EDEBİYAT NOTLARI 29 Zülfü Livaneli Yaşar Kemal ilk - TopicsExpress



          

EDEBİYAT NOTLARI 29 Zülfü Livaneli Yaşar Kemal ilk romanlarını yazdığı yıllarda, çevre konusu bu kadar önemli bir şey değildi; çevre duyarlılığı hemen hemen yoktu. Hele Türkiye’de, belki de göçebe genlerimizden gelen bir özellikle doğanın kirlenmesi gibi konular hiç gündeme gelmezdi. Deniz kirlenmiş, orman bitmiş, toprak erozyonla yok olmuş, değişen doğa koşulları ceylanları, kartalları yoketmiş... Bu konular kimsenin gündeminde de değildi, umurunda da... İşte o dönemde, Yaşar Kemal, belki de dünyada ilk olarak bu konu üstüne ciltlerce roman yazdı, insanlarda çevre bilinci uyandırmaya çalıştı. Doğanın değişiminin, insanın değişmesi olduğunu vurguladı. Kapitalizmin teknolojiyi kullanarak, üretim kapasitelerini artırmak uğruna doğayı mahvettiğini, doğayı yok ettiğini elli yıl önce yazmaya başladı. Oysa biz bu konuları ancak bugün konuşuyoruz değil mi? İnsan soyunun doğayı yok ederek aslında kendini yok ettiğini söylüyoruz. Gündemimizde Kyoto protokolü, Al Gore’un belgesel filmi var. Yaşar Kemal yıllar önce, dünyada hiç kimsenin gündeme getirmediği konular üstüne nasıl roman yazdı? Bilinci onu nasıl yarım yüzyıl öne taşıdı? Yaşar Kemal, kırk yıldır hiç ayrılmadan sürdürdüğümüz abi-kardeş ilişkisi içinde bana hayatının çeşitli dönemlerini anlatmıştır. Bu anılar içinde Arif Dino büyük bir yer tutar. Osmanlı’nın ünlü Abidin Paşa’sının torunu, Abidin Dino’nun ağabeyi olan bu dünya entelektüeli, Adana’da tanıdığı, Karacaoğlan şiirleri derleyen, şiirler yazan genç Kemal’e büyük katkılarda bulunmuş, ona dünya edebiyatını öğretmiş, hatta bölüm bölüm Faulkner’i çevirerek roman yazmasını istemiştir. Ama Kemal ona “Daha hazır değilim” der. Arif Dino nedenini sorunca da “Daha edebiyat teorim hazır değil” cevabını vererek onu şaşırtır. Yani bu Çukurovalı genç, içinden geçenleri kağıda dökmeden önce ne yazmalı-nasıl yazmalı sorunu üzerinde düşünmekte, bir edebiyat kuramı oluşturmaya çalışmaktadır. Oysa köyden gelen bir genç olarak önünde, kolayca izleyeceği bir yol çizilidir aslında. Köy Enstitüsü çıkışlı yazarların başını çektiği, hemen hemen bütün socuların saygı duyduğu bir “Sosyalist Gerçekçilik” akımı mevcuttur. Beklenir ki Yaşar Kemal de bu yola girsin ve ömrü boyuca, yoksul köylü-zengin ağa çelişkisini işleyen sosyolojik romanlar yazsın. Ama hayır! O kendisine yeni bir yol çizmeye, örnek yerindeyse Maxim Gorki’nin naturalizmi yerine Anton Cehov‘un daha ince psikolojik mizahını bemnimsemeye yatkındır. Bunun nasıl mümkün olabildiği üzerine çok düşündüm. Yaşar Kemal’i tanıdığım yıllardan beri, onun köyü tanıyan bir romancı ama bir “köy romancısı” olmadığı gerçeği; köyü, insan ilişkilerini incelediği bir laboratuvar, bir mikrokozmos olarak ele alışı beni hep şaşırttı. Bunun sırrını merak ettim. Sonra anladım ki Yaşar Kemal’de ancak büyük şairlerde, büyük romacılarda, büyük vizyonerlerde olan muazzam bir sezgi gücü ve bir zevk var. (Zevk sanatta çok önemli bir öge. Kitsch’le gerçek sanatı ayırabilmek her yaratıcıya nasip olmuyor. Adana yıllarında Abidin Dino’nun yeni yaptığı tabloları dizip, genç Kemal’e “Hadi seç bakalım” dediği ve onun beğenmediği tabloları yok ettiği gerçeği, bu garip olguyu yeterince açıklamıyor mu zaten.) Yaşar Kemal bunu “kilim zevkiyle” açıklamaya çalışıyor ama bence yeterli değil. Başka birşey var. Yaşar Kemal, hayatı en ufak kıpırtılarına kadar seziyor. Bu kıpırtıları sezdiği zaman onları romanına müthiş bir ihtirasla geçiriyor. İhtirasla diyorum çünkü roman yazmaktan daha büyük ihtirası olan başka bir insan tanımadım ben. Bırakın romanı, başka konularda bu kadar büyük ihtirası olan birisini de tanımadım. İnsanlarda iktidar hırsı olur, para hırsı olur, yaşam hırsı olur, her şey olur ama roman yazmakla ilgili bu kadar büyük bir ihtirasa, önüne gelen her engeli yıkıp devirecek “üstü kan köpüklü meşe seli” gibi bir ihtirasa kolay rastlanmaz. Bu tutkuyu zaman zaman ürpererek hissetmişimdir. Yaşar Kemal için hayatın denklemi çok basittir. Octavo Paz’ın “Ya şiir, ya kaos” dediği gibi o da “Ya roman, ya ölüm” ilkesiyle yaşar. Hayattaki en ciddi işin roman yazmak olduğunu, romanın bir ölüm kalım meselesi olduğunu iliğinde kemiğinde hissederek yazması çok önemli bir şey. Yıllar önce Stockholm’de bizim evde, o küçücük sürgün evinde otururken, bir şeyler konuşuyorduk. Yaşar Kemal birden “Eyvah!” diye ayağa fırladı. Ne olduğunu anlayamadım. Büyük bir felaket oldu diye korktum. O, panik içinde “Benim hemen eve gitmem gerekiyor. Hemen götür beni, hemen götür beni” diye telaşla yineliyordu. Sonradan öğrendim; meğer o sıralarda yazmakta olduğu romanda, bir çocuğun çok sevdiği ölü yunus balığını kumsala gömdüğünü yazmış. Sonra da bu sahne aklına gelince “Ben böyle iğrenç bir şeyi nasıl yazabildim?” diye paniğe kapılmış. Sanki bir yakını ölmüş ya da dünya savaşı çıkmış gibi gerçek bir panik içinde. Bütün bu özelliklerini uzun uzun konuşmamız gerekiyor ama ne yazık ki zaman sınırlaması var. Yaşar Kemal’in her romanını ele alır, her romanını her sahnesiyle belki saatlerce konuşabilirim. Mesela Hollywood filmlerini görüyorum, onun temalarından küçücüğü üzerine koskoca filmler yapıyor insanlar. Bir örnek vereyim: Kiralık katil, öldürmesi gereken adamı takip ediyor, onun evine, daha doğrusu kulübesine geliyor, pencereden gizlice içeriyi seyrediyor. Adam dışarıda kumar oynadığı için evde yok, çoluk çocuk perişan, aç biilaç oturuyorlar. Gide gele aileye acımaya başlıyor, ailenin çocuklarını tanıyor, öldürmesi gereken adamın evine çocuklar için gizlice oyuncaklar bırakıyor, bayramda mahzun olmasınlar diye. Mesela bu büyük temalardan bir tanesi, böyle derin psikolojik sahneler var. Başka bir romanında gene kiralık bir katil bir eve giriyor; yataklarında uyumakta olan bir çifti öldürecek. Tabancayı çekiyor ama bir türlü ateş edemiyor. Çünkü uyuyan insan masumdur, nasıl ateş edeceksin? Dışarıda yoğun bir ay ışığı var. Bir ara rüzgar perdeyi kaldırıyor ve genç kadının çıplak göğsü ay ışığında parlıyor. O anda cinsel şiddetle hayatın şiddeti bir araya geliyor ve katil, kurşunları yağdırmaya başlıyor. Bunlar çok büyük temalar, derin temalar ve Yaşar Kemal bunları, belki kendi bilincini de aşan bir yaratıcılıkla ortaya koyuyor. Dünya edebiyat çevrelerinin Yaşar Kemal’i başta Homeros olmak üzere en büyük yaratıcılarla kıyaslaması boşuna değil. Galiba bazı insanlarda, kendi bilinçlerini aşan bir yaratıcılık fışkırması oluyor. Ve bu fışkırma sonucunda “Büyük Sanat” ortaya çıkıyor. Bu yüzden ben Yaşar Kemal için “Yerelden evrensele giden yazar” vs tarzındaki tanımlamaları pek beğenmiyorum. Bu çapta bir yaratıcılık hem yereldir, hem evrensel. Yaratıcılık her yerde yaratıcılıktır ve bu dünyanın en büyük yaratıcılarından birisi Yaşar Kemal adıyla Türkiye’ye nasip olmuştur. N0T 1: Aslında bu konuşma daha uzun ama gazete sınırlamaları içinde bu kadarına yer verdim. Umarım ileride bir kitapta tümünü yayınlama olanağını bulurum. NOT 2: Yaşar Kemal’in Kürt melesindeki çok önemli yazılarını, uyarılarını ve tavsiyelerini derleyen bir kitap, Yapı Kredi Yayınları arasından “BU BİR ÇAĞRIDIR” adıyla çıktı. Türkiye’nin bu kanayan yarasına çözüm arayan herkesin kitabı dikkatle okuması gerekiyor.
Posted on: Thu, 22 Aug 2013 13:48:38 +0000

Trending Topics



Recently Viewed Topics




© 2015