıl helal olacak, orasını anlaşılır değil! “Kara çarşaf” misal, her üç dinde de vardır. Şu anda AKP’lilerin kullandıkları türban Hint usulüdür! “Kara çarşaf” ise “Katolik Rahibeleri”nden alınmadır! Bunun da “İslam”la hiçbir alakası yoktur. “Yeşil cüppe” de “Hint”lilerden gelmedir. “Uzun sakal” da üç dinin radikallerinde vardır. Museviler sadece bıyık uzatmazlar! Tüm radikallerde sakal vardır! Oysa “İslamiyet”te ne camii kavramı vardır, ne hoca ne de sakal! Yüce peygamberimiz “sakal”ı ise bir başka erkeğe nefsin uyanmasın diye, erkek olduğunu hatırla diye, ezcümle “erkekle beraber olma” diye uzat diyor. Yani “homoseksüelliğin” önlemi olarak günlük yaşama girmiş basit bir ayrıntı! milliyetciler.de/haberoku2755/ibne-akp-li-den-genel-kurmay-baskanina-tavsiye- Şekil! Hepsi bu kadar! Yani “nefis”in hakkında uyarıyor. Şimdi “sakal” için kim diyebilir ki, İslam’ın vazgeçilmezidir! Özetle, “İslam”, madde değil, mana alemini anlatan en son dindir! Hz Muhammed’in yaşadığı coğrafyayı iyi bilmek, araştırmak şart! Çünkü “çöl iklimi” çok sıcak bir iklim! Gündüz ya da gece fark etmez örtünmek zorundasın! Neden?! Niçin?! Niye?! İklimsel şartlardan dolayı! Çünkü; gece “kum fırtınası” var! Gündüz de inanıyor da olsan inanmıyor da olsan fark etmez! Çünkü Allah’tan önce adamı çölde güneş çarpıyor! Örtünmezsen başına güneş geçer, yani beyin kanamasından ölürsün! Onun için İslam’a “akıl dini” denir! Ya da “İnsanlar, akılları kadar İslam olabilir” diye tarif edilir. Peki, bunları neden yazdım?! Birincisi, biri “İslam’da Protestanlık” diyorsa, bileceksin ki, bu işin altında bir çapanoğlu vardır, uyanık olmak şart! İkincisi; İslamiyet çok basit bir din!.. Çok basit bir inanç sistemi! İslamiyet’i zorlaştıranlar “İslamiyet”in içine sızan Yahudi ve Hristiyan kliklerin hakim olduğu gizli servisler! Ve din bezirganları! “İslamiyet” benim anlattığım kadar basit ve son nefesini verene dek de Allah’tan başka, Hz Muhammed dahil hiç kimsenin nereye gideceğini bilemediği bir inanç sistemi! Yani insanların “günah defteri”ni bir başka insan elinde tutamıyor! “Patates dini”nden mi yoksa “soğan dini”nden mi, olduğuna ancak Allah karar veriyor. O yüzden Allah diyor ki; en büyük şaşırtan benim, kalbi de gözü de mühürleyen benim, en büyük affeden de benim, rızkı veren de kesen de benim! Hadise bu kadar basit! Hadise bu kadar net! Yüce Rabbimiz “yeter ki bana teslim ol ve mücadele et” diyor! Gerisi Allah’a kalmış! Netice: “İslam olmak” demek, “Allah” ile “kul” arasına hiçbir şeyin girememesi demek! Madde değil, mana alemine ait bir boyut bu! Öte yandan... Hz Muhammed dönemi anlatılırken, hep atlanan bir ayrıntı vardır: O da Yüce Peygamberimizin, aynı zamanda bir devlet yöneticisi olduğu gerçeği! Yani yaptıklarının bir kısmı Peygamberlik’ten, bir kısmı da “beşeri şart”lardan kaynaklanan uygulamalar! Yani?! “İslamiyet”te farz olan şeyler değil! Neden?! Çünkü, devlet adamlığı görevi başka, Peygamberlik yani “tebliğcilik” görevi başka! Bu ikisini birbirine karıştırmamak gerekiyor! Karışınca, bunları birbirine karıştırınca Vatikan’a, İsrail’e, İran’a dönüyorsun o vakit! O dönemin şartlarını anlamayıp, “Peygamberlik vasfı” ile “devlet adamlığı vasıfları”nı birbirine karıştırınca, kafalar da karışıyor. Bu kadar satırı niçin yazdım?! Samimi olarak sorduğunuz için yazdım. Özü itibari ile iyi bildiğim ve anladığım bir din olduğu için yazdım. Size de süzdüklerimi aktarmak için yazdım. Örneğin yansıtıldığı gibi Hz İsa’yı özel olarak çarmıha germediler! O dönemde tüm suçluları “çarmıha geriyorlardı” da; bu yüzden Hz İsa’yı da çarmıha gererek cezalandırma yoluna gitmişlerdir. Yani “beşeri şartları” bilmeden, anlamadan, dönemin sosyal yaşamı üzerine kafa yormadan bir dini anlamak ve anlatmak mümkün değil! Anlamayınca da özden kopulup, “Türban” örneğinde olduğu gibi böyle şekle itibar ediliyor! Bu anlattıklarıma göre ya ben İslam değilim; çünkü, “siyasal İslamcı”ların yaptığı hiçbir şeyi yapmam, yapmamaya özen gösteririm, yapanı da tasvip etmem ya da benim anlattıklarıma göre onlar “İslam” değil! Bilmenizi isterim ki “İslamiyet”, o dönemde tefessüh etmiş, iyice ipi koparmış bir topluluğa geliyor! Bu ayrıntı da çok önemli! Çünkü biz Türkler, hiçbir zaman ipi koparmış, raydan çıkmış bir kavim olmadık ki! Kadının yeri daima obamızda vardı, baş köşedeydi! O yüzden “Araplar özel bir kavimdir” kısmı da, İngiliz İstihbaratı’nın Osmanlı’yı parçalamayı kafaya koyduğu zaman uydurduğu, içimize sokuşturduğu bir başka fitne-fesat boyutudur! Halk arasında, Hz Adem için babamız, Hz Havva için de anamız deriz. Her ikisi de defne yaprağı ile resmedilir! Bu tür konuları dönemin şartları içinde değerlendirip anlatmadıkça kafalar karışıyor. O zaman İslamiyet’in kainata tebliğ edildiği dönemin sosyal şartları içinde yaşama konusunda ısrarcı olan mümin kardeşlerimize sormak gerekmez mi: Madem Hz Muhammed de Peygamber, o vakit O da neden defne yaprağı ile dolaşmadı, neden?! Ezcümle, “Siyasal İslamcı”lar hadiseyi saf Müslüman kardeşlerimizin duyguları ile oynayıp, kasten “Türban”a dolayıp, İslam’ı rayından çıkartmak, özünden uzaklaştırmak istiyorlar! Oruç da, kurban da, namaz da, sünnet de İslam’dan önce zaten vardılar. İslamiyet ile gelmediler. Örneğin “Nuh Tufanı” tüm kutsal kitaplarda ve mitolojide farklı yönleri ile anlatılır. Dört kutsal kitap da Kur’an-ı Kerim’de anlatıldığı kadarı ile varlar. Hepsi ve daha ötesi bu! İslam olmak demek; “Allah’a teslim olmak” demektir. “Kul hakkı yememek” demektir. “İçki”, “domuz eti”, “sigara”, “kumar” bunlar senin kişisel problemlerin! İster ye, ister yeme faydası da zararı da sana! Allah ile aranda bunları çözebiliyorsun. Ama “kul hakkı” girdi mi devreye işte o vakit hukuk giriyor. Yani?! Senin içkin, sigaran, kumarın, zinan yüzünden Allah’ın bir başka kulu zarar görüyorsa, hesap vereceksin demektir! O yüzden “Helalleşmek” zordur bazı yanlışlarla, bazı yanlışa bulaşanlarla! Her nedense “Siyasal İslamcı”lar, domuz etini, içkiyi çok konuşur da “zekat”ı hiç konuşmazlar. Çünkü bunların “malvarlıkları”na baktığınızda, ne kadar “İslam” oldukları çok net anlaşılır! “Oruç” bile açın halinden anlamak için tutulması gerekirken, artık bir hava atma aracı haline dönüşmüş, dönüştürülmüştür! Yani?! Amacında sapmıştır. Mesajı anladın ise tutman da gerekmez. Yeter ki, açın halinden anla, onun açlığını gider! Hac da öyle! Yardıma ihtiyacı olan birine yardım et, daha da hayra geçersin! Fukara varken çevrende, Hac mecburi değil ki!.. Ama kurnazlar ya, hacca gidip ölecekler, Allah da anlamıyor ya bu işlerden, onları hemen Cennet’e Hasan Sabbah’ın yanına alacak!.. Ne acı değil mi?! Ne diyelim böylelerine, Allah akıl fikir versin demekten başka bir şey gelmiyor elden! Kaç kişi sofrasında, iftarda bir açı ağırlıyor Allah aşkına! Sen ben, bizim oğlan görsün, konu komşu tutmuş desin diye bazıları tutmuyor mu orucu! Sözün özü: Aç yine aç kalıyor! Ben ne anladım bu oruçtan şimdi! Benim “İslamiyet”ten anladığım bu! Ben bu anlamda İslam’ım! Diğer anlamda değil! “İslamiyet” üzerine gerçek anlamda araştırma yapan ve kalbi ile düşünerek okuyan herkes bilir ki, İslam’da reform olmaz! “Ilımlı İslam” da olmaz! Bu Allah’a şirk ve/veya eş koşmakla eşdeğer bir şeydir! Çünkü “İslam” son derece basit ve çağlar ötesi bir dindir. Allah’ın kainatı yönettiği sistemin adıdır. Şekle değil, öze yönelik olarak bakmak gerekir hadiseye! Benim diyeceğim budur! Özet olarak; Allah insanın aklı kadardır! “İslam” coğrafyasındaki manzaraya bakınca, ne demek istediğimi siz de çok iyi anlamışsınızdır sanırım. İslamiyet’in çok ciddi bir temsil problemi var! Sözün özü: Gerçek “İslam”, benim anlattığım kadar basit, sade ama gereğini yerine getirmesi de bir o kadar zor bir din! Çünkü kesinlikle “kul hakkı” yemeyeceksin! Allah adına yanlışa yanlış, doğruya doğru diyeceksin! Allah’tan başka hiçbir güç tanımayacaksın! Tüm mümin kardeşlerinle yardımlaşacaksın! Ruh bedenden ayrıldığında her şeyin bu dünyada kalacağını bileceksin! Özetle, benim İslam’dan anladığım bu! Nefsin coştukça, azdıkça, onu her defasında “bir avuç toprak”la terbiye edeceksin! AKP iktidarında, “Turkuvaz Türban”a dolanan “Ağlak gündem”e dair derinliği olan birkaç satır daha... 2013ün son çeyreğinde, AKP yine hem içte hem de dışta köşeye sıkıştı! Bu nedenle, “tozlu raflar” arasına sıkışıp kalmış, bir “türban” hikayesini medya üzerinden yeniden dolaşıma sokup, gündemi değiştirmeyi denedi! Görünen o ki, Erdoğan eşinin GATA’ya sokulmaması nedeni ile öfkeli imiş! Aynı Erdoğan eşi üzerinden siyaset yapılması nedeni ile de öfkeli imiş! Ne var ki, eşinin “türban”ı üzerinden, lütfen dikkat buyurunuz “başörtüsü” değil, “türban”ı üzerinden siyaset yapan da yine kendisi! AKP için “özgürlük” demek “türban” demek! AKP için “siyaset” yapmak demek, “mağduriyete oynamak” demek! AKP için “İslam” demek, sadece “türban” demek! “Çalmak”, “kul hakkı yemek”, “harama el uzatmamak” vb konular “İslam”ın ilgi alanına girmediğini düşünmüş olacaklar ki, o yüzden iktidarları boyunca sadece “türban”la yatıp türban”la kalktılar. TSK da bu hakikati fark etmiş olacak ki, Erdoğan’ın elinden o “mağduriyet kartı”nı bir çırpıda alıvermişti. Genelkurmay eski Başkanı Orgeneral İlker Başbuğ, o günlerde Hürriyet’e yaptığı açıklamada şu ifadeler ile oynanan oyuna dikkat çekiyordu: “Keşke olmasaydı. Keşke bu olay yaşanmasaydı. İnsani boyuttan bakarsak bu olayı bugün savunmamız mümkün değil!” Mealen şöyle diyor: “AKP’nin mağduriyet kartlarını tek tek ellerinden alıyoruz!” Ne var ki, Başbuğ’un o günkü bu açıklamasına bir dipnot düşmek şart oldu. Şöyle ki: “Eğer AKP’nin amacı üzüm yemek ise!” Yok amaç üzüm yemek değil ise ki öyle gözüküyor, o vakit bu bağlamda şunlar söylenebilir: TSK sınırları içinde “başörtüsü” yasak değil! Yasak olan siyasal simge olan “türban!” Doğru olan da bu! Korunması gereken bir yasak bu! Kaldı ki, bugün siyasal simge “türban”a izin verenler, yarın “burka”ya, “kara çarşaf”a da izin vermek zorunda kalmayacaklar mı?! “Türban”, “F Tipi Turkuvaz devrim/darbe”nin siyasal simgesi, bayrağı, flaması değil mi?! Kaldı ki, SAT/SAS komandoları da başlarını tamamı ile saran “bandana” takarlar! hurarsiv.hurriyet.tr/goster/haber.aspx?id=9237135&yazarid=10 hurarsiv.hurriyet.tr/goster/haber.aspx?id=9237135&yazarid=10 Yasak olsa, SAT/SAS komandoları hiç o bez parçasını başlarına dolayabilir miydi?! Muhakkak o askerlerin, subayların anneleri, anneanneleri, babaanneleri içinde de başörtüsü takanlar vardır. Bu bağlamda cevabı aranması gerekli soru şu olmalı: Sizce, Gül ve Erdoğan’ın eşleri, siyasal simge olan “türban” yerine “başörtüsü” takmış olsalardı, 2000’li yıllarda hiç böylesi suni bir sorun, gerilim yaşanır mıydı?! İslam devriminin teorisyeni, ünlü düşünür Ali Şeriati’nin Tahran’da yaşayan eşi Puran Şeriati’nin taktığı başörtüsü şekli de orta yerde dururken, sormak farz oldu: “Türban” üzerinden mağduriyet edebiyatı yapmaya çalışan “ağlak” Gülen, Erdoğan, Gül, Arınç tayfasının gerçek amacı ne?! “Üzüm yemek mi yoksa bağcıyı dövmek mi?!” Bu soruya cevap olabilecek birkaç enstantane... Türbanın 40 yılı?! Murat Bardakçı: “Bugün türban dediğimiz, omuzlara kadar inen başörtüsü ilk defa 1970′lerin başında Lübnan’da ortaya çıktı. Modanın yaratıcısı bir din adamıydı, Lübnanlı Şiilerin lideri Hacetülislam Musa Sadr. Hayır, bu din adamı, bir moda tasarımcısı, yaratıcısı değildi. Şiiler Lübnan’ın güneyinde yaşıyorlardı, ama o bölgeye sivil Filistinlilerle Kral Hüseyin’in Ürdün’den kovduğu Filistin gerillaları da geldi. Şiiler ile Filistinliler arasında çeşitli sorunlar çıktı. Şii kadınların, Filistinliler tarafından taciz edildikleri de oluyordu. Hacetülislam Musa Sadr, Şii kadınların güvenliği için, bu biçimde örtünmelerini söyledi. Yani şimdi bizim türban dediğimiz başörtüsü bağlama biçimi, inanç değil, güvenliğin gereği olarak ortaya çıktı ve hızla yayıldı. Hacetülislam Musa Sadr, 1975′te yaptığı açıklamada bu başörtüsü modelini bizzat hazırladığını söyleyecek ve ilhamını Batı dünyasının kilise resimlerinden ve Lübnan’daki Katolik rahibelerin kullandıkları başörtülerinden aldım diyecektir. Örtünme konusunda asırlar boyunca kendi modasını kendi yaratmış, yaşmak, ferace, kadın fesi, felek tabancası, hotoz, maşlak, tandırbaş, yemeni, kundak yemeni, salma yemeni gibi çeşit çeşit modellerle zarif bir çizgi yakalamış olan Türk kadınının Lübnan’dan örtünme modeline ihtiyaç duymasının sebebini bir türlü anlayamıyorum.” Hasan Pulur, Milliyet, 20 Ocak 2008 milliyet.tr/2008/01/20/yazar/pulur.html Yalan rüzgarları? Nûr Suresi 31. Ayet’te üç önemli sözcüğün Türkçe anlamını yazıyorum: Farj (tekil); Furuj (çoğul): (Sözlük adıyla): Erkek ve kadın cinsel organı. Jayb (tekil); Juyub (çoğul : (Sözlük adıyla): Meme, göğüs. Himar (tekil), Humur (Çoğul): İslam öncesi dönemde Arapların giydiği giysinin bir parçası (dokuma, bez parçası). (Başörtüsü ile kesinlikle ilişkisi yok.) Buna göre daha önce de yazmış olduğum gibi Nûr Suresi 31. Ayet’i şöyle çevirmek gerekiyor: “Söyle inanan kadınlara: Harama bakmaktan sakınsınlar ve cinsel organlarını saklasınlar? Örtülerini göğüsleri (memeleri) üzerine vursunlar?” Bir okurumun yazdığına göre, söz konusu ayetin örtmekle ilgili bölümünün Arapçası şöyle: “Vel yadrıbne bihumûrihinne alá juyubihinne” (en doğrusu ki örtülerini göğüsleri (memeleri) üzerine vursunlar). Özdemir İnce, Hürriyet, 2 Şubat 2008 hurarsiv.hurriyet.tr/goster/haber.aspx?id=8152363&yazarid=72&tarih=2008-02-02 İlker Başbuğ: “GATA’daki olay keşke yaşanmasaydı!” hurriyet.tr/gundem/13692692.asp?gid=233 “Türban Özkök zamanında GATA’ya girdi!” hurriyet.tr/gundem/13692693.asp?gid=0&srid=0&oid=0&l=1 Mine G. Kırıkkanat: “Sıkmabaşın esrarı!” haber.gazetevatan/haberdetay.asp?Newsid=149431&Categoryid=4&wid=122 Onur Öymen: “Türban faşist gömleği gibi! hurriyet.tr/gundem/8743989.asp?gid=233&sz=93511 Cüneyd Zapsu: “Türbanını çıkar demek, donunu çıkar demek!” hurriyet.tr/gundem/8386113.asp İran’daki türban Türk heyetini şaşırttı! tumgazeteler/?a=2451852 İslam devriminin teorisyeninin eşi böyle örtünüyor! hurriyet.tr/gundem/8339751.asp Prof. Beyza Bilgin: “Dini gerek 4 eşi de getirir!” hurriyet.tr/gundem/8213247.asp?m=1 Rahmi Turan: “İranlı gazeteci anlatıyor!” hurarsiv.hurriyet.tr/goster/haber.aspx?id=8113909&yazarid=228&tarih=2008-01-28 Soner Yalçın: İslam Dergisi’nin idealist gençlerine ne oldu? hurarsiv.hurriyet.tr/goster/haber.aspx?id=10002692&yazarid=218 Soner Yalçın: “Dinci basının arkasındaki ünlü masonlar!” hurriyet.tr/yazarlar/8247786.asp?yazarid=218&gid=61&sz=94578 Soner Yalçın: “Türbanlı öğrenci, Humeyni’yi Atatürk’e niye tercih eder?” odatv/n.php?n=turbanli-ogrenci-humeyniyi-ataturke-niye-tercih-eder-1506081200 İran’dan AKP’ye “Türban methiyesi!” hurriyet.tr/dunya/8205705.asp “Laik direk kırıldı! Dünya AKP’nin ‘türban’ını konuşuyor!” hurriyet.tr/dunya/8205703.asp Türban ve Bireysel özgürlük?! Türkiye’de türban takmak yasak mı?! Hayır! İslam dini kurallarına göre ibadet etmek yasak mı?! Hayır! O halde sorun nerede?! AKP neden gündemi ısrarla tam orta yerinden geriyor?! Kilise’ye nasıl kafanızda şapka ile giremezseniz, Havra’ya da “kippa”sız girilmez! Cami’ye girilirken ise ayakkabılar dışarıda çıkarılır. Çünkü Cami’de sadece ibadet yapılır. Kaldı ki, bu ve benzeri kuralların hiçbiri, hiçbir kutsal kitapta yer almaz. Peki ya Üniversite’de?! Üniversite niçin vardır?! Tam bu noktada sorulması gereken doğru soru şu olmalı: “Bir insan niçin üniversiteye gider?!” Eğer birileri “sadece diploma almak için” diye bir cevap vereceklerse... O vakit onlara bir başka soru: Üniversiteler, belli bir meslek kolunda uzmanlaşmayı, ihtisas yapmayı gerektiren eğitim kurumları olduklarına göre, mesleğin gereklerini yerine getirmeyecek olanlar, neden üniversiteye gitmek isterler?! Kadına sosyal yaşamda rol vermek istemeyenler, bir “günah kutusu” erkeğin abdestini bozan, doğru yoldan çıkaran bir yaratık olarak görenler ya da öyle göstermek isteyenler, neden kızlarını üniversiteye yollarlar?! Üniversitede “türban” takmayı “bireysel özgürlük” olarak görenler, üniversitelerden mezun olduktan sonra, iş hayatına atıldıklarında aynı hakkın devamını istemeyecekler mi?! İstemeyeceklerse, üniversitede neden yaygara kopardılar?! Ezcümle, sizlere çiğnediğim yüzlerce keçi boynuzundan, yani kitap, dergi vb kaynaktan, dimağımda geriye kalan “bir gram bal”ı anlatmaya çalıştım. Faydalı olabildiysem ne mutlu bana! ultra-turkler.blogspot/search?q=T%C3%BCrban ultra-turkler.blogspot/2012/07/yalankarada-zaman.html 13th July, Cesuryorum tarafından yayınlandı -- Muhterem Milletime şunu tavsiye ederim ki; sinesinde yetiştirerek başına taç ettiği adamların kanındaki ve vicdanındaki cevheri asliyi çok iyi tahlil etmek dikkatinden, bir an tevakki etmesinler... Gazi Mustafa Kemal Atatürk -- Bizler; Gözünde Vatanını, Gönlünde ATATÜRK ilke ve İnkılaplarını tutabilen, Vicdanında dinini saklayabilen, Milliyetçilik ve laiklik düşüncesi içinde görev yapanlardanız... -- Demem o ki: Milyonda 1iz! Atatürk Türkiyesine gönül vermiş milyonlardan 1siyiz! -- Atatürk gibi dehalar ancak görünüşte ölürler. Öyle insanlar bir nesil için doğmadıkları gibi muayyen bir devir için de doğmazlar. -- Şerefle bitirilmesi gereken en ağır görev HAYATtır. Nusret DEMİRAL -- Cesuryorum; Atatürke, Türk Toplumuna, Türk Devletine zarar verenlerin, hakaret edenlerin, Türkiyenin kaynaklarını sömürenlerin, Atatürkün kurduğu çağdaş, laik, demokratik ve tam bağımsız Türkiye Cumhuriyetini yıkmak isteyenlerin açıkça ifşa edildiği ve gerçek yüzlerinin gösterilmek istendiği bir sayfadır! -- Cesuryorum cesuryorum.blogspot https://twitter/Cesuryorum
Posted on: Sun, 03 Nov 2013 15:33:59 +0000

Trending Topics



Recently Viewed Topics




© 2015