TÜRKİYE’DE ERKEK KİMLİĞİ ve AİLE KAVRAMININ - TopicsExpress



          

TÜRKİYE’DE ERKEK KİMLİĞİ ve AİLE KAVRAMININ YIKILMASI Daha önce biyolojik gerçekliği –“ölüm”- ve psikolojik gerçekliğiyle –“meşguliyet”le- birlikte kurduğumuz insan için varoluşsal bir amaç belirlersek, hiç kuşkusuz söz konusu amaç nihai olarak “huzur” olacaktır. “Huzur” da öncelikle güvenliği çağrıştırmakta ve insan güvenli bulabildiğine ısınmaktadır. “Türklük”, “Kürtlük”, “İslâm”, “gelenek”, “aile terbiyesi”, “devlet terbiyesi”, “aile reisinin erkek olması”, “gelenek” ve “milli ve manevi değerler” gibi sürekli olumsuzlanarak yapıbozuma uğratılan kavramsal durumların imlediği psikolojik meşruiyet de öncelikle güvendir. “Güven” salt akli bir kavram değildir ve “hayat” çoğunlukla akıldan fazla bir şeydir. Bu nedenle akılla yapıbozuma uğratılarak tedavülden kalkması talep edilen kavramların beraberlerindeki “varoluşsal güvenlik” kaygısı yeterince giderilemediğinde ortaya çıkan şey tam anlamıyla kaos ve zamanla eskisinden daha katı kuralcılıklardır. Hayata bütüncül bakılmayarak sürekli dokunulan ve hiç saygı duyulmayan kavramlardan biri de maalesef “aile” ve “erkek kimliği”dir. Bir şey tek ne iyidir, ne de kötüdür. Onu akla uygun veya aykırı yapan şey onun uzantısı ve etkisidir. Güven vermeyen bir özgürlük kavramındansa bazen güvenli görünen bir ölçüsüz bağlılık tercih edilebilir. Bunu yeterince takdir etmek için mutlaka acı tecrübelere sahip olmak gerekmemelidir. Eğer acı tecrübeler hala gerekiyorsa orada birikimsel/kültürel aklın varlığına ihtiyaç yoktur. “Kültür”ün ve “ahlak”ın meşruiyeti de “güven” ihtiyacından doğmaktadır. “Güven”in kişisel göstergesi ise “samimiyet”tir. Ülkemizin aydınları huzur için samimiyeti tartışıp kurmaya çalışacaklarına, bencil tutkularının peşine düştüler ve gevezeliğin erdem olduğunu sandılar. Boşanma vakaları arttı ve maalesef artık uzun vadede ulusal çıkarların zedeleneceği bir noktaya doğru evrildi. Türkiye’de sol düşünceden dostlarımızın pek eleştirmek istemedikleri Rus devletinin kendi bünyesinde eşcinsellere reva gördüğü saygısızlık tam da ailelerin tehdit izlenimi verecek derecede yıkılması ve Rusya’nın geleceğinin karanlık görülmesinden kaynaklandı. Gemi su almaya başladıktan sonra herkes başının çaresine bakar ve artık ahlaktan –hele de hukuktan- söz etmenin yeterince mantıklı bir gerekçesi bulunamaz. Gemi su almadan bazen insanların pek hoşlarına gitmeyecek önlemler de alınmalıdır. Ulusal çıkarlar veya “devlet aklı” denilen şey bu tür zamanlarda fevkalade önemlidir. Kuşkusuz her işin başındaki insanın liyakati ve yetkinliği, bir varolanın huzura veya soruna dönüşmesiyle ilgili trajik ihtimale açıklığın temel değişkenidir. Fakat sistem veya “devlet aklı” yerleşik bir varolandır ve o olmaksızın toplumsal beraberliğin ortak bir varoluşsal güvenlik riski bulunmaktadır. Boşanma vakalarındaki artış, politikanın, ekonominin, eğitimin veya sağlığın müşterek bir sorunu olmaktan çok artık nesnel bilinç denilen müşterek hissin hayati bir müşkülüdür. Aydınlanmayı takiben kadının Batı Avrupa ve Kuzey Amerika’da “özgürlüğünü elde etmesi” olayının Türkçeye uyarlanma talebi, varoluşsal güvenliğini hiçbir tarzda elde edememişliğin verdiği tereddüt ve travmalarla birleşince gitgide dayanılmaz sonuçlar vermeye başladı. Zaten söz konusu talebi dile getirenler iddia ettikleri ölçüde deha insanlar olsalardı Türkçede saygı bulamadıklarında İngilizce ağlamak yerine tüm dünyadan edindikleri saygıyla teselli bulurlardı; fakat bu yoldaki aydınlarımızdan dünya düşüncesine yön veren bir tane başarılı/yetkin aydın çıkmadı. Tüm aydınlarımız taklitçi ve edilgenler. Nasıl Kürt meselesinin halli bir gerilla hareketi ve akabinde hiç hazzedilmeyen bir iktidarın güçlü iradesini gerektirdiyse öyle görünüyor ki aile meselesi de acı bir tecrübe ve yerilen bir güçlü iradenin mevcudiyetini lüzumlu kılacak. Türkiye’de aile içi şiddet, cinsiyet ayrımcılığı ve mutsuzluklar daima Batılı tanıların garantörlüğüne yapılan uyarlamalarla anlaşılmaya çalışıldı ve yetkin olduklarını söyleyen zihinlerin samimiyetsizlikleri yüzünden hiçbir akla uymayan gerçek hayatlar zorla belirli kalıplara hapsedildi. Söz konusu şizofrenik duyum sorunu nedeniyle evliliklerde yaşanan uyumsuzluklar hala “kadının özgürlüğü” ile irtibatlandırılmakta ve maalesef “erkek kimliği”nin içinde bulunduğu varoluşsal güvenliğin ne denli tahrip olduğuna hiç dikkat çekilmemektedir. Erkekler için evliliği kuran ve aşka karşılık gelen temel değişken “cinssellik” olduğu ölçüde –anlaşılabildiği kadarıyla- kadınlar için aşkın karşılığı olan temel değişken “evlilik”tir. Evlilikten sonra ise kadınların aşkının bir taktik olduğu ve erkeğin kayda değer stratejik donanımsızlıklar içerisinde bulunduğu anlaşılmaktadır. Bu durum, erkek kimliğiyle kadın kimliği arasındaki samimiyetin onarılamayacak tarzda bozulmasıyla ilgilidir. Benim önerdiğim şey, fiziksel olarak daha az güçle donatılmış olan kadının (biz bir şeyi psikolojik olarak reddettiğimizde o reelde varsa yok olmuyordur) maruz kaldığı şiddet hareketlerinin veya reddedilmelerin göz ardı edilmesi değildir. Fakat söz konusu sorunların çözümü, samimiyeti bitiren ve hiçleştiren gevezeliklerin erdem sanılarak tüketilmesi olmamalıdır. Şimdi dağınık değerlendirmelerimizi toparlayalım: Bu dünyada insan öncelikle samimi bir güvenlik ihtiyacı ve ortamını imleyen “huzur” için yaşamaktadır. Söz konusu “huzur” kavramı herhangi bir tarzda akli barınaklara sığdırılabilir bir kalıp olsaydı mutsuz tüm insanlara mutluluğun nasıl bir şey olduğu da matematiksel bir formül gibi hazır bir tarzda sunulabilirdi. Mutluluğun muhtevasını matematiksel bir kesinlikle hazır sunamayan insanların kimseyi akli olarak ötekileştirmeye hakları olmadığı gibi artık susmalıdırlar. Türkiye’nin huzuru için veya bu ülkede yaşayan insanların huzuru için “aile” fevkalade hayati bir olgu veya varlık alanıdır. Çünkü günümüzde politik, ekonomik, kültürel ve psikolojik koşulların sağladığı gerginlik nedeniyle nefes alabileceğimiz tek barınak olarak elimizde aile kalmıştır ve “özel”in bulunduğu ve güya müdahalenin hiç söz konusu olmadığı “aile” de artık tüketilmiş bir şey haline geldiğinde öznenin psikolojisi için sığınılacak bir “güvenli yer”/“samimi yer” kalmamaktadır. Radikal kurallaştırmaları gerektirecek ölçüsüz acı tecrübeler edinilmesine gerek kalmaksızın kendini aydın sananlar, biraz erdemli düşünmek ve toplumun huzurunu merkeze almak zorundadırlar. Kimse hayatından memnun değil ve entelektüel fanteziler söz konusu memnuniyetsizlikleri bitirmek için yeterli bir rahatlama temin etmemektedir. Bu memnuniyetsizlikler nispeten az olduğunda toplumun tahammül sınırları içinde erimektedir; fakat “intihar etmek istiyorum” diyenlerin sayısı, böyle düşünmenin bir ölçüsüzlük olduğunu düşünenlerin sayısını katladığı takdirde toplumun varlığı tehlikeye girmektedir. Bir toplumda çok akıllı görülen insanların “özel hayatları” ve “aile ilişkileri” ortaya çıktığında insanlar utanıp sıkılıyorlarsa ve akıllı olduklarını öne sürenlerin genellikle huzurlu bir aile ortamları söz konusu değilse; bu toplumda gerçekten aklı başında çok az insanın bulunduğu düşünülmelidir. Burada “akıl”, matematiksel formülleri bulmak ve gevezelik yapmak kabiliyeti değildir; aksine “akıl” tecrübeyle edinilen olgunluk olarak kavranmaktadır. Türkçedeki en öncelikli entelektüel sorun, tüm güvensizliklerin, gerginliklerin, bencilliklerin ve sahtekârlıkların ötesinde “samimiyet eksikliği”nin giderilme yoludur. Günümüzde en korkulması gereken sorun ise, genellikle kadınlardan kaynaklanan nedenlerle boşanma vakalarındaki artıştır. Boşanma vakalarındaki artışın önüne geçmek –artık görülmüştür ki- kadının dünyanın en yüce varlığı haline zorla getirilmesiyle olmamaktadır. Sözcüklerin yerine tecrübî aklın işin başında olduğu ve ulusal çıkarlarımızın –mesela benim daha huzurlu yaşamamın- özdüşünümlerin merkezinde bulunduğu bir çeşit tefekküre gereksinimimiz vardır. Bu kabul edilmediği takdirde tecrübe nasılsa birçok acı olaydan sonra doğaya uymayı öğretecektir hepimize.
Posted on: Thu, 22 Aug 2013 23:01:52 +0000

Trending Topics



Recently Viewed Topics




© 2015