Herkes başlangıçta son bir şans daha istedi Ama vaad - TopicsExpress



          

Herkes başlangıçta son bir şans daha istedi Ama vaad kesindi Kimseye son bir şans daha verilmeyecekti 17.BÖLÜM 1916 KASIM Sonbahar gelmişti.Nebiyan Dağı bütün renklerini sergiliyordu. Kahverengi, sarı, yeşilin tonları…..İnsan gözünü alamıyor, büyüle- niyordu. Yapraklar toprağa düşmeye başlamış, çiçekler solmuş , boynunu bükmüş, hava serinlemişti.Görünürde ne bir yeşil, ne de bir çiçek vardı.Sadece karakolun önünde yıllara meydan okuyan koyu yeşil Ardıç ağacı,kışa karşı direniyordu.Nebiyan Dağı,kuzey- den esen sert rüzgarlara her zaman set görevi yapardı.Yüzbaşı Emin Bey, karakolun bahçesinde, kuytu yerde, bu mevsimde ender görülen güneş ışıklarından faydalanıyordu.Kendisini ziyaret eden köylülere, tahta masanın etrafındaki taburelere oturmalarını işaret etti. Köylüler, korkak,ürkek ve saygıyla oturdular. Yüzbaşıya şikayetlerini, sıkıntılarını anlatmak için gelmişlerdi. Sadece topraklarını huzurla işlemek ve köylerinde güvenle yaşamak isti- yorlardı. Karakolun demirbaş köpeği Karabaş duvar dibine eşele- diği kumlar üzerine yatmış, etrafındaki seslere aldırış etmeden güneşin keyfini çıkarıyordu. Karakolda beş subay yüz kırk iki er görev yapıyordu.Yüzbaşı Emin Bey, okumuş, gün görmüş, göste- rişsiz, askerlerine yumuşak, şefkatli, köylülere karşı da oldukça nazikti.Ancak karakolda olduğu için resmi bir tavırla konuşuyordu. Usta bir askerdi. Hatta Balkan Savaşlarında Kırklareli ve Edirne’yi alan birliklerde görev yapmıştı. Yirmi dokuzunda olan bu genç subay, yaşının verdiği dinçliğe ve çevikliğe sahipti. . En önemlisi de zekiydi. O keskin zekası, kendini toplumda kabul gören, dinlet- en, söz geçiren birisi olarak tanınmasına sebep oluyordu. Yeni tıraş olmuş, bıyıklarının uçlarını inceltip yukarı kaldırmıştı.Tıraşlı yüzü- ne kondurduğu tebessümle, masa başına toplanmış herkese gözleri- ni hafifçe kısarak bakıyordu. -Asker! Asker önüne geldi, ayaklarını sertçe yere vurup birleştirdi, ellerini vücuduna yapıştırdı, başını öne eğdi ve yüksek sesle bağırarak; -Emredin kumandanım! -Evladım, misafirlerimize çay getirin! -Emredersiniz! Tekrar kumandanına bir baş selamı vererek geri adımlarla çekildi. Emin Bey,ellerini masanın üzerine koydu, ciddileşti, etrafına baktı. -Sizlere dürüst olacağım.Beni yanlış anlamayın, sakın ümitsiz- liğe de kapılmayın. Ben de endişeliyim. Masanın etrafındakilerin endişeleri,korkuları yüzlerinde okunuyor- du. -Arkadaşlar! Durum çok ciddi ve hassas. Deyim yerindeyse bı- çak sırtındayız.Bir yerden emir alırcasına her yönden saldırıya başladılar.Hükümetin emrine rağmen Balkanlardan gelen göç- men kardeşlerimizi bile, Ökse, Çırahman, Anderya, Tevkeriş, Çinit, Çınarlı köylerine yerleştiremedik.Papazların ve yabancı misyon şeflerinin kışkırtması neticesinde silahlanan Rumlarla karşı karşıya geldik. Zaten Ermeni çeteleriyle uğraşmaktan yorulmuştuk. Hepinizin de bildiği gibi Balkan seferberliğinde Hıristiyanların da askere alınma kararı Rumları öfkelendirdi. Biz soydaşlarımızla savaşmayız bahaneleriyle dağa çıktılar. Gündüzleri ormanda saklanıyorlar,geceleri evlerine geliyorlar. Çeteler oluşturmaya başladılar. Şımardılar, dağlar çetelerle doldu. Kasnakçı köyü muhtarı Ömer, Emin Bey’in sözünü kesti ve ; -Kumandan sen de görüyorsun,köyümüz en fazla bedel ödeyen yerlerden birisi. Balkan harbine 171, Kafkas cephesine 366 genci yolcu ettik. Selimin Çavuş söze karıştı. -Harpler bizi bitirdi, öğüttü. Salavat getirdi. Bunları söylerken alnı gerildi, dişlerini gıcırdattı el- iyle köyü işaret ederek ; -Kumandan oğul!Köyde,savunmasız çoluk çocuk, yaşlılar kal- dı. Allah’tan ümit kesilmez, bizim dinimiz ümitsizlik dini de- ğil ama, bağa-bahçeye, tarlaya gidemez olduk. Hayvanlarımızı dışarı salamıyoruz. Ormana gidemiyoruz. -Çavuş çok doğru söylüyor.Geçen gün odun kesmek için orma- na giden Abdullah’la, Kadir’in başına gelenler ortada. İkisini de urganla sırt sırta bağlayıp, diri diri yaktılar. Anlatmaya dil- im varmıyor. Kan emiciler. Allah belalarını versin. -Ya Çerkez’in Hasan’ın başına gelenler? Zavallı, taşlayarak öl- dürüp Çatak deresine atmışlar. -Ama Çavuş gitme dedik, bizi dinlemedi ki. Birde benim Rum arkadaşım var, bana dokunmazlar demez mi? Çatak Dibağla mahallesinde arkadaşı varmış . Gavurun arkadaşı olur mu hiç? Yüzünü buruşturarak “hıh”, dedi. Yüzbaşı Emin Bey ayağa kalktı, eliyle işaret ederek , -Sakin olun, çaylarımızı içelim. Asker çayları getirdi.Çaylarını aldılar, kaşık şakırtısından başka ses duyulmuyordu. Emin Bey bir kesme şekeri dumanı tüten bardağa koydu ve karıştırırken masanın etrafındakileri gözünün ucuyla süzdü. -Duymuşsunuzdur, bir hafta önce akşam üstü Çağşur köyüne kalabalık bir eşkıya sürüsü saldırdı. Çoluk çocuk, yaşlı genç demeden 367 masumu şehit ettiler. Gittim. Ancak birkaç kişi kurtulabilmiş. Onları dinleyince kanım dondu. Eliyle gözlerini işaret ederek, boğuk bir sesle ; -Bu gözlerimle gördüm. Bunların insan olup-olmamasından şüpheye düştüm. Ama yok yok insan olamazlar. Önce erkek lerin sırtına binip derede gezmişler. Anneler bebeklerini kuc- aklarına almışlar korkuyla titriyorlarmış. Acı soğuk yüzlerini yalayıp geçiyormuş. Yaşlı genç, kadın erkek herkesi, kesim için hazır bekleyen koyunlar gibi ahşap camiye doldurmuşlar. Başlarına geleceklerini anlıyorlar, kaçmaya çalışıyorlar ama boşuna. Çevredeki dağlar, ormanlar çığlıklarından yankılanı- yor.Ağlamalar, merhamet dilenmeler, bütün yakarışlara o gün kapılar kapanmış. Yalnız kara çocuğun sülalesi hariç. İnsanın kanını dolduran çığlıklar arasında evler ateşe verilmiş. Analar küçük çocuklarını, ölüm bile bizi ayıramaz dercesine öylece sıkı sıkıya bağırlarına basmışlar ki,cesetlerini ayıramadık.Bazı kadınlar, kızlar umutsuzca yanan camiden kaçmak için pençe- reden atlamışlar, şerefleriyle ölmeyi tercih etmişler. Çığlıkları yeri, göğü inletmiş. Çığlıklar…ahşap eşyaların üzerine çöken duvarların gürültüsü……………. Köyü yağmalamışlar. Bunlar yetmezmiş gibi Sarıkamış’ta koskoca ordunun eriyip tükenmesi ; Rusların Erzurum,Trabzon, Van, Bitlis, Muş’u al- maları ; Samsun’un bombalanması ; Trabzon’dan kaçan on binlerin Samsun’a yığılmaları……Ruslar kendi güvenliklerini sağlamak için, Rumları, Ermenileri silahlandırıp, cephelerde savaşan askerlerin köylerine, ailelerine saldırmaları, hem cep- hede savaşan askerlerin moralini bozmuş,savaş azmini kırmış, hem de ailesini düşünür oldu.Bu yüzden askerden kaçanlar ol- du. Rumlar yıllarca birlikte yaşadığı, düğünlerinde el ele tutu- şup halay çektikleri komşularına saldırmaya başladı. İçlerinde komşuluk hukukunu bilenler olsa da, onları da acımasızca ce- zalandırdılar. -Gavur azması bunlar kumandan oğlum. -Çavuş dayı doğru söylüyorsun, ağzına sağlık. Çok şımardılar. - Gündüz vakti, omuzlarına tüfeklerini çapraz asıp atlarına bin- mişler Hamidiye Saat Kulesi önünden, Hükümet Konağı’na kadar at yarışları yapıyorlar. Yolda önlerine çıkan Türkleri tekmeleyip, kırbaçlayarak gözdağı veriyorlar. Azgınlığın hud- udu yok. Zavallı milletimiz Allah’a sığınmış, kendilerine uz- anacak bir eli bekliyor. Kiliselere, okullara ve derneklerine Rum bayrakları asmışlar, sokaklarda rast gele ateş açıyorlar. Neyse ki Hükümet Rum çete faaliyetlerine karşı 9Kasım 1916 da Samsun’da ki Rumları da sevk ve iskan uygulamasına dah- il etti. Ahmet İzzet Paşa Hükümet programına koydu. Eli silah tutan 15-55 yaş arası erkekler Kavak,Havza üzerinden Çorum ve Amasya’ya gönderilecekler. Savaş bittiğinde tekrar evlerine dönebilecekler. Burada kalan ve gidenlerin can ve mal güven- likleri Hükümetin himayesi altında olacak. Selim’in Çavuş eliyle sakalını sıvazladı, bir “oh” çekti ve ; -Allah’a şükürler olsun, belki azgınlıkları kesilir. Hep bir ağızdan ; -İnşallah, dediler. Deli Ömer, -Kumandan ne zaman sevk edilecekler? -Üç gün sonra, yani 17 Kasım’da.Biz hazırlıklarımızı tamamla- dık.Kimlerin gideceklerini köylere tebliğ ettik. Samsun iskele- si civarında oturanlar. Nebiyan Dağ çevresinde çetelere yatak- lık edenler, Devlet güçlerine karşı muhalefet edenler, silahla karşı koyanlar, silahlı güçlere yönelik casusluk faaliyetlerinde bulunanlar sevk edilecekler. Çaylarını içmişler, şikayet ve sıkıntılarını yüzbaşıya anlatarak, bir nebze olsun rahatlamışlardı. Güneş alçalmış, yakıcı sıcaklığın yeri- ni serin havaya bırakmıştı. Çoğu köylerden şanslıydılar. Yardımla- rına koşacak, güvenliklerini sağlayacak askerleri vardı. Gönül rah- atlığı içersinde vedalaşıp karakoldan ayrıldılar.
Posted on: Tue, 10 Sep 2013 15:53:55 +0000

Trending Topics



Recently Viewed Topics




© 2015