Hocaefendi Cemaatinden arkadaşlar aşağıdaki açıklamayı - TopicsExpress



          

Hocaefendi Cemaatinden arkadaşlar aşağıdaki açıklamayı yapmışlar...Verilecek cevaplar -seviyeli ve ilmen olsun lillah için!!! Risaleler Üstad zamanında da sadeleştirilmişti En sonda söylemem gerekeni en başta ifade edeyim:Risaleyi Nur’un sadeleştirilmesi ve günümüz Türkçesine uygunlaştırılması zaruri hale geldi. Evvela saklanan bir gerçeği itiraf edelim:Risaleler Üstad zamanında da bir kere sadeleştirilmişti. 1925 yılına kadar üstadın yazdığı tam 48 eser var,Risaleyi Nurların içine bazılarına almış. Mesela İşaratül İcaz,Mesnevi Nuriye,Sünuhat,Lemeat,Muhakamet,Kızıl İcaz ve Münazarat. Üstad eski Said döneminde hatalar yaptıda tevbe etti,vazgeçti ve yeni said oldu diye bir efsane var. Yok böyle bir şey. Eski eserleri ve 1925′den sonra yazdığı Risaleleri karşılaştırırsanız fikriyat ve düşünce olarak üstadın çizgisini aynen koruduğunu görürsünüz. Üstad mert,cesur ve dürüst,öleceğini bilse takiyye asla yapmıyor. Eski ve Yeni Said arasında hizmet taktiği ve strateji farkları var. Eski Said,hiç kimseden korkmadan doğruları herkese söylüyor,siyaset sahnesinin en önünde,herkese İslam’ı çekinmeden her yolla haykırıyor. Yeni Said ise siyaseti terk ediyor,en önde değil,her doğruyu her yerde söylemiyor. Üstad çok fıtri ve gerçekçi. 1940′da dilin kısırlaştırıldığını ve neslin 1925 öncesi ve sonrası yazdığı eserleri anlamadığını görünce hemen kısmi sadeleştirme yapıyor. Şaşırdınız değil mi? Ahmet Nun’un aşağıdaki linkteki makalesini mutlaka okuyun yeryuzumirascilari/yym/2012/risalelerin-sadelestirilmesi-uzerine/ Cumhuriyet döneminde iki nesil değişmiş ve yeni nesiller dili ve alfabeyi anlamaz hale gelmişti. Latin alfabesine geçilmesi nasıl olmuştu? 1956′dan sonra Şanlıurfalı Seyyid Salih Özcan ilk defa matbaada bastırdı. Üstadın son on yılı sürekli tashihle geçti. Tahiri Mutlu ağabey,köyündeki tüm arsalarını satmış,parasıyla da üstadın haberi olmadan Risaleleri ilk defa Latin alfabesinde bastırmış,mavi (kırmızı değil) kaplattırmış ve Isparta’da üstada sunmuştu. Herkes şaşkındı,üstadın Tahiri Mutlu’ya çok kızmasını bekliyordu. Oysa üstad risaleleri Latin alfabesinde basılmış görünce gözyaşlarını tutamamıştı. Tahiri Mutlu’yu tebrik etmek için onun makamının ne olduğunu meleklerin bile taktir edemediğini,kimsenin de erişemeyeceğin dile getirmişti. İyi ki Risaleleri Üstad zamanında Tahiri Mutlu ve Salih Özcan ağabeyler öncelik kullanarak Latin alfabesinde bastırdı. Yoksa bu mesele bugüne kalsaydı,bazı talabeleri halen Osmanlıca harfleriyle yazar ve bu müthiş eseri dar bir daireye hapsederdi! Üstad,gerçi üç talabesine Latin alfabesiyle Risaleleri okumayı yasaklamıştı:Bunlardan biride Tahiri Mutlu idi. Bir kere eserlerin sadeleştirilmesine gayret edenlerde ihlâs,samimiyet ve iyi niyet var. İkincisi sağlam bilgi. Isparta’nın Nur talabelerinden Hasan Efendi’de üstadın Osmanlıca olarak el yazısıyla yazdırdığı bir mektubu bizatihi gözleriyle gören Fethullah Gülen Hocaefendi’nin ilk talabelerinden Abdullah Aymaz Hoca’nın gözleri faltaşı gibi açılır. 1939 tarihli Osmanlıca belgenin aslı ile Kastamonu Lahikası’nda yer alan metin aynı değildir. Çıkartılan kısımda Üstad,harflerin ve Türkçenin son 20 yıldır değiştirilmesinden beri yetişen yeni neslin eserleri anlayamadığından dolayı,telif edilen dili değiştirdiğini ve çağa uygunlaştırdığını ifade etmektedir. Abdullah Aymaz Hoca,1991 yılında bu metni orijinal nüshası ile Zaman gazetesinde yayınlayınca kızılca kıyamet kopar. Gazeteye başta üstadın yaşayan talabeleri ve Nur cemaatlerinden olmak üzere Zaman’ı ihanetle suçlayan onlarca mektup yağar. Aymaz Hoca,1992’de ABD’ye gider ve 1995’de Zaman gazetesinin başına tekrar geri döner. 1995’de ziyaretine gelen ABD’de eğitim gören farklı Risaleyi Nur cemaatlerinden bir talabe grubu haklarını helal etmesini dilerler. Bu gençler,Aymaz Hoca’yı 1991’de sert bir dille kınayanlardan sadece bir kaçıdır. Şu itirafta bulunurlar:3 senedir ABD’de okuyoruz,orada bulunan Türklerin Risaleyi şu andaki haliyle anlaması mümkün değil. Keşke uyduruk Türkçe ile bile olsa sadeleştirilse de imanlarının kurtarılması için bu reçeteyi onlara sunabilsek. Fotoda:Abdullah Aymaz Hoca,sadeleştirme konusunda net tavır ortaya koydu. Aymaz Hoca,gelen sert tepkiler üzerine ara verdiği sadeleştirme sürecinin gereklerini ve temellerini Risalelerde arayınca daha önce kimsenin fark etmediği bir gerçeği ortaya çıkarır. Şerhli yazma konusunda görüş birliği oluşuncada Risaleleri açıklamalı yazmaya başlar. Aymaz Hoca,ilginç bir tesbitte bulunur:Üstad,19. Mektubu on günde yanında hiçbir kitap bulunmadığı halde yazmış ve 300 adet peygamberimizin mucizesini izah etmiştir. ‘Hadis bil Mana’ prensibini esas almıştır. Yani hadisin kelime kelimesine lafzını tam aktaramasada,mezmumu, yani genel manasını başka kelimelerle motomot ancak asıl,öz olan manaya sadık kalarak verdiği için hadisi aktarmasında bir sakınca yoktur. Üstad,Bitlis’deki medrese hayatında 40 adet İslam’ın temel eserini harfiyen ezberlemiş,Van’da geçen 15 yıllık hayatında ise fen ilimlerine ait 50 temel eseri hıfzına almıştır. Bu ezberler ileri ki yaşlarda çok işine yarayacaktır,zira sürgünde olduğu yıllarda,Kosturmaca’da ki esir hayatında ve 28 yıllık hapis hayatında Kur’an dışında yanında kitap bulundurmasına izin verilmeyecektir. Üstad,hissi kablel vuku ile başına gelecekleri görmüş ve temel ilim eserlerini ezberlemekle kalmamış,hepsini 90 günde bir tekrar etmiştir. 1990’da Mucizeyi Ahmediye Risalesinde geçen hadislerin kaynak kitapları konusunda araştırma yapan Gülen Hocaefendi’nin Hususi Talabe İlim Grubu,35 temel hadis kitabındaki hadis referanslarında hiçbir yanlışlık bulamamıştır. Sadece Hadis Bil Mana sırrınca ifade edilen kelimede küçük farklılıkları mevcuttur. Hadis bil ittifak ile manaları tam veren üstattaki deha zeka mükemmeldir. Hadis Bil Mana oluyor,Kur’an’ın farklı dillere tercümesi oluyor da Risaleyi Nur’da Bil Mana veya Bil Mana İttifak niye olmasın? Açın bakın elinizdeki Kur’an’ın meal tercümelerine,her tercümede farklı Türkçe kelimelerle mananın verildiğini göreceksiniz. Kur’an’ın değişen dile göre sadeleştirilmesine ses çıkarmayacak,hiç tepki vermeyeceksiniz,sonra da kalkıp Risaleyi Nur değiştirilemez diye tabu koyacaksınız. Bu tabularla üstadın engin vizyonu örtüşmez. Osmanlı’nın son dönemlerinde ve Cumhuriyet’in ilk çeyreğinde sanat sanat için mi yoksa sanat halk için mi yapılır tartışması vardı. Bu kısır tartışmada kimse Allah rızası için sanat yapılır diyemedi. Risaleyi Nurların dili pek güzel Osmanlıca sanat var diye sadeleştirilmesine karşı çıkmak bağnaz aydınların sanat sanat içindir yaklaşımına benziyor. Sanat Allah rızası için yapılır,Risaleyi Nur,Kur’an tefsiri olarak Allah rızası için okunur,sanatı takdir için okunmaz,müzelik sanat abidesi diye saklanamaz. Yeni nesil eserleri anlamıyor ve okumuyorsa eserler müzelik olmaya doğru gidiyor demektir. Mana bil ittifak ile risaleleri sadeleştirmek için üstadın talabelerinin komisyon oluşturmasını beklerdim,oysa 50 yıldır artık vacip değil farz ihtiyaç olan bu açılıma karşı çıkmaları akıntıya kürek çekmektir. Abdullah Aymaz Hocanın yaptığı Sinek Risalesi dersinden ilham alınarak yazdığım bu şiirden sonra sinek öldürmek bize haram oldu Üstad’ın risaleleri “sünuhat-ı kalbiye” yani kalbe gelen manalar,doğuşlar ile yazdığı konusunda tüm Risaleyi Nur Şakirdleri hemfikirdir. Eserlerin “Kur’anın malı” olduğu,verildiği konusunda da herhangi bir ihtilaf yok. Said Nursi’nin talebelerinden Rahmetli Mustafa Türkmenoğlu,sadeleştirme ile ilgili taleplerin gerçek manayı karşılayamayacağını Risale-i Nur’dan ve Said Nursi’nin sözlerinden örnek vererek savunuyordu. İbrahim Kaygusuz’un yazdığı “Davaya Adanan Bir Ömür Mustafa Türkmenoğlu” kitabında yer alan bilgiye göre Türkmenoğlu ağabeyin sözleri şöyleydi: “Risale-i Nur’da yirmi beş bine yakın kelime var. Türkçe ile Risale-i Nur’ları tercüme edip yeniden yazmaya çalışırsanız,dağarcığınızda iki bin tane kelime bulabilirsiniz. Bu iki bin kelime ile yirmi beş bin kelime nasıl karşılanacak? Karşıt görüşte olanlar Üstadın şu mektubuna esaslanıyorlar: “Azîz,sıddîk kardeşlerim, Hem bunu katiyen îlân ediyorum ki;Risâle-i Nur,Kur’ân’ın malıdır. Benim ne haddim var ki,sahip olayım;tâ ki kusurlarım ona sirâyet etsin. Belki o Nurun kusurlu bir hâdimi ve o elmas mücevherât dükkânının bir dellâlıyım. Benim karma karışık vaziyetim ona sirâyet edemez,ona dokunamaz. Zâten Risâle-i Nur’un bize verdiği ders de;hakîkat-i ihlâs ve terk-i enâniyet ve dâimâ kendini kusurlu bilmek ve hodfüruşluk etmemektir. Kendimizi değil,Risâle-i Nur’un şahs-ı mânevîsini ehl-i îmâna gösteriyoruz. Bizler,kusurumuzu görene ve bize bildirene-fakat hakîkat olmak şartıyla-minnettar oluyoruz,“Allah râzı olsun” deriz. Boynumuzda bir akrep bulunsa,ısırmadan atılsa,nasıl memnuz oluruz;kusurumuzu-fakat garaz ve inat olmamak şartıyla ve bid’ alara ve dalâlete yardım etmemek kaydı ile-kabul edip minnettar oluyoruz. ” (Tarihçe-i Hayat,417) Fethullah Gülen Hocaefendi, risalelerin sadeleştirilmesi meselesine evvelden beri soğuk bakmıyordu. Hatta merhum Necip Fazıl bu işe talip olduğunda keşke üstadın talebeleri buna izin verseydi diye de ifade etmişti. Çünkü Necip Fazıl’ın kendi revnakdar üslubuyla risalelerin sadeleştirilmesine ciddi katkı sağlayabilirdi. Nurlar onlarca dile çevrildi. İngilizceye İspanyolcaya,Rusçaya kadar 50’ye yakın dile çevrildi. Bir İngiliz dahi Risaleleri bir Türk’den daha iyi anlıyor. Onlar tahrifat olmuyor ama Türkçesini günümüz Türkçesi ile ifade etmek mi tahrifat oluyordu? Nurlar kimsenin tekelinde değildi,olmamalıydı. Üstadın talebelerinin elbette ciddi bir hatırı vardır,ancak bu konuda ihtiyaç ne ise ona binaen davranılmalıydı. Orijinalini okumak isteyenler için zaten sorun yoktu. Risaleyi nurların hem asılları hem de sadeleştirilmiş halleri olsa,isteyen onu isteyen öbürünü okusa bunun ne kötülüğü olabilirdi? Nasıl olsa şu haliyle Risaleyi nurları Türkiye halkının yüzde 80′i anlamıyor,anlayamıyordu. Müceddid-i Elf-i Sani Yani 2. bin yılın müceddidi olan İmam Rabbani KS hazretlerinin tüm eserleri her ülkede kendi dilleriyle basılmış ve herkesin anlayacağı dilde yayınlanıyor. Bunda ne kötülük var. Gülen Hocaefendi,vaktiyle Necip Fazıl”ın Kırklareli”nde kendisine şöyle söylediğini belirtiyordu:“Bediüzzaman,Sultanahmet”in mimarı gibi büyük bir adamdır. Bu büyük insanın büyük düşünceleri var. Fakat köprünün altında,dubalarda yaşayan insanlar var. Bunlar Bediüzzaman”ı,bu büyük mimarın sözlerini anlamazlar. Bana müsaade edilse de o dubalarda yaşayan insanların diline göre onu sadeleştirsem.” Akabinde sadeleştirme yolundaki samimi gayretler,“Bu kitaplar böyle isteyene uluorta verilmez. O kim oluyor sadeleştirecek?” mülahazasıyla akamete uğratılıyor. Gülen,şahsi gayretleriyle bazı sadeleştirme denemelerinde bulunmakla beraber,kendi ifadesiyle “iki defa zılgıt” yiyor ve mesele 1965’de kapanıyordu. Sadeleştirmeye “evet” diyorum. Ayrıca bu tahrifat değildir. Bunu yapacak olanlarında kimseden izin alması gerekmemektedir. Gülen’in yeni açılımlarını destekliyorum. Ufuk yayınları tarafından çıkartılan Lemalar’ın sadeleştirilmiş halini satın aldım,bu manifestoya tüm yüreğimle katılıyorum. Ayrıca tarikatçı arkadaşlarında konuya alaycı- balıklama dalmalarına da karşıyım:Size ne? Sizi ilgilendiren bir durum mu var? Bunu nur cemaatleri tartışır ve halleder.”Sadeleşmesini bizde istiyoruz veya istemiyoruz” gibi bir şeylerde diyebilirler. Onun dışında onların müdahaleleri yanık kokuyor. Bir farkla eğer Nur şakirdi olurlarsa,üstadın ifadesi ile;” Esâsen Risâle-i Nur ise,ona şâkirt olmak şartıyla,herkesin kendi malı gibidir.” (Hizmet Rehberi,271) Tarikatçı olmak bu daireye girmeye engel değildir. Ayrıca üstadın tarikatçı kardeşlere şu övgüsünü de ifade etmek istiyorum: “Şimdiye kadar ben yalnız İmân hakikatini düşünüp “Tarikat zamanı değil,bid’alar mâni oluyor” dedim. Fakat şimdi,sünnet-i Peygamberî dairesinde,bütün on iki büyük tarikatın hulâsası olan ve tariklerin en büyük dairesi bulunan Risale-i Nur dairesi içine,her tarikat ehli kendi tarikatı dairesi gibi görüp girmek lâzım ve elzem olduğunu bu zaman gösterdi. Hem ehl-i tarikatın en günahkârı dahi çabuk dinsizliğe giremiyor;kalbi mağlûp olamıyor. Onun için onlar tam sarsılmaz,hakikî Nurcu olabilirler. Yalnız mümkün olduğu kadar bid’atlara ve takvâyı kıran büyük günahlara girmemek gerektir. Sünnet-i Peygamberî dairesinde,bütün on iki büyük tarikatın hulâsası olan ve tariklerin en büyük dairesi bulunan Risale-i Nur dairesi içine,her tarikat ehli kendi tarikatı dairesi gibi görüp girmek lâzım ve elzem olduğunu bu zaman gösterdi. ” diyor üstad. yani risaleyi nur dairesi on iki büyük tarikatın hulâsası dır. ” (Emirdağ Lahikası,217) Sadeleştirme işi anlaşılır bir durum olması gerekirken,bazı Nur cemaatleri arasında krize dönüştü. Ağabeyleri anlıyorum ama haklı bulmuyorum. Argümanlar şöyleydi: “Tercüme etmek başka,sadeleştirme tamamen başka bir şeydir”. Misal olarak “Rububiyet” veya “Ulûhiyet” kavramlarını nasıl tek kelime ile ifade edebileceksiniz,sadeleştirebileceksiniz? Risale-i Nur’un üslubu “Has Üslup”dur. Has üslubun sadeleştirilmesi son derece yüzeysel ve yavan kalır. Misal olarak Risale-i Nur’da kullanılan her bir cümle Risale-i Nur’un her tarafında aynı manayı ihtiva etmiyor,cümle nerede kullanılmışsa o yere göre ayrı bir mana ihtiva ediyor. “Bu Kur’anda da böyledir. Mesela,Musa Aleyhisselamın kıssası birçok yerde geçer. Bu kıssa her sureye göre ayrı mana kazanır. Tefsir yapılırken muhtelif yerlerdeki manaya göre ayrı tefsir edilmesi gerekir. Yoksa büyük bir yanlışlık ortaya çıkar. Risale-i Nur’un sadeleştirilmesi ile ilgili daha önce kamuoyuna açıklama yapan Bediüzzaman Said Nursi’nin talebeleri konuyla ilgili Fethullah Gülen’e de Mart 2012’de bir mektup gönderdi. Mektupta sadeleştirilme çalışmalarının durdurulması istendi. Talebeler içinde Abdulkadir Badıllı bu mektuba imzasını koymadı. Bediüzzaman Said Nursî Hazretlerinin vâris,nâşir ve talebesi olan altı kişinin imzasıyla yapılan açıklama ve Fethullah Gülen’e hitaben yazılan mektup şöyleydi: Risale-i Nur’ların ‘sadeleştirme’ adı altında tahrif edilerek neşredilmeye başlaması üzerine,Risale-i Nur Külliyatı Müellifi Bediüzzaman Said Nursî Hazretlerinin hizmetinde bulunmuş olan talebe ve vârisleri olarak,bu mevzudaki görüşlerimizi kamuoyuna açıklamıştık. Alenî olarak ve neşir yoluyla yürütülen bu faaliyete karşı bir taraftan Üstadımızın böyle bir tasarrufa asla müsaadesinin bulunmadığını umumî olarak açıklarken,bir taraftan da,bu teşebbüsü yürüten cemaatin Hocaefendi olarak tanıyıp hürmet ettiği muhterem M. Fethullah Gülen’e de ulaşmak ve görüşlerimizi yazılı olarak kendisine bildirmek istedik. Bu maksatla bir mektup kaleme aldık ve bir kardeşimizi elçi olarak tayin edip kendisiyle görüşmek ve mektubu takdim etmek üzere vazifelendirdik. Fakat bize ulaştırılan cevap,‘Mektubu İstanbul’daki filân kişiye bırakın’ şeklinde oldu. Bu durumda,biz de,bahis mevzuu mektubu,efkâr-ı umumiyeye tevdi ederek bu suretle kendilerine ulaştırmayı kararlaştırmış bulunuyoruz. Bediüzzaman Said Nursî Hazretlerinin talebe,hizmetkâr ve vârisleri olarak M. Fethullah Gülen’e hitaben kaleme aldığımız mektup aynen şöyledir: Muhterem Fethullah Hoca Efendi, Evvelâ;selam ile sıhhat ve afiyetinizi Cenab-ı Hak’tan niyaz ederiz. Saniyen;Ufuk Yayınları namı altında Bediüzzaman Hazretlerinin Lem’alar Risalesi kelimeleri değiştirilerek güya sadeleştirme nâmı altında tahrib edilerek basılmıştır. Bediüzzaman Hazretlerinin vâris,talebe ve naşirlerinden 6 kişinin imzası ile Lem’aların bu şekilde asliyeti bozularak neşredilmesinin karşısındayız. Kat’iyyen tasvib etmiyoruz. Risale-i Nurları tahriftir ve tahriptir diye beyanat verdiğimiz halde,bu beyanatımızı görüp okudukları halde,mezkûr yayınevi bu ikazımıza hiçbir değer vermeden neşriyatlarına devam etmekte ve reklamlarını her tarafta ilan etmektedirler. Onların bu tavrı Bediüzzaman Hazretlerinin vâris ve talebelerini ciddi bir surette rahatsız etmiştir. Kendi kitapları olmadığı,vâris ve naşirlerinden izin alınmadığı,ve şer’an da caiz olmadığı halde sırf kanunî boşluktan istifade ederek bu neşriyata madde ve nam için İslâmî hak ve hukuku çiğneyerek pervasızca devam etmeleri hayret ve ibretle takip edilmektedir. Muhterem Hoca Efendi,Lem’aları tahrip ederek basan bu Ufuk Yayınlarının sizin camiaya dahil olduklarını duymaktayız. Sizin bu tahribattan haberdar olup olmadığınızı bilmiyoruz. Eğer haberdar değilseniz lütfen size haber veriyoruz. Üstad Bediüzzaman Hazretlerinin vâris,naşir ve talebeleri bu neşriyattan ciddi surette rahatsızdırlar. Derhal bunları durdurmanızı ve o şekil neşriyata son vermelerini rica ediyoruz. Bu hususta bizim bu mektubumuza da cevap vermenizi hemen rica ediyoruz. Mustafa Sungur,Abdullah Yeğin,Hüsnü Bayram,Ahmed Aytimur,Salih Özcan,M. Said Özdemir Önemli bir hatırlatma daha yapalım:Üstadımız kendi sağlığında yazılmış olan risalelerin bir kısmının o zaman basılmasını istememişti. Fakat aynı risalelerin daha sonra meşveretle basılabileceğini söylüyordu. Üstad,talabelerine Tarihçe-i Hayat”ı ve bazı lahikaları gönderdiği zaman,onlara bazı işaretler koyardı,“Şurdan şuraya basılmasın” diye. Ama zamanı gelir basılırdı. “Vehhabi” bahsi,“Münafıklar” bahsi ve benzeri gibi birkaç tanesi var. Gayet tabii ki vakti geldiğinde basılması normaldir. Üstad kendi zamanında bazı yerler ve zeyillerinin yazılmamasını istedi. Mesela bunlardan birisi “Sinek Bahsi”dir. Hakikaten de doğruydu. “Basılmasın!” dedi. Hikmeti vardı. Ama,“Hiç basılmasın” demedi. Vakti zamanı geldiğinde basıldı. Aklımız da doğruluyor ki,çok faydalı bir şey oldu. Özetle Risaleyi Nur,Kur’an gibi harfi değiştirilemeyecek kutsal bir kitap değil. Risaleye sevgi ve hassasiyetlerinden dolayı aşırı koruma hissiyle sadeleştirilmesine karşı olmak,orijinallerin kasten bozulduğunu iddia etmek sakıncalıdır. Neticede Abdullah Aymaz Hoca’nın dediği gibi,‘asıl Risale şakirdi eserleri Osmanlıca’sından üstadın dili ile okur ve anlamaya çalışır,sadeleştirilen Risaleler kendisini Nur şakirdi sayanlar için değildir.’ Eğer Nur şakirdi iseniz ama Risaleleri uzun yıllardır okumuyor,anlayamadığınızdan dolayı evinizin kütüphanesinde süs olarak tutuyorsanız,sakın ola ki eleştiri yapmayın,münafık olma riski taşırsınız. Risaleler,kıyamete kadar taklidi imanı tahkiki imana çevirme işlevi görecektir. Risaleyi Nur kıskançtır,perdesini samimi,ihlaslı okuyanlara indirir,ha eski dilde ha yeni Türkçe ile… Okumuyorsanız,neyi tartışıyorsunuz? Üstad bile kendi devrinde Risaleyi bir defa sadeleştirmiş 1950′lerin Türkçesine uygunlaştırmıştı,60 yıldır değişen Türkçemize yakışır bir sadeleştirme bugün aklın,mantığın,kalbin gereğidir
Posted on: Wed, 13 Nov 2013 19:58:06 +0000

Trending Topics



Recently Viewed Topics




© 2015