SPDE BİR SÜTÜ BOZUK: DURMUŞ DURDUYAN Millî Görüş - TopicsExpress



          

SPDE BİR SÜTÜ BOZUK: DURMUŞ DURDUYAN Millî Görüş liderliği kendinden menkul Oğuzhan Asiltürk (babasının koyduğu isimle Durmuş Durduyan), koca salon dolusu topluluk önünde, kameraların karşısında kulakları tırmalayan bir çığırtkanlıkla Erbakan’ın çocukları ümmetin malını zimmetine geçirdi derken, ekranlardan cırtlak sesi ülkeye yayılıyordu… Birkaç gün sonra bir başka toplantıda yine kameralar karşısında bu kez Fatih Erbakan’ın ellerini havaya kaldırıp birlikte poz verirken görüntüleri televizyondan naklen yayınlanıyor, Millî Gazete o fotoğrafla haberini sürmanşetten veriyordu... Bu, takdim edilmek istendiği gibi olgunluk değil, en hafif anlamıyla pişkinliktir. Olgunluk önceki tiksindirici tabloyu oluşturmamaktır. Böyle bir rezalete yol açan kişi akil adam rolüne soyunmak gibi bir iddia ile Millî Görüş camiasının karşısına çıkıyor, hiç tepki görmüyorsa bu ümit kırıcıdır. Erbakan’ın vefatının birinci yıl dönümünde Konya’da yapılan anma toplantısında kendisine soru soran bir katılımcı “Başka yerde Erbakan’ın cihad paralarını zimmetine geçirdiğini söyleyip burada üstün meziyetlerinden söz ediyorsunuz… Bu çift yüzlülük değil mi?” diyor… Oğuzhan Asiltürk, “O söylediğim de gerçek, bu söylediğim de gerçek” diye cevap veriyor… Bir başkası “O söylediğinin neresi gerçek; Hoca cihad malını zimmetine mi geçirdi?” diye karşılık veriyor. Celallenen Oğuzhan Asiltürk “Terbiyesizliğe bak; ne Hocası… Hocanın çocukları zimmetine geçirdi!” diyerek istisna etmeden bütün çocuklarına alenen ithamda bulunuyor… Bu konuşmaların ekranlarından canlı olarak yayıldığı Kon-TV anında yayını kesiyor. Soru soran kişiler sille-tokat, yaka-paça dışarı atılıyor… Oğuzhan Asiltürk 1. Yıldönümünde Erbakan’ı anma programındaki konuşmasına devam ediyor. Konyalılar agnostik bir anlayış içerisinde dinlemeye devam ediyorlar! Yaşanan garabetlerin hangisinden başlayıp ele alacağımızı bilemiyoruz. Önce bir kere Erbakan yapmış olmadan çocuklarının davanın mal varlığını kendi adlarına geçirmeleri mümkün müdür? Tabii, Oğuzhan Asiltürk’ün “Terbiyesizliğe bak; ne Hocası… Hocanın çocukları zimmetine geçirdi!” derken kendisini dinleyenleri ne yerine koyduğunun cevabını vermek bize düşmez. Erbakan kendi şahsi malını mı, davanın malını mı çocuklarının adına geçirdi; sorusunun cevabı kolay verilemez. Biz camiadan toplanan paralarla kurulan şirketlerin Şevket Kazan ve Oğuzhan Asiltürk tarafından yönetildiğini yakinen biliyoruz ki tamamı şöyle ya da böyle batmıştır. Erbakan’ın bizzat davaya harcadığı paralar kendi kazancıdır ve kimse hesabını bilmez. Kalanını dilediğinin adına geçirir, kime ne? Erbakan’ın yurt içinde ve yurt dışında birçok iştirakleri olduğunu herkes biliyor. Seminerlerde çok defa bunlardan söz ediyordu. Hem de milyar Dolarlardan söz ediyordu ta 1980 öncesi yıllarda… Camianın aldığı hisse senetleri ile kurulan BURAK AŞ, GİMTAŞ, Elif Hayvancılık, Selametköy Projesi ve diğerleri bu ikili tarafından -nasıl yaptılarsa- batırıldı, hiçbiri şimdi yok… Kanal-7 ve TV-5’in başına gelenleri ise sanırız bilmeyen yok… Bu şirketlerin batmasının haklı nedenleri, gerekçeleri olabilir, biz bilemiyoruz. Ancak bu tür özel, belki de mahrem konuların herkesin önünde ve kameralar karşısında dile getirilmesi, tartışılması yerine; yetkili kurullarda, kapalı ortamlarda enine boyuna ele alınıp müzakere edilmesi gerekir. Görülen o ki; Oğuzhan Asiltürk çeşitli vesilelerle bu konuları Erbakan’ı, ailesini, onlar üzerinden Millî Görüş davasını itibarsızlaştırma amaçlı, ilgisiz topluluklar önünde açıklamayı yöntem haline getirmiş bulunuyor. Bunları herkesin içinde söyleyen bir kişi, üstelik Millî Görüş liderliği gibi bir paye de üstlenmişse, Erbakan’ın oğlu Fatih’in daha sonra kameralar karşısında elini havaya kaldırıp poz veriyorsa; bu yaptığı açık bir şantajdır. Fatih Erbakan’ı köşeye sıkıştırarak kendisine itaat ettirmesi Oğuzhan Asiltürk için uygun bir yöntem olabilir ama Millî Görüş camiasının bunu içine sindirmesi olacak şey değildir. Erbakan’ın çocuklarına yönelik şantaj amaçlı iftira, karalama, itibarsızlaştırma gayretlerine karşı sessiz kalınması, Saadet Partisi üzerinde her türlü gayrimeşru tasarrufta bulunulmasına göz yummak demektir. Bunu önce ahlak ve maneviyat diyen Millî Görüş camiası sadece değil, hiç kimse kabul edemez. Erbakan’ın çocukları Millî Görüş camiasına emanettirler; önce annelerini, ardından da babalarını yitiren bu çocuklar siyasi açıdan öksüz ve yetim sayılırlar. Onların tecrübesizliklerinden istifade ile siyasi istismar konusu yapılmalarına seyirci kalınamaz. Bazen çıktığı televizyon programlarında Erbakan’ın çocukları bizim emanetimizdir diyen Millî Görüş’ün nevzuhur lideri Oğuzhan Asiltürk onları davanın malını zimmetlerine geçirmekle rahat suçlayabilmektedir. Bu kadar çelişkiyi kabullenen, sindiren bir toplum Millî Görüşçü değil ancak agnostik olabilir. Millî Görüş’ü böyle bir zihniyetten tenzih ederiz. Şevket Kazan ve Oğuzhan Asiltürk televizyon programlarına birlikte çıktıkları Millî Görüş’ün en agresif karşıtlarına gösterdikleri nezaketin, hoşgörünün, sevecenliğin zerresini bile Erbakan’ın çocuklarından neden esirgiyorlar? Bu derin kin, öfke ve adavetin nedeni ne ola ki? Erbakan’ın çocuklarını bu Ak Saçlıların şamar oğlanına çevirmelerine Millî Görüşçüler seyirci mi kalacaklar hep böyle? Kim seyirci kalırsa kalsın… Herkes bilsin ki; El-Aziz Gazetesi mensupları Allah’ın avnı inayetiyle bunu, yapanların yanına asla bırakmayacaktır. Yasaların el verdiği her türlü yolla ve yöntemle burunlarından fitil fitil getirip analarından doğduklarına pişman edecektir. Öyle yağma yok! Bir Selanik Dönmesinin, bir kripto Ermeni’nin meydanı boş bulup at oynatması asla kolay olmayacaktır. Musa Saffet Bayramaşık Dönmesinin çömezlerine dünyayı dar etmek boynumuzun borcudur. Bir televizyon programında Erbakan İskender Paşa tarikatına bağlı diyen Şevket Kazan, peki, sizin şeyhiniz var mı diye sorulunca benim şeyhim babamdı, babam müderristi şeklinde bir cevap veriyordu… Bilindiği gibi müderris medrese mollası demektir. Babası hangi medresede mollalık yapmış ise açıklasa iyi olur… Oysa merhum ağabeyi, Milliyet Gazetesine yaptığı açıklamada ailesinin Selanik göçmeni olduğu bilgisini verdikten sonra ben ticaretle uğraştım, kardeşim Şevket ise kendisini dini konuda yetiştirdi, fahri vaizlik yaptı şeklinde bir ifade kullanmıştı. Onu babam okuttu şeklinde bir ifade kullanmamıştı. Şevket Kazan babasının müderris olduğunu söyleyerek dolaylı şekilde Sabetayist olmadığını ima etmeye çalışıyor. Oysa Şevket Kazan İslami bir partiye sokulmak amacıyla özel dersler alarak İzmit’te fahri vaizlik yapmaya başlamıştı. Kendini vaiz olarak cemaate tanıttıktan sonra da Millî Selamet Partisi’nden milletvekili adayı yapıldı. Bir televizyon programında Şevket Kazan Erbakan’ı ilk kez 1973 Haziranında Eskişehir’de bir konferans verirken dinleyip gördüm, hayran kaldım ve artık hep birlikte olmaya başladım demişti. Şimdi düşünün; Erbakan’ı hayatta ilk kez 1973 Haziran’ında gören Şevket Kazan 14 Ekim 1973 Genel Seçiminde Kocaeli’nde milletvekili seçiliyor! Adaylık dönemi de dikkate alınırsa Şevket Kazan Erbakan’ı ilk tanır tanımaz milletvekili adayı yapılmış! Peki, var mı böyle bir şey? Erbakan gibi üniversitede profesörlük yapmış, 200 ortakla Gümüş Motor Fabrikasını kurmuş ve TOBB Başkanlığına seçilmiş çevresi geniş bir insan neden ilk kez konferansını dinlerken tanış olduğu birini şipşak milletvekili adayı yapsın? Eğer Musa Saffet Bayramaşık adlı Dönme anlaşma sonucu aday gösterilmesini istemeseydi Erbakan’ın hemen görür görmez Şevket Kazan’ı milletvekili adayı yapıp sonra da seçildiğinde ilk girdiği hükümette derhal Bakan yapmasının makul, mantıklı, anlaşılabilir bir izahı olabilir mi? Şevket Kazan Kocaeli’nde aday olduğunda kendisinin Çerkez olduğunu söylüyordu. Van’da bir ara senatör adayı olduğunda da Türkmen olduğunu söylüyordu. Bir televizyon programında ise soyadının Kazan olduğundan bahisle Kazan Türklerinden olduğunu söylüyordu. Şevket Kazan -bizzat kendisinden duymuş değiliz- anlatılana bakılırsa Yörük olduğunu da söylemiş. Gerçek şu ki Şevket Kazan Selanik göçmeni Dönme bir Yahudi’dir. Genellikle düzenli olarak her hafta İzmir’e gidip bir sinagogda gizli ayin yapan bir Sabetayist Yahudi olduğunu biliyoruz. Millî Görüşçüler bizlerin siyasi maksada ve gareze binaen bu ifadeleri kullandığımızı sanıyorlar. Bizler çok şükür inançlı Müslümanlarız, dayanağı olmayan bir isnatta bulunmaktan Allah’a sığınırız… Ama hiçbir zaman bizler inançlı Müslümanlarız, dediklerimize inanın şeklinde bir mantık sergilemeyiz. Aklı, mantığı esas alarak gördüğümüz delilleri ve ipuçlarını değerlendirerek bu sonuca varıyoruz, ikna etmeye çalışıyoruz. Ayrıca açık gönüllülükle gazetemizde ve internet sitemizde çağrıda bulunarak, Erbakan’dan bir randevu alın, birlikte huzuruna çıkalım. Musa Saffet Bayramaşık ile anlaşma yapan kişi olarak yalnız o biliyor. Ne derse kabulümüzdür dedik. Eğer Erbakan, “Bu nasıl söz; bunlar 40 yıllık sadık dava arkadaşlarımdır; kim demiş onu?” Derse, bizler ikinizin de ellerini öpüp özür dileyeceğiz. Gazetemizde iftira ettiğimizi açıkça ilan edeceğiz. Erbakan isterse derhal yayınımıza son vereceğiz diye defalarca tekrarladık… Bu çağrımızda yıllarca ve defalarca ısrarcı olduk… Ancak bu kadar kolay, külfetsiz, basit bir yolu denemeyi göze alamadılar, başka meşakkatli yollardan bizlerle mücadele yolunu seçtiler. Çünkü Erbakan’ın asla kendilerini aklamayacağını çok iyi biliyorlardı… Nitekim birçok kişi gidip Erbakan’a sormuş ve teyit almıştı. Bizlere anlattılar. O halde gelin bize açıklama yapın dediğimizde hiçbiri göze alamadı. Ne yazık ki insanlarımız risk almada oldukça korkak davranıyorlar. Şevket Kazan ve Oğuzhan Asiltürk çağrımıza uyup bizleri Erbakan’ın huzuruna çıkarmak gibi bir kolay yolu denemek yerine Erbakan’ın vekâlet verdiği avukatı aracılığı ile emrivaki ile aleyhimize 50 şer bin liralık dava açtılar ve savcılığa suç duyurusunda bulundular. Erbakan haberdar olunca her iki davayı da geri çekti. Bunlar öyle pervasız hareket ediyorlardı ki Erbakan’dan habersiz onun adına bizlere dava açtırdılar. Bunu teşkilatlara Erbakan El-Azizcilere dava açtı şeklinde anlatarak kara propaganda yaptılar. Peki, neden kendi adlarına değil de Erbakan adına dava açtılar? Bunlar öyle kurnaz ki; asıl amaçları bizleri Erbakan ile karşı karşıya getirmekti. Bu tür komplolar yaparak nice insanı Erbakan aleyhine çevirdiklerini bildiğimiz için şerbetli idik ve oyuna gelmedik hiçbir zaman. Zaten Erbakan’ın birtakım yönlendirmeleri ile bunların mahiyetini çözüyorduk. Bu bizlerin yardım almadan mahiyetini çözebileceğimiz, mücadele edebileceğimiz bir konu değildi. Millî Görüş partilerindeki tüm fitneleri, her türlü Erbakan aleyhtarlığını bunlar örgütledi. Ayrılanlar bunlar yüzünden ayrıldılar. Erbakan’ı samimiyetle seven birini yakınına yaklaştırmazlar, yanında yer almışsa bile orada durdurmaz, barındırmazlardı… Bu ikili her zaman Erbakan aleyhine pervasızca konuşur, çok rahatça suçlardı. Şimdi çocuklarını hedef almaları yadırganacak bir durum değildir. Çok rahat Erbakan adına her türlü talimatı verir, Erbakan’ı zor duruma sokarlardı. Erbakan hiçbir zaman onlardan hesap sormadı, karşısına da almadı… Bu durumu sadece bizler biliyor değiliz; pek çok teşkilat mensubu ve genel merkez çalışanı bilir, ama yıllardır sadece bizler açıklarız, başka kimse açıklamaz. Erbakan’ın kimseyi teşkilatlardan atması, genel merkez çalışanlarının görevine son vermesi vaki olmadığı için herkes sadece Şevket Kazan-Oğuzhan Asiltürk ikilisinden çekinirdi. Erbakan’ın bir talimatı onlarınki ile çelişirse onlarınki yerine getirilirdi. Çünkü Erbakan’ın talimatına uymamanın pratikte hiçbir müeyyidesi olmazdı. Onların ise hep astığı astık, kestiği kestik idi… Ancak Erbakan birtakım manevralarla onların yaptıklarını burunlarından fitil fitil getirdiği için çok çekinirlerdi. Erbakan birtakım taktik yöntemlerle onları öyle çelişkiler içine sokar, zor durumda bırakır, bunaltırdı ki felekleri şaşardı… Erbakan para konusunda hiç kimseyi tasarruflarına muttali kılmazdı. İstemediği birinin parasını kısarak yol verirdi… Erbakan hiçbir zaman insanlara sadakatleri, vefaları, metanetleri, davaya bağlılıkları nedeniyle görev vermez bütün işlerini para ile gördürürdü. Esasen samimiyetlerine güvenip iş yaptırabileceği insanları yaklaştırmazlardı. Zaten bu yüzden şu anda Saadet Partisi yönetiminde hep fosil kafalar kalmış bulunuyor. Millî Görüş’ün M’sinden haberi olmayan bir tufeyli takımı dışında inançlı, şuurlu, basiretli, ferasetli, dirayetli kişilerin bulunmayışı bir tesadüf değildir. Şu anda Erbakan’ın çocuklarına yönelik suçlamaların, karalamaların Saadet Partisi teşkilatında bir tepki şöyle dursun, iniltiye dahi yol açmaması bu çürümüşlüğü, kokuşmuşluğu, tükenmişliği yeterince gözler önüne seriyor zaten. Başka söze gerek bırakmıyor… Erbakan bunlar yüzünden 12 Eylül 1980 sonrası dolaylı şekilde, Turgut Özal liderliğinde kurulan ANAP’ı, 28 Şubat 1997 sürecinde ise Tayip Erdoğan liderliğinde kurulan AKP’yi destekledi… Öyle ki Erbakan koalisyon hükümetlerinde de kendi bakanlarını çoğu zaman ortakları üzerinden dolaylı şekilde etkilemeye, köşeye sıkıştırmaya çalışıyordu. Bugün AKP iktidarının icraatlarının Saadet Partisi’nin söyleminden daha Millî Görüşçü olmasının nedeni de budur. Hiçbir zaman Millî Görüş partilerinin yönetimi Türkiye’nin yönetiminden daha Millî Görüşçü olmamıştır. Bugün de durum böyledir. Erbakan Türkiye’yi değiştirdiği kadar bizzat kurup yönettiği partileri değiştiremedi. Şu anda da 28 Şubat tartışmalarında Saadet Partisi’nin en yavan, en sade suya tirit bir söylemi dillendirmekte olduğunu herkes görüyor. Ancak her şeye rağmen Erbakan son nefesini Saadet Partisi Genel Başkanı olarak vererek çok önemli bir mesaj vermiştir. Bu mesaj; Saadet Partisi’nin mutlaka gerçek Millî Görüşçülerce ele geçirilmesinin gereğini ifade etmektedir. Bu, Millî Görüşçülerin Erbakan’ın çocuklarına sahip çıkmasıyla ancak mümkün olabilir. Eğer Millî Görüşçüler Erbakan’ın çocuklarını bir Yahudi Dönmesine ve Kripto Ermeni’ye ezdirirlerse artık hiçbir şekilde Saadet Partisi’ne ve Millî Görüş davasına sahip çıkamazlar.
Posted on: Sun, 01 Dec 2013 09:17:37 +0000

Trending Topics



Recently Viewed Topics




© 2015