Çok insan anlayamaz eski musikimizden Ve ondan anlamayan bir şey - TopicsExpress



          

Çok insan anlayamaz eski musikimizden Ve ondan anlamayan bir şey anlamaz bizden Açar bir altın anahtarla ruh ufuklarını, Hemen yayılmaya başlar seda ve nur akını -Y. Kemal Beyatlı- Büyük tıp tarihçisi, hekim ve sanatkâr Ord. Prof. Dr. Süheyl Ünver Hoca, 1976 yılında yazdığı bir yazıda der ki; “Hakikatte, görmek mühimdir; fakat dünyanın seçilmiş büyük şahsiyetleri işitmeyi daha üstün kabul ederler. Tanrı’nın Müslümanlara buyruğu olan Kelam-ı Kadim’de: ‘O her şeyi işitir ve bilir’, ‘O işitir ve görür’ gibi ayetlere rastlarız. Bu hassas işitme cihazını iyi yetiştirmeli, onu iptidaî bir halde bırakmamalı ve işitmelerimizi ruhumuzu tatmin için inceltmeliyiz.” Müzikle tedavi, insandaki işitme melekelerini geliştiren, bunları kullanan ve kişinin tedavi edilmesine vesile olan bir yöntemdir. Batıda ‘müzik terapi’ veya ‘müzikoterapi’ adıyla da anılmaktadır. Ancak tedaviyi her yönüyle olumlu etkilediği için müziğin içinde tedavi anlamında ‘müzikle tedavi’ tabirini daha uygun olduğunu düşünülebilir. İnsan, birçok yönü olan değerli bir varlıktır ve hiçbir yönü diğerinden ayrı değildir. Sağlıklı olmak, ancak bütünün tüm parçalarının ayrı ayrı sağlıklı olmasıyla mümkündür. Bu perspektiften baktığımızda psikiyatrik hastalıkları hem biyolojik, hem psikolojik, hem de sosyal hastalıklar olarak düşünmeli ve tedavinin ancak bu üç sistemin uyumlu ve dengeli olmasıyla kabil olacağını bilmeliyiz. Ancak bu sayede uygun tedavi yaklaşımlarını bulabilir ve sunabiliriz. Son 50–60 yıl içinde bu kapsayıcı tedavi anlayışının geçerli olmaya başlaması psikiyatri dünyasında yeni arayışları gündeme getirmiş ve kapsayıcı yaklaşımların en ideali olarak müzikle tedavi kabul edilmiştir. İlk olarak II. Dünya Savaşı’ndan yaralı çıkmış askerlerin kaldığı hastanelerde, müzik kullanımının başlaması sonrasında bu uzmanlık dalının farkına varılmış ve 1960’lı yıllarda sayısı çok az olan müzikle tedavi uzmanlarının artırılması ve kapsayıcı tedavi anlayışına uygun bir eğitim almaları için çalışmalar başlatılmıştır. En son 1997 yılında; “İhtiyaç duyan bireylerin fiziksel, psikolojik, sosyal ve zihinsel ihtiyaçlarını karşılamada müziği ve müzik aktivitelerini kullanan bir uzmanlık dalıdır” tanımı yapılarak müzikle tedavinin bir alternatif tedavi yöntemi olmadığı; geleneksel tıbba uygun, kendine has kuralları olan, bilimsel bir tedavi yöntemi olduğu tescil edilmiştir. Müzikle tedaviden sadece müziğin kullanıldığı tedavi anlaşılmamalıdır. Müzikle tedavi müziğin içinde bulunduğu tedavi anlamına gelmektedir. Müzik tek başına hiçbir fiziksel hastalık etkenini ortadan kaldıramaz ancak her türlü hastalığın tedavisinde kullanılabilir. Mesela, depresyonlu kişilere müzikle tedavi uygulamamız, içinde bulundukları mutsuz durumdan alıkoyup mutlu olmalarını sağlayabilir ama fiziksel ve duygusal fonksiyonlarında, anlamlı ve sürekli bir düzelme sağlayamaz. Bunun olması ancak, biyolojik tedavi yöntemlerinin ve psikoterapilerin birlikte kullanılmasıyla mümkündür. Yine önemli İslam bilginlerinden Yakup El Kindî (801–865) felsefe, tıp, astronomi, matematik, musiki gibi on yedi ayrı konuda eserler vermiş bir kişidir. Kendisinin yaşadığı rivayet olunan şu olay, musiki ile tedavi konusuna katkılarını anlatmak için yeterli olur düşüncesindeyiz. Kindî’nin komşularından birisi, eli açık bir tüccarmış. Tacirin bütün işlerini oğlu idare edermiş. Ancak bu komşu Kindî’yi sevmez ve daima aleyhinde konuşup onunla dalga geçermiş. Günün birinde tacirin oğlu birden hastalanmış. Tacirin bütün işleri bozulmuş, hesaplar birbirine karışır olmuş. Gencin tedavisi için, başvurulmadık yer kalmadığı halde hiçbir deva bulunamamış. Bir gün tüccarın komşularından biri, Kindî gibi filozof ve bilge bir kişiye komşu olduğunu, tedaviyi yapsa yapsa onun yapabileceğini hatırlatmış. Tacir, bunun üzerine bir arkadaşını Kindî’ye göndermiş. Kindî, tacirin kendisi hakkındaki olumsuz düşüncelerine rağmen tedavi talebini kabul etmiş. Hastayı gördükten sonra nabzını yoklamış ve musikide hünerli birkaç öğrencisini çağırmış. Bu kişiler bilhassa ud çalmakta mahirlermiş ve insanı mahzun eden, ruhlara kuvvet veren nağmeleri biliyorlarmış. Kindî öğrencilerine ne çalacaklarını anlatmış ve durmadan çalmalarını söylemiş; bu arada kendisi de sürekli olarak çocuğun nabzını yokluyormuş. İlerleyen dakikalar içinde hastanın nabzı kuvvetlenmeye, nefesi canlanmaya başlamış. Çok geçmeden çocuk kımıldamaya, oturmaya ve konuşmaya başlamış. Kindî, çocuğun babasına “Ne sormak istiyorsan sor.” demiş. Baba sorularını sormuş, cevaplarını almış; ardından çocuk tekrar eski haline dönmüş. Baba, müzisyenlerden çalmaya devam etmelerini isteyince Kindî, “Hasta son gayretini göstermiştir, fazlasına imkân yok, çünkü ömrü tamamdır” demiş. Burada bitkisel hayata girmiş bir hastaya musikinin nasıl etki ettiğinin çarpıcı bir örneğini görüyoruz. Kanunî Sultan Süleyman zamanında saray hekimliği yapan Musa bin Hamun, diş hastalıklarının ve çocuk hastalıklarının tedavisinde müzikten faydalandığını nakletmiştir. Hatta o dönemde hükümdar çocuklarının beşikteyken müzikle uyutulduğu, çocukların huylarını düzeltmek, sakinleştirmek için müziğin kullanıldığı anlatılır. Felekten akan ballar Kızım kendini sallar Ninni sesi duymazsa Durur durur da ağlar. -Giresun ninnisi- 9. yüzyılda zamanın büyük ilim adamları Farabî ve Razî, 10. yüzyılda İbni Sina, 17. yüzyılda şair bir hekim olan Hasan Şuurî, yine bir hekim olan Gevrekzade Hasan Efendi gibi bilim adamları, kendi zamanlarındaki bilimsel metotları kullanarak araştırmalar, tıbbî ve klinik gözlemler yapmışlar; sonuçlarını kitaplar halinde yayınlamışlardır. Bu perspektiften baktığımızda yapılan araştırmaların, bizlere nakledilen bilgilerin değerinin ne kadar büyük olduğunu görürüz. Ancak, bu çalışmaların değerini ortaya koymak yeterli değildir. Bunları günümüz bilim anlayışı içinde yeniden gözden geçirmek zorundayız. Bunu yapmadığımız zaman, geçmişiyle övünüp bir şeyler üretemeyen mirasyedilerden bir farkımız kalmaz. Bugünün Türk hekimlerine müzikle tedavi konusunda büyük sorumluluklar düşmektedir. Bugün Avrupa’nın hayran olup hastanelerinde tedavide kullandığı müziğimizi ve tedavi anlayışımızı bizim çok daha ileri seviyede kullanabilmemiz gerekmektedir. Büyük tarihçilerden Kraft Ebing de bu argümanı destekler ve Avrupa’nın müzikle tedaviyi Türklerden öğrendiğini yazar. Şüphesiz, bugün Avrupa ve ABD’de müzikle tedavi ve hatta psikiyatrik hastalıklara yaklaşım konusundaki gelişmelerde, Farabîlerin, Razîlerin, İbni Sinaların, Gevrekzadelerin katkısı büyüktür. Zaten Avrupa ve ABD de bunu inkâr etmemektedir. Bilim, arayanı bulur. Atalarımız aradıkları için yüzyıllar öncesinde onu bulmuşlardı. Ancak tarihin cilveleri sonrasında millet olarak bilimi kaybetmiştik; yeni yeni aramaya başladık. Bilim kimsenin öz malı değildir. Bilimde millet ayrımı, taassup olmaz. Bilim dünya halklarının ortak malıdır. Bugün Avrupa, yarın Asya, belki sonraki devirlerde Afrika… İnsanlık devam ettikçe, insanların mücadelesi devam edecektir, yine insanlık için.(1) SELÇUKLU VE OSMANLILARDA MÜZİKLE TEDAVİ Türklerde ilk ciddi müzikle tedavi Osmanlı Devleti zamanında görülmekle beraber, Orta Asya`da Anadolu öncesi zamanda “baksı” adı verilen Saman müzisyenler tarafından, çeşitli hastalıklar için tedavi çalışmaları yapılmıştır. Hala bu faaliyetlerini sürdüren baksılar Orta Asya Türkleri arasında yaşamaktadırlar. 78 Bir Selçuklu Türk`ünün yaptırdığı Şam`daki Nurettin Hastanesi’nde İbn Sina, müzikle akıl hastalığının tedavisini uygulamıştır. İbni Sina`nın tesirleri Osmanlı devrinde de devam etmiştir. Anadolu’da kurulan medeniyetler içerisinde müzikle tedavi yöntemini en fazla uygulayan medeniyetler Selçuklu ve Osmanlı’dır. Ancak müzikle tedavi yöntemi Osmanlılar döneminde zirveye ulaşır. Başta Edirne olmak üzere Kayseri, Sivas, Amasya, Manisa ve Bursa’da tedavi merkezleri kurulur. Sultan II. Bayezid’in, Edirne’de 1488 yılında yaptırdığı darüşşifada hastalara su sesi ve müzikle tedavi yapılmasını emrettiği bilinir. Bu konuda ünlü seyyah Evliya Çelebi, Seyahatname’sinde ruh hastalarının burada müzikle nasıl tedavi edildiklerini yazar. Evliya Çelebi’nin anlattığına göre müziğin insan ruhu üzerindeki olumlu etkisi konusunda yeterli bilgi ve deneyime sahip darüşşifanın hekimbaşısı, hastalarına önce çeşitli müzik makamları dinletiyor, kalp atışlarının artıp artmadığına bakıyor, yararlandıkları uygun melodiyi belirliyor ve ondan sonra tedaviye başlıyor. Türk Müziği makamlarının ruha olan etkileri Farabi’ye göre şöyle sınıflandırılmıştır: 1. Rast makamı: İnsana sefa(neşe-huzur) verir. 2. Rehavi makamı: İnsana beka(sonsuzluk fikri) verir. 3. Kuçek makamı: İnsana hüzün ve elem verir. 4. Büzürk makamı: İnsana havf(korku) verir. 5. Isfahan makamı: İnsana hareket kabiliyeti, güven hissi verir. 6. Neva makamı: İnsana lezzet ve ferahlık verir. 7. Uşşak makamı: İnsana gülme hissi verir. 8. Zirgüle makamı: İnsana uyku verir. 9. Saba makamı: İnsana cesaret, kuvvet verir. 10. Buselik makamı: İnsana kuvvet verir. 11. Hüseyni makamı: İnsana sükûnet, rahatlık verir. 12. Hicaz makamı: İnsana tevazu(alçakgönüllülük) verir. Farabi, Türk müziği makamlarının zamana göre psikolojik etkilerini de şu şekilde göstermiştir: 1. Rehavi makamı: Yalancı sabah vaktinde etkili. 2. Hüseyni makamı: Sabahleyin etkili. 3. Rast makamı: Güneş iki mızrak boyu iken etkili. 4. Buselik makamı: Kuşluk vaktinde etkili. 5. Zirgüle makamı: Öğleye doğru etkili. 6. Uşşak makamı: Öğle vakti etkili. 7. Hicaz makamı: İkindi vakti etkili. 8. Irak makamı: Akşamüstü etkili. 9. Isfahan makamı: gün batarken etkili. 10. Neva makamı: Akşam vakti etkili. 11. Büzürk makamı: Yatsıdan sonra etkili. 12. Zirefkend makamı: Uyku zamanı etkili. HANGİ MAKAM HANGİ HASTALIĞA İYİ GELİYOR? 1) RAST MAKAMI: Kemik ve beyne etkilidir. Fazla uyumayı engeller. Nabzın yükselmesine yardımcı olur. Özellikle çocuk bünyesinde nem hâkim olduğu için bu nedenle oluşan dengesizlikleri düzeltir. Akıl hastalıklarına iyidir. 2) IRAK MAKAMI: Kuşluk ve ikindi vakti etkilidir. Menenjit, beyin ve akıl hastalıklarına faydalıdır. Omuz, kol ve ellere etkilidir. Başın üst tarafına etkisi belirtilmektedir. Lezzet verir, düşünme ve kavrama konusunda etkilidir. Korku gidericidir. Saldırganlığı önleyici ve nevrotik hastaları tedavi edici etkisi vardır. 3) ISFAHAN MAKAMI: Ateşli hastalıklardan vücudu koruyucu özelliği vardır. Ense, boyun, omuzlar ve sol dirsek için etkilidir. Güven hissi, uyum sağlama, hareket yeteneği, zihin açıklığı, gönül yenileme, düzgünlük verme, zekâyı açma ve hatıraları tazeleme özelliği vardır. 4) ZİREFKEND MAKAMI: Sırt, mafsal ağrılarına ve kulunca faydalıdır. Beyinle ilgili ağız çarpılmasına, kalp, ciğer, göğüs, kalça ve sağ omuza etkilidir. 5) BÜZÜRK MAKAMI: Kulunç ve beyin hasarı ile ortaya çıkan şiddetli hastalıklara yararlıdır. Güç kazandırır. Boyun, boğaz, göğüs, ciğer kalp ve yan böğür (basen) için etkilidir. 6) ZENGULE MAKAMI: Kalça eklemleri ve bacak içleri ile ilgisi bulunur. Kalp hastalıklarına, menenjit ve beyin hastalıklarına etkilidir. Beyin hastalıkları ve ruh hastalıklarının tedavisi için mide ve karaciğer ateşini yok eder. XIII. asırdan önce hicaz makamından ayrılarak oluşmuştur. Hayal ve sırlar telkin eder, uyku verir, masal duygusu verir. 7) REHAVİ MAKAMI: Sağ omuz, baş ağrıları, burun kanamaları, ağız çarpıklığı ve balgamdan gelen hastalıklara, akıl hastalarına faydalıdır. Doğuma yardımcı olur. Göğüs, mide ve yan böğür için faydalıdır. 8) HÜSEYNİ MAKAMI: Güzellik, iyilik, sessizlik, rahatlık verir ve ferahlatıcı özelliği vardır. Karaciğer ve kalbin iltihabını söndürür. Mide hararetini giderici özelliği vardır. Ateşli nöbetlerin giderilmesinde faydalıdır. Sol omuza etkilidir. Sıtma hastalığına iyidir. 9) HİCAZ MAKAMI: Kemiklere, beyne ve çocuk hastalıklarına tedavi edici etkisi vardır. Üro–genital sisteme ve böbreklere etki gücü fazladır. Alçakgönüllülük duygusu verir. Düşük nabız atımını yükseltir ve göğüs bölgesi diğer önemli etki alanıdır. 10) NİHAVEND MAKAMI: Kan dolaşımı, karın bölgesi, kalça, uyluk ve bacak bölgelerine etkilidir. Kulunç, bel ağrısı ve tansiyon rahatsızlıklarına faydalıdır. 11) NEVA MAKAMI: Göğsün sağ tarafına, böbreklere, omurilik, kalça ve uyluk bölgelerine etkisi vardır. Üzüntüyü giderir ve lezzet verir. Gönül okşayan makam adıyla bilinir. 12) UŞŞAK MAKAMI: Kalp, ayak rahatsızlıkları ile nikriz (damla) ağrılarına faydalıdır. Gülme, sevinç, kuvvet ve kahramanlık duyguları verir. Çocukları etkileyen yellerde ve erkeklerdeki ayak ağrılarına faydalıdır. 13) ACEMAŞİRAN MAKAMI: Kemiklere ve beyne etkilidir. Yaratıcılık duygusu ve ilham verir. Durgun düşünce ve duyguları canlandırır. Hanımlarda doğumu kolaylaştırır. Anne karnındaki çocuğun yanlış duruşlarının düzelmesine yardım eder. Ağrı giderici ve spazm çözücü özelliği vardır. 14) SEGÂH MAKAMI: Şişmanlık, uykusuzluk, yüksek nabız, kalp, ciğer ve kas rahatsızlıklarına faydalıdır. Beyin nöronlarına etkisi vardır. Mistik duygular oluşturur. 15) PENTATONİK MELODİLER: Pentatonik müzik, Asya kökenli Türk musıkîsinin en önemli ve karakteristik özelliğidir. Kendine güven ve kararlılık verir, rahatlık sağlar. Çocuklara, 9–10 yaşına kadar sadece pentatonik müzik dinletilmesi öneriliyor.(2) MUSİKİ MAKAMLARININ İNSANLAR ÜZERİNDEKİ TESİRLERİ Türk Musikisi sanatında kullanılan makamların insanlar üzerinde bıraktığı tesirleri konusundaki bilgiler, musiki ile ilgili Edvar kitaplarında kaydedilmiştir. Musikimizde yaklaşık olarak 553 makam tespit edilmiştir. Zamanımızda kullanılanlar ise, 100’ü aşmaktadır. Musiki sanatını ilk defa Hazreti Süleyman aleyhisselamın öğrencilerinden olduğu sanılan, Fisagor (Pythagoras)’un ortaya koyduğu şöyle rivayet edilmektedir: Fisagor, uykusunda üç gece art arda bir şahsın kendisine “Ey Fisagor, kalk falan denizin kıyısına git ve orada musiki ilmi tahsil et! Yani musiki ilmini telif eyle.” dediğini görür. Böylece rüya gördüğü günün sabahı sahile gider ve orada kendisinden ilim alabilecek bir kimseyi göremez. Bunun üzerine böyle rüyaların hemen dikkate alınmasının gerektiğini öğrendiğinde çok düşünür ve kendisinin bulunduğu yerde, bir demirci topluluğunun, uygun bir şekilde demir üzerine tokmakla vurduklarını görür. Bu uygun vuruşları dikkatle izleyip inceledikten sonra evine döner. İşte o zaman bu ilmi yüce Allah Teala’nın verdiği güçle telif etmeye (yazmaya) başlar. Bundan sonra matematikte öyle bir zirveye ulaşır ki öğrencilerine gökyüzündeki yıldız hareketlerinden meydana gelen çok güzel nağmeler duyduğunu söyler. Daha sonra bilginler, yeni icat ettikleri şeyleri de eklediler. Bu ilmi (musiki) ortaya koymaktaki amaçları, sadece eğlence ve neşelenme değil ancak mukaddes dünyaya karşı ruhları okşamak ve nefisleri yumuşatmak içindi. Çünkü ruh, kolay bir şekilde konulan uygun nağmeler ve güzel telif (yapım) yoluyla ortaya çıkar. Böylece yüksek mertebeli ruhlarla dostluğu ve üst seviye dünyasına komşuluğu hatırlar. Bunun için cismini (bedenini) hareket ettirir ve oynatır. Onu felek gibi döndürür. Aynı zamanda onu kaynağına yani geldiği yere çevirir. Nitekim bu konuda Eflâtun şöyle demiştir: “Men semi’a’l-ğınâ bi-kemali edâihi mâte taraben.” yani “Bir kimse bir musiki eserini mükemmel şekliyle dinlediğinde onun verdiği güzel manevi duygulardan dolayı coşar ve mest olur.” Fârâbî (öl. 330/950) musiki ilminin nazariyat ve tatbikatında zirveye ulaşmış bir âlim olarak bilinmektedir. Onun bir musiki aleti icat etmiş olduğu ve onu icra ettiği zaman, insanın bütün hissiyatını harekete getirdiği şöyle rivayet edilmektedir: “Tezkiretü’l-Hükmi Fi Tabakati’l-Ümemi” adlı eserde; Emir Seyfüddevle Hemedani’nin sazendeleri bir gün bir fasıl yaptıktan sonra, Şeyh Fârâbî, kendi cebinden ağaç parçaları çıkarıp onları birbirine taktığında bir acayip saz meydana getirmiş ve bu aleti çalınca, mecliste bulunanlar, kendinden geçinceye kadar gülmüşler. Farâbî, bu çalgı aletini söküp yeniden kurarak çaldığında, bu defa orada bulunanlar ağlamaya başlamışlar. Son defa bu aleti söküp başka bir şekilde kurup çaldığında, mecliste bulunanlar derin bir uykuya dalmışlar. Bunun üzerine Fârâbî aletini alıp kimse görmeden meclisten uzaklaşmıştır. Bir müddet sonra uykudan uyananlar Fârâbî’yi görememişlerdir. Seyfüddevle, Fârâbî’nin bu musikişinaslığından dolayı ikramda bulunmuştur. MUSİKİ İLE TEDAVİ İnsanoğlu daima ruh hastalıklarından, ruh hastalarından korkmuş ve bu hastalıkların bir takım tabiatüstü kuvvetlerin etkisiyle ortaya çıktığını düşünmüştür. Bununla beraber, eski medeniyetlerde ruh hastalarına tamamen farklı muamele yapıldığını ve gerçek tıbbi düşünüşü bu sahada da görmek mümkündür. Örneğin eski Yunanda akıl hastaları, banyolar, musiki, beden hareketleri ve birtakım yöntem ve hareketlerle tedavi edilmiş ve hatta güzel bahçelerle çevrili binalarda oturtulmuş olduğu kaydedilmektedir. Hipokrat (m.ö. 480–337) ruh hastalıklarının diğer hastalıklar gibi birer tabii sebepten ileri geldiğini söylemiştir. Anadolu’da daha orta çağlarda Selçuklular devrinde, akıl hastalıklarının tedavisi ile uğraşan hastaneye sahip köylerin bulunduğu söylenmektedir. Birer dini ve sosyal kuruluş olarak ortaya çıkan tekkelerin bu konuda büyük hizmetleri olmuştur. Akıl hastalarını tedavi eden tekke şeyhlerinin bunu kendilerine nesiller boyunca vazife edindikleri bilinmektedir. Bu konuda büyük araştırmaları olan, Afyon Lisesi Fransızca öğretmeni merhum Edip Ali Baki Bey’in, 1947’de yayınlanan bir yazısında anlatıldığı gibi bu şeyhler arasında Karacaahmed özel bir yer işgal etmektedir. Onun adına, “Karacaahmed ulu veli Akıllanır gelen deli.” mısraı ile başlayan ilâhiler dahi yazılmış, Anadolu’nun birçok köy, kasaba ve şehirlerinde adına tekkeler kurulmuştur. Bu tekkelerde ocaktan yetişmiş kimseler şeyhlik yapmıştır. Karacaahmed’in kurduğu bu ocaklar, Anadolu’nun her tarafında yedi asır kadar varlığını sürdürmüştür. Ruh ve beden eğitimi, eğitimin temelidir. Musikinin ruh eğitiminde çok önemli bir yeri vardır. Dinler ve bunlar arasında dinimiz musikiye layık olduğu değeri vermiş ve onu Kur’anla, ibadetle birleştirip camideki mihraba kadar götürmüştür. Mabetlere koşan Müslümanlar, Allah’ın huzurunda saf tutarak ibadete duranlar, O’nun ilâhi çağlayanında ruhlarını yıkamanın ve Ondan ruh eğitiminden faydalanmanın mutluluğuna kavuşurlar. Kur’anı Kerim ilahi bir beste ile bestelenmiş ve notasına da tecvit adı verilmiştir. Allah Kur’anı Kerim’de Hz. Davut’un sesinin güzelliğini ayetlerle övmektedir. Hz. Muhammed ise Kur’anı Kerim’i güzel sesle okumamızı emretmektedir: “Kur’an’ı seslerinizle süsleyiniz!” Ezanı da ilk defa güzel bir sese sahip olan Hz. Bilal Habeşi’ye okutmuştur. Musikinin tıp ile olan ilgisi öteden beri bilinmekteydi. İstanbul’un fethinden sonra, Fatih Sultan Mehmet, 875/1471 yılında “Bimarhane-i Ebu’l-Feth Sultan Mehmet” adlı bir bimarhane yaptırmıştır. Evliya Çelebi’nin yazdığına göre, bu hastanede, 70 oda, 80 kubbe, 200 hasta bakıcı ve bir de başhekim bulunmaktaymış. Yatakların ceviz ağacından yapıldığı, hastaların mükemmel yatak çarşafları ve ipek gömleklerinin bulunduğu ve üstün icra gücüne sahip hanende ve sazendelerin onları eğlendirip neşelendirdiği, bu hastaların musiki ahengi karşısında rahat oldukları, ıstıraplarını unutarak, musiki nağmeleri sayesinde tedavi edildikleri rivayet edilmektedir. Musiki ile kanser ameliyatı da yapılmıştır.1964 yılında hizmete açılan Ankara Yüksek İhtisas Hastanesi’nde, müzikle beş buçuk saat süren bir ameliyat yapılmış, bu süre içinde, devamlı çalınan müzik, operatörlerin daha dikkatli ve daha rahat bir şekilde çalıştıklarını göstermiştir. Korku ve heyecan içinde ameliyat salonuna giren hastaların, çalınan müzikten dolayı moralleri düzelmiş hatta ameliyat masasına uzanıp narkoz verilinceye kadar en ufak bir çekingenlik duymamışlardır. Müzikle yapılan ameliyatlar iyi netice verdiği için, bundan sonraki ameliyatların da bu uygulama ile yapılması iyi görülmüştür. Yemek borusunun büyük bir kısmı ile midesini kanser kaplayan 49 yaşındaki Ahmet Erdal adlı hasta, yeşil fayanslarla kaplı ameliyat salonuna girince, hafif çalınan bir müzikle karşılaşmıştır. Ameliyatta hazır bulunan Prof. Op. Galip Burak, müzikle ameliyatın faydaları hakkında şunları söylemiştir: “Biz cerrahlar, insan hayatı üzerinde uğraşırız. Büyük bir mesuliyet taşıdığımızdan, sinirlerimiz çok gergindir. Ameliyatta sinirli bir operatörün muvaffak olması pek güçtür. Hafif çalınan müzik sinirleri yatıştırıyor. Cerrah, sinir rahatlığı içinde ameliyat yapıyor. Hasta üzerinde de tesiri çok müspet. Hasta ameliyatta çok acı duyacağını, ıstırap çekeceğini tahayyül eder; ameliyat neticesinden korkar. Onun da sinirleri bozuktur. Ameliyathane onun üzerinde, bir mezbaha tesiri bırakır.” Jan Batist Portu adında bir tabip her hastalık için o hastalığa karşı kullanılan ilacın bitkisinden bir musiki aleti yapılırsa, iyileşmeyecek hiçbir hastalığın kalmayacağını iddia etmektedir. Hazine-i Fünun adlı mecmuada (sayı 45, sh. 59) “Musiki’nin Fenni Tedavide İstimali” başlığı ile Dr. Şükrü Osman Bey, bu konuda şunları söylemiştir: “Musikinin cümle asabiye üzerine olan tesirat-ı müsekkinesi birçok defa tecrübe ve istimal edilmiştir.” Tıp âlimlerinin söylediklerine göre sevdiğiniz bir müzik parçasını dinledikten sonra sinirlendiğiniz kimseye, daha iyi duygularla davranacaksınız. Şayet bir baş ağrısından acı çekiyorsanız bu defa da Mendeso’nun E. Minor Keman Konçertosu’nu dinleyiniz veya şikâyetiniz rotamizmadansa Mozart size faydalı olur ya da uyuyamamaktan şikâyetiniz varsa Şubert’i dinleyin, onun bitmemiş senfonisi sona ermeden rüya görmeye başlayacaksınız. Bütün bu musiki ile yapılan tedaviler, Birleşik Amerika’da Michigan Üniversitesi’ndeki bir grup doktorun çalışmaları neticesinde ortaya konmuştur. Onlar musikinin şifa verici özelliklerini bulduklarını iddia etmektedirler. Bu doktorlar en iyi ilaç olarak, isteri nöbetleri için harp adındaki çalgı aletini, akli bozukluklar için trompeti ve baş ağrıları için kemanı tavsiye etmişlerdir. Onlara göre kalp zayıflığı için Hendel’i, romatizma için, Mozart’ı ve uykusuzluk içinde Şubert’i dinlemek çok faydalı olacaktır. Görülüyor ki ister halk türküsü veya bir şarkı, hareketli bir caz parçası ya da Klâsik Türk musikisi veya Batı musikisi olsun, musiki; her insanda büyük tesir göstermektedir. Sevilen bir şarkıyı dinlerken veya bir futbol maçında hep bir ağızdan herhangi bir parçayı söylerken ya da savaşta Mehmetçiğin düşmanla karşı karşıya geldiğinde, hep bir ağızdan söyledikleri tekbir seslerindeki ahengin, manevi gücü uyandırıcı ve canlandırıcı tesirleri kuvvetle hissedilmektedir. Yavrusuna tatlı bir ninni söyleyen bir annenin bunu boş yere yapmadığı açıktır. Annesinden dinlediği ninni veya şarkıda, çocuk için yatıştırıcı, dinlendirici bir özellik vardır. İtalyalı bir anne kendi bebeğine karşı, kuvvetli bir nefret hissi duyar ve onu görmek bile istemez. Doktorlar dışarıdan hiçbir etki yapmadan ve ilâç vermeden sadece musiki ile tedavi cihetine giderler. Böylece bir piyanist çeşitli İtalyan melodilerini çalar. Neticede “Trovetere” operasındaki bir aryanın, anne üzerinde harika bir etki yaptığı görülür. Genç anne, yavaş yavaş ağlamaya başlar ve daha sonra da bebeğini görmek ister. Böylece tedavi de sonuçlanmış olur. Musikinin ustaca seçildiği takdirde, hastane hayatını nispeten külfetsiz ve hoş bir duruma getireceği gerçektir. Fakat bu gerçeğin faydalı olabilmesi için, her hastanın kendi şahsiyetine ve özel hallerine göre musikinin seçilmesi gerekmektedir. Örneğin, bir hastaya şifa veren Mozart’ın bir bestesi, diğer bir hasta için zararlı olabilir. Musiki tedavisindeki denemeleriyle şöhret kazanmış olan Dr. William Van de Wall; bu tekniğin daha ilmi esaslara göre bir şekil almadıkça, fazla propagandasının yapılmaması gerektiğini meslektaşlarına defalarca hatırlatmıştır. Aynı doktor, musikinin bedeni ıstırap çeken hastalara bile çok acı gelebileceğine, hatta sıhhatte olan kimselere bazı hallerde dokunabileceğine ve aynı durumun akıl hastaları için de söz konusu olabileceğine önemle işaret etmektedir. Musikinin sıhhate olan faydaları yanında, zararları konusunda az da olsa örnek vermek faydalı olur. Musiki bazı kimselere baygınlık ve sıkıntı vermektedir. Bethoven’in “Symphonie enut mineur” adlı parçası tiyatroda ilk defa icra edilirken, Madam Bibran bayılmıştır. Böyle asabi olanların pek çoğu musikiden rahatsız olurlar. Çünkü onlar hassas olduklarından hemen tesir eder ve daha çabuk yorulurlar. Alman doktorları, musikinin tesiri ile solunum yollarında, kalbin fonksiyonunda ve iç organların ifrazatında değişiklikler olduğuna ispat etmişlerdir. Bu konuda ilginç bir bilgi daha elde edilmiştir. Bütün insanların yüzde doksanı tabii olarak musikiye kabiliyetlidir. Yani musikiden zevk duymaktadırlar. Musikinin neşelendirici sevinç verici tesirlerini biliriz. Fakat musikinin tesiri, aynı zamanda hüzünlü, keder verici ve hatta göz yaşartıcı bir özelliğe de sahiptir. Osmanlı padişahlarından musikiyi çok seven II. Mahmut, (1785–1839) Saray-ı Hümayun baş müezzini, bestekâr Hammâmizade İsmail Dede Efendi’den ferahfeza makamında bir ayin-i şerif bestelemesini emretmiş. Eser bestelendikten sonra o sıralarda çok hasta olan II. Mahmut’un hazır bulunduğu bir musiki meclisinde icra edilmiş. Padişah ayin-i şerifi dinledikten sonra, Dede Efendi’yi huzuruna kabul etmiş ve bestelediği bu eserden dolayı memnuniyet ve teşekkürlerini ifade ettikten sonra, eserin icrası esnasında hastalığına bir iksir gibi tesir ettiğini (iyileştiğini) sözlerine ilâve etmiştir. O gün padişahın bir afiyet bahşişi olarak dergâhın şeyhinden itibaren bütün dervişlerine armağanlar dağıttırdığı kaydedilmiştir. Netice olarak musiki, gerçekten insanın bozulmuş olan ruhi dengesini yeniden kurabilen ve çevresine gereği gibi uyumunu tekrar sağlayabilen bir araçtır. Kısaca musiki, kaynağını tabiattan alan sadece bir düşünüş değil, aynı zamanda düşündürücü özelliğini de taşıyan Allah’ın bir iyileştirme vasıtasıdır diyebiliriz. (3) Kaynaklar (1)- Müzikterapi, Psikiyatri Uzmanı Dr. Adnan Çoban, (2) Osmanlılarda Müzikle Tedavi, Uzm. Dr. F. Efser Gökçen Psikiyatri Uzmanı (3) Türk Musikisi’nde Kullanılan Makamların Tesirleri, Yrd. Doç. Dr. Ruhi Kalender Kaynak: kadinveaile/muzik-terapi/
Posted on: Wed, 18 Sep 2013 04:00:31 +0000

Trending Topics



Recently Viewed Topics




© 2015