Türkiye davamız Bu ülkeyi konuşmaya devam - TopicsExpress



          

Türkiye davamız Bu ülkeyi konuşmaya devam ediyoruz. Türkiye’nin en önemli sorunu kuşkusuz kimlik sorunudur. Bu, önümüze “sorun” diye konulan hemen her sorunun da kaynağıdır. Kimlik sorunumuz yüzyıllarca -neredeyse- kesintisiz devam eden yenilgilerin sonunda tezahür etmiştir. Hatırdan çıkarmamakta fayda var; milletlerin gelecekleri ile ilgili öngörülerimiz o toplumların geçmişlerinden bağımsız değildir. Osmanlılar döneminde, Osmanlılardan çok önce başlatılan dünyanın Batı cephesine, Hıristiyan dünyaya yönelik gaza seferleri bir yerde kesintiye uğramıştı. Gaza için çıkılan seferlerin bir vakte kadar hep başarılı olması, bir yerden sonra da başarısızlıkla sonuçlanması seferlerin gerekçesi olan dine ve dinle birlikte her şeye bakışı da etkilemişti. Din bir vakitler “başarının”, sonra “geri kalmışlığın” nedeni gibi görülür olmuştu. Asırlarca süren Batı’ya ilerleyiş durmuş, ardından geriye dönüş başlamıştı. Ancak geriye dönüş sadece sahip olunan topraklardan olmamıştı… Bu süreçteki ilk büyük hadise, 1571 yılında gerçekleşmiş olan İnebahtı (Lepanto) Deniz Savaşı’dır. Savaşta büyük bir Osmanlı donanması yakılmıştı. O vakte kadar “durdurulamaz” diye kabul edilen Türk baskısı ilk kez büyük bir savaşta darbe almıştı. İnebahtı, Batı dünyasında bir miladı işaret etmektedir. Asırlar boyu kendi halklarına kurtuluş umudu sunmaya çalışan ve bunu asırlar boyu hiç yapamayan Katolik Kilisesi ilk defa sahici bir zaferle geleceklerinden, Türk korkusundan uzak bir hayatı tesis etmek için bir umut temin etmişti. Umut, ölümcül bir korkunun def’i için ilk kez kendini göstermişti. Kilise bu umudu beslemek için çok gayret gösterdi; Batı dünyası bu umudun büyütülmesi için çok kan akıttı. Çünkü aristokrasi ve Kilise’nin kontrol altında tuttukları düzen tehlike altındaydı; sadece aristokrasi ve Kilisenin yaşamını besleyen ekonomik işleyiş gün be gün kuşatılıyordu; antik zamanlardan beri muhafaza edilen sınıfsal ayrıcalıklar sorgulanmaya başlamıştı. Çünkü Doğu’dan gelene mukavemet gücü tükenmişti, çünkü birçok şeyle birlikte Akdeniz’e de hâkim olan Türklerden fırsat bulup denize açılamayan Batılıların Doğu ile irtibatları kesilmişti. İşte Hıristiyan Batılılar, Akdeniz’deki İnebahtı Savaşı’nda Türk’le karşı karşıya gelme korkusunun ilk defa aşılabileceğini düşündürten bir netice almışlardı. Her şeylerine sinmiş köklü bir korku, yerini ilk defa bir umuda bırakmıştı. Umut o kadar ihtiyaç duyulan bir şeydi ki Portekizliler Doğu’ya ulaşabilmek amacıyla çok uzun ama yeni bir yol olan Afrika kıtasının güneyinden geçmeyi dâhi göze aldılar. Fakat o zamanlar adı fırtınalar burnu olan ve son derece tehlikeli bir geçişte bulunan kıtanın en uç noktası gemicilere yol vermiyordu. Bu tehlikeli geçişe gidenler bir daha geri gelmiyordu. Ancak Hıristiyan dünyanın geleceği için bu geçiş mutlaka aşılmalıydı ve yeni bir imkânlar dünyasının kapısı buradan aralanmalıydı. Portekizliler bu geçişi aşmakta ısrar ettiler ve hayati öneme sahip bu yolculukta denizcilere cesaret vermek için fırtınalar burnunun adını “Ümit Burnu”na çevirdiler. Aşılması zorunlu olan bir engelin adını ‘Ümit’ olarak değiştirdiler. Bugün Ümit Burnu diye bilinen yer Türk topraklarını arkadan çevirmek için göze alınan büyük yolculuğun geçiş noktasına verilen isimdir. Avrupa modernizmine giden yol Türk kültürel ve siyasal baskısına rağmen elde edilebilen neticelerin örnekleriyle doludur. Aşılması zor olan bir geçide verilen isim, yüklenen anlam bunlardan yalnızca biridir. Haftaya devam edelim, nasipse… 09.09.2013 Bekir Fuat Milat
Posted on: Mon, 09 Sep 2013 06:12:25 +0000

Trending Topics



Recently Viewed Topics




© 2015