JEAN PIAGET FELSEFÎ OLARAK İDEALİST VE DOĞUŞTANCI - TopicsExpress



          

JEAN PIAGET FELSEFÎ OLARAK İDEALİST VE DOĞUŞTANCI MI? Hasan Aydın Piaget, biyoloji kökenli olmasına rağmen, çocuk psikolojisi alanında yaptığı araştırmalarıyla ünlenmiştir. Araştırmaları gerçekten ilgi çekicidir; çocuk psikolojisi ve eğitim alanında güçlü yankılar uyandırmıştır. Bu yankı salt olumlama biçiminde olmamış, yer yer çalışmalarında kullandığı nitel ağırlıklı klinik yöntemi ve elde ettiği sonuçlar, köklü eleştirilere de uğramıştır. O, çocukların, bilişsel gelişimini, doğuştan itibaren, düz bir çizgi gibi, birikerek ilerleyen kendine özgü bir yapı sergilediğini göstermeye çalışmış, bu gelişimi dört ana döneme ayırmıştır. Bunlar, duyusal motor, işlem öncesi, somut işlemler ve soyut işlemler dönemidir ve Piaget’ye göre, her bir dönem çocuk bilişi açısından özgün özellikler içermektedir. Biz, burada Piaget’in kuramının, felsefi olarak idealist ve doğuştancı tarafının olup olmadığı sorusunu ortaya atarak, buna bir yanıt arayacağız. Fakat yanıtımız, doğrudan bildirmeyip, ondan alıntılar yapacağız. 1. Gelişim aşamaları, belli bir sıraya göre ilerler. “Embriyonun gelişim evreleriyle karşılaştırıldığında, bilişsel yapı evrelerinin birbirini izlemelerindeki sıra son derece düzenlidir. Buna rağmen, gelişimin hızı bireyden bireye ve belli bir sosyal çevreden diğerine değişmektedir; sonuç olarak da, bazı çocukları çok çabuk ilerliyor, bazılarını da, geriliyor olarak görebilmekteyiz; ancak bu sonuç, onların geçtikleri gelişim evrelerinin sırasını değiştirmemektedir.” (Piaget, Eergenlikten Yetişkişnliğe Bilişsel Gelişim, s. 260.) 2. Gelişim evreleri, doğuştan gelen bir mantığa dayalıdır. “Dilin kazanılmasından önce tüm çocuklar, davranışların bütünleştirilmesinde doğuştan olan bir mantık yapısına tanıklık eden belli başlı amaçlı davranışlarla belirleyebileceğimiz, duyu-devinim zekasının oluşmasında bir seri aşamalardan geçmektedirler.” (Piaget, Ergenlikten Yetişkinliğe Bilişsel Gelişim, s. 260.) 3. Gelişim ve yaşam bir bütün olarak dengeyi amaçlar; bu nedenle gelişim evreleri de amaçsaldır. “Denge, organik ve mental/zihinsel yaşamın içsel ve kurucu özelliğidir… İnsana ilişkin gelişim teorisi, zorunlu olarak denge düşüncesine başvurur. Çünkü ortaya çıkan her eğilim, iç ve dış faktörler arasındaki dengeyi kurumayı amaçlar.” (Piaget, The role of the nation of equilibrium in psychological explanation, s. 51) 4. Her dönem ve dönemlerin özellikleri, spontan olarak ortaya çıkar; çevresel koşullar onu hızlandırır ya da yavaşlatır. “Bilişsel işlemlerde dört evre belirtmiştik. Dilin kazanılmasından önceki, duyu motor evre; işlem-öncesi evre, ki cenevrede yaklaşık 1,5-2 ile 6-7 yaşları arasında görülmektedir; somut işlemler evresi (Cenevre ve Paris’teki çocuklarla yapılan araştırmada 7-8 ve 11-12 arasında görülmektedir); Cenevrede elde edilen sonuçlara göre 11-12 ve 14-15 yaşlar arasında yer alan formel işlemler evresi. Ancak evrelerin sırası sabit ve birbirinin bir sonrakinin kurulmasındaki gerekliliği kesin olsa da, farklı sosyal çevrelere, yörelere göre evrelere ulaşılan ve yaşanılan yaşlar farklılık göstermektedir. Örneğin, Kanadalı bir psikolog, Martinik’te gelişim aşamalarına ulaşılmasındaki yavaşlığı gözlemiştir. İran’da, Tahran’da okuma yazma oranının düşük olduğu köylerde, çocuklar arasında oldukça önemli farklar bulunmuştur. ((Piaget, Ergenlikten Yetişkinliğe Bilişsel Gelişim, s. 265.) “… Dolayısıyla, şunu söylemek mümkündür ki, çocuğun mantığının belli bir kesinlik ve nesnellik kazanmasının nedeni, sosyalleşmeye direnen ve doğuştan gelen bir ben merkezciliktir.” (Piaget, Çocuğun Gözüyle Dünya, s. 33). 5. Piaget, nesnel gerçekliği kabul eder, gerçekçilik düşüncesini, antoropasantrik bir yanılsama olarak görür. “… gerçekçi olmanın iki biçimi vardır. Ya da, daha doğrusu, nesnellikle gerçekçiliği birbirinden ayırmak gerekir. Nesnellik, ‘ben’in gündelik düşünce üzerindeki, binlerce müdahalesinin ve bundan kaynaklanan binlerce hayalin –anlam-dil, görüş, değer vb ile ilgili hayaller- çok iyi tanınmasını gerekli kılar; çünkü yargılayabilmek için her şeyden önce benin engellerinden kurtulmak gerekir. Gerçekçilikse, tersine benin varlığından habersiz olmaktır ve dolayısıyla doğrudan nesnellik ve mutlaklık için özel perspektifler edinmektir. Dolayısıyla gerçekçilik antropasantrik bir yanılsamadır, finalizmdir, bilimler tarihinin yeşerdiği bütün yanılsamalardır.” (Piaget, Çocuğun Gözüyle Dünya, s. 34). 6. Piaget, tetiklenmiş, esinlenmiş, spontan inaçlar arasında ayrım yapar. Tetiklenmiş ve esinlenmiş inançlar çevreden gelir. Ama spontan inaçlar konusunda, Piaget, doğuştancı bir tutum takınır. “.. çocuk soruya cevap vermek için akıl yürütme ihtiyacı hissetmez ama formüle edilmiş ya da edilebilir olduğunda, basmakalıp bir cevap verebilirse, spontan inaç söz konusudur.” (Piaget, Çocuğun Gözüyle Dünya, s.15). Ben-merkezcilik, animizm vb. spontan inançtır ve bunlar doğuştandır. “…doğuştan gelen bir ben merkezciliktir.” (Piaget, Çocuğun Gözüyle Dünya, s. 33). 7. Piaget, iki tür deneyim ayırır; ilki, fiziksel, diğeri ise mantıksal-matematiksel deneyimdir. Onca mantıksal- matematiksel deneyim nesneye, onda olmayan düzen ve ilişkileri kazandırır. Dolayısıyla, Kantın’da dediği gibi, biliş nesneye etki eder. “… iki tür deneyim vardır: Fiziksel ve mantıksal matematiksel deneyim. Fiziksel deneyim, klasik deneyim kavramının karşılığıdır. Bu tür deneyimle, … neneler üzerinde eylemde bulunarak, nesnelerin kendisinden soyutlanmış özsel bilgi oluşur. Sözgelimi, çocuk nesneleri eline alarak, fiziksel deneyim yoluyla, bu nesnelerin ağırlıklarını, özgül ağırlığı denk olan nesnelerin hacim ilişkilerini vb. kavrar. Mantıksal-matematiksel deneyim, nesneler üzerindeki eylemden oluşmakla birlikte, nesnenin değil, eylemin soyutlanmasıyla elde edilir. Bu durumda, eylem, nesnelere kendilerinin sahip olmadıkları özellikler verir… Çocuk tarafından çakıl taşları sayılırken, keşfedilen sayı ve düzen…çakıl taşlarının özellikleri değildir… deneyim, otantik olarak mantıksal-matematikseldir, öznenin eylemiyle ilişkilidir, nesneyle değil. (Piaget, Psychology and Epistemology, s. 70-71; Epistemoloji ve Psikoloji, s. 60-61). Piaget, matematiksel özelliklerin, nesneye eylem sırasında özne tarafından eklendiğini söyler. (Genetic Epistemology, s. 94). Aynı anlayışı, spontan olarak gelişen mantıksal ve matematiksel yapıların nesneye özne tarafından empoze edildiğini ileri sürdüğü, R. Garcia ile birlikte kaleme aldığı Psychogenesis and The History of Science adlı yapıtta da sürdür (s. 3-4). 8. Piaget, mekan ve mekansal ilişkilerin dış dünyadan çıkarsanmadığını, tıpkı Kant gibi, özneden ve onun nesneyle ilişkisinden kaynaklandığını ve bunu nesneye öznenin empoze ettiğini söyler. “Mekan sezgisi, nesnelerin özelliklerinin yorumu ya da algısından kaynaklanmaz; aksine başlangıçtan itibaren nesneler üzerinde etkinlikte bulunmaktan kaynaklanır. Bu açıktır; çünkü sadece fiziksel gerçeklikten çıkarsanmak yerine, bir dizi hazır yapılar aracılığıyla fiziksel gerçekliği zenginleştirir ve geliştirir; bu eylem, fiziksel sınırlarına ulaşabilir ve soyut ve dedüktif bir biçimde fonksiyon yerine getiren ve biçimlendirilebilir eylemsel şema yaratır. (Piaget and Inhelder, The Cild’s Concept of Space, s. 449.) ..mekansal kavramlar, içselleştirilmiş eylemlerdir, ve sadece dışsal şeylerin ya da olguların mental imajları–ya da sadece eylemlerin sonuçlarının imajları değildir. (Piaget and Inhelder, The Cild’s Concept of Space, s. 454.) Mekanın, monolitik ve tekdüze karakteri açık olduğu için, Kant, onu duyarlığın formu saydı, onun köktenci bir biçimde sezgisel bir karakterinin olduğunu düşündü. Elbette bu, mekanı,işlem olarak ele almayı gerektirmez –o zihinseldir- fakat, bu türden objelerin mental yapısına ilişkin alt-mantıksal işlemlerle ayrık nesneler koleksiyonuyla ilişkili mantıksal-matematiksel işlemlerin farklılığının altını çizmek gerekir. (Piaget and Inhelder, The Cild’s Concept of Space, s. 456.) 9. Piaget, bir gerçek dünyanın varlığına inanmasına karşın, öznenin bilgisine dayanan varlıklardan onu ayırmaktadır. Nesnenin üzerinde eylemde bulunmak için bir organizmanın olması ve bu organizmanın dış dünyanın bir parçası olması zorunludur. Bu yüzden ben, açıkça tüm bilgilerden önce bir gerçek dünyanın olduğuna inanıyorum; fakat biz yalnızca gerçek dünyayı, bireysel nesnelerden ve çevreyle organizmanın etkileşimin sonuçlarından ayırıyoruz. (Piaget, Insights and Illusions of Philosophy, s. 203). 10. Piaget’te göre, duyum ve algıdan gelmeyen bilgiler vardır. O, hız, mekan, zaman ve nedensellik kavramlarını irdeledikten sonra, -bu kavramların bütünüyle algıya indirgenemeyeceğini, bunu önceleyen mantıksal matematiksel ilişkiler kümesinin olduğunu belirtir- şöyle der: “… bilginin çeşitli biçimleri, hiçbir zaman sadece duyumdan ya da algıdan türemez; bunların yanı sıra eylem şemalarından ya da çeşitli düzeylerdeki işlemsel şemalardan da türer ve bu şemaların ikisi de, sadece algılara indirgenemez. … algı, duyumsal bilginin derlenmesinden ibaret değildir, karaların ve çıkarsama öncesi sezgilerin rol oynadığı, eylem ya da işlem şemalarının algı üzerindeki etkilerine bağlı bir etkin düzenleme sürecini gerektirir. İşte bu nedenle, her türlü bilgimizin ya da en azından deneysel bilgimizin duyumsal kökeni olduğu yolundaki klasik ve basit görüşü, bu bölümün başında belirttiğimiz gibi masal olarak el almak, konuyu abartmak sayılmaz. … (Bilginin oluşması),m nesnenin sağladığı bilgiler ile öznenin hareketleri ya da işlemleri arasında bir işbirliğini gerektirir…. Bilimsel bilgi, ortaya çıktığı her alanda, işlemsel yapısı gereği, eylemden kaynaklanan insan zekasını yansıtır. Bilgiyi duyumsal köken vatrsayımının yaptığı gibi sadece edilgin bir kayıt rolüne indirgemeye çalışmak, bilgi, zeka ve eylemin oluşturduğu sınırsız verimli yapının özelliğini budamak demektir.” (Piaget, Epistemoloji ve Psikoloji, s. 71-72). Piaget, zeka kavramına şu anlamı yükler: “Şimdiye kadar belirttik ki, bilginin oluşumundaki tek etmen algılama değildir ve eylem ile eylemin ilişkileri ikinci bir kaçınılmaz bilgi kaynağı olarak görülmelidir. Bu belirleme, zeka kavramına göderme yapmak için kullanılmıştır. Çünkü bu oldukça belirsiz ve tehlikeli sözcükle, eylemden kaynaklanan işlemsel sistemlerin –başlıcaları, kümeler, ağlar, kafesler, ve öteki ana mantıksal-matematiksel yapı sistemleri- işlevi anlaşılmalıdır. Eğer eylem ve zeka algılamayı değiştiriyorsa ve eğer algılama, bağımsız olmak şöyle dursun, işlem öncesi ve işlem düzeyi şemaları ile giderek sınanıyorsa, bilginin duyumsal kökeni varsayımı, sadece eksik olmakla kalmaz, algılama alanında bile yanlış olur. (Piaget, Epistemoloji ve Psikoloji, s. 67).
Posted on: Wed, 13 Nov 2013 11:46:28 +0000

Trending Topics



Recently Viewed Topics




© 2015