Demokratik Uygarlık Manifestosu -5-KÜLTÜREL SOYKIRIM KISKACINDA - TopicsExpress



          

Demokratik Uygarlık Manifestosu -5-KÜLTÜREL SOYKIRIM KISKACINDA KÜRTLERİ SAVUNMAK KÜRT SORUNU VE DEMOKRATİK ULUS ÇÖZÜMÜ syfa 24 Abdullah ocalan 3- Kürt Gerçekliğinde Sosyal Boyut Kürt kimliği veya herhangi bir kimlik söz konusu olduğunda ilk önce anla- şılması gereken husus, kimliğin sosyal bir gerçeklik olduğudur. Toplum insan türünü kapsayan en geniş olgudur. Dolayısıyla toplum kavramı kullanıldığında, ayrıca bir aidiyet kavramına ihtiyaç duymak fazlalık gibi gelebilir. Belki de daha doğru olan, toplum kategorisini iç kimliklerle tanımlamaktır. Fakat top- lumlar büyük bir çeşitlilik arz ettiğinden, kendilerine ad takmak da kaçınılmaz oluyor. Burada önemli olan, temel toplum kavramının evrensel olduğudur. Evrenselde tüm kimlikler temsil edilebilir. Evrenseli çeşitliliklere bölmek özü- nü etkilemez. Amerika toplumuyla Avrupa toplumu özde aynıdır. Aralarındaki fark biçimselliğe ilişkindir. Kürt gerçekliği derken, aslında Kürt toplumunu kategorize ediyoruz. Burada tekrar toplumun toplumu demek abes kaçabilir. Kürt gerçekliği demek, maddi ve ideolojik olarak Kürt toplumu demekle öz- deştir. Dolayısıyla Kürt toplumunda toplumsal boyut demek anlamsız gelebilir. Fakat burada dile getirmeye çalıştığımız incelik, evrenselle tikel arasındaki bağla ilgilidir. Kürt gerçekliği olarak toplum değişmeyen, hep aynı kalan öz iken, Kürt toplumsal boyutu bu özün farklı biçim kazanmış hali oluyor. Klan boyutu da, ulus boyutu da Kürt gerçeği kapsamındadır. Gerçek aynı iken, klan ve ulus değişen, biçim kazanan toplumu ifade ediyor. Bu açıklamayla birlikte sosyal boyut üzerinde durmak öğretici değer taşır. Antikçağ ve neolitik çağ Kürtlüğüyle modernite kıskacındaki Kürtlük ara- sındaki büyük fark hemen tespit edilebilir. Her toplumda olduğu gibi Kürt toplumunun da bir neolitik ve antikçağ gerçekliği vardır, ama çağdaş veya modern bir gerçekliği de vardır. Modern bir gerçekliği olup da klan, kabile, aşiret veya kavim kimliğini kazanmamış toplum olamaz. Kavim aşaması kapi- talist moderniteye taşındığında kimlik artık farklılaşmıştır. Eğer yok olmamış- sa, ulusal kimlik özellikleriyle tanışmaya başlamış demektir. Ulusallık artık kavimsel toplumun aldığı bir üst biçimdir. Toplumu ulusal niteliğiyle kavra- mak gerçekliğe daha uygundur. Ona etnik Kürtlük demek, bilinçli olarak veya bilinçsizlikten kaynaklanan bir çarpıtma demektir. Günümüzde bu çarpıtmaya yoğunca başvurulmaktadır. M.Ö. 5000’lerde gerçekleşen bir olgu olan etnisi- tenin günümüze taşırılmasıyla çoktan üst biçim haline gelmiş olan Kürt ulusal toplum gerçekliği inkâr edilmek, bu aşamayı yaşamamış sayılmak gibi bir çarpıtılmaya uğratılmaktadır. Dolayısıyla bu başlık altında çözümlenen, ulusal kimlik haline gelmiş toplum olarak Kürt gerçekliğidir. Sosyolojinin çok girift bir bilim denemesi olduğu bilindiğinden, bu tür açıklamalar çokça gerekli olmaktadır. Daha dar anlamda sosyal boyut, sınıfsal özellikler kazanmış toplumlar için kullanılmaktadır. Örneğin kabile, klan ve kavim niteliğini kazanmış gerçeklik- lerden doğrudan o kabile, klan veya kavmin adıyla bahsetmek doğru bir yakla- şımdır. Dar anlamda toplum kavramını işlevselleştirmeye gerek yoktur. Top- lum ancak sınıfsal nitelik kazandığında, ona Kürt toplumu veya herhangi bir toplum demek daha işlevsel olur. Kürtlerin tarih boyunca iç veya dış kaynaklı sınıflaşma eğilimleriyle yoğun- ca tanıştıklarını rahatlıkla belirtebiliriz. Neolitiği derinliğine ve devrimci tarzda yaşayan Kürt orijinler, Sümer sınıflı toplumundan beri sınıflaşmayla tanışmış- lardır. Dış boyutlu sınıflaşma giderek iç boyutlu olmaya taşınmaktadır. Örne- ğin Guti Hanedanlığı (M.Ö. 2150-2050) Sümer toplumunda sınıflaşmayı yaşa- yan Kürt orijinli bir kabileler federasyonuna dayanmaktadır. Benzer sayısız gelişme yaşanmıştır. İlkçağda Babil, Hitit, Asur ve Urartu devlet oluşumlarında Kürt aşiret federasyonlarının, yani somut biçimiyle Hurrilerin büyük etkisi vardır. Ya kendilerinden birçok hanedan bu devletlerin inşasında rol almış ya da bu devletler Hurri toplulukları içinde kendilerine bağımlı çok sayıda hane- dan oluşturmuşlardır. Bu kesindir. Bunlara rağmen Kürt orijinleri kendi asli kabile ve aşiret özelliklerini korumaya büyük özen göstermişlerdir. Tüm bu durumlarda kabileler ve aşiretler ancak belli bir federasyonlaşmayla varlıkları- nı koruyabileceklerinin ve özgür yaşayabileceklerinin derin bilincindeydiler. Med Konfederasyonu Asur İmparatorluğu’nun yıkılış tarihi olan M.Ö. 600’lerin bitiminde bizzat dönemin en büyük imparatorluğu haline dönüştü. Akabinde Perslerle devam eden bu imparatorluk döneminde Kürt orijinlerinde sınıfsallık olgusu içsellik kazanmış ve kök salmıştır. Denilebilir ki, Kürt beylik sistemi bu tarihlerden itibaren toplumsal bir olgu haline gelmiştir. Helenistik dönemde, Sasaniler ve Roma dönemlerinde Kürt orijinler, beylik ve aşiret düzenleri (federasyonları) temelinde çeşitli iç ve dış ittifaklarla varlıklarını korumaya (Bu dönemlerin savaşları ağırlıklı olarak Kürt orijinlerinin yaşadığı coğrafyada gerçekleşiyordu) ve özgürlüklerini savunmaya özen göstermişler- dir. İslâmiyet’in yeni bir toplumsallık olarak Kürt orijinler üzerindeki etkisi, dinsel cemaatlerle beylik düzenlerini geliştirme ve güçlendirme temelinde olmuştur. Dinsel cemaatler daha çok tarikatlar biçiminde sivil toplumu oluş- tururken, geleneksel beylik düzenleri daha gelişkin sınıfsal ve askeri düzenler halinde kendilerini yenileyip pekiştirdiler. Birer sivil toplum örgütü olarak tarikatların Zerdüşt rahip toplumundan sonra toplumsal bünyede daha da derinlik sağladıkları söylenebilir. Aslında saf haliyle tarikatlar iktidar temelli sınıflaşmaya karşı direniş kurumlarıydı; günümüzdekilerden daha radikal ve işlevsel sivil toplum örgütleriydi. Fakat iktidarların sıkça kendilerine el atması ve üst tabakalarının işbirliğine çekilmesiyle yozlaşıp amaçlarına ters düşüyor- lardı. Ortaçağ toplumu özünde feodal beyliklerle tarikat cemaatlerinin öne çıkmasıyla nitelenebilir. Kürt toplumunda her iki olgu da yoğunca yaşanmıştır. Beyliklerin çoğu daha geniş devletlere dönüşmüşlerdir. 16. yüzyıla kadar Kürt beylikleri bağımsızlığa yakın bir statüde yaşıyorlardı. Halifelere sembolik bağlı- lıkları söz konusuydu. Safevilere karşı Osmanlı İmparatorluğu’na bağlandıkla- rında, özerkliklerini gittikçe yitirmeye başladılar. 1847’de Bedirhan Bey’in şahsında son Botan Beyliği’nin tasfiye edilmesiyle sonları geldi. Tarikatlar, özellikle Kadirîler ve Nakşibendîler, paralel örgütlenmeler olarak sık sık beylik- lere karşı alternatif olarak kullanıldılar. Sultanlar çıkarlarına göre her iki ke- simden de yararlandılar. 19. yüzyılda beyliklerin sonu getirilince öne çıkarılan tarikatlar Kürt toplumundaki temsil düzeylerinde büyük gelişme sağladılar. Şüphesiz isyanlara karşı kullanıldığı için bu rol olumsuzdu. Bu yüzden toplum üzerinde derinliğine tahribata yol açtılar. Hamidiye Alayları Kürt toplumunda çok daha yıkıcı sonuçlara yol açtı. Kürt üst tabakasını hem kendi içinde hem de Ermeniler, Süryaniler ve Arap aşiretleriyle çatıştırdı. Böylece Kürt işbirlikçi- liğinde en olumsuz aşamaya geçildi. 19. yüzyılla birlikte Kürt toplumunda yaşanan gelişmeler iç dinamiklerin sonucu değildi. Gerici, işbirlikçi ve giderek inkârcı tarz gelişmelere damgasını vuruyordu. Üst tabakalar iktidara bağlanma ve rant sağlama karşılığında Kürt- lükten vazgeçmeyi temel politika, daha doğrusu politikasızlık haline getirdiler. Kürt toplumu tarihinin en büyük ihanetini kapitalist moderniteyle bağlantılı olarak son iki yüz yılda yaşadı. Burada belirleyici olan üst tabakanın maddi çıkarlarıydı. Kürt toplumuna bağlılık, ulusal toplum peşinde koşma ve savaş- mayı gerektiriyordu. Bu temelde geliştirilen isyanlar da başarılı olamayınca, hızla iktidara teslim olma, sağlanan rant karşılığında Kürtlükten vazgeçme, Kürtlüğe ihanet etme, hatta tasfiyesinde rol üstlenme kaçınılmaz oluyordu. Aksi halde maddi yaşamlarını sürdüremezlerdi. Geriye öndersiz ve bilinçten yoksun yığınlar kalıyordu. Bunlar da binlerce yıl önceki formlara, ilkel klan ve kabile toplumuna dönüyorlardı. Tarikatların pençesine düşenler toplumsal gerçeklikten tümüyle kopuyorlardı. Çünkü bu yüzyıllarda tarikatlar esas olarak üstten itibaren ajanlaşmanın en etkili kurumlarına dönüşmüşlerdi. Bu dönem- de toplumsal boyutta gözlemlenen en önemli gelişme, kabile ve aşiret dışına taşmış, beylik ve tarikat örgütlenmelerinde yer bulamamış, daha doğrusu dışlanmış geniş toplumsal kesimlerin oluşmasıdır. Dolaylı da olsa kapitalist gelişme sonucunda oluşan mülksüzleşme, emeğini ücret karşılığında piyasada değerlendirme durumunda kalan bir proleterleşme söz konusuydu. Bunlar yarı çiftçi, ortakçı, mevsimlik ücretli işçi konumundaki kimseler, daha doğrusu kimsesizlerdi. Sayıları gittikçe artıyordu. Tabanda oluşan bu kesime kategorik olarak Kurmanc, ‘Kürt insanı’ denilmekteydi. Giderek Kurmanclıkla Kürtlük çakıştı. 19. ve 20. yüzyıllarda Kürt denildiğinde genellikle Kurmanc anlaşılırdı. Burada ilginç olan, Türk boylarında yaşanan gelişmenin bir benzerinin geç de olsa Kürt aşiretlerinde de yaşanmasıdır. Bu daha öncesinde Araplarda ya- şanan Medeni-Bedevi (şehirli Arap-çöl Arap’ı) ayrışmasının karşılığı oluyordu. Türk üst tabakası iktidar temelinde alt tabakadan ayrıştıkça, Türkmen toplu- lukları oluşup genişliyordu. Türkmen kendi üst tabakaları tarafından hakir görülüp ‘idraksiz Türk’ olarak damgalanıyordu. Hâlbuki geleneksel Türklük Türkmenlerde yaşanıyordu. Aynı durum gecikmeli de olsa Kürt toplumunun ayrışmasında da ortaya çıkıyordu. Buradaki temel fark, Arap ve Türk üst ta- bakaları daha çok devletin hâkim unsuru iken, Kürt üst tabakasının işbirlikçi bir kesimi oluşturmasıydı. Arap ve Türk üst tabakası kendine özgü bir Araplı- ğı ve Türklüğü yaşarken (Türk üst tabakasında oldukça güçlü yaşanan, koz- mopolit, Arap ve Fars dili ve kültürü karışımı bir saltanat kültürüydü), Kürt üst tabakası iktidarda yer almanın karşılığı olarak Kürtlükten, özellikle ulusal ve siyasi Kürtlükten büyük oranda kopuyor, çoğunlukla Kürtlüğe ihanet ediyordu. İktidara uşaklık etmenin başka bir yolu yoktu. Dolayısıyla giderek kala- balıklaşan kesim (Bedeviler ve Türkmenlerde olduğu gibi) Kurmanclar oluyor- du. Kürtlük olgusu da esas olarak bu kesimin niteliği haline geliyordu. Kabile ve tarikat toplumundan ulusal topluma dönüşümün bu primitif, ilkel şekli bundan sonra çağdaş Kürt toplumunu oluşturacak asıl kesim olacaktır. Ser- best hale gelen işgücünün sahibi olarak Kurmanclar sanayi devriminden yok- sun oluştukları için ekseriyetle işsizdi. Ortakçılık tarımsal alanda en çok geli- şen yarı-proleterleşme biçimiydi. Ardından mevsimlik ırgatlık işgücü geliyor- du. Sömürge ve yarı-sömürge toplumlarda yaşanan benzeri bir durumdu bu. Önce köylerde gelişen Kurmanclık günümüze doğru kentlere doluşacak, varoş- ların esas kitlesi olacaktı. Yurtdışına göçün de temel kitlesiydi. Siyasi ve kültü- rel boşluk yaşayan bu kesimin çağdaş sosyal boyutu temsil etme iddiasıyla ortaya çıkan PKK’nin temel kitlesini oluşturması tesadüf değildir. Kürtlerde üst ve alt tabakalarda meydana gelen çağdaş dönüşümler kendi- ne özgü farklılıklar içerir. Kürtlerdeki üst tabakaya burjuva demek epey zor- lama olacaktır. Burjuvalaşma yaratıcı bir sınıf olarak Batı Avrupa’nın yeni bir sisteme geçiş gücüdür. Burjuvazi kendine özgü bir kültürü ve tekniği birlikte geliştirdi. Siyasi kültürünü iktidara taşıdı. Kâr temelli ekonomik sektörleri öne çıkardı. Bu temelde dünya çapında hegemonyasını kurdu. Kendine bağlı olu- şan bağımlı coğrafyalardaki burjuvalaşma taklitçi olmak durumundaydı. Tüm hegemonik sistemlerin benzer bir özelliği vardır. Ortadoğu kültüründe de yaşanan, bu evrensel gelişmenin bir biçimiydi. Fakat binlerce yıllık merkezî uygarlık sistemine öncülük eden Ortadoğu, kapitalist modernite karşısında daha çok direndi. Hegemonik sistemin kuklası haline gelen Osmanlı ve İran İmparatorluklarında yaşanan bu gerçeklikti. Burjuvalaşmaya karşı uzun süre direnme yaşandı. Burjuvalaşmaya karar verildiğinde de, tümüyle yok olmak- tansa onun bürokratik biçimi esas alındı. Bürokratik burjuvazi devlet eliyle burjuvalaşma demektir. Daha genel olarak, geleneksel iktidar sahiplerinin gerici tarzda geç burjuvalaşmaları söz konusudur. Bu nedenle bu tür burjuva- ların yaratıcılıkları, millilikleri sınırlıdır; daha çok komprador niteliktedirler. Kürt üst tabakasının bu tür burjuvalaşma imkânı da yok denecek kadar azdır. Kendisi herhangi bağımsız veya yarı-bağımlı bir devletin sahibi olmadığı ve tarihsel olarak da köklü bir işbirlikçiliği ve inkârcılığı yaşadığı için Kürt burjuvalaşması sözde kalmaktadır. Ne milli pazar için savaşacak gücü ne de buna yönelik bir siyasal kültürü söz konusudur. Tersine, ancak kendi pazar kavgasından ve onun milli kültüründen vazgeçtiğinde, çok kısıtlı da olsa ya- şamasına imkân tanınmaktadır. Dolayısıyla 19. ve 20. yüzyıl boyunca bireysel sesler dışında bir Kürt burjuva retoriğine tanık olamıyoruz. Tersine kraldan daha kralcı bir tavırla (Tarihte bunun örnekleri çoktur) Kürtlüğün tasfiyesinde rol aldıkça kârlarını arttırıyorlardı. Âdeta kural haline gelen bu eğilime uygun olarak, birbirleriyle ulusallıkta değil, ulusal inkârcılıkta yarışıyorlardı. Tarihsel kökenleri de bu eğilime oldukça yatkındı. Bireysel unsurlar dışında yaratıcı ya da bürokratik burjuvalar olarak bir Kürt üst tabakasından bahsetmek müm- kün görünmemektedir. Burjuva sınıf kültüründen bahsetmek daha da zordur. yordu. İktidara uşaklık etmenin başka bir yolu yoktu. Dolayısıyla giderek kala- balıklaşan kesim (Bedeviler ve Türkmenlerde olduğu gibi) Kurmanclar oluyor- du. Kürtlük olgusu da esas olarak bu kesimin niteliği haline geliyordu. Kabile ve tarikat toplumundan ulusal topluma dönüşümün bu primitif, ilkel şekli bundan sonra çağdaş Kürt toplumunu oluşturacak asıl kesim olacaktır. Ser- best hale gelen işgücünün sahibi olarak Kurmanclar sanayi devriminden yok- sun oluştukları için ekseriyetle işsizdi. Ortakçılık tarımsal alanda en çok geli- şen yarı-proleterleşme biçimiydi. Ardından mevsimlik ırgatlık işgücü geliyor- du. Sömürge ve yarı-sömürge toplumlarda yaşanan benzeri bir durumdu bu. Önce köylerde gelişen Kurmanclık günümüze doğru kentlere doluşacak, varoş- ların esas kitlesi olacaktı. Yurtdışına göçün de temel kitlesiydi. Siyasi ve kültü- rel boşluk yaşayan bu kesimin çağdaş sosyal boyutu temsil etme iddiasıyla ortaya çıkan PKK’nin temel kitlesini oluşturması tesadüf değildir. Kürtlerde üst ve alt tabakalarda meydana gelen çağdaş dönüşümler kendi- ne özgü farklılıklar içerir. Kürtlerdeki üst tabakaya burjuva demek epey zor- lama olacaktır. Burjuvalaşma yaratıcı bir sınıf olarak Batı Avrupa’nın yeni bir sisteme geçiş gücüdür. Burjuvazi kendine özgü bir kültürü ve tekniği birlikte geliştirdi. Siyasi kültürünü iktidara taşıdı. Kâr temelli ekonomik sektörleri öne çıkardı. Bu temelde dünya çapında hegemonyasını kurdu. Kendine bağlı olu- şan bağımlı coğrafyalardaki burjuvalaşma taklitçi olmak durumundaydı. Tüm hegemonik sistemlerin benzer bir özelliği vardır. Ortadoğu kültüründe de yaşanan, bu evrensel gelişmenin bir biçimiydi. Fakat binlerce yıllık merkezî uygarlık sistemine öncülük eden Ortadoğu, kapitalist modernite karşısında daha çok direndi. Hegemonik sistemin kuklası haline gelen Osmanlı ve İran İmparatorluklarında yaşanan bu gerçeklikti. Burjuvalaşmaya karşı uzun süre direnme yaşandı. Burjuvalaşmaya karar verildiğinde de, tümüyle yok olmak- tansa onun bürokratik biçimi esas alındı. Bürokratik burjuvazi devlet eliyle burjuvalaşma demektir. Daha genel olarak, geleneksel iktidar sahiplerinin gerici tarzda geç burjuvalaşmaları söz konusudur. Bu nedenle bu tür burjuva- ların yaratıcılıkları, millilikleri sınırlıdır; daha çok komprador niteliktedirler. Kürt üst tabakasının bu tür burjuvalaşma imkânı da yok denecek kadar azdır. Kendisi herhangi bağımsız veya yarı-bağımlı bir devletin sahibi olmadığı ve tarihsel olarak da köklü bir işbirlikçiliği ve inkârcılığı yaşadığı için Kürt burjuvalaşması sözde kalmaktadır. Ne milli pazar için savaşacak gücü ne de buna yönelik bir siyasal kültürü söz konusudur. Tersine, ancak kendi pazar kavgasından ve onun milli kültüründen vazgeçtiğinde, çok kısıtlı da olsa ya- şamasına imkân tanınmaktadır. Dolayısıyla 19. ve 20. yüzyıl boyunca bireysel sesler dışında bir Kürt burjuva retoriğine tanık olamıyoruz. Tersine kraldan daha kralcı bir tavırla (Tarihte bunun örnekleri çoktur) Kürtlüğün tasfiyesinde rol aldıkça kârlarını arttırıyorlardı. Âdeta kural haline gelen bu eğilime uygun olarak, birbirleriyle ulusallıkta değil, ulusal inkârcılıkta yarışıyorlardı. Tarihsel kökenleri de bu eğilime oldukça yatkındı. Bireysel unsurlar dışında yaratıcı ya da bürokratik burjuvalar olarak bir Kürt üst tabakasından bahsetmek müm- kün görünmemektedir. Burjuva sınıf kültüründen bahsetmek daha da zordur. 20. yüzyılda kendini İttihat ve Terakki Cemiyeti ve Türkiye Cumhuriyeti olarak örgütleyen Beyaz Türk burjuvazisinin niteliğini kısmen açıklamıştık. Gerçekten de bu şablonlar altında bürokratik yanı ağır basan bir burjuvalaş- ma vardı. Bunun iktidara dayalı bir burjuvalaşma olduğu kesindir. Ayrıca dıştan bir hegemonik güce dayanmaksızın oluşamazdı. İçte ise daha erken burjuvalaşan Hıristiyan Ermeni ve Rum burjuvalarını tasfiye ettikçe gelişebi- lirdi. Ermeni ve Rum tasfiyelerini (soykırımlarını) bu sınıfsal ve hegemonik gerçeklik temelinde çözümlemek en doğrusudur. Beyaz Türk burjuvazisinin hegemonik gücü esas olarak Yahudi sermayedarlar ve kültürel unsurlarıydı. Daha doğrusu, bunlar hem maddi hem de ideolojik açıdan hegemonik ko- numdaydılar. Ayrıca yüzyıllardan beri Ermeni ve Rum burjuvaları önlerinde bir engel konumunda bulunuyordu. Azami kâr kanunu gereği bu engellerden kurtulmaları gerekiyordu. Birinci Dünya Savaşı ve Ulusal Kurtuluş Mücadelesi kendilerine bu fırsatı sundu. Kendi fideliklerinde yetiştirdikleri Türkleri ve Müslüman azınlıklardan gayri milli unsurları kendi önderliklerinde ustaca birleştirdiler. Her iki savaştan hâkim güç olarak çıktılar. Ayrıca dünya çapında İngiliz hegemonyasındaki güçlü konumları kendilerini büsbütün şanslı kılıyor- du. İngilizlerle uzlaşma temelinde Cumhuriyet’in ilanı bu kesimlere eşsiz bir fırsat sundu. Yeni Cumhuriyet hem coğrafya hem de nüfus olarak kapitalist azami kâr için büyük potansiyel taşıyordu. Ermeniler ve Rumlar tasfiye edil- miş, dik başlı davranan Çerkezler sistemin dışında bırakılmıştı. Geriye kalan Müslüman Balkan ve Kafkas kökenli kesimlerden Cumhuriyet’in ideal bürokrat kadroları derlenebilirdi. Araplar da dışlanmıştı. Geriye olası tek büyük tehdit kaynağı olarak Kürtler kalmıştı. Her ne kadar çoktan işbirlikçi kesilmişse de, Kürt üst tabakasının iktidar- dan daha çok pay almak ve eski statüleri peşinde koşmak istemesi tehlike oluşturabilirdi. Ayrıca her an ayaklanabilecek potansiyel bir halk kitlesi oluş- muştu. Anlaşılıyor ki, 1925’te İngilizlerin senaristliğini yaptığı Kürt kırımında bu temel gerçeklikler belirleyici olmuştur. Anadolu’daki azami kârın garanti edilmesi tıpkı Ermeni, Rum ve Süryani kırımında olduğu gibi Kürtlerin de köklü hallini gerektiriyordu. Hegemonik güç olarak İngilizlerle Yahudi serma- yedarlar ve Siyonist kadrolar bu konuda Türk bürokratik burjuva unsurlarla sıkı gizli ve komplovari bir ittifak temelinde uzlaşmışlardı. Bu uzlaşma Beyaz Türk olgusunu kavramak açısından kilit önem taşır. Bu ittifakın ilk meyvesi Şeyh Sait önderlikli gelişen ve provoke edilen direnişin amansızca ezilmesi, ardından Musul-Kerkük’ün İngiliz hegemonyasına terk edilmesidir. Yine bu ittifak gereği sosyalistler ve İslâm ümmetçileri de amansızca tasfiye edildi. Saltanat ve hilafet lağvedildi. Tarihi 1920 ile başlatan, öz Türk ve İslâm kültü- rü ile ilişkisi olmayan, öykündükleri Aydınlanmacı Avrupa kültürü ile de ilgisi bulunmayan, yeni bir tanrısallık diyebileceğimiz tuhaf bir ideolojik ve siyasi kültür geliştirildi. Bu yeni ideoloji ve kültür katı homojen bir toplum yaratma- yı hedefliyordu. Mutlak itaat peşindeydi. Demokrasinin var olan unsurları ve kırıntıları da bahsedildiği gibi tasfiye edilmişti. Dolayısıyla genelde tüm Kürt- lük özellikleri, özelde Kürt üst tabakası ya bu katı ve homojen toplum hedefi içinde gönüllü veya zorla eritilecek ya da yok edilecekti. Yok edilmenin karşılı- ğı isyanlar bahanesiyle fiziki tasfiyeydi. Pozitivist felsefe gereği buna inanılmış ve aynı kararlılıkta uygulanmıştı. Yoksa iddia edildiği gibi o dönemde bilinçli, örgütlü, tehlike arz eden bir Kürt direnişi yoktu. Ama direnişin güçlü bir potansiyeli oluşuyordu. Söz konusu olan, isyan bahanesi veya komplolarla bu potansiyeli yok etmekti. Gerçekleştirilen de bu oldu. Bu tasfiyenin gerçekleştirilmesinde önemli rol oynayan Türk bürokratik burjuva unsurlar, kâr paylarını daha da arttırmak için, İkinci Dünya Savaşı yıllarında Yahudi zenginleri ve sermayedarlarını Varlık Vergisi adı altında tam olmasa da Almanya’dakine benzer bir uygulamaya tabi tuttular. Alman burju- vazisine ebelik eden Yahudi sermayedarların Hitler Almanya’sında Alman burjuvazisi tarafından tasfiye edilip sermayelerine el konulmasının bir benzeri, Hitler’in güçlü olduğu yıllarda genç Türk bürokrat burjuvazisi tarafından daha sınırlı ölçülerde kendisine ‘ebelik’ eden Yahudi sermayesine karşı gerçekleştiri- lecekti. Sermayeleri oldukça kırpılan Yahudiler ya çok azla yetindiler ya da çoğu gittikçe hızlanan göçlerle Anadolu’yu terk etti. Türk bürokratik burjuva- zisi bu tasfiye hareketini kendi dışındaki diğer Türk üst tabakasına karşı da uyguladı. Özellikle toprak sahibi ve tüccar-esnaf erbabına göz açtırılmadı. Kürtler ise soy olarak hep hedef olmaya devam edeceklerdi. 1950’ler sonrasın- daki darbeler, iç savaş ve komplolar süreci bu geleneğin daha da yoğunlaşarak devam etmesidir. 1980’ler sonrasında Kürtler üzerinde doruğa vardırılan komplo, imha, işkence, köylerin boşaltılması, Kürtçenin yasaklanması aynı hegemonik gücün NATO-Gladio takviyeli olarak yürüttüğü en kapsamlı son uygulamalarından başka bir şey değildir. Yani yüz yıllık bir geleneğin hız ve kapsam bakımından büyütülen uygulamalarından başka bir anlama gelmez. O halde Cumhuriyet Türkiye’sinde Kürt sosyal gerçekliği ağır tasfiyeyi ya- şayan bir gerçekliktir. Kürt gerçekliği çelişik bir konumu yaşamaktadır. Var olmakta ısrar bir direnme gerekçesi iken, homojen toplum yaratma adına tasfiye planı da bir yok etme gerekçesidir. Dolayısıyla Kürt sosyal gerçekliği herhangi normal bir sosyal gerçeklik değildir. Üst tabakası tarihsel olarak Kürt sosyal gerçekliğinden kültürel ve siyasal kopuşu gerçekleştirmiş, işbirlikçi ve ihanetçi bir konuma savrulmuş iken, geriye kalan ideolojisiz ve öncüsüz ana kitle asimilasyona yatırılmıştır. Bu yetmezse, herhangi bir bahaneyle başlarının ezilmesi devreye girer. Hedef, Kürtlükten kolektif olarak tamamen vazgeçir- mek, geriye hiçbir iddiası olmayan, Kürtlüğünden utanan, Kürtlüğe bulaştı mı başına en büyük tehlikeyi alan, işsiz ve beş para etmez bir duruma indirgen- miş bir Kürtlük (eğer geriye bir şey kalmışsa) bırakmaktır. Belki de çağdaş dünyada bu tür bir sosyal realitenin ikinci bir örneği yoktur. İşin daha da vahim tarafı, gerçeğin bu yönlü bilincine ya çok az varılması ya da hiç varıl- mamasıdır. Ortada ne bilinçli ve kültürlü olarak bir Kürt burjuvazisi (Zaten buna niyet bile edilmedi) ne de çağdaş proleter veya küçük burjuva sınıf var- dır. Bu durumda gölge veya sanal sınıflardan bahsetmek gerekiyor. Kürt yurt- severliğini, ulusallığını ve toplumsallığını biraz da bu sanal hale getirilmiş gerçekliğe karşı inşa etmenin ne denli zor olduğu bu çözümlemeler temelinde herhalde daha iyi anlaşılacaktır. Hareketin, özellikle PKK Hareketi’nin dayanmak istediği zemin, Kürt varlı- ğının kendilik olmaktan çıktığı, hayal kabilinden bile olsa öz bilinç edinme cesaretinin gösterilmediği, Kürt insanının direniş konumuna geçtiğine bin pişman edildiği, anavatan, ulusallık ve öz sosyallik ideasının ya hiç edinilmedi- ği ya da çoktan terk edildiği bir zemindi. Bu zeminde bir varlık ve özgürlük ideolojisi ile direniş-kurtuluş hareketi olmanın ne kadar zor olduğu daha iyi anlaşılacaktır. 2000’li yılların başlarından itibaren Beyaz Türk hegemonik sisteminde bir dönüşüm yaşanmaktadır. Geçmişi 1970’lere dayansa da, hegemonik iktidar kayması bu yıllarda gerçekleşmeye başlamıştır. Dünyadaki hegemonik iktidarla bağlantılı olan bu gelişme, ABD’nin ‘Yeşil Kuşak’ teorisinin Türkiye Cumhuri- yeti’ne yansımasını ifade etmektedir. Değişiklik özde değil biçimdedir. Bilindiği üzere ‘Yeşil Kuşak’ teorisi Ortadoğu’daki hegemonik sistemle ilgilidir. Kapita- list hegemonik sistem özellikle İngiltere ve ABD önderliği altında son iki yüz yılda inşa edilen hegemonik sistemin korunması ve geliştirilmesi, değiştirilmesi halinde kırılmaması ve elden gitmemesi gibi sorunlarla uğraşmakta, bu sorun- lara çözüm bulmaya çalışmaktadır. Birinci Dünya Savaşına, hatta Hitler reji- miyle birlikte İkinci Dünya Savaşına kadar Almanların Ortadoğu’ya yönelik hegemonik ideası vardı. Birinci Dünya Savaşından sonra Sovyetler Birliği’nin yükselişi ve İkinci Dünya Savaşından sonra Ortadoğu üzerinde rekabete gi- rişmesi aralarında ‘Soğuk Savaş’ın yaşanmasına yol açtı. ‘Yeşil Kuşak’ asıl ola- rak Sovyet Rusya’nın bölgeye yönelik hegemonyasını kırmaya yönelikti. Sovyet Rusya’nın Afganistan’daki bozgunuyla birlikte başarılı da olmuştu. İran Dev- rimi ‘Yeşil Kuşak’ teorisinde kargaşaya yol açmakla birlikte, özde bunu değiş- tirmedi. Esas olarak bölge halklarının demokratik dönüşümünü kırmaya yöne- lik yönü sürdürülmeye devam etti. Türkiye Cumhuriyeti’nde 12 Eylül askeri darbesiyle resmi ideoloji haline getirilen Türk-İslâm sentezi aslında ABD ve İngiltere patentli bir çıkıştı. O dönemdeki İran Devrimi ve Afganistan’daki Sovyetler Birliği İşgali (1979- 1980), ABD ve İngiltere ağırlıklı hegemonik sistemi bu gelişmeler karşısında TC üzerinden tedbir geliştirmeye zorladı. Sonuç Türkiye devrimci mücadele- sinin acımasızca bastırılması ve Kürdistan’da soykırım uygulamalarının derin- leştirilmesiyle birlikte Ortadoğu’nun güvenilir jandarması olmaktı. Türk devlet rejimi bu amaç kapsamında bütünüyle Gladiolaşmıştı. Olan aslında gizli NA- TO ordusu Gladio’nun kapsamlı biçimde kullanılmasıydı. Bugün Irak ve Afga- nistan’da yaşanan savaşı da aslında ilk defa Türkiye’de harekete geçirilen bu Gladio aygıtları yürütmektedir. Son NATO Zirvesi bu savaş konseptini NA- TO’nun yeni resmi stratejisi olarak ilan etmeye (2010 sonlarındaki Lizbon Zirvesi) hazırlanmaktadır. Beyaz Türk faşizmi, Gladio’nun kendisine sunduğu olanaklardan yararlana- rak, 1985’le birlikte Kürtleri tümüyle tarihten silmeye çalıştı. Bu noktada ara- larında bir çelişki çıktı. Tıpkı 1923’teki Musul-Kerkük çelişkisi gibi, aynı bağ-lamda Irak Kürdistan’ını da kontrol altına almaya çalışan Beyaz Türk faşizmi, doğuşunda olduğu gibi karşısında yine İngiltere ve stratejik ortağı ABD’yi buldu. Eski çelişkiler yine canlandı. Faşizm görünüşte PKK’nin tasfiyesini he- defliyordu. Fakat objektif olarak tüm Kürtler hedef konumuna düşürülüyordu. Dolayısıyla ilgili güçlerle çelişki daha da arttı. İran, Irak ve Suriye rejimleri de sürece dahil oldu. Ayrıca PKK’nin 1925-1940 sürecindeki direniş hareketleri gibi kolay tasfiye olmayacağı anlaşılmıştı. Bu durum seksen yıllık (1925-2002) Beyaz Türk faşist hegemonyasının ciddi bir sarsıntı geçirmesi ve çöküş yaşa- ması anlamına geliyordu. Sosyal bakımdan tüm iç rakiplerinden kurtulmuş Beyaz Türk bürokratik burjuvazisi (İlk defa Siyonist ortaklarını da epeyce darbeleyip önemli bir kısmını dışlamaya başlamıştı) tam hegemonyasını kur- muşken (Türk Gladio’sunun PKK’yle savaşında tüm sistem kanallarını kontro- lü altına alması), karşısına umulmadık biçimde ABD-İngiltere karşı hegemon- yası çıktı. Aslında Türk Gladio rejiminin (Özellikle Doğan Güreş, Tansu Çiller ve S. Demirel, E. İnönü, M. Ağar dönemi) sınırsız yetkiyle donanmasında ABD, İngiltere ve diğer Batılı müttefiklerin onayı tamdı. Çelişki PKK’nin Irak Kürdis- tan’ındaki varlığından kaynaklanıyordu. Bu amaçla 1984-1999 (15 Ağustos Hamlesinden A. Öcalan’ın 15 Şubat 1999’da komployla yakalanmasına kadar) döneminin sonuna kadar her tür kontrgerilla eylemini birlikte kararlaştırıp uyguladılar. Güneyli Kürt işbirlikçi güçleri de buna tam destek verdiler. Ama Beyaz Türk faşizmi daha fazlasını istiyor, tüm Kürtlerin tasfiyesini planlıyordu. Batılı sistem bu noktada durdu. Ankara merkezli Beyaz Türk faşist rejimi kendini yalnız bulmaktan dehşete kapıldı. Daha ileri giderse Hitler gibi yargı- lanması da söz konusu olabilirdi. Tam bu çelişki yoğunlaşırken, ABD ve müt- tefiklerinin Afganistan ve Irak operasyonları devreye girdi. Bu durumda Türk Gladio’sunun Saddam Hüseyin rejimi ve Pakistan askeri istihbaratıyla kurulu stratejik ilişkileri açığa çıktı. Umulmadık biçimde NATO Gladio’suyla Türk Gladio’su (Bu dönemde Ergenekon adıyla tam millileşmişti) karşı karşıya geldi. Süleymaniye’de yaşanan ‘çuval hadisesi’ bu savaşın sembolik işaretiydi. ABD ve İngiltere’nin farkında oldukları bu gelişme sonucunda, geleneksel Beyaz Türk burjuvazisinden desteğini çekme ve ‘Yeşil Kuşak’ teorisi gereği çok önceden besleyip geliştirdikleri Yeşil Türk-Kürt burjuvazisini öne çıkarma ve hegemo- nik güç haline getirme operasyonları peş peşe devreye girdi. Bunun yüzeye vuran en önemli işaretleri Süleymaniye’deki ‘çuval olayı’yla birlikte İstanbul’da bir Sinagog ile HSBC (İngiliz Küresel Bankası)’nin bombalanması, Taliban’ın tekrar harekete geçirilmesi ve Irak muhalefetinin güçlendirilmesiydi. Savaş ABD ile El Kaide arasındaymış gibi görünse de, özünde Türk Gladio’suyla ABD arasına kaymıştı. Sonuçta AKP ABD, İngiltere ve diğer Batılı ortaklarının sivil görünümlü yeni işbirlikçi güçlerinin hegemonik ittifakı öne çıktı. Tamamen millileşen veya yalnız bırakılan Türk Gladio’su, ordu bünyesinde dört defa darbe girişiminde bulunduysa da başarılı olamadı. Cumhuriyet mitingleri, CHP ve MHP’nin ‘Kızıl Elma’ ittifakı bu tepkinin sivil toplum ve siyasi alandaki yansımalarıydı. Bu ittifak Rusya, Çin ve Almanya’dan beklediği desteği alamamıştı. Suriye ve İran’la kurulan ilişkiler ise pek güvenilir olmayıp daha da köşeye sıkışmalarına yol açtı. Bu arada Irak’taki Kürt siyasi oluşumu mesafe katetmişti. AKP’nin sözde başarılı adımları işte bu ortamda gerçekleşti. Tüm bu olan bitenleri AKP’nin seçim zaferi olarak yorumlamak ve R. Tayyip Erdoğan’ın marifetiymiş gibi yansıtmak bir propaganda oyunudur. Savaşın asıl güçleri örtülü ve çok kapsamlı hareket ediyorlardı. Tıpkı 1920’lerdeki gibi Anadolu ve Mezopotamya üzerinde büyük bir hegemonik savaş verilmekteydi. Daha da tipik olan, Yahudi sermayesinin bu hegemonik savaştaki konu- muydu. Seksen yıllık Beyaz Türk burjuvazisinin hegemonik savaşında temel müttefiki Siyonist milliyetçi Yahudi sermayesiydi. İsrail’in inşa edilmesi süreci bu stratejik ittifakı gerekli kılıyordu. İsrail’in günümüzdeki gücü bilinmektedir. Eskisi kadar Beyaz Türk burjuvazisine muhtaç değildir. Bunun tersi geçerlidir. Dolayısıyla aralarındaki ilişkinin sarsıntı geçirmesi beklenebilirdi. Fakat bu durum TC’deki oluşumlarda ve yeni hegemonik gücün inşasında Yahudi ser- mayesinin etkisiz kalacağı anlamına gelemezdi. Bu sermayenin Siyonist milli- yetçiliğine pek yatmayan, daha küresel hareket eden ve özellikle finans alanın- da etkili olan kesimleri aktif olarak devreye girdiler. Türkiye’yi ‘sıcak para’ya boğanlar bu kesimlerdi. AKP’yi esas finanse eden kesim bunlardır. Evrensel, küresel Yahudi sermayesi ve ideolojisi (Evangelizm) diyebileceğimiz bu kesim, Siyonist sermaye ve ideolojinin yerine kolaylıkla ikame edildi. Zaten bu serma- ye ve ideolojileri temsil eden iki kesim arasında aşılmaz Çin Seddi yoktur. Kısacası Konya-Kayseri merkezli (ilki ideolojik, ikincisi sermaye ağırlıklı) yeni Yeşil Türk burjuvazisinin iç ve dış hegemonik güçlerle birlikte inşa ettiği Ilımlı İslâmî Türkiye Cumhuriyeti dönemi başlıyordu. Cumhuriyet’in inşa edildiği ilk yıllardan 2000’li yılların başlarına kadar he- gemonik sermaye ve ideolojiden sorumlu, onunla büyüyen ve güçlenen sosyal kesime Beyaz Türk derken, bununla salt Türk orijinini kastetmiyoruz. Bunun içinde dış hegemonik sermaye ve ideolojinin belirleyici önderlik payı vardır. Özcesi genelde Avrupa, özelde İngiltere hegemonik sermaye ve ideolojik gü- cünü ve diplomatik uzlaşmasını hesaba katmadan Türkiye Cumhuriyeti’ni kavramak mümkün değildir. Kavradığını iddia etmek, örneğin Cumhuriyet’in mutlak bağımsız milli sermaye ve öz milli ideolojiyle inşa edildiğini söylemek kendini aldatmak ve yanlışa mahkûm etmektir. Aynı genelleme Beyaz Türk burjuvazisinin yerine inşa edilmeye çalışılan Yeşil Türk burjuva hegemonyası için de çok daha fazlasıyla yapılabilir. Çünkü Cumhuriyet’in başlangıç yılların- da Kurtuluş Savaşından alınan güçlü bir bağımsızlık ruhu vardı ve içte özgür hareket imkânları daha fazlaydı. Ayrıca kapitalist hegemonik güçler Birinci Dünya Savaşından büyük güç kaybederek çıkmışlardı. İngiltere kendi içinde bile zorbela ayakta duruyordu. Devrim tüm Avrupa devletleri için yakın tehli- ke durumundaydı. Daha da önemlisi, Beyaz Türk burjuvazisi hem fiili hem de objektif olarak Sovyet Rusya’dan destek alıyordu. Oysa yeşil sermaye ve ideo- lojinin böylesi konjonktürel bir durumu yoktur. Mevcut birikim İstanbul ve Ankara merkezli tekelci bürokratik sermayenin yoğun denetimi altındadır. Geleneksel İslâm ideolojisine (İktidar İslâm’ı) ve İslâmî addedilen uluslararası sermaye odaklarına dayansa da, bu imkânlar hegemonya tesisi için sınırlıdır. Dolayısıyla dünya kapitalist hegemonik sistemine önemli oranda bağımlı olma- sı kaçınılmazdır. AKP üzerinden bu bağımlılık durumu açıkça okunabilir. AKP dışta küresel sermayeyle sıcak ilişkiler geliştirerek, içte genelde demokratik- leşme ve özelde Kürt sorununun çözümünü sürekli gündemde tutarak, çöz- mek yerine çözecekmiş gibi bir pozisyonu kullanarak, karşı hegemonik güç odaklarının (kısmen ordu, yargı, CHP, MHP ve bağlı sol örgütler) bu konular- da tıkanmış çözümsüzlük halini propaganda ederek tırmanışını sürdürdü. Cumhuriyet’in ilk yıllarındaki hegemonik inşada olduğu gibi, yeni hegemonik iktidar tesisinde de motor güç, dış kaynaklı İngiltere ve özellikle ABD’ydi. Bu bağlamda küresel finans kapitalin desteği belirleyici oldu. İdeolojik alanda da Siyonist milliyetçiliğin Beyaz Türk türevi yerine, evrensel Yahudiciliğin Evan- gelist, Kabalacı ve Karaimci unsurlarının dinsel yaklaşımları etkileyici rol oy- nadı. İslâmcı veya Yeşil Türk olarak kavramlaştırabileceğimiz bu yeni hegemo- nik tırmanış devam etmektedir. Dayandığı strateji ve taktikleri kullanmakta daha da ustalaşmıştır. Hedef olarak Cumhuriyet’in 100. yıldönümünde hege- monik inşanın tamamlanmasını öngörmektedir. Kürtler açısından bu yeni hegemonya üzerinde önemle durulmayı gerek- tirmektedir. Bu hegemonya bu konuda (Kürt sorununda) bir yandan Kürt kırımında büyük rol oynamış ve mesafe kat etmiş Beyaz Türk bürokratik ve tekelci (İkisi hep iç içe oldu) iktidar ve sermayeye yüklenirken, diğer yandan kendi hegemonyasını kuruluş aşamasındaki yöntemler de dahil, daha gelişkin yöntemlerle pekiştirip öncekini aratmayacak biçimde yürütmektedir. Bu iş için esas gücünü dış sermaye ve ideolojik aygıtlardan (think-tank kuruluşları) alırken, ordunun desteğini sağlamak için de İslâm’ı kullanma ustalığını pazar- lamaktadır. Tüm meşruiyetini yitiren Beyaz Türk faşist argümanlar yerine, meşrulaştırıcı ideoloji olarak ‘din kardeşliğini’ ve ‘tarihsel beraberliği’ (özde değil, demagojik tarzda) kullanmaktadır. Irkçı milliyetçiliğin ve inkârcı ulusal- cılığın iflasını kullanarak, orduyu ve diğer bazı bürokratik kurumları ancak İslâm’ın kullanılmasıyla Kürtlerin hepsini olmasa da önemli bir bölümünü kontrol altında tutulabileceği konusunda ikna etmeye çalışmaktadır. Özcesi, dinin Kürtler üzerindeki geleneksel etkisi, yeşil sermayenin hegemonik hesap- larında önemli yer tutmaktadır. Bu konuda geleneksel tarikatlarla yeni açılan ve daha da açılacak olan Kuran Kursları, İmam Hatip Liseleri ve benzer öteki ideolojik aygıtlar devreye sokulmaktadır. Nakşîlik ve Kadirilik başta olmak üzere, tarihte olduğu gibi üst kesimi hep iktidardan geçinen ve son dönemde bizzat holdingleşen tarikat önderlikleri önemli bir koz olarak kullanılmaktadır. Bazıları vurucu güç (Hizbullah kanatları) rolünü oynamaktadır. Yeşil sermaye hegemonyası dinin istismar aracı olarak kullanılmasında büyük çıkar ummak- tadır. İkinci önemli istismar ayağı, yapay bir Kürt burjuvazisi oluşturmaktır. Ge- leneksel feodal işbirlikçilik yerine, modern Kürt burjuva işbirlikçiliği geliştiril- mektedir. Irak Kürdistan’ındaki siyasi oluşum bu amaçla yoğun biçimde kulla-nılmaktadır. Kürdistan genelinde tüm sermaye gruplarına buradaki ekonomik yatırımlarda öncülük şansı tanınmaktadır. Arabistan’da Dubai’nin oynadığı rolün benzeri Kürdistan’da Erbil’e oynatılmak istenmektedir. Süleymaniye ve Diyarbakır ikinci ayak olarak düşünülmektedir. Bu temelde siyasi parti ve sivil toplum örgütleri kurulmaktadır. Sanki Kürtlük davasına can, mal ve akıl gücü vermişlermiş gibi, sahte bir Kürtçülük türü de bu projede bir paravan olarak kullanılmaktadır. Bu oluşumun arkasında bulunan küresel sermaye, tıpkı Tür- kiye’de olduğu gibi bu işte de belirleyici rol oynamaktadır. Hem küresel sermaye hem de Türk sermayesi bir Kürt burjuva oluşumuna yoğun ilgi göstermekte, âdeta kendilerinin uzantısı, maketi durumunda olan bir sosyal oluşum inşa etmektedirler. Esas hedefte Kürdistan’da canı ve malıy- la ve zihinsel olarak ağır bedeller ödemiş ulusal ve toplumsal güçlerin devrim- ci demokratik hareketini bölme ve etkisizleştirme vardır. Bunu başardıkları oranda, kendi geleneksel çıkarları kadar, yeni ortaya çıkan sermaye ve rant edinme imkânlarını koruyup geliştirebileceklerini sanmaktadırlar. Daha önce Kürtlüğü inkâr etme temelinde sağladıkları ve korudukları çıkarlarını bu sefer sahte Kürtçülükle (uğrunda hiçbir fedakârlıkta bulunmadığı gibi, bulunanları, can ve kan verenleri şiddet yanlısı ilan edecek denli pervasızlaşan bir Kürtçü- lük) hem devam ettirmek hem de büyütmek istemektedirler. Kürt işbirlikçileri bu konuda tarihsel olarak tecrübeli ve esen rüzgâra göre hareket etmede ustadırlar. Güncel tartışmaya sunulan devlet federalizmi ve Erbil merkezli Kürt ulus-devletçiği küresel sermaye ile yakından bağlantılıdır. Türk ve Arap ulus-devletçiklerinin bir nevi Kürt versiyonu oluşturulmaktadır. Gelişen de- mokratik modernite perspektifli Demokratik Özerk Kürdistan projesine karşı bu temelde bir alternatif sunulmaktadır. Kürt sosyal gerçekliğine milli burjuva enjekte etme çabaları iç dinamikten yoksundur; yapaydır ve dıştan bir dayatmadır. Öyle ki, soykırımı uygulayan güçler çok sıkıştıklarında, yapay işbirlikçi bir Kürt sahte aydın ve burjuva sektör yaratmaktan geri durmamaktadır. Sanki mümkünmüş gibi, Hamidiye Alayları ve köy koruculuğu rant karşılığı bu sahte aydın ve burjuva tabaka ile sürdürülmek istenmektedir. ‘Köy koruculuğu’ ve itirafçılığın entelektüel, siya- sal ve modern sosyal alandaki bir nevi yansımaları ile tamamlanması söz ko- nusudur. Kürt toplumsal gerçekliğindeki iç dinamiklerin önemli oranda kırıl- mış olması, bu yapay ve sahte unsurlara cesaret vermektedir. Bu durum dik- katli ve ustaca yaklaşımlarla bunların maskelerinin düşürülmesini ve gerçek yüzlerinin ortaya çıkarılmasını gerektirmektedir. Yeni hegemonyanın hesapları sadece geleneksel İslâmîk ve yeni yapay un- surların harekete geçirilmesiyle sınırlı değildir. Bu hegemonya Beyaz Türk faşizminin kullandığı diğer tüm yöntemleri de devrede tutmaktadır. Ekono- mik, sosyal, siyasal ve kültürel hegemonyacılık, asimilasyon ve soykırıma kadar varan yöntemlerle ancak insan ve Kürt bireysel hakları (Kolektif haklar olma- dan bireysel hakların olmayacağı ve olsa bile hiçbir anlam ifade etmeyeceği iyi bilinmelidir) argümanı ile üzeri biraz cilalanarak sürdürülmektedir. Kürtlerin vatanı, ulusu ve toplumsal kimlikleri tanınmamaktadır. ‘Tek dil’, ‘tek vatan’, ‘tek ulus’, ‘tek toplum’, ‘tek bayrak’ söylemi olduğu gibi devam ettirilmektedir. Kürtlerin hiçbir anayasal ve yasal statüsü olmadığı gibi, bunu talep etmek bile suç sayılmaktadır. Ekonomik hak, eğitim ve sağlık hakkı, kendini dilediği ulu- sal ve toplumsal kimlikle tanımlama hakları talep etmek bile suçlanma konu- sudur. Siyasi haklar zaten söz konusu edilemez. Yeni hegemonya sadece tüm bu katı hak gasplarını olduğu gibi sürdürmekle kalmamakta; ‘teröre karşı mücadele’ adı altında milyonluk sayılara ulaşan askeri, siyasi, sosyal, ekonomik, kültürel, psikolojik ve diplomatik ordularıyla Kürtlerin varlığını ve özgür ya- şama iradelerini yedi surlu kuşatmalarla ablukaya almakta; devletin ve mütte- fik devletlerin tüm olanaklarını seferber ederek tasfiye etmeyi en temel görev saymaktadır. İttihat ve Terakkici CHP geleneğinin (bürokratik burjuva gele- nek) 20. yüzyıl boyunca demokrasiye, sosyalizme ve kültürel varlıklara karşı yürüttüğü kırım ve asimilasyon, 21. yüzyılda AKP ile farklı cilalarla tamam- lanmaya çalışılmaktadır. Kürt toplumsal gerçekliğinde üst tabaka boyutunda ortaya çıkan bu çağdaş sosyal oluşumların kendi tarihsel kökenleriyle uygunluk içindeki bu olumsuz, katı ve yabancılaşmış unsurları alt tabaka boyutundaki çağdaş gelişmeleri de olumsuz etkilemiştir. Ulusal ve toplumsal kültürü asgari düzeyde de olsa temsil etmeleri gereken modern tabakaların (bireysel istisnalar dışında) oluş- mayışları, oluşanların da yabancılaşmış olup egemen ulusal gerçekliklerin uzantıları konumunda varoluşları, balık baştan kokar misali Kurmanc ve kar- ker tabakaları üzerinde derin tahribatlara yol açmıştır. Yaralı ve çürüklerle dolu bir toplumsal gerçeklik... Bu gerçeklik ne denli yeni ve çağdaş ise, yaralar ve çürüklük de o denli derin ve kapsamlıdır. Kendisi için sınıf ve sosyal alanlar yaratmak şurada kalsın, kendiliğinden sınıf ve sosyal gerçeklikler haline bile gelememektedir. Kendiliğindelik için gerekli güç ve çabadan yoksun kalınmak- tadır. Yeni sınıf ve sosyal kültür geliştirmeyi bir yana bırakalım, geleneksel olandan bile yoksunluk yaşanmaktadır. Kürt sosyal gerçekliği alt tabakalarda ancak marjinal boyutta yaşamaktadır. Kendini egemen ulus ve toplum güçleri içinde eritme gücünden de yoksun olduğu için, âdeta toplumsal kadavralar ve ceset parçaları halinde bulunmaktadır. Çünkü egemen kültürler içinde erimek de yetenek ve güç istemektedir. Bunlar olmayınca, geriye marjinal Kürtlük unsurları kalmaktadır. Aşiretçi, dinci, Kurmancî Kürtlük marjinal kalmayı aşamamakta, modern sınıf ve sosyal tabakalar halini alamamaktadır. Tüm bu durumlar sadece üzerinde uzunca durduğumuz kapitalist moder- nite güdümlü egemen ulus ve toplum gerçekliklerinin genel anlamda geçerli baskı ve sömürülerinin sonucu değildir. Bu baskı ve sömürü Kürtleri ulusal, vatansal, toplumsal, ekonomik ve kültürel gerçeklik olmaktan çıkarmayı amaç- layan kültürel soykırım politikalarıyla ilgilidir. Kürt sosyal gerçekliği dünyada eşine ender rastlanan tüketme uygulamalarıyla karşı karşıyadır. Tüm bu uygu- lamaların doğası çözümlenmeden Kürt olgusu kavranamaz; kavransa da büyük yanlışlıklar taşır. Sonuç kendinden korkan, kaçan, kendini inkâr eden, kendini inkâr ettikçe modern insan halinde kimlik kazanacağını sanan, gafil, sahtekâr, cahil, ukala, kendini bilmez, hak tanımaz, hukuktan anlamaz, siyaset dışı, anormal, tükenmiş bir ‘Kürtlük’tür. Buna marjinal Kürtlük de denilebilir. Belki de norm kazanan bir biçimi kalmadığı için tanımlanması yapılamayan bir olgu söz konusudur. Yahudilerin kendi soykırımlarına ilişkin yaptıkları dünya ça- pında kabul gören bir edebiyatları vardır. Yaşadıkları sayısız filme, romana, bilimsel esere, müziğe ve resme konu olduğu halde, Kürtlerin yaşadıklarına veya Kürtlere yaşatılanlara ilişkin tersi bir durum söz konusudur. Yaşadıkları- nın ne bir edebiyatı, sineması, ne de bilimsel incelenmesi yapılmıştır. Geriye sadece müzik alanında geleneksel bir destan türü kalmıştır. O da tükenmekte, tüketilmektedir. Kürtlük realitesi üzerinde durmaya cesaret ederken, bu hakikatlerin ezici etkisini hep duydum. Onu en uygun açıklama yöntemi bellediğim bilimle ifade etmek istedim. Açıklama yetmedi, siyasetini yapmak istedim. O da yetmedi, savaşına soyundum. O da yetmedi, barışa adım attım. O da bir türlü tutmu- yor. Tüm bunlar Kürt sosyal gerçekliğinin çağdaş halinin ne denli vahim du- rumda olduğunu kanıtlıyordu. Bu satırlarla gerçekleri zorbela dile getirmeyi başarmanın bile asla küçümsenmemesi gerektiğinin farkındayım. Bunları dü- şündükçe dışardaki dost ve yoldaşlara üzülürken, gerçekliğin ikiyüzlü, hiç- yüzlü ifadesiz kılıcılarına karşı öfkemi koruyorum.
Posted on: Wed, 26 Jun 2013 17:59:52 +0000

Trending Topics



Recently Viewed Topics




© 2015