İSKİLİPLİ ATIF VATANA İHANETTEN ASILDI.TARAFSIZ BİR - TopicsExpress



          

İSKİLİPLİ ATIF VATANA İHANETTEN ASILDI.TARAFSIZ BİR DEGERLENDİRME. 21 Haziran 2013, 12:01 İHANETİ GÖRDÜK! İSKİLİPLİ ATIF HOCA (BİR BAŞLIYA BAŞ EĞDİRME DİZLİYE DİZ ÇÖKTÜRME EYLEMİ) İskilipli Âtıf Hoca, gerçekten de sadece Şapka Devrimi’ne karşı çıktığı için mi idam edilmiştir? Yani taraftarlarının bayraklaştırdığı şekliyle Sarık şapkaya kurban mı edilmiştir? İskilipli Âtıf Hoca, din ve din adamları üzerinde kurulan baskının bir aracı olarak mı idam edilmiştir? Burada gözlerden kaçan, ısrarla üzeri örtülen bir çaba vardır. O da, taraftarlarının ve savunucularının İskilipli Âtıf Hoca’yı, Çorum’un İskilip kazasında yaşayan sıradan ve masum bir din adamı iken, Mustafa Kemal ve yandaşlarının hışmına uğrayarak idam edilmiş gibi gösterme çabalarıdır. Bu yazımızda işte bu olayın perde arkasını aralamaya çalışacağız...Benim köyüm Âtıf Hoca’nın köyüne oldukça yakın bir köydür. Onun köyü ile benim köyüm iki ayrı vilayetin iki ayrı köyü olmakla birlikte, birbirlerine çok yakındır. Daha doğrusu benim köyümün yolu, onun köyünün yakınından geçer. İki köy arasındaki mesafe de zaten yaya yürüyüşü ile 3–4 saat çeker. Âtıf Hoca, bugün Çorum’a bağlı bir ilçe merkezi olan Bayat’a bağlı Toyhane köyündendir. Çevrede bu köye kısaca Toyana diyorlar. Kızılırmak’ın kenarında bir köydür Toyhane. Bazı kaynaklarda bu köyün ismi Tophane olarak geçiyor. Ancak bu tabir yanlıştır. Aslı Toyhane’dir, yani yöresel söylenişiyle Toyhana ya da Toyana...Kanaatimizce İskilipli Âtıf Hoca’nın idamına sebep Şapka Devrimi’ne karşı çıkması değil. Çünkü Giresun’da yapılan ilk yargılamada hoca bu suçlamadan herhangi bir ceza almıyor. Mustafa Kemal Paşa hakkında verilen idam kararına da imza atmadığı anlaşılıyor. Zira VATAN gazetesinde bu konuda tekzip yayınlatmış bulunuyor. O zaman Âtıf Hoca neden idam edildi? İskilipli Âtıf Hoca’nın idamına asıl sebep, kanaatimizce Şapka Devrimi’ne karşı çıkması ve bu konuda devrimden bir yıl önce yazmış olduğu “Frenk Mukallitliği ve Şapka” isimli eseri değildir. Kezâ, Mustafa Kemal Paşa hakkında verilen sözde idam kararını imzalayıp imzalamaması da değil. Onun idamına asıl sebep, geçmişinde Anadolu’da yürütülen Milli Mücadele’ye ve bu mücadelenin önderlerine karşı takınmış olduğu genel tutumu olmalıdır. Daha doğrusu başkanlığını yapmış olduğu İslâm Teâli Cemiyeti’nin bu konudaki çalışmaları...Tarihçiler, “Milli Mücadele Döneminde Anadolu’da Faaliyet Gösteren Zararlı Cemiyetler”i sayarlarken, İskilipli Âtıf Hoca tarafından kurulan ve başkanlığını hocanın yaptığı İslam Teali Cemiyeti’ni de bu kabil cemiyetlerden saymaktadırlar. Yrd. Doç. Dr. Cengiz Dönmez, bu başlıktaki makalesinde İslam Teâli Cemiyeti’ni, “Türkler Tarafından Kurulan Manda ve Himaye Taraftarı Olmayan Zararlı Cemiyetler” ara başlığı altında zikrederek bu cemiyetle ilgili şu bilgileri vermiştir:“Teali İslam Cemiyeti; İskilipli Hoca Âtıf Efendi tarafından, 19 Şubat 1919 tarihinde İstanbul’da kurulmuştur. Önceleri Cemiyet-i Müderrisîn adıyla kurulan cemiyet daha sonra bu adı almıştır. Cemiyetin amacı; nizamnamesinde de ifade edildiği gibi, hilafetçi bir anlayışla bütün Müslümanlar arasında birlik ve kardeşliği sağlayarak, Halifenin etrafında toplanılmasını temin etmektir. Bu sebeple, Osmanlı Devleti’nin dinî esaslara bağlı kalınarak kurtarılabileceğini savunmuş, dolayısıyla, Saltanat ve Hilafetin güçlendirilmesi gerektiğini iddia etmiştir.Cemiyet kendisini, din ve devlet ayrılığına taraftar olmayan, ilmî, ahlakî ve sosyal yollarla siyasî hayata yön vermek gayesinde olan ve fırkalar üstü bir konumda bulunan teşekkül olarak görmüştür. (Buna karşılık) Cemiyet, Hürriyet ve İtilaf Fırkasının paralelinde, ona bağlı bir yan kuruluş gibi çalışmıştır. Siyasî hayattaki bu yerinin doğal sonucu olarak da, İttihatçı ve Müdafaa-i Hukukçuların düşmanı olmuşlardır. Özellikle İttihatçılara düşman gözüyle bakan cemiyet, Kuva-yı Milliye taraftarlarını da onların devamı olarak görmüştür.Cemiyet mensupları, gerek, Kuva-yı Milliye taraftarlarına duyduğu düşmanlıktan, gerekse, Millî Mücadelenin, kendilerinin Saltanat ve Hilafeti güçlendirerek kurtuluşa ulaşmak düşüncesine uymaması nedeniyle, bu hareketin karşısında yer almıştır.İlmiye sınıfının önemli simalarını bünyesinde toplamış olan cemiyet, yeni medreseler ve okullar açmaktan, sağlık hizmetleri vermeye, camilerden vaazlar vermekten, halka öğüt verici konuşmalar yapmaya kadar değişik çalışmalar gerçekleştirmiştir. 1920 yılından sonra pek faal görünmeyen cemiyetin, başkan ve bazı üyeleri 1925 yılında Ankara İstiklal Mahkemesince yargılanmışlar, başkan İskilipli Âtıf Hoca idama mahkum edilmiş, böylece cemiyet de sona ermiştir”(11). Prof. Dr. Tarık Zafer Tunaya ise İskilipli Âtıf Hoca’nın başkanlığını yapmış olduğu Teali İslam Cemiyeti hakkında şu bilgileri vermektedir: “Siyasi faaliyetleri Hürriyet ve İtilaf Fırkasını desteklemek ve Anadolu Hareketi’ne karşı cephe almak şeklinde idi. Bu cemiyet, bilhassa Konya bölgesinde şubeler açmıştı. Hatta, Hürriyet ve İtilaf Fırkası’nın taraftarı olan gazeteler tarafından da destekleniyordu. Fikri faaliyetleri ise muhtelif içtimai konular hakkında makale ve beyannameler yayınlamaktan ibaretti. Bu cemiyetin makale ve beyannameleri bilhassa Alemdar Gazetesi’nde yayınlanıyordu”(12). Teali İslam Cemiyeti tarafından yayınlanarak, “Anadolu’nun Muhterem ve Masum Ahalisi, Teali İslam Cemiyeti’nin iş bu beyannamesini nazarı dikkat ve ehemmiyetle okuyunuz” çağrısıyla başlayıp “Ey Anadolu’nun Masum ve Mazlum Ahalisi” şeklindeki bir hitapla devam eden ve Yunan uçakları ile Eskişehir bölgesine kadar ulaştırılmıştır (13). Bir başka üniversitemizin web sitesinde ise İslam Teâli Cemiyeti, Kürt Teâli Cemiyeti ve İngiliz Muhibleri Cemiyeti gibi zararları cemiyetlerden sayılarak şöyle denilmektedir: “Suna Kili’nin, Türk Devrim Tarihi’nde Teali-i İslâm (Müslümanları yükseltme yüceltme) Derneği diye tanımladığı cemiyet, İstanbul Süleymaniye El-Maruf mahallesi Kirazlı Mescit sokağı No 17’de 19 Şubat 1919 tarihinde (Cemiyet-i Müderrisîn) adıyla kuruldu. Kurucuları; Başkan Darülhilafetül-aliyye İptidai Dahil Medresesi Müdürü Umûmisi İskilipli Mehmet Âtıf Efendi, Başkan yardımcısı Sahn Medresesi Arap Edebiyatı Müdürü Konyalı Abdullah Atıf Efendi, Katip; Süleymaniye Tarihi Edyan Müderrisi Bergamalı Mehmet Zeki Efendi idi. Konya’da şubesi bulunan cemiyetin amacı: Din ve devlet ayrılığına taraftar olmadan ilmî, ahlakî ve sosyal yollarla siyasî hayata tesir etmek; Osmanlı Devleti’nin içine düştüğü kötü durumdan ve bunalımdan kurtulması için dinî esaslara dayalı olarak hilafet ve saltanatın nüfuzunu kuvvetlendirmekti. Cemiyet ayrıca; Düşmana karşı direnmenin yararsız olduğu görüşünde ve halifeye bağlılıktan başka bir şeyin memleketi kurtaramayacağı düşüncesinde idi. Bu gaye etrafında çalışan cemiyet üyeleri Hürriyet ve İtilaf Fırkası safında; Anadolu millî hareketine karşı cephe almada birleştiler. Hürriyet ve İtilaf Fırkası yanlısı gazetelerde muhtelif konularda çeşitli makale ve beyannameler yayınlayarak Milli Mücadeleyi baltaladılar”(14). Anlaşılacağı gibi İskilipli Âtıf Hoca’nın idamının gerçek sebebi, onun ilmî ve dini faaliyetleri değil siyasal faaliyetleridir. Çünkü o, kurmuş olduğu dernek vasıtasıyla bilerek veya bilmeyerek, II. Meşrutiyet döneminde (1911 yılında) Miralay Sadık Bey tarafından kurularak İttihat ve Terakki’ye ve bu fırkanın Milli Mücadeleyi örgütleyip yürüten kadrolarına karşı en sert muhalefeti yapan ve Anadolu Hareketinin başarıya ulaştığı 1920’li yılların başına kadar faaliyetlerine devam eden Hürriyet ve İtilaf Fırkası’na destek vermiş, bu maksatla yazılar yazmıştır. Yazılarını ise genelde Alemdar ve Mahfil isimli gazetelerde yayınlamıştır. Bilindiği gibi Alemdar Milli Mücadelenin aleyhindeki yayınlarıyla tanınmış bir gazetedir. Zira T.C. Başbakanlık Atatürk Kültür, Dil ve tarih Yüksek Kurumu Atatürk Araştırma Merkezi’nin yayın organı olan “Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi”nin Mart 1998 Ayında çıkan 11. sayısında yayınlanan Yrd. Doç. Dr. Hülya Baykal imzalı ve “Milli Mücadele’de Basın” başlıklı yazısında Hülya Baykal;“Millî Mücadele yıllarını etkileyen basını üç grupta toplamamız mümkündür: Millî Mücadele karşısındaki basın, yabancı basın ve Millî Mücadele’yi destekleyen basın. Saydığımız ilk iki basın, Mustafa Kemal’in Millî Mücadele’yi kimlere karşı, hangi şartlar altında kazandığını göstermek açısından çok önemlidir. Çünkü, Millî Mücadele karşısındaki basın, Atatürk’ün önderliğinde başlatılan Anadolu harekâtına ateş püskürürken, bir yandan da İstanbul Hükûmeti’nin bu hareketi önleyici icraatına geniş yer veriyor; Millî Mücadele liderlerine karşı halkı tahrik edici bir tutum izliyordu. Bu yolda Anadolu harekâtına en amansız saldırıları ise Alemdar gazetesi yapıyordu.” dedikten sonra, bu gazetede yayınlanan bir fetvadan bahsederken de şöyle diyor: “Bu gazete, 11 Nisan 1920 günlü sayısında Mustafa Kemal ve arkadaşları hakkında Dürrizade’nin fetvasına yer veriyor, başyazısında da alçakçasına şunları söylüyordu: “...En büyük düşmanlarımız bile bizlere bunlar kadar fenalık yapmamışlardı. Onun için hükümetten ısrarla rica ederiz ki ne yapıp edip bu rezaletlere, bu hezeyanlara bir son versin...”. Hülya Baykal aynı makalesinde şunları da ilave ediyor: “Kurtuluş Savaşımızı destekleyen Millî Mücadele basınını da Anadolu ve İstanbul basını olmak üzere iki grupta toplamak mümkündür. İstanbul basınında Millî Mücadele’den yana olan önemli gazeteler Tasvir-i Efkâr, Vakit, İkdam, Zaman, Akşam, Tercüman, İstiklâl, İleri ve Yenigün’dür. Millî Mücadele’ye karşı olan İstanbul gazeteleri ise Peyam-ı Sabah, İstanbul, Alemdar gazeteleridir. Anadolu basınında da, Millî Mücadele’den yana olan önemli gazeteler İzmir’e Doğru, Açıksöz, Arkadaş, Yeni Adana, Albayrak, Anadolu, Babalık, Dertli, Işık, Öğüt, Emel, Ahali, İstikbal, İrade-i Milliye ve Hakimiyet-i Milliye gazeteleridir. Millî Mücadele’ye karşı olan bazı Anadolu gazeteleri ise Ferda, İrşat, Zafer isimlerini taşımaktadır”(15). Refi Cevat Ulunay ise 1 Nisan 1920 tarihli Alemdar’da şöyle yazıyordu: Milli Teşkilat kumandanlarına hitap etmek tenezzülünde bulunmayı fazla görürüz, eşkıya ile anlaşabilmek bizim isimiz değildir. (...) Yunan hükümetinin Müslüman halka karşı iyi niyet beslemekte olduğunu Avrupa huzurunda ispat etmeye çalıştığı bir zamanda bizim kendi milliyetçilerimiz Anadolu Müslümanlarını mal ve canlarına her gün el uzatmaktadırlar”Adı geçen yazar, aynı gazetenin 7 Mart 1920 tarihli sayısında ise şöyle diyordu:Ya Mustafa Kemal Pasa...Yahut (Damat) Ferit Pasa...Değneğin iki ucunda dolaşıyoruz. İtidalle hareket edecek zamanda değiliz. Ya İttihat Terakki yani Kuvayı Milliye iktidara gelmeli veyahut buna aleyhtar olanlar devlete vaziyet etmelidirler”(16) .Yukarıda makalesinden alıntı yaptığımız Salih Okur isimli yazar aynı makalede bu konuya dikkat çekerek şu ilginç tespitlerde bulunuyor: “Bu sıralar Âtıf hocanın Alemdar ve Mahfil’de yazıları yayınlandı. Bu arada şunu da belirtelim; Alemdar Gazetesinde 11 Nisan 1920’de Mustafa Kemal Paşa hakkındaki idam kararı yayınlanmıştı. Atıf Hocanın idamında burada yazı yazmasının etkisi var mıdır, bilemiyoruz. Fakat tam bu sıralar cereyan eden bir başka hadise hocanın idam edilmesinde mühim bir âmil olmuştur. İstanbul hükümeti Anadolu’daki Kuvva-i Milliye hareketine karşı halkın teveccühünü kırmak için bir fetva yayınlamış, ama Anadolu ulemasının karşı fetvası bunu boşa çıkarmıştı. Bunun üzerine Şeyhülislam Mustafa Sabri Efendinin marifetiyle Teali-i İslam cemiyeti namına yazılmış ve bastırılmış bir beyanname zorla Teali-i İslam cemiyeti idare heyetine imzalatılmaya çalışılmıştı. Ama Âtıf Hoca ve Tahir-ül Mevlevi’nin şiddetle karşı koymaları üzerine de mühürsüz olarak Yunan uçaklarınca Anadolu’ya atıldı. Buna karşın, o zamanın Vakit gazetesinde Âtıf Hoca tekzibname yayınladıysa da, Ankara İstiklal mahkemesi zabıtlarında okuduğumuza göre, bu beyanname Hocaefendi’ye karşı güdülen kinin mühim bir amili olarak zihinlerde kaldı. (Geniş bilgi için Tahir-ül Mevlevi’nin hatıralarının 73 ila 81. sayfalarına bakılabilir.) (17). Salih Okur’un yukarıdaki paragrafından hareketle bir bilgi de biz ekleyelim. İstanbul Hükümeti adına Dürrizâde Abdullah Efendi tarafından yazılarak yayınlanan İstanbul Fetvası’na karşı hazırlanan ve İstanbul Fetvasını geçersiz kılan Fetva, 14 Nisan 1920 tarihinde Ankara Müftüsü ve aynı zamanda Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti Başkanı da olan Börekçizâde Rıfat Efendi tarafından hazırlanmış, telgraflarla bütün Anadolu vilayetlerine gönderilerek 150 civarındaki (147) müftü, müderris, ulema ve din adamı tarafından imzalanmıştır. Bunlardan 98 tanesinin ismi (R. 5 Mayıs 1336) 22 Nisan 1920 tarihli İrade-i Milliye gazetesinde yayınlanmıştır(18). ***Genel Kurmay Başkanlığı Askeri Tarih ve Stratejik Etüd (ATASE) Arşivinde, 525 nolu Klasörde 129 Dosya numarası ile kayıtlı bulunan belgede neler yazıyordu? ATASE arşivinde bulunan belge ile İstanbul Hükümeti adına Şeyh’ül İslam Dürrizâde Abdullah Efendi tarafından hazırlanan ve Milli Mücadele önderlerini hak tanımayan, hain, cani, bâği, şâki olarak nitelendiren ve onların idamına ilişkin bir ferman niteliğindeki resmî belgeyi karıştırmamak gerekir. Üzerinde durduğumuz belge, kuruculuğunu ve başkanlığını İskilipli Âtıf Hoca’nın yapmış olduğu İslam Teali Cemiyeti adına hazırlanan ve Yunan uçakları ile Milli Mücadelenin yoğun bir şekilde yürütüldüğü Eskişehir bölgesine havadan atılan beyannamedir. Radikal Gazetesi’nde bulunan ve yukarıya da alıntı yaptığımız yazıda bulunan “Mustafa Kemal hakkındaki idam kararı imzalatılmak için kendisine getirildiğinde reddetmiş, ona rağmen sanki imzalamış gibi adı eklenerek çoğaltılan bildirinin Yunan uçaklarıyla Anadolu’da köylerin üzerine atılması üzerine Vatan gazetesinde tekzip yayımlatmıştı” şeklindeki cümle, Atıf Hoca’nın ATASE arşivindeki belgeye değil, Dürrizâde’nin fetvasına karşı çıktığını göstermektedir. Yazısından alıntı yaptığımız Salih Okur isimli yazar ise yazısının muhakeme safahatını anlatmış olduğu bölümünde “Atıf Hoca: -Belgeyi arz ediyorum. Vakit gazetesinin 1134. nüshasında tekzip namem duruyor. Şimdi bu durup dururken, bendenize vesika sormak bilmem nasıl olur?-“ dediğini belirterek Âtıf Hoca’nın tekzibinin yayınlandığı gazetenin VATAN değil VAKİT olduğunu belirtmektedir. Biz de bu gazetenin VATAN değil VAKİT olduğunu sanıyoruz. Zira Ydr. Doç. Dr. Hülya Baykal’ın yukarıda alıntı yaptığımız makalesinden de anlaşılıyor ki; o tarihlerde İstanbul’da Vatan ismiyle çıkarılan bir gazete bulunmamaktadır.Burada dikkatimizi çeken en önemli husus, İskilipli Âtıf Efendi, yazılarını Milli Mücadele’nin aleyhindeki yazılarıyla meşhur olmuş Alemdar isimli gazetede yazarken, Dürrizâde Fetvası ile ilgili olarak yayınlattığı söylenen tekzip nameyi Milli Mücadele’nin lehindeki yazılarıyla tanınan Vakit gazetesinde yayınlatıyor. Öyle ki; Vakit gazetesi sırf Milli Mücadele’ye destek verdiği gerekçesiyle İstanbul Hükümeti tarafından on gün süreyle kapatılmış bir gazetedir. Bunu yine araştırmacı Hülya Baykal’ın makalesinden öğreniyoruz. H. Baykal şöyle diyor makalesinde: “Mustafa Kemal Paşa, İstanbul Divan-ı Harbinin kararıyla idama mahkûm edilmiş, Dürrizade’nin fetvasıyla katlinin uygun olacağı duyurulmuş olduğundan resminin gazetelerde yayınlanması, adının yanında ‘Paşa’ unvanının yazılması İstanbul Hükümetince yasaklanmıştı. Bu yasağa uymayarak ‘Anadolu harekâtını idare edenler’ alt yazısı ile Mustafa Kemal’in resmini basan 4 Temmuz 1920 tarihli Vakit gazetesi ile onun adının yanında ‘Paşa’ unvanına yer veren 3 ve 4 Temmuz 1920 tarihli İkdam gazeteleri onar gün kapatılmış, sorumluları bir süre tutuklu kalmıştı”(19).Şimdi burada galiba şu soruları sormak gerekiyor: Acaba Âtıf Hoca neden böyle bir manevra yapmaya gerek duydu? Tekzibnamesini neden yazı yazmış olduğu Alemdar’da değil de Milli Mücadele’ye destek veren Vakit’te yayınlatma gereği duydu? Alemdar böyle bir tekzibi yayınlamaya yaklaşmadı da onun için mi böyle yaptı, yoksa Âtıf Hoca da tıpkı Peyami Sabah’ın başyazarı Ali Kemal gibi gerçeği sonradan mı fark etti? O da tıpkı Ali Kemal gibi sonradan, Milli Mücadele’nin başarıya ulaşacağına inanıp önceki fikrinden ve iddialarından nedamet getirip dönenlerden midir? Ancak Hoca’nın bu konuda yapmış olduğu savunma ve izahatlar yeterli görülmemiş olacak ki; İstiklal Mahkemesi’nde hüküm giymekten bir türlü kurtulamıyor. Zira rivayete göre; mahkeme jürisi bu tekzipnameye karşı çıkarak şöyle diyor; “Sen bu tekzipnameyi ancak bir gizli maksat için yaparsın. Çünkü gördünüz ki, bunlar Yunan tayyareleriyle atıldı ve aksi tesir yaptı. Anadolu halkı Milli Mücadeleye daha fazla destek vermiştir. Siz de bu kötü durumdan kurtulmak için bunu yaptınız. Sus! Bizi çileden çıkarma! Hürriyet ve İtilaf’tan ve Mustafa Sabri’den destek alarak bu cemiyeti kurduğun buradan belli oluyor. Sen hala onlardan ayrıyım diyorsun. Biz budala olmalıyız ki, bu sözlere inanalım. Bol bol atıyorsun. Sıkılmıyor musun, bunu nasıl söylüyorsun? Biz senin söylediğin sözlere inandık mı? İnanmak mecburiyetinde miyiz? Ben de sana cevap verdim, bunu din perdesi altında kötülüklerinize daha fazla devam etmek için yaptınız. Cemiyet namına rol yapıyorsunuz. Sana sorarım. Tüzüğünüzde vatan müdafaasına, mücadeleye dair ufak bir madde, bir fıkra göster. Sus, sus bir parça utan. Saçın, sakalın ağarmış utanmak nedir zerre kadar bilmiyorsun”(20).Şimdi ATASE arşivinde bulunan ve Beyanname başlığını taşıyan ve “Anadolu’nun Muhterem ve Masum Ahalisi Teâl-i İslâm Cemiyeti’nin İşbu Beyannamesini Nazarı dikkat ve Ehemmiyetle Okuyunuz” çağrısıyla başlayan bu belgeden bize ilginç gelen kısımları sizlerin bilgisine sunuyoruz (ki; beyannamede, Dürrizâde’nin fetvasında geçen hakaretlerden çok daha ağır hakaretler bulunduğuna özellikle dikkatinizi çekmek isterim): Ey Anadolu’nun Masum ve Mazlum Ahalisi!On iki sene evvel “İttihat ve Terakki” namıyla memleketimizde bir bid’at (batıl ve temelsiz düşünce) çıktı. Selânik dönmeleriyle aslü nesli ve mezhep ve meşrebi belirsiz ecnası muhtelife türedilerden mürekkep (etnik kökeni, şeceresi, inancı belirsiz cinsleri ve cinsiyetleri başka başka yaratıklardan ibaret) olan bu cemiyet; istipdadı kaldıracağız, meşrutiyet ve hürriyet getireceğiz, hükümet ahaliye zulmetmeyecek, halk rahat edecek, devletlerin yanında kadrimiz, itibarımız yükselecek diye bizi aldattılar... Biçâre millet! Bu yan kesicilerin hilelerini, desiselerini hala anlayamamıştır yazık, bin kere yazık ki, gerek harp içinde ve gerek mütarekeden sonra memleket bunların fitne ve fesadı uğruna milyonlarca evladını telef ediyor da Talat, Enver, Cemal, Mustafa Kemal ve saire gibi beş on şâkinin (haydut ve eşkıyanın) vücudunu ortadan kaldırmak için icabeden küçük fedakarlığı göze aldıramayarak memleketi ve kendilerini ebedi tehlikeden kurtarmak ve selamete çıkarmak tarikini (yolunu) idrak edemedi ve hala da edemiyor! Halbuki millet hala aldanıyor, aldatılıyor, lüzumsuz yere girdiği ve mağlubiyetle çıktığı bir muharebenin ferdasında (sonrasında) da aklını başına toplayamıyor! Kendisini hala aldatmaya çalışan heriflere niçin diyemiyor ki; “Ey hainler, Ey Allah’tan korkmayan ve peygamberden haya etmeyen mahluklar, muharebe ettiniz, başımızı bin türlü belalara soktunuz, mağlup oldunuz, bizi de o yolda mahv-u perişan Ettiniz, devletlere karşı “mağlup olduk” dediniz mütareke imzaladınız, silahlarımızı, boğazlarımızı, payitahtımızı (başkentimizi) teslim ettiniz. Şimdi neye tekrar, gücünüz yetmediğini ikrar ve imza ettiğiniz devletleri yeniden kızdırarak üzerimize husumet (düşmanlık) ve gazaplarını (öfkelerini) davet etmekten ve istila olunmayan (işgal edilmemiş) bakiye-i memleketimizi (memleketin kalan parçalarını) de istila ettirmekten başka bir faydası olmayacak surette mecnûnâne (delice) hareketlere kalkışıyor ve bizi de eskisi gibi boşu boşuna kırdırıyorsunuz?! İngilizleri kızdırdınız, üzerimize Yunanlıları musallat ettiler. Harbde mağlup olduktan sonra uslu oturmak ve mağlubiyetin netayicine (sonuçlarına) katlanarak telafisini sabrı sükûn ve aklı tedbir dairesinde izale etmekten (savuşturmaktan) başka çare var mıdır? Yunanlılarla harbe tutuşuyor, sonra da bir taraftan kaçıyor ve bir taraftan şöyle mukavemet ettik, böyle zayiat verdirdik gibi yalanlarla halkı iğfale (aldatmaya, ayartmaya) çalışıyorsunuz! Düşünmüyorsunuz ki, Yunanlılara fazla zayiat verdirmek bile bundan sonra bizim için hayırlı ve menfaatli bir şey olmaz. Hudanegerde (Allah göstermesin) sizin yalanlarınızı şahit tutarak işgal ettiği memleketimizde “Bu kadar kan döktüm ve şöyle fedakarlık ettim, böyle emek çektim” diyerek halkı feth davasına kalkar! Hem sizler ey yalancı ve denî şâkiler (alçak haydutlar)! Kendi milletimize karşı ecnebi milletlerden hiçbirinin yapmadığı şekâvet ve şenaetleri (haydutluk ve alçaklıkları) irtikap edip (işleyip) dururken milleti, eşrafı memleketi, ulemayı asıp keserek mallarını yağma ederken kendinize ne hakla, ne yüzle, ne utanmazlıkla Kuvay-ı Milliye (Milli Kuvvetler) namını veriyorsunuz? Milleti öldürerek, mahvederek hukuk-ı milleti müdafaa edeceksiniz öyle mi? Utanmaz hainler, artık yetişir, yakamızı bırakın: Cenab-ı Hakkın gazap ve laneti sizin üzerinize olsun! Şimdi sulh imzalandı Kuvay-ı Milliye belasının tevlit ettiği (doğurduğu) mecburiyetle galip devletlere karşı yeniden taahhüt (yükümlülük) altına girdik. Devletler şimdi bize: “Eğer Anadolu’da Kuvay-ı Milliye isyanını devam ettirir ve bastırmazsanız İstanbul’u da elinizden alacağız” diyorlar. Kuvay-ı Milliye eşkıyası ise İstanbul’u da elimizden çıkarmak ve memlekete son hizmet şeklinde son ihanetlerini de yapmak için çalışıyorlar (21). Ey Anadolu’un Mazlum ve Muhterem Ahalisi!İyi biliniz ve emin olunuz ki; bu hal böyle devam edemez. Ve memleketin her sancağına ve her bucağına sarmış olan bu ateş-i vahşet ve şekâvet (haydutluk) böyle sürüp gidemez. Vaktimiz pek daraldı; ve bu asilerin, bâğîlerin (isyankarların- hainlerin), şekâvetlerinden (haydutluklarından), cinayetlerinden halk bunaldı kaldı. Eğer bu ateşi kendi kendimize söndüremeyecek ve Anadolu’da asayişi temin ile biçare vatandaşlarımıza refah ve huzur veremiyecek isek galip devletler tarafından bildirildiği vechile (gibi) payitahtımızdan sevgili İstanbul’umuzdan mahrum olunacağı şüphesizdir. Binaenaleyh bu bâğîleri (hainleri), bu âsileri mümkün olduğu kadar az zaman zarfında tedip ve tenkil etmek (tutuklayıp ortadan kaldırmak) cümlemiz için bir fârizedir (vazgeçilmez görevdir). Balâda münderiç (yüksek seviyede yazılmış) resmi ve kat’i vesikalardan anlayacağınız vechile İstanbul ahalisi ve hükümet-i Merkeziye nasıl vahim ve elim dakikalar yaşamakta olduğumuzu dikkate alarak kemal-i azmü ciddiyetle (son derece kararlı bir şekilde) lazım gelen tedabire (tedbirlere) tevessül etmiş (yönelmiş) olduğunu size bildiririz; ve haber aldığımıza göre Halife-i Zîşanımız (şanlı halifemiz) ve sevgili hakanımız Efendimiz Hazretlerinin de âsileri tedip etmek ve sizin rahatınızı temin eylemek için cem edilecek (toplanacak) kuvvetin başında olarak bizzat geleceklerini sizlere tebşir ederiz(müjdeleriz). Hazır olunuz! Ve bu hainlerden, bu canilerden vatanı kurtarmak için size düşen vazifeyi ifada kusur etmeyiniz. Ey kahraman askerler!Harp senelerinde sizi cephe cephe sürükleyen ve aç susuz süründüren ve din kardeşlerinizin, hemşehrilerinizin beyhûde yere ölmelerine sebebiyet veren birkaç kişi arasında Mustafa Kemal, Ali Fuat, Bekir Sami gibi zalimler de vardı! İşte hainlerin harp cephesi haricinde kalmış olan efradı ailenize (aile fertlerinize) kanlı elleriyle ne kadar fecayii irtikap etmiş olduklarını (fâcialara sebep olduklarını) harpten avdetinizi (dönmenizi) müteakip gördünüz! Bugün yine o şâkiler (haydutlar-eşkıyalar), bâğîler (hainler) dir ki; elleri bir takım yetimlerin, dul kadınların kanlarına mülemma (bulaşmış) olduğu halde kalpkâhınıza (Kalpkâh:Ana kıta, heartland) sokularak sizi mahvetmek ve evlat ve eyalinizi (ailenizi) yetim ve dul bırakmak ve servet ve saadetinizi külliyen (tamamıyla, toptan) çalmak için şeytanın dahi hatırına gelmeyen hile ve desaisi (hileleri) irtikap ediyorlar (kullanıyorlar). Siz bu zalimlerin cinayetlerine daha ne kadar göz yumacaksınız? Elinize aldığınız fetvay-ı şerif (şerefli emir) ki; Allah’ın emridir, okuduğunuz Hatt-ı Münif (yüksek dereceli yazı, ferman) ki; Halifemizin, Padişahımızın bir fermanıdır (22). Siz Allah’ın emrine, Halifenin fermanına ittibaen (tâbi olarak, uyarak) bu canileri, bu katil canavarları daha ziyade yaşatmamakla memur ve mükellefsiniz. Şu alçaklar ve hempaları (yardakçıları) bu cinayetleri hep sizin sayenizde yapıyor; bunların vücutlarını külliyen (toptan) dünyadan kaldırmak beşeriyet (insanlık) için, Müslümanlık için bir farz olmuştur. Memleketin başına bu kadar felaket getirmiş olan bu hainler daha yaşatılacak mı? Siz daha ne kadar böyle gafletle bunların gayrimeşru emirlerine ittiba edeceksiniz (uyacaksınız)? Korkuyoruz ki; sizin bu aklınız, bu gafletiniz körü körüne hainlere itaatiniz daha pek çok mescitlerimizi ve mabetlerimizi harap eyleyecektir! Askerler! Bu kadar uyuduğunuz artık yeter, bu zalimlere alet olduğunuz artık kifâyet eyler! Padişahımız Halifemiz Efendimiz Hazretlerinin merhamet ve şefkat kucağı size açılmıştır. Hepiniz koşunuz, geliniz dünya ve ahiret saadetini ihraz ediniz (elde ediniz): İşte size ihtar eyliyoruz (sizi uyarıyoruz), Allah’ını, Peygamberini ve Padişahını seven bu tarafa gelsin (23) !Dürrizâde Abdullah Efendi’nin vermiş olduğu fetvalar, 11 Nisan 1920 tarihinde Devlet’in (İstanbul Hükümetinin) resmi yayın organı olan Takvim-i Vekayi ile o tarihlerde İstanbul’da münteşir (yayınlanan) Peyam-ı sabah Gazetesi (ki; başyazarı Ali Kemaldir) nde yayınlanmıştır. Keza, Damat Ferit Paşa, Anadolu hareketinin ve Mustafa Kemal Paşa’nın aleyhinde bir de beyanname yayınlamıştı. Bu beyanname de 11 Nisan 1920’de Takvim-i Vekayi’de yayınlamıştı (24). Tüm buraya kadar yazılanlardan anlaşılacağı ve yukarıda satır aralarında da zaman zaman açıkladığımız üzere; başta İskilipli Âtıf Hoca olmak üzere İstiklal Mahkemelerinde yargılanan ve hüküm giyen din adamları ve ulemâ, dini faaliyetlerinden çok, bilerek veya bilmeyerek siyasi faaliyetleri, özellikle de Anadolu’da yürütülen Milli Mücadele aleyhindeki tavırları sebebiyle yargılanmışlardır. Şüphesiz bu yargılanmalarda ve verilen hükümlerde, 13 Şubat 1925 günü Bingöl-Diyarbakır (Genç-Ergani) yöresinde patlak veren ve dini saikleri bahane eden Şeyh Sait İsyanı’nın da etkisi vardır. İstiklal Mahkemesi’nin vermiş olduğu kararlar, biraz da dini bahanelerle ayaklanacak muhtemel yeni âsîlere göz dağı verme amacı taşımaktadır. Dikkat edilecek olursa Âtıf Hoca ve arkadaşları, Şeyh Sait İsyanı’nın patlak verdiği yılın sonunda (26 Aralık 1925) ikinci kez tutuklanıp bu isyandan yaklaşık bir yıl sonra ve bir aylık bir muhakemeden sonra (26 Ocak 1926) hüküm giyiyorlar. İskilipli Âtıf Hoca’nın, Mustafa Kemal Paşa ve arkadaşlarının idamına ilişkin Fetva’ya karşı çıkmasına rağmen isminin sanki bu fetvayı imzalamış gibi onun bilgisi dışında bu fetvayı imzalayan ulemânın isimlerine ilave edildiği ve hocanın bu konuda tekzip yayınlattığı konusundaki rivayetleri bir yana bırakacak olursak; Âtıf Hoca, gerçekten de İslam Teali Cemiyeti adıyla bir dernek kurmuş ve bu derneğin başkanlığını yapmıştır. Derneğin çalışmaları, Milli Mücadele’ye karşı çıkan ve Milli Mücadele önderlerine düşmanca saldırılarda bulunan diğer cemiyetlerle aynı paralelde ve bu dernek, hilafet ve saltanat taraftarı olarak bilinen ve İttihat ve Terakki’ye düşman olan Hürriyet ve İtilaf Fırkası’na hizmet eden cemiyetler arasında zikredilmektedir. Hoca, yazılarını bile, Alemdar gibi Milli Mücadele düşmanı kalemlerin kümelendiği ve Milli Mücadele aleyhtarlığının basındaki bayraktarlığını yapan bir gazetede yayınlamaktadır. Öte yandan, başkanlığını yaptığı cemiyet tarafından hazırlanan ve Anadolu’da sürdürülmekte olan ölüm-kalım mücadelesini baltalamayı amaçlayan beyannameler, Yunan uçaklarınca dağıtılacak kadar bu cemiyet Yunanlılara sempati ile yaklaşmaktadır. Âtıf Hoca, ipin ucunu kaçırmak suretiyle kurmuş olduğu ve başkanlığını yaptığı derneğe sonradan hakim olamamış olabilir mi? Bu elbette mümkündür. O kargaşa ortamında başkanlığını yapmış olduğu dernek de onun bilgisi dışında bazı iş ve işlemler yapmış olabilir. Ancak bu durum, Hoca’nın sorumluluğunu hafifletmez. Zira insanlar yapmış oldukları işlerin sorumluluğunu üstlenmek zorundadırlar. Madem hoca da bir dernek kurmuş ve başkanlığını üstlenmiş, o zaman bu derneğin iyi veya kötü bütün faaliyetlerinden sorumlu olması gerekir... Anadolu’daki mücadeleyi yürüten Türk halkını ve Türk askerlerini, bu mücadeleden caydırmak ve vazgeçirmek ve böylece başlatılan Kuvay-ı Milliye hareketini baltalayıp akamete uğratmak için yapmış oldukları çağrılar bir yana, başta Mustafa Kemal Paşa, Ali Fuat Paşa ve Bekir Sami Paşa olmak üzere Milli Mücadele’nin lider kadrosu hakkında ağza alınmayacak derecede yaptıkları hakaretler galiba onların ipini çeken en önemli faktörlerden birisi olsa gerektir. İşte yukarıdaki beyannamelerinde bulunan bu kabil hakaretlerden bazıları: Selanik Dönmesi, piç (aslü nesli ve mezhep ve meşrebi belirsiz ecnası muhtelife türedi), yankesici, dessas (desiseci), fitne, fesat, herif, hain, mahluk, mecnun, yalancı, işgalci, haydut, eşkıya, alçak, utanmaz, melûn, vahşi, âsi, câni, zâlim, hırsız, canavar... Görüleceği üzere; İslam Teali Cemiyeti’nin beyannamesinde Milli Mücadele önderleri için sadece ana-avrat küfredilmediği kalmış! Türkçe’de ne kadar hakaret ve sövgü içeren kelime varsa bu beyannameye sanki özellikle dercedilmiş durumdadır. Milli Mücadele önderlerinin bütün bu hakaretleri görmezden gelmeleri herhalde beklenemezdi. Ancak biz, yine de onların, olayı nefis müdafâasına indirgeyecek kadar basit davrandıklarını sanmıyoruz. İşin özü, bu cemiyetin Anadolu Hareketini önlemeye çalışması, bu uğurda çalışan parti ve derneklerle ve hatta işgalci Yunan ordusuyla teşrik-i mesai yapmaları olduğuna inanıyoruz. Öte yandan İskilipli Âtıf Hoca tamamıyla masum olmuş olsa bile ve idam edilmesi tamamen kasten yapılmış olsa bile bu olayların, bugünkü laik-anti laik çatışmalarına mihenk taşı teşkil edilmesi ve bu olayların üzerinden siyasi ikbal elde edilmeye çalışılması son derece yanlıştır. Üstelik Âtıf Hoca ve arkadaşlarının hiç de mâsum olmadıkları ortadayken. Öte yandan ihtilallerin mantığına göre bu tür olayların olabileceğini normal karşılamak gerekir. Zira ihtilaller ve inkılaplar eskiye tepki olarak doğarlar ve bir şekilde eskiyi kötülemek zorundadırlar! Böyle yapmamış olsalar, zaten meşruiyetlerini kaybederler, ihtilalin sebebi ortadan kalkar! Yani ihtilallerin, devrimlerin ve inkılapların temelinde eskiyi kötülemek, eskiye tepki koymak ve eskiyi savunanları ortadan kaldırmak vardır ve ihtilal mantığı içinde bu normaldir! Fransız Büyük İhtilali ve Rusya’daki Bolşevik ihtilali, hatta hatta 1979’daki İran Devrimi de böyle değil midir? Bu ihtilallerde aralarında masumların da bulunduğu binlerce (hatta Bolşevik ihtilali sırasında milyonlarca) insanın öldürüldüğü tarihen sabittir. Bu ihtilallerin yanında Anadolu İhtilali gerçekten de pek masum kalıyor. Ülke savaştan henüz çıkmış, ülkenin her yanı harap ve bitap halde, Doğuda Şeyh Sait “Din elden gidiyor” yaygarasıyla ayaklanmış, hilafet ve saltanat henüz kaldırılmış, Cumhuriyeti kuranlar, bu yeni rejime uygun olarak başta kılık-kıyafet konusu olmak üzere çeşitli İnkılaplar yapma hazırlığı içindeler ve tam bu ortamda Milli Mücadele aleyhtarı, hilafet ve saltanat yanlısı olduğu zaten tescilli bir hoca efendi çıkıyor ve durduk yerde “Frenk Mukallitliği ve Şapka” diye bir eser yazıp yayınlıyor! Olacak şey değil!... Yeni devletin başkenti Ankara’nın (ve tabi ki tekmil Anadolu’nun) o gün içinde bulunduğu durumu Şevket Süreyya Aydemir bakın ne güzel anlatıyor: “ O sıralar İstiklal Mahkemesi Ankara’da çalışıyordu. Haydarpaşa’dan bir öğle sonu sıralarında hareket ettik. Ertesi sabah tren Ankara’ya yaklaşıp da, şehri uzaktan ilk gördüğüm zaman, mektep sıralarındayken bize okutulan bir ‘Osmanlı Coğrafyası’nı hatırladım. Bu kitapta Ankara şöyle tarif ediliyordu:‘Şehrin hariçten, kasvetli bir manzarası vardır ve en meşhur şeyleri şunlardır: Tiftik keçisi, Ogüst mabedi ve bal’. Fakat ilk görünüşüyle Ankara bana pek kasvetli gelmedi. Belki çıplak, belki harap ve fakirdi. Fakat kasvetli değildi...(25). Şevket Süreyya Aydemir, İstiklal Mahkemesi’nin faaliyette bulunduğu muhit ve mekânı da şu sözleriyle anlatıyor:“İstiklal mahkemesi, Hacı bayram türbesine giden yolun alt sokağında, iki katlı harap bir binada yerleşmişti. Bu binaya birkaç kulaç derinliğinde çamurlu bir avludan girilirdi. Bu avlunun alçak kerpiç duvarları yıkıktı. Sokak kapısının köhne tahta kanatları ardına kadar açıktı. Birinci kattan ikinci kata birkaç ayaklık dik, gıcırtılı basamaklarla çıkılıyordu. Kâtipler, memurlar. Komiserler alt katta iki küçük odaya üst üste yerleştirilmişlerdi. Üst katta odanın biri, mahkeme salonu vazifesi görüyordu. Fakat sanıklar biraz kalabalık olunca oda dar geleceği için, her iki katın dar sahanlıklarına sanıklar yahut gelen gidenleri oturtmak için tahta sıralar konulmuştu...”(26). __________________ bkz.radikal.tr/ 11- bkz. Yrd. Doç. Dr. Cengiz Dönmez, “Milli Mücadele Döneminde Anadolu’da Faaliyet Gösteren Zararlı Cemiyetler” başlıklı makalesi,w3.gazi.edu.tr/web/cdonmez/html/makale_9.html12-bkz. Tarık Zafer Tunaya, Türkiye’de Siyasi Partiler, s. 463, İstanbul, 1952. ayrıca bkz. Mustafa Çalışkan, A.Ü.Türk İnkılâp Tarihi Enstitüsü’ne sunmuş olduğu “Kurtuluş Savaşı Sırasında Din Faktörü” konulu yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, s.98, Ankara, 1990. 13-bkz. Mustafa Çalışkan, a.g.e, s. 98 14-bkz.farabi.selcuk.edu.tr/suzep/tarih/ders_notlari/guz_yariyili/bolum_11/bolum11.html ayrıca bkz.sinanoglu.net/fikir_meydani/archive/index.php/t-15- bkz. Yrd. Doç. Dr. Hülya Baykal, “Milli Mücadele’de Basın” başlıklı makalesi, atam.gov.tr/16- Bkz. Coşkun Susoy isimli şahsın Dr. Rıza Nur’un “Hayat ve Hatıratım-3” isimli eserinin 1992 yılı baskısının 487-488. sayfalarını kaynak göstermek suretiyle googlegroups/ adresine göndermiş olduğu mesaj.17- bkz. Salih Okur, agm. cevaplar.org18- bkz. Mustafa Çalışkan, age, s.83. Ayrıca Ankara Fetvasını imzalayan kişilerin görev unvan ve isimleri için bkz. M.Çalışkan, age, s. 195-198. 19-bkz. Yrd. Doç. Dr. Hülya Baykal, agm. atam.gov.tr/) 20-bkz. Salih Okur, a.g.m., Burada İstanbul Fetvasının hazırlanması aşamasında yaşanan olaylar hakkında biraz bilgi de biz verelim: Eşref Edip, Sebilürreşad’ın c.10, sy.238 ve s.202’de bulunan yazısında şöyle diyordu: Şeyh’ül İslam Haydarızade İbrahim Efendi idi. Anadolu’daki hareketin taraftarı idi. İngilizler hükümeti tazyik ederek fetva istiyorlardı. Şeyh’ül İslam bu fetvayı vermeyerek görevinden ayrıldı. Yerine Dürrizade Abdullah Efendi geçti. Her arzuya boyun eğebilecek bir insan olan Şeyh’ül İslam istenen bu fetvaları, işgal kuvvetlerinin haddi aşmış zulüm ve baskıları altında verdi. Celal Bayar ise 1955 yılında yayınlanan “Atatürk’ten Hatıralar” isimli eserinin 46. sayfasında bu konuda şöyle diyor: “Bu fetvaları Mahmut Mustafa Sabri yazar, Şeyh’ül İslam Dürrizâde Abdullah da imzalarmış.” Ayrıca Celal Bayar, aynı kitabının 43-46 sayfalarında “Osmanlı tarihinde görülenlerin sonuncusu ve çok sert hükümleri ihtiva eden bu fetvaların, bizzat Padişah Sultan Vahdettin’in istek, arzu ve iradesiyle çıktığını” söylerken, Yunus Nadi gibi bazı yazarlar “Bu fetvaların İngilizlerin baskısı ve zorlamasıyla verilmiş olduğunu” ileri sürerler. (Konu ile ilgili ayrıntılı bilgi için bkz. M. Çalışkan, age, s.80-81) 21-Gazeteci Hulki Cevizoğlu, bu ve bir önceki paragrafta geçen ruh halini şöyle dile getirmektedir: (Damat Ferit Paşa Kabinesinin) Harbiye Nazırı (Savunma Bakanı) Şakir Paşa ile görüş ayrılığına düşen Genelkurmay Başkanı Mustafa Fevzi Paşa, ani bir emirle görevinden alınarak, yerine Tevfik Paşa Hükümeti’nde Savunma Bakanlığı yapan Cevat Paşa atandı. Fevzi Paşa, İzmir’in işgaline karşı “direniş gösterilmesi” gerektiğini savunuyordu. Teslimiyet her yere sindiği için, düşmana karşı en temel görevini yapmak isteyen bir genelkurmay başkanı bile artık görevinde tutulmuyordu. Avrupalıları kırmamak ve öfkesini çekmemek için, her türlü rezalet yapılıyordu. Görevden alınan Mustafa Fevzi Paşa, İzmir Kolordu Komutanı Nadir Paşa’ya verilen “silahları teslim et, direniş gösterme” emrine karşı çıkıyordu. (bkz. Hulki Cevizoğlu, İşgal ve Direniş 1919 ve Bugün, s. 20-21, Cevizkabuğu Yayınları, Ankara, 2007)22-Burada sözü edilen fetva, Şeyhülislam Dürrizâde Abdullah Efendi’nin vermiş olduğu idam fetvasıdır. İslam Teali Cemiyeti’nin işbu beyannamesinde söz konusu fetvaya atıf yapılmakla, bu fetvanın aynı bölgelere daha önceden atıldığı veya en azından beyanname ile birlikte bu fetvanın da atıldığı anlaşılmaktadır.23-bkz. Mustafa Çalışkan, age, s.184-190. Metinde geçen bazı kelimelerin bugünkü karşılıkları tarafımızca bold halde paranteze alınarak verilmeye çalışılmıştır. Teali İslam Cemiyeti’nin Beyannamesini alıntı yapmış olduğumuz tezin sahibi Mustafa Çalışkan, Diyanet İşleri Başkanlığı’nın çeşitli kademelerinde çalıştıktan sonra, 2005 yılında Başmüfettişlikten emekli olmuştur. Yani adı geçen, bir din adamıdır. Ayrıca Âtıf Hoca’nın da hemşehrisidir. Halen Emekli olarak Ankara’da yaşayan Mustafa Çalışkan, iş bu tezi, 1990 yılında T.C. Ankara Üniversitesi İnkılap Tarihi Enstitüsü’ne Yüksek Lisans Tezi olarak sunmuş ve bu tez kabul görmüştür. Tez danışmanı Hacettepe Ü. Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ali İhsan Bağış, jüri üyeleri ise H.Ü. Öğretim Üyesi Prof. Dr. Özkan İzgi ve Ankara Ü. Öğretim Üyesi Prof. Dr. M. Sait Yazıcıoğlu’dur. 24- bkz. M.Ç alışkan, a.g.e, s. 79. Paragraf içinde bulunan parantez içi bilgiler tarafımızca eklenmiştir. Ö.S.25- bkz. Ş.Süreyya Aydemir, a.g.e, s. s.367.26- bkz. Ş.Süreyya Aydemir, a.g.e, s. 369. haberakademi.net sitesinden
Posted on: Mon, 28 Oct 2013 23:21:14 +0000

Recently Viewed Topics




© 2015