Affet kardeşim Adım Gökhan. Gemi kaptanıyım. Otuz yedi - TopicsExpress



          

Affet kardeşim Adım Gökhan. Gemi kaptanıyım. Otuz yedi yaşındayım. Birde benden dört yaş küçük kardeşim var. Onun da adı okan. Kafiyeli olsun diye adlarımız böyle herhalde. Bir işçinin çocuğuyuz. Babamın babası da işçi olduğundan öyle lüks içinde bir çocukluğumuz geçmedi, ama muhtaç olduk da diyemem. Ortalama bir Türk işçi ailesiyiz yani. Babamın kulağımda kalan en önemli nasihatı “oğlum yalan söylemeyin” olmuştur. Kendi çocuğuma da bunu öğretmeye çalışıyorum. Esasen Gedizliyiz (Kütahya). Babam Gediz’i çok sevdiği için yıllarca evimize yerel gazete olan Gediz Gazetesi düzenli olarak girmiştir ki Aliağa’da oturuyorduk. Bunu neden yaptığını çocukluğum boyunca anlayamamıştım. Yıllarca evimize giren Gediz gazetesinden aklımda yalnızca şu beş kelime kaldı “haksızlığa karşı susan dilsiz şeytandır”. İlk çocukluk zamanlarımdaki itirazlarım hep şeytan olmamak adına idi. Üstelik babam yalan söylemeyin demişti. Bundan kolay ne vardı ki hem susarsam günah işlemiş kötü insan olmuş olurdum. Daha sonraları hayat kafama vura vura haksızlığa karşı konuşmanın aslında ne kadar zor bir şey olduğunu, adaletsizliği teşhir etmeye çabalamanın ötekileştirilmek, yanlızlaştırılmak ya da marjinal olmakla suçlanmak olduğunu öğretti. Haksızlığa karşı haykırma heyecanım sanırım beni sol görüşe sempati duymaya itti. On beş on altı yaşlarımda dünya klasiklerini okumaya başlamıştık. Gazap Üzümleri, Bitmeyen Kavga vs. Yalnızca okumayıp konuşuyorduk da. Kardeşimin beni duyacağını ya da benden etkilenebilme ihtimalini düşünmemiştim doğrusu. Üstelik o daha çocuktu. Ben konuşmaya oda büyümeye devam ettik. Kardeşimin büyüdüğünü hiç idrak edemedim. Küçük kardeşimdi ve bağırılmayı hak ediyordu. O üniversiteye giderken bende okulu bitirmiş henüz çiçeği burnunda kaptan adayı idim ve dünyayı gezmeye can atıyordum. Çok zamanlar köprü üstünün camına vururdu yüzü Gecenin karanlığında yüzün vurur cama Pırıl pırıl aydınlık Gel der gibi, kucaklar gibi... O zamanlardan birinde çıkmıştı ağzımdan bu sözler. Kardeşim için. Eve gelip de moda tabirle marjinal bir gurupla takıldığını öğrendiğimde tokat yemişe döndüm. Eleştirdim, yanlış bir gurup olduğunu defalarca dilimin döndüğünce anlattım. Yine de kalbini kırmama, hepten uzaklaşmamak ve kopmamak adına annem ve babamla çok üstüne gitmeme kararı aldık. Çünkü biliyordum, fikirlerini daha fazla hor görürsek bana inadından militan olacaktı. İşte bu tam çocukça bir hareketti. Bu hiç adam olmayacak mı? Hem ne hakkı vardı babamı ve annemi üzmeye? Neyse ki bu iş fazla uzamadı ve kendiliğinden ilişkisini kesti. Biz de ailecek rahat bir nefes aldık. Daha sonra üniversitesini bitirdi. Askerliğini yaptı, iş aradı ve iki senedir de İstanbul’da çalışıyor. 1 Haziran 2013 günü akşam saat beşe kadar hayatımızda çok korkulacak bir şey yoktu. Neden sonra telefonum çaldı ve ben, duyduklarım karşısında ne yapacağımı bilemez bir hale geldim. Kız arkadaşı Cerrahpaşa’da travmatolojide yattığını yüzüne gaz kapsülü geldiğini söylüyordu. Duyduklarıma anlam veremedim bir süre. İnsan kendine kötü bir şey yakıştıramıyor ne de olsa. “Nasıl olur” demişim, “hiç insanın yüzüne gaz bombası gelir mi? Bu ancak yüze hedefleyerek olur.” İlerleyen günlerde bunun sıradan, normal ve tekrar eden bir şey olduğunu polis gösterdi bize. 2 Haziran sabahı İstanbul’a vardığımızda kardeşimin yüzü tanınmayacak haldeydi. Yalnızca bir biber gazı kapsülü kardeşimin yüzünü balona çevirmiş, yüzünün sol yanını komple morartmış ve sol gözü tamamen kapanmıştı. Sol göz kemiğinde kırıklar oluşmuştu. Yanında ağlamamak için geçmiş olsun dedim ve bahçeye çıktım. Bunu hak edecek ne yaptığını düşünmeden edemiyordum. Doktorlar yüzündeki ödem inmeden gözüne müdahale yapılamayacağı ve net bir şey söylenemeyeceği bildirilerek iki gün sonra hastaneden taburcu etti. Bu esnada iki defa beyin ve göz MR’ı çekildi. Beyninde hasar olmadığı söylendi. Çok şükür, bin şükür dedik. Hastaneden çıktıktan sonra kardeşime şüphe içinde neden Gezi Parkı’na gittiğini sordum. “Abi tamamen çevresel duyarlılık” dedi. Ağaçlara sarılarak çektiği fotoğrafları gördüm. Bir de vurulmadan önce kendi çektiği görüntüden, onu vuran polisi gördüm. Vurulmadan hemen önce kardeşim Gezi Parkı’nın içinden çekim yapıyor, Harbiye yönünden gelen ve polise taş atan göstericilere avazı çıktığı kadar “Atmayın, atma” diye bağırıyordu. Bunları Youtube’da paylaştık. Kardeşimle gurur duydum. Ağaçlara ve insanlık onuruna sahip çıkıyordu, polise taş atma diye bağırıyordu. Ben kardeşimin büyüdüğünü hiç idrak edemedim. Gelelim bugüne, yani 17 Haziran’a. Bugün retina dalında uzman bir profesör, kardeşime sol gözünün yüzde doksan kör kalacağını, yüzde on olasılıkla ameliyat edilebileceğini ve en iyi olasılıkla yüzde yetmiş görme kaybı olacağını söyledi. Perişan olduk. Kendini kör kalmaya nasıl alıştıracak bilemiyorum. Hani kanser hastası bir kız vardı, bakan beye sormuştu “Siz çaresizlik nedir bilir misiniz?” Bugün iliklerimde hissettim. Ne söylesem boş, ne yapsam faydasız. Ben kardeşimin büyüdüğünü idrak edemedim. Beni affet lütfen abicim. Zavallı değiliz ve kendimizi acındırmaya çalışmıyorum ama merak ediyorum, gazeteciye “çıldırttınız, polis günah keçisi mi” diyen polis ve polislere devlet göze ve kafatasını parçalayacak gaz kapsülü atma, yüze plastik mermi atma, durakta otobüs bekleyen insanlara TOMA ile su sıkma, TOMA’dan yüksek basınçlı su ile yerlerde sürükleme emri mi veriyor? Polis kaskındaki numarayı devlet emriyle mi siliyor? Yani polis kurşunu ile öldüğü ispatlanan Ethem Sarısülük’ü öldürme emrini bizim devletimiz mi veriyor? Televizyondan polis şiddetini izlemek artık normal bir şey haline mi geldi? Adalet eyer ona inanan varsa değerli olacaktır. Avukatımıza gittiğimizde bize yüksek ihtimalle savcı görevsizlik veya takipsizlik verir demişti. Aksine beklemeyin. Devletin verdiği emri yerine getirmek başkadır, bir insanın yaşamına kastetmek başkadır. Ben ülkemde hala namuslu savcı ve hakimlerin kaldığına inanıyorum, inanmak istiyorum. İnanmalıyım, aksi halde nasıl yaşayacağız bu ülkede? Kimden geldiği gözetilerek cezasız bırakılan şiddet, bireysel adalet arayışına yol açacaktır bence bu da yaşanan bunca olaydan daha tehlikelidir. Güzel günler umudu ile hoşçakalın. Gökhan Özçelik
Posted on: Thu, 20 Jun 2013 12:35:09 +0000

Trending Topics



Recently Viewed Topics




© 2015