Türk devrimine ve özellikle laik devlete saldırganlıkta - TopicsExpress



          

Türk devrimine ve özellikle laik devlete saldırganlıkta Nakşibendiler ve Ticaniler yanında, günümüzde daha yaygın ve etkili olduğu görülen Nurcular önemli bir yer tutmaktadır. Demokrat Parti"nin politik çıkarları uğruna gelişmesine göz yumduğu Nurculuğun önemli bir sorun olarak ele alınmasına ihtiyaç vardır. Gerçekten Cumhuriyet tarihinde, devrimlere karşı çıkan en büyük ve organize birlik Nurculuk olmuştur. Özellikle 1952"den sonra ortaya çıkan bu akım, devrim düşmanlarının bir sembolü hâline gelmiştir. Sistemli bir doktrini olmamakla birlikte, bir bütün olarak devrim düşmanlığı ilkesinden hareket eden Nurculuk, laik devlet düzenine bütünüyle karşı çıkarak teokratik bir devlet düzenine dönmek amacındadır. Belli bir din görüşünü temel almadığı için çeşitli mezhep ve tarikatları kuşatıcı bir akım olan Nurculuk, İslâmî akımların en tehlikelisidir. Nurculuğun lideri, 31 Mart olayının ileri gelenlerinden, Volkan [gazetesi] yazarı ve İttihad-ı Muhammedî Fırkası kurucularından Bedîüzzaman Said-i Kürdî"dir. (s. 212) Dini politik çıkar uğruna geniş çapta kullanan DP, Nurculuğun büyük bir hoşgörü ortamında rahatça gelişmesini sağlamış ve hükümet üyeleri Emirdağ ilçesinde "Üstat" ile buluşmuşlardır. Başbakan Menderes 19 Ekim 1958"de adı geçen ilçeyi ziyaretinde, Nurcular tarafından minareye asılmış, hilafet ve saltanatı temsil eden iki tuğralı yeşil bir bayrakla karşılanmıştır. Nurcularca "fevkalbeşer" sayılan ve İbni Sina"yı, İbni Rüşt"ü ve Farabi"yi geride bıraktığı ileri sürülen ve bizzat "muannit filozofları hayret içinde bırakıp birçoklarını imana getirmiş" bir kişi olarak görülen Said-i Nursî, örneğin elektrik, meteor gibi fizik ve astronomik olayların bilimsel açıklamasını dine aykırı bularak, "bunların hepsinin izahı Kuran"da mevcuttur ve fizik kanunlarına göre açıklama yapmak Kuran"ın kudretine, hikmetine aykırı düşmektedir," görüşünü savunmuştur. Nurculuğun kaynağı olan "Risale-i Nur", sayıları 130"a varan, çoğunlukla yanlış ve anlaşılmaz, bozuk bir Osmanlıcanın kullanıldığı bir yazı serisidir. Yenilikten, aydınlıktan uzak olan ve toplumu ve politik düzeni din temellerine dayandırmayı öngören Risale-i Nur, karışık ve anlamsız cümleler bütünü olarak nitelendirilebilir. (s. 213-4) Gerçekten Nurculuğa göre, devletin resmî dini bulunmalı, hükümet şeriatın koruyuculuğu yapmalı, anayasa Kuran olmalıdır. Devlet yönetimi de bir ulema heyetine bırakılmalıdır. Bu bakımdan Said-i Nursî"ye göre, laikliği ilk olarak koyan Türkiye Cumhuriyeti anayasası şeriat esaslarına aykırıdır. Sosyal alanda yapılmış olan yenilikleri de bütünüyle şeriata aykırı sayan Nurcular, ceza hukuku alanında şer-î temellere dönmek isteğindedirler. "Milliyet"i bir din bağı olarak yorumlayan Nurcular, politik görüşlerini İslâm birliği amacında çerçevelemişlerdir. Kılık, takvim, harf devrimlerine karşı olan ve "çok kadınla evlenmek de İslâmî olduğu için caiz ve şarttır" diyerek Medeni Kanun"un hükümlerine aykırı düşen Nurculuk, İslâmî bir toplum özlemindedir. Nurcular sosyal ve politik ülkülerini gerçekleştirecek en yüksek organın, Kahire"deki Cami-ül Ezher"in kız kardeşi olarak düşünülen "Medresetüz Zehra" adlı bir öğretim kurumu olduğunu belirtmişlerdir. Öğretim dilinin dayanacağı formül, "Lisanı Arap vacip, Kürt caiz, Türk lazımdır." Nurculuğa göre, İstanbul Üniversitesi"nde de bir Nur medresesi açılmalıdır. Said-i Nursî özel bir konuşmasında, "Kamer güneşten ayrı bir parçadır. Güneş kamere peyk olamaz. İşte bunun gibi, din de mukaddestir, siyasete alet edilemez. Ancak siyaset dine ait olabilir" sözleriyle, Nurculuğun temelinde politikanın dinin ayrılmaz bir öğesi olduğu ilkesinin yer aldığını ortaya koymaktadır. Nurculuk, Risale-i Nur"un "Kuran"ın bu asırda en yüksek ve en kudsî bir tefsiri", "Kuran"ın meali" olduğunu öne sürmekle birlikte, "bu hücretler ve tabiratın, bu kelimat ve teşabihatın arşı Azam"dan indiği muhakkaktır" (Zülfikarın Hatimesi) sözleriyle "semavi" bir kitap olduğunu belirtmeye çalışmaktadır. Risalelerin tanrısal bir nitelik taşıdığını temellendirmek için, kendisinde peygamber özellikleri bulan Said-i Nursî, "bunları ben yazmıyorum, bana yazdırılıyor," (Nur Meyveleri) demektedir. Kuran gibi Nur Risalesi"nin de 23 yılda tamamlandığı yazılmış ve Said-i Nursî"ye peygamberce mucizeler yüklenmiştir. Örneğin hayvanlar bile Risale-i Nur"a hayran kalmış, Said-i Nursî Isparta"ya ve Barla"ya geldiğinde mevsimi olmadığı hâlde yağmurlar yağmıştır. Risale-i Nur"u yazmak üzere, dışarıdaki öğrencilerinin yanına gelmeleri yasaklandığında kuraklık başlamıştır. (s. 215-6) Eğitim ve öğretimden yoksun olan Said-i Nursî"nin bilgisizliği, Peygamber"in "ümmiliği" ile karşılaştırılarak, konuşmaları doğaüstü "ilhamlara" dayandırılmıştır. "Demek ki ihtiyaç vardı ki, öyle yazdırıldı," (Ayet-ül Kübra) gibi sözler Said-i Nursî"nin tanrısal bir dünyayla ilişki kurduğu yolunda bir belirti olarak söylenmiştir. Kendinde insanüstü yetenekler sayan Said-i Nursî, kırk dakikada kitaplar yazmakta, günde yüz para veya bir kuruşla geçinmekte ve yiyip içmeden yaşayabilmektedir. "Bir yaşındaki bebeklerin dahi kendi manevî varlığını hissedip koşarak ellerini öptükleri" (Hanımlar Rehberi) Said-i Nursî, ruhsal bakımdan dengesiz bir tipin bütün belirtilerini taşımaktadır. (s. 217)
Posted on: Tue, 30 Jul 2013 13:02:53 +0000

Trending Topics



Recently Viewed Topics




© 2015