sosyalist yeniden kuruluş partisinin siyasal değerlendirmesi - TopicsExpress



          

sosyalist yeniden kuruluş partisinin siyasal değerlendirmesi Siyasal Durum Değerlendirmesi Kapitalizmin Krizi Derinleşiyor, Emekçiler ve Ezilenlere Yönelik Sermaye Saldırısı Artıyor. ABD. ABD’de 2008 yılında bir finansal kriz görünümünde patlak veren hemen ardından üç hafta içinde tüm dünyaya yayılan ve özellikle de Avrupa’da bir Büyük Resesyon’a dönüşen kapitalizmin krizi sürüyor. Çok sayıda banka ve büyük şirketin battığı veya batmanın eşiğine geldiği bu süreçte, işsizlik ve yoksulluk da devasa bir biçimde arttı. Krizden kurtulmak için çeşitli ülkelerde neo liberal-Keynesyen Sentezci ve büyük sermayeyi kurtarmaya dönük devletleştirmeler ve yapılan büyük çaplı kamu harcamaları, vergi indirimleri yapıldı. Ancak bu kez Avrupa’da kapitalizmin eşitsiz gelişiminin neden olduğu Merkez-Çevre ülkeleri ayrışmasının doğurduğu çelişkiler gündeme geldi. Bunun sonucunda Yunanistan, Portekiz ve İspanya gibi Avrupa’nın çevre ülkelerinin büyümelerini Almanya başta olmak üzere Kuzeyin ve Merkez Avrupa’nın zengin ülkelerinden sağladıkları sıcak para girişleri ile sürdürmek zorunda kalmaları, bütçe açıklarının ve ardından da kamu borç stoklarının hızla yükselmesine yol açtı. Ayrıca özel sektörün, bankalar başta olmak üzere, borç stokları Avrupa tarihinde daha önce görülmedik bir hız ve miktarda arttı. Avrupa artık günümüzün en borçlu bölgesi durumundadır. En güçlü görünenlerin Aşil Topuğu’nu bu borçlar oluşturuyor. Tıpkı daha önceki krizlerde olduğu gibi, krizin faturası kemer sıkma politikaları ile emekçi halklara ve ezilenlere kesildi. Kamu bütçesinden yapılan sosyal harcamalar tırpanlanırken, emekçilerin ücretleri düşürüldü, emeklilik yaşı uzatıldı ve ÖTV ve KDV gibi vergiler artırıldı. ABD‘deki bütçe ve borç krizi de krizin derinliğini göstermek açısından önemli bir gösterge olarak karşımızda duruyor. Bilindiği üzere ABD dünyanın en borçlu ülkelerinin başında geliyor. Obama’nın 2010 yılında gündeme getirdiği ve özel sağlık sigortaları üzerinden de olsa kimseyi sağlık kapsamı dışında bırakmama ve yoksulların primlerini kamu bütçesinden ödemeyi içeren Sağlık Reformu (Obama Care) Cumhuriyetçilerin engeline takıldı. Bütçeden yoksullara dönük harcamaların yapılmasına karşı çıkan Cumhuriyetçi Parti üyeleri Obama’nın elini zayıflatmak için Bütçeye ve Borç Limiti artışına izin vermediler. Geçici bütçe yapıldı. Yani bütçe ödenekleri için 15 0cak 2014’e kadar, borç limiti için ise 7 Şubat 2014’e kadar Kongre onayı sağlandı. Kısaca sorun ötelendi. Bu gelişmeler de kamu bütçesinin hem egemen sınıfların kendi aralarındaki hem de emekçi sınıflar ile olan mücadelelerinde en önemli alanlardan biri olduğunu gösterdi. Bu ABD Merkez Bankası Fed’in piyasadan tahvil alımını kısmaya hemen başlamayacağı anlamına geliyor. Şu ana kadar sürdürdüğü ve piyasaya aylık 85 milyar dolarlık nakit aktarımı yönündeki genişletilmiş para politikasını bir süre daha devam ettirecek. Bunun 2014 Mart sonuna kadar sürmesi bekleniyor. Bu gelişme geçici olarak da olsa uluslararası sermaye hareketlerini ve son 10 yıldır büyümesini asıl olarak bu sermaye hareketlerine dayalı olarak gerçekleştiren Türkiye ekonomisini rahatlatacak. Ama bütün bu gelişmeler temeldeki sorunun çözüldüğü anlamına gelmiyor. Küresel kapitalizm krizini kısa süreliğine ötelemekten öte bir şey yapmamış, biriktirerek 2014 ve sonrasına taşımış durumdadır. Nitekim IMF, OECD ve DB da dâhil olmak üzere hemen her kurum ve iktisatçılar krizin gelecek yıl asıl olarak da azgelişmiş ülkeler üzerinden süreceği gerçeğini kabul etmektedirler. Üretim, finans ve ticaret anlamında dünya ekonomisinin en büyüğü olan ABD ekonomisinde durgunluk sürüyor; işsizlik yüksek düzeyde devam ederek yapısal bir hal almış durumda; uzun dönemde kalıcı bir büyüme üzerinde etkili olan yatırım düzeylerinin kriz öncesinin gerisinde olduğu ve krizi tetikleyen finansal balonların şişirilmeye devam edildiği görülecektir. Avrupa. Avrupa’da durum daha kötü. Öncelikle, Avro Bölgesi bir bütün olarak 2013 yılının ilk yarısında sadece % 0,3 büyüyebildi. Bu yıllık olarak % 1,1’e denk düşüyor. Avro Bölgesi ekonomisi bugün bir bütün olarak 2008 öncesinden % 3 daha küçük. Ekonomistlere göre işsizliğin azaltılabilmesi için Avrupa’nın önümüzdeki üç yıl içinde yılda en az % 2–3 büyümesi gerekli ki, bu mümkün gözükmüyor. Nitekim Nisan ayında tüm bölgede işsizlik % 12,2’ye ve genç işsizliği % 24,4’ e yükseldi. Yunanistan’da 25 yaş altı gençlerin üçte ikisi işsiz durumda. Bu oran Şubat’ta % 62 idi. Yani Avro Bölgesinde yaklaşık 20 milyon insan işsiz. Genç işsizlik oranları İspanya’da % 56,4, Portekiz’de % 42,5, İtalya’da % 40,5, İngiltere’de % 20,2, Almanya’da % 7,5 ve Avusturya’da % 8 oldu. Avrupa’nın 2010 yılından bu yana devam eden borç krizi aynı derinliği ile olduğu yerde duruyor. Avrupa’da kapitalizm içinde bulunduğu krizden çıkabilmek için bir türlü sistem içi çözümler üretemezken halkın öfkesini iktidarı hedef almaktan uzaklaştıracak ve yönlendirecek yeni mecralar arayışında eski bir çözümü yeniden ısıtıp gündeme getiriyor: yabancı düşmanlığı ya da göçmen karşıtlığı. Örneğin Fransa’da emekçi sınıfların orta katmanları (orta sınıflar ya da diğer ülkelere göre görece daha iyi koşullarda yaşayan işçi sınıfı) kazanılmış sosyal haklarını birer birer kaybeder, alımgücü düşer ve daha da kötüsü işsiz kalırken, gençlerin büyük bir çoğunluğu iş bulamazken, emekli maaşları giderek azalır ve emeklilik yaşı artarken ve genel olarak halk gözle görülür şekilde yoksullaşırken yasadışı şekilde ülkeye gelen göçmenlerin, çalışanların vergileri ile sağlanan sosyal yardım olanaklarından ne kadar çok yararlandığı, nasıl Fransız kültürüne bir türlü entegre olamadıkları gibi konular daha çok gündeme getiriliyor. Çin, Hindistan, Brezilya. 2008 krizinin patlak vermesinin ardından, ortaya atılan bir teze göre, Çin, Hindistan ve Brezilya ve Türkiye gibi ülkeler dünya ekonomisinin genel gidişinden ayrışacaklar (de coupling), yani dünya ekonomisi küçülürken onlar hızla büyüyecekler ve bu da dünya ekonomisinin canlanması için temel oluşturacaktı. Ancak son veriler bunun gerçekleşmediğini ve yükselen piyasaların yeni büyüme kaynağı olamadıkları gibi, bugünlerde küresel istikrarsızlığın da yeni kaynağı haline geldiklerini ortaya koydu. Son dönemde açıklanan bazı veriler, göstergeler ve gelişmeler küresel kapitalist durgunluğun sürdüğünü, önümüzdeki dönemde yeni risklerin ortaya çıkacağını ve bunların etkili olacağını ve sistemik krizin yeni dönemde daha çok azgelişmiş ülke ekonomilerinde kendini hissettireceğini ve krizin bundan böyle daha çok azgelişmiş ülkelerle anılacağını ortaya koyuyor. Türkiye’de iktisadi durum şimdiden pek iç açıcı değil. Diyalog süreci Müzakere Sürecine Sıçratılamadı Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’la T.C. Devletinin başlattığı görüşmeler, başlangıçta “İmralı süreci”, giderek te “barış” ve “müzakere” süreci olarak adlandırıldı. Daha önce başlatılan ve bizzat çatışmanın taraflarından birisi olan T.C. Devleti tarafından akamete uğratılan süreçleri bildiği halde Abdullah Öcalan’ın, sorunun demokratik ve barışçıl çözümü için yeni bir hamle yapmasının iki temel nedeni vardı: Birincisi; Sorunun eşitlik zemininde demokratik çözümüne verdiği stratejik değer, ikincisi; Bölgedeki gelişmelerin ve konjonktürün sorunun çözümüne dair bu stratejik yönelime uygun bir zemin oluşturması. AKP hükümeti ve Erdoğan hiçbir zaman PKK’yi tasfiye ederek sorunu halletme anlayışından vazgeçmedi; Ancak her yeni gelişmeye göre tasfiye politikasına yeni bir biçim verildi. Öcalan’ın yaptığı hamle karşısında bölge ve Suriye’deki sıkışmışlık durumu içinde içerde çok daha yaygın ve şiddetli bir savaşı göze alamayan Erdoğan, üst üste gelen üç seçim sürecini daha rahat atlatabilmek ve PKK’nin gerekirse savaş yoluyla tasfiyesi bakımından zaman kazanabilmek için Öcalan’la diyalog sürecini başlattı. Sürecin tıkandığı bir safhada Erdoğan tarafından “demokratikleşme paketi “ olarak nitelenen bir paket açıklandı. Açıklanan pakette anadilinde eğitim, her yurttaşın devlet kanalıyla eşit biçimde yararlanacağı bir hak olarak değil, özel okullara bırakılan, sınırlı sayıda parası olanın yararlanacağı bir ayrıcalık olarak yer alıyor. Sisteme ve hükümete karşı muhalif olan herkesin gadrine uğradığı terörle mücadele yasasına yönelik olarak pakette hiçbir şey yok. Alevilerin inanç ve kültürel yöndeki taleplerine ise tek satır yer verilmemiş. Pakette, eşitlik zemininde adil bir seçim sistemi yönünde hiçbir adım olmaması bir yana, tartışmaya açılan seçeneklerin hepsi “kırk katır mı kırk satır mı?” babından AKP’nin avantajlarını daha da güçlendirecek seçenekler. Yani sözün kısası “dağ fare doğurdu” misali içi bomboş bir paket! Öcalan ısrarla, “koşullarının değiştirilmesi ve sürece dair daha aktif rol oynayabileceği bir durumun yaratılması”nı istiyor. Yine ısrarla ”derinlikli bir müzakere sürecine geçilmeden kalıcı adımların atılamayacağının” altını çiziyor. Erdoğan ise, sanki lütufta bulunuyormuş gibi, “şöyle yaparsanız böyle yaparız”; “ Aman ha, Adalet Bakanımla iyi geçinin yoksa karışmam” türünden mahalle kabadayısı vari tehditler savuruyor. Bir yandan da “bu paket sadece adımlardan birisi daha arkası gelecek” diyerek, “oyalamayı ne kadar uzun sürdürebilirsek kardır” anlayışıyla hareket ediyor. Öcalan’ın dediği gibi, ”derinlikli bir müzakereyi başlatmak” bir yana, hükümetin tutumu nedeniyle süreç, diyalog safhasından karşılıklı olarak görüşmelerin yapıldığı bir müzakere sürecine evirilemedi. Cemil Bayık; “Müzakere sürecine geçilmesi için; Önder Apo’nun şartları değiştirilmeli, yasalarda değişiklik yapmalı ve üçüncü tarafın gözetiminde görüşmeler ve müzakerelerin yapılması gerekiyor” diyerek tıkanan sürecin önünü açmaya çalışıyor. Aksi halde “sürecin biteceğinin ve yeni ve kapsamlı bir savaşın başlayacağının” altını çiziyor. Bütün bunlara rağmen sürecin seyri yalnızca T.C. Devletinin ve AKP hükümetinin iradesiyle şekillenmeyecek. Kürt Özgürlük Hareketinin sağladığı meşruiyet ve mücadele iradesi yanında, Türkiye demokrasi güçlerinin çözüm yönündeki irade ve mücadelesiyle birlikte Bölgedeki ve Suriye’deki gelişmeler de sürecin nasıl ve ne yönde şekilleneceğinde önemli bir rol oynayacak. Ortadoğu’daki Sarsıntıların İçinde Demokratik Yaşam İradesi Rojawa’dan Gelişiyor Ortadoğu’da savaşın ateşi her yanı sarmış durumda. Yüzbinlerce Suriyeli sığınmacı rejimden ve El Kaide güçlerinden kaçarak ülkemize sığınmış durumda. Rojavalı ve Suriyeli kadın sığınmacılar, çocuklar yokluk ve yoksullukla, her türlü istismarla karşı karşıya. Bölge düzleminde Ortadoğu’da dengelerin üzerine oturmuş olduğu dinamikler sarsıntı geçiriyor. Bozulan eski dengeler, ülkelerin konumlanışlarını da etkilemiştir. Suriye Esat yönetimine karşı Suudi Arabistan, Katar yönetimleri ve Erdoğan hükümeti müttefik iken, Mısır askeri darbesinden sonra S. Arabistan ve Katar darbecileri, Erdoğan ise Mursi’yi destekledi. Eski müttefikler ittifak karşıtı konuma düştüler. O durumda Suriye de, düşmanı olan S. Arabistan ve Katar’la birlikte Mısır’daki darbecileri destekliyor. Küresel düzlemde de önemli eksen kaymaları gündeme geliyor. ABD, Suriye’ye saldırma planları yaparken, kimyasal silahların BM uzmanları tarafından imha edilmesine yardımcı olduğu için Esat yönetimi ABD Dışişleri Bakanı tarafından övgülere mazhar oluyor. Cenevre toplantısına katılmasına önkoşulsuz yeşil ışık yakıldı. Aynı süreçte, özellikle Hakan Fidan üzerinden Erdoğan’a karşı da aleyhte bir seferberlik başlatıldı. Emperyalist güçler olarak ABD Suriye’ye yönelik farklı, Rusya ise farklı bir politika izledi. Zaman zaman karşılıklı olarak da sertleştiler. Her iki küresel aktörün belli konularda anlaştıkları açık ancak değişen dengeler konumlanışları da değiştirebilir. Bölgede genel olarak belirsizlik var. İran bölgede kendi iç dinamizmi ile güçlü bir çıkış yaptı ve bölgede etkinliğini artırıyor. Dört parçalı Kürt hareketinde iki çizgi mücadelesi devam ediyor. Sürekli ötelenen Kürt Ulusal Konferansı hem Kürt halkı hem de bölge açısından tarihsel bir öneme sahiptir. Konferansın hazırlık aşamasında Barzani’nin paradigması ile Kürt Özgürlük Hareketi’nin perspektifi, hegemonik bir mücadelenin eşlik ettiği iki farklı çizgiyi temsil etmektedir. Bu mücadelenin dinamikleri, Kürtlerin bölgedeki durumuna, ittifaklarına, hedeflerine doğrudan yansımaktadır. KDP’nin çizgisi Cenevre görüşmeleri öncesinde görülmektedir. KDP’ye bağlı partiler Cenevre’ye Kürt Yüksek Konseyi içinde gitmek yerine, Suriye Muhalif ve Devrimci Güçler Konseyi’ne (SUK) katılarak, Kürt Halkının Rojawa’daki kazanımlarını riske edecek bir tutumla gitmeyi yeğlemektedirler. Hatta Suriye’de en etkili güç olan PYD’nin Cenevre’ye gidişini engellemeye çalışmaktadırlar. PYD Eşbaşkanı Salih Muslim’in Simalkê kapısından geçişine izin verilmemiş; diplomatik çalışması yapması engellenmek istenmiştir. Salih Muslim’in sınırdan geçirilmemesi KDP’nin Rojava Devrimi’ne olan yaklaşımın negatifliğini ortaya koymaktadır. SYKP’nin perspektifi, Kürt Halkı içerisinde Kürt Özgürlük Hareketi’nin yükselişe geçmesinin, Rojawa’da filizlendiği gibi halkların eşit, adil ve özgür birlikteliğine anlamlı katkılar sağlayacağı düşüncesi üzerinden temellendirilmektedir. Rojava’da PYD, bir yandan işgalci El Kaide çeteleriyle mücadele ederken- ki en son Rojawa Irak sınırındaki El Koçer sınır kapısının El Kaideci Irak Şam İslam Devleti (IŞİD) örgütünün elinden alınması, birçok nedenle stratejik bir değer taşıyor- diğer yandan da diğer Kürt siyasal özneleriyle arasındaki hegemonya mücadelesini sürdürmekte. KDP Rojava’daki gelişmeleri de kullanarak Rojava içinde kendisine bağlı bir askeri güç oluşturmak istiyor. Kendi kontrolündeki sınır kapısını açıp açmamayı bu konuda şantaj unsuru olarak kullanıyor. Barzani (KDP), bir yandan basına her türlü desteği yapmaya hazır olduğunu açıklarken, diğer yandan da peşmergelerin geçişine izin verilmemesini gerekçe göstererek desteğini somut hale getirmiyor. PYD ise Rojawa’da ki Kürt partilerinin birlikte hareket etmesinin siyasal ve askeri yönden taşıdığı önem nedeniyle Kürt Ulusal (yüksek) Konseyi’nin ortak askeri gücü olan YPG dışında bir askeri gücün oluşmasını istemezken, KDP’nin lojistik ve insani yardım konusunda destek sağlamasını istiyor. 2. Cenevre konferansı öncesi Suriyede ve uluslararası alanda yaşanan son gelişmeler de önemli. Cenevre toplantısı için tarafların hazırlıkları sürüyor. Batı bloku bir yandan Suriye içindeki silahlı muhalefeti, bir yandan da dışarıdaki muhalefeti toparlamaya çalışıyor. Şu ana kadar başarı sağlanabilmiş değil. Yapılan zayıf açıklamalar bunun göstergesi. Cenevre 2 yapılabilecek mi? Bu soruya şimdilik cevap verebilmek güç. Yapılma olasılığı var. Suriye dışındaki temasları sırasında hükümetle koordinasyonsuz açıklamaları ve görüşmeleri sebebiyle görevinden alınan ekonomiden sorumlu Başbakan yardımcısı Kadri Cemil Moskova’da “23 Kasım” demişti; ama Esad “hiçbir şey belli değil” diyerek konferans konusundaki en gerçekçi bilgiyi vermiş oldu. Cenevre 2’nin asıl handikapıysa aslında ne Suriye’ye, ne de bölgeye kalıcı barış getirecek perspektif ve kapasitede olmayışıdır. Emperyalsit odaklar halkların kalıcı barış ve kardeşliğini değil, kendi bölgesel çıkarlarını gözeten yerden bu konferansı hazırlamaya çalışmaktadır. Kimin, nasıl katılacağı, kimin katılmayacağı, konferanstan çıkacak sonuçlar bölge halklarının gerçek ihtiyaçlarından çok emperyalist güçlerin ve diğer bölge devletlerinin çıkarlarına göre dizayn edilmek istenmektedir. Türkiye devleti geleneksel davranış kodlarını muhafaza ederek bir yandan, Kürt Özgürlük Hareketi ile yürüttüğü diyalogun müzakere sürecine dönüşmemesi için oyalama yöntemleriyle hareket etmekte, diğer yandan da savaş hazırlıklarını sürdürmekte, Rojava- Türkiye sınırına duvar örmekte, çeteleri ve katliamları desteklemektedir. Kürt Halkının bu güne kadar hem Esad yönetimine, hem de asıl olarak radikal İslamcı, emperyalizm beslemesi çetelere mesafe koyarak sürdürdüğü üçüncü yol arayışı Rojava’da meyvesini vermeye başlamış, Arap, Kürt, Asuri-Süryani, Ermeni, Dürzi, Alevi, Sünni, Hristiyan halkların yan yana yaşayabileceği yönetim modelini işaret etmiştir. Ortadoğu’da Türkiye’nin rolünün zayıfladığına ilişkin göstergeler de açığa çıkıyor. Türkiye’nin emperyalist/kapitalist blok lehine Ortadoğu’daki rolünü oynayamadığına ilişkin yargılar bu kez ABD’den gelmiştir. ABD’nin iki eski Ankara büyükelçisinin yönetiminde hazırlanmış ve ABD yönetimine sunulmak amacıyla kaleme alınmış bulunan ‘Söylemden Gerçekliğe– ABD’nin Türkiye Politikasını Yeniden Düzenlemek’ başlıklı yaklaşık 60 sayfalık rapor, dış politikada Türkiye’ye ilişkin pek göz alıcı ve parlak bir görüntü çizmediklerini gösteriyor. “... Türkiye’nin Suriye’deki gelişmelere tepkisi, dış politikasının geri kalan bölümünde mezhepçiliğe dönüşü zorladı. Bu da bölgedeki etkisini daha da azalttı. Türkiye, önümüzdeki 18 ay içinde üç seçim –yerel, cumhurbaşkanlığı ve genel- geçirecek olmasından ötürü, içeride, Suriye’deki iç savaştan çok kötü etkilenen azınlıklarının da dahil olacağı daha da artan siyasi karışıklıklar ve titrek bir ekonomiyle karşı karşıya kalacak. Buna rağmen, hükümetin bu meydan okumalara karşılığı bugüne dek güven verici cinsten olmamıştır. AKP yetkilileri, uzlaşma ve işbirliği yerine hemen her fırsatta otoriterleşmeyi ve mezhepçiliği tercih etmişlerdir. Kısacası, Amerika’nın tam da güçlü ve işbirliği halinde olacağı bir Türkiye’den en büyük yararı sağlayacağı bir dönemde, Türkiye’nin böyle bir rol sahibi olabilme yeteneği azalmıştır...” “... AKP artık yenilmez ve kaçınılmaz görünmüyor. Bu durum, kamusal rahatsızlıkların daha çok sayıda dışa vurulması ihtimali ve yönetimine karşı koyuş potansiyelinden ötürü, Türk siyasetinde yeni bir belirsizlik dönemine zemin hazırlıyor olabilir. 18 ay içinde arka arkaya üç seçim ile Türkiye bir dönüm noktasına ilerliyor. Ortadoğu’daki olayları etkileyebilmesi için elinde pek az siyasi sermaye kalmış durumda...” Kapitalizmin krizi, çeşitli toplumsal ve politik etkenlerin yanı sıra, ABD, Latin Amerika, AB, Ortadoğu ve Türkiye’de derin etkiler yaratırken, toplumsal hareketler ve büyük halk ayaklanmalarını da tetikliyor. Bu süreç emperyalist/kapitalist çevrenin ortak çıkarlar için birbirlerine dönük müdahalelerini de artırıyor. Kapitalizmin Krizinin Türkiye’ye Yansımaları ve Yükselen Sınıf Mücadelesi İktisadi Durum. Emperyalizmle her dönemde değişik biçimlerle de olsa ilişkilenen ve giderek emperyalist kapitalist sisteme bağımlı hale gelen Türkiye ekonomisi ve siyaseti, özellikle uluslararası sermaye hareketlerindeki son gelişmelerden etkilendi. Türkiye ekonomisi son on yıldır milyarlarca dolarlık (yılda ortalama 50 milyar dolar) sıcak para girişi ile içerde bankacılık, inşaat ve konut ve ithalata dayalı perakende sektörlerinde şişirilen balonlarla canlı kaldı. Ne var ki bu süre içinde 41 yeni dolar milyarderi yaratırken, öte yandan Türkiye nüfusunun üçte birini hızla yoksullaştıran sermaye ve serveti büyütme stratejisi giderek tıkanmaya başladı. Çünkü artık hem sıcak para girişi azaldı hem de ülkeden para çıkışları arttı. Sonuç olarak büyüme hızı üçte iki oranında düştü, İşsizlik ve yoksulluk arttı. Son yıllarda rantı yüksek alanların ticarileştirilmesine yönelik kent ve çevre talanı ise Gezi İsyanında görüldüğü gibi toplumsal muhalefetin yükselmesine neden oldu. Ekonomik ve politik krizin bu aşamasında, emekçi sınıflar ve ezilen kitlelerin, örgütsüz olduklarında büyük bir riskle karşı karşı oldukları açıktır. Egemenler, krizlerin nedenleri emekçilerin/halkların kendilerinde aramasına yol açacak ideolojik manipülasyonları derhal devreye sokarlar: Düşük ücretlere razı olma, işsizliğe katlanma, işi olanlara saldırma, güvencesiz çalışmaya razı olma, milliyetçi, dinci, cinsiyetçi tutumlar sergileme, savaş çığırtkanlığı gibi yollara başvurma vb. Diğer yandan ise, krizler kapitalizmin teşhiri için, örgütlenme ve emekçilerin ve ezilenlerin mücadele ortaklığını, birliğini sağlama gibi fırsatlar da sunuyor. Sermayenin emeğe dönük saldırı programının temel ayaklarını oluşturan ve AKP Hükümetinin önüne koyduğu ödevlerin başında gelen “taşeron düzenlemesi”, “kıdem tazminatının (şimdilik) taşeron işçiler için bireysel fona devri” ve “özel istihdam büroları”na ilişkin yasal düzenlemelerin Meclis’in açılması ile beraber gündeme gelmesi bekleniyor. AKP’nin “Amentüsü” sayılan Ulusal İstihdam Stratejisi’nde bu hedefler son derece açık seçik bir biçimde yer alıyor. Güvencesiz ve esnek çalıştırmayı yerleşik hale getirmeyi hedefleyen bu düzenlemeler kadın emeğine özgü bir dizi düzenlemeyi içeriyor. Zira güvensizleştirme ve esnek çalıştırma stratejilerinin hedefinde tüm emekçiler olmakla birlikte kadın emeği özel bir yer oluşturuyor. Bütçe Dönemi. Toplumsal sınıflar arasındaki mücadelenin önemli bir alanını merkezi yönetim bütçesi, yerel yönetimler bütçesi ve diğer bütçeler oluşturuyor. Türkiye’de bölüşüm ve yeniden bölüştürücü politika metinlerinden biri de bütçe ve başlayan bütçe çalışmaları Meclis’e gelecek. Bu konuda sermaye, saldırı alanlarından biri olarak bütçeye dönük taleplerini ortaya koymakta ve AKP hükümeti bunları ikiletmeden emir telakki etmektedir. Buna karşın emek ve demokrasi güçleri bir yandan Hükümetin hazırladığı bütçenin teşhiri ve özellikle Sayıştay denetim raporlarında ifade edilen çeşitli kurum ve kuruluşların usulsüz işlemlerini teşhir ve halkların bütçesine dönük taleplerini ısrarla anlatmak durumundadır. AKP Kıdem Tazminatının Gaspında Kararlı. İşçilerin kıdem tazminatı hakkı için verdiği mücadeleyi sürdürürken Çalışma Bakanı Faruk Çelik, kıdem tazminatının değişikliği konusunda kararlı olduklarını belirterek mücadeleyi huzursuzluk olarak nitelendiriyor. Toplantıda konuşan Bakan Çelik, çalışma hayatıyla ilgili önlerinde birkaç husus olduğunu, bunlardan birisinin taşeronluk, diğerinin de kıdem tazminatı olduğunu belirtti. Kıdem tazminatı konusunda taraflarla çalışmanın devam ettiğini kaydeden Çelik, patronların kıdem tazminatından muzdarip olduğunu söyledi: Bu Kasım ayı içerisinde bir uzlaşı söz konusu olur ise bunu TBMMye sevk etmeyi ama uzlaşı gerçekleşmez ise maalesef bu kadar önemli konu başlıkları son derece önemli bir ortam olmasına rağmen değerlendiremezsek yazık olacak inancı içerisindeyim. Çünkü kıdem tazminatından çoğu işadamlarımız muzdarip. Ağırlıklı olarak işçilerimiz, çalışanlarımız da muzdarip. Bakan Çelik sermayenin küresel rekabetinde emek gücü maliyetini düşürmenin bir yolu olarak kıdem tazminatı hakkının gaspına yöneldiklerini açıkça ifade ediyor. Çelik bunu şu cümleleri kuruyor: “…Rekabet edemeyen bir sanayi, rekabet edemeyen bir ticari faaliyet neyi üretecek? Artık ülke sınırlarından ibaret değil ki… Pazar dediğiz şey 780 bin kilometrekareden ibaret değil ki, pazar dediğiniz dünya. Rekabet olmazsa satılmayacak demektir, fabrika kapanacak demektir. Burada işverenle işçiyi birbirinden ayırmak mümkün mü? Rekabeti göz ardı etmek mümkün mü? Bu mümkün değil. Bakan Çelik’e karşın Kartal Köprüsünde bir araya gelen işçiler, Kıdem tazminatı güvencemizdir. Kıdem tazminatı emeğimizdir. Kıdem tazminatı geleceğimizdir. Güvencemizi yok ettirmeyeceğiz. Emeğimizi gasp ettirmeyeceğiz. Geleceğimizi çaldırtmayacağız diyor ve mücadeleyi yükselteceklerini ifade ediyorlar. Kamu üst düzey yöneticilerinin hükümetle gelip gitmeleri yönündeki hükümet önerisini yineleyen Çelik, kıdem tazminatındaki değişikliğin ise taşeron işçilerle kısıtlı kalacağı mesajını verdi. Önümüzdeki EKKda kamudaki taşeron işçilerin durumunun ele alınacağını ifade eden Bakan Çelik, 600 bini kamuda olmak üzere 1 milyon 100 bini aşan taşeron işçi var. Daha fazla olduğu inancındayım. Bu çalışanlarımızın tazminat hakları büyük ölçüde yok dedi. Kadınların Bedenine, Emeğine, Özgürlüklerine Yönelik Saldırılar Sürüyor. Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı’nın kadın istihdamı dahil, sermayenin emek haklarına yönelik taleplerini karşılamak için gündemi oldukça yoğun. ‘Her şey birbiri ile ilişkili’, sadece kadınları ilgilendirir gibi gözüken kimi hak gasplarının bir süre sonra erkekleri de sarmalına alması yüksek bir olasılıktır. Yaklaşık bir yıldır, AKP hükümeti “aile ve iş yaşamını uzlaştırma” adı altında, kadın istihdamını sözüm ona arttıracak bir paketin hazırlığı içinde. Hazırlanan paket yasalaştığı takdirde, kadınların çalışma hayatındaki konumlarında ciddi değişikler olacak; eşitsizlikler artacak, iş güvencesi tamamıyla ortadan kalkacak, hak kayıpları söz konusu olacak, emeklilik hayal olacak, kadın yoksulluğu artacaktır. Kadınlar çocuk ve bakım işlerini tek başlarına üstlenirken, bir yandan sermeyenin ihtiyacı olan işgücünü yetiştirecek, diğer taraftan sermayenin ihtiyacı olan ucuz emek ihtiyacını, ihtiyaç duyduğu zaman, gidermeye amade olacak. AKP, yasalaştırmayı düşündüğü paketle, en örgütsüz ve kırılgan kesimi olan, kadınların üzerinden hem muhafazakar aile anlayışına uygun politikalarını hayata geçirmeye hem de sermayenin taleplerini yerine getirmeye çalışıyor. Tablo bu şekilde ortaya çıkmışken, çıkarılması planlanan paket kaç sendikanın başat gündemi halinde? Bu yasanın engellenmesi için güçlü bir çıkışa ihtiyaç var. Kadın örgütleri, feministler, sendikaların kadın yapıları pakete kökten itirazlarını dile getirmek için kolları sıvadılar. Bir dizi eylem ve etkinliği gündemlerine aldılar. Ancak sendikaların ve konfederasyonların da pakete yönelik itirazlarını yükseltmeleri, harekete geçmeleri gerekiyor. Zaten kadınların sınıf-cins bağlamındaki katmerli ezilmişliğinin bir ucunda emeklerinin hem ev içinde hem “piyasalar”da sömürülmesi varsa bir diğer ucunda da tüm kamusal mekanlardan, söz ve karar mekanizmalarından dışlanması bulunuyor. Neoliberalizmle beraber tüm proletaryanın ev kadınlaştırılması** amaçlanıyor. Bundan kastımız bugüne dek düzenli bir biçimde ücretli işlerde çalışmadıkları için “ev kadını” olarak nitelenen kadınlara özgü çalışma düzeneklerinin artık yerleşik çalışma düzeneği haline gelmesi. Yani iş sürekliliğinin olmaması, en düşük ücretlerle en uzun çalışma saatleri, en monoton işler, sendikasızlık, daha yüksek vasıf elde etme fırsatının olmaması, terfi edememe, hakların ve sosyal güvenliğin olmaması… Kadınlar sermaye için yalnızca emek gücü anlamına gelmiyor. Kadın bedeni sermaye için doğurganlık işlevi ile eşsiz bir anlam ve önem kazanmakta bu nedenle de her daim kontrol altında tutulmaya çalışılmaktadır. Bundan yüzlerce yıl önce yaşanan Cadı Avları’ndan bugün ABD’de neomuhafazakarların, Türkiye’de AKP’nin bayraktarlığını yaptığı kürtaj karşıtlığına kadar her tür zorbalık kadınların kendi bedeni üzerinde söz ve karar hakkını ellerinden alma, doğurganlık kapasitelerinin kontrolünü elde tutma çabasının ürünüdür. Çünkü sermayenin sonu gelmez bir biçimde insana daha doğrusu işçiye ihtiyacı vardır. Fakat neoliberalizm ve onun ülkemizdeki kurucu gücü AKP’nin kadın konusundaki perspektifi son derece açık. Her fırsatta 3-5 çocuk doğurun açıklamaları yapan Başbakanın işaret ettiği üzere hazırlanan taslak kadınların çalışma hayatına katılırken bir yandan da doğum yapabilmesini teşvik edici düzenlemelere sahip. AKP muhafazakarlığı neoliberalizmin ihtiyaçları ile örtüşen özgün bir anlayışa sahip. AKP, kadını eve kapatmak yerine onun ev içindeki konumunu başta çalışma hayatı olmak üzere yaşamın tüm alanlarında geçerli tek konum haline getiriyor. Kadınlar esnek ve güvencesiz çalışma düzeneklerine dahil olarak işçi haline gelirken aslında ev içindeki ikincil konumları ile çalışma hayatına dahil oluyor. Evde çalışan, parça başı iş yapan, çağrı üzerine çalışan, siparişe dayalı bir biçimde çalışan kısacası esnek çalışmanın farklı biçimleri ile çalışma hayatına dahil olan bir çok kadın kendisini işçi olarak değil ev kadını olarak görüyor. Dahası toplumsal konumları da böyle şekilleniyor. Öte yandan bu çalıştırma biçimlerine dayalı yeni çalışma rejimi kadınların ev içi görevlerini aksatmadan çalışma hayatına katılmasını sağlıyor. Kadınlara yönelik baskı ve sömürü sadece çalışma alanıyla da sınırlı değil. AKP’nin muhafazakar politikaları kadınlar üzerindeki ataerkil cendereyi daha da sıkılaştırıyor. Çalışma alanındaki sömürü çarkları kadını daha fazla/eşitsiz sömürmek üzere dönerken, özel alandaki çarklar erkek egemenliğini pekiştirmek için dönüyor. Erkeklerin kadın bedenine müdahalesine karşı bir hak mücadelesi olarak değerlendirilmesi gereken türban, siyasal konumlanışların bayrağı, özgürlük mücadelesi simgesi olarak kadınların üzerine örtülmek isteniyor. Bir hak olarak türban yasağının kalkmasını desteklemekle birlikte, türban serbestisini kadını özgürleştiren bir kapsamda ele alınmasını yanlış buluyoruz. 3-5 çocuk doğurma emri ile başlayan kadın bedenine dönük tahakküm anlayışı, kürtaj yasaklarıyla devam etmiş, Dolmabahçe’deki ofisten röntgenlenen kadın bedenleri “kızlı-erkekli evler” ile muhafazakar baskıcı namus ve ahlak anlayışının kadınlarına dayatılması olarak sere serpe ortaya dökülüvermiştir. “Kadın doğum paketi/kadın istihdam paketi” olarak adlandırılan kadın emeğine saldırılar toplamını içeren yeni yasa çalışmaları ile de tamamlanan kadın düşmanlığı, kadın cinselliğinin erkeğe hizmet minvalinde ele alınan kurgusuyla tüm topluma empoze edilmeye çalışılmakta; deyim yerindeyse kadın kimliği, dize getirilmek üzere hizaya çekilmenin tüm toplum nezdinde adresi olmaktadır. Öğrenci evleri tartışmasıyla kızlı-erkekli evleri mahalle baskısı için hedef haline getirmekle kalmamış, işgüzar valilere yeni uygulama alanı, muhbir vatandaşlara da yeni iş imkanı sağlamış; YÖK uygulamaları, gelecek kaygısı ve toplumsal baskı cenderesinde bunalan gençliği iyice kuşatma altına almıştır. İnançlara, inançsızlığa özgürlük! AKP hükümeti kendi inanç esaslarına göre yaşamın her alanında baskıcı, tahakkümcü, tekçi, asimilasyoncu uygulamalarını arttırarak sürdürüyor. Alevilerin inanç ve ibadetlerini kendi istediği gibi yapabilmesinin önündeki yasal ve psikolojik engelleri temizlemezken, zorunlu din dersi uygulaması, seçmeli islami dersler, devasa bütçeli Diyanet İşleri Başkanlığı, vs. aracılığıyla inkar ve asimilasyon politikalarını derinleştiriyor. Sadece Aleviler değil, gayrimüslimler ve inançsızlar üzerindeki mahalle baskısı da her geçen gün daha fazla artıyor. AKP kaybetmekte olduğu toplumu kimlik siyaseti üzerinden kutuplaştırarak hegemonyasını konsolide etmek istiyor. Bu sahte kutuplaştırmayı kırıp, toplumsal muhalefeti emek, demokrasi ve özgürlükler perspektifli doğru eksenler etrafında toparlayacak hamleleri gerçekleştirmek öncelikle SYKP’nin ve bileşeni olduğu HDK/HDP’nin temel görevidir. Yerel Seçimler Yaklaşıyor; AKP’nin Hegemonik Gücü Azalırken Halkların Demokratik Partisi Tarih Sahnesinde Yerini Alıyor: İç politikada da yaklaşan kriz, artan resesyon ve beraberinde gelen işsizlik AKPyi zorlarken, Tayyip Erdoğanın kendisini milletin efendisi, tek sahibi olarak göstermek stratejisi artık işlemiyor. AKP muhalefetle zıtlaşırken, kendi muhalefeti ile de arasını açıyor. Ve böylelikle kendisini halkın tek temsilcisi konumuna getiriyor. Ancak bu yaklaşıma hem Kürt Hareketi hem de Gezi İsyanı cevap verdi, AKP’nin hegemonyası ciddi biçimde sarsıldı. Yerel seçimlere, çözüm süreci olarak ilan edilen diyalog sürecinin, Hükümet’in tek taraflı tasarruflarıyla tıkandığı koşullarda giriyoruz. Yerel seçimler ve izleyen iki seçim için ana muhalefet partisi olan CHP ne Gezi isyanının ne de Kürt halkının emek ve demokrasiye ilişkin taleplerine açık ve tutarlı olarak programatik bir yanıt verebildi. Neoliberal ve neo muhafazakar AKP ile ulusalcı-laik çizgiyi sürdüren CHP dışında Türkiye emekçileri ve ezilenlerinin karşısına bir üçüncü yolun örülmesi konusundaki çabalar sonuç verdi. Kürdistan’da boy veren mücadeleyi, Türkiye’ye yayma ve bunu “Türkiye renginde” bir mücadeleye dönüştürme olanağı, yeni kurulan HDP ile karşımızda somut bir iş olarak duruyor. HDP’nin görevi, emekçileri ve ezilenleri siyasallaştırmak, HDP’yi toplumsallaştırmak ve Parlamento’daki gücünü artırarak emekçilerin ve ezilenlerin sesini yükseltmek. Bunun için HDP’nin tüm bileşenleri ile Batı’da BDP örgütünün güçlerini birleştirmek oldukça önemli bir görev. SYKP ise bir yandan kendi kuruluşunu tamamlarken bir yandan da HDP’yi toplumsallaştırmak gibi ikili bir görev ve sorumlulukla karşı karşıya. Bu umuda yolculukta, sıkça attığımız sloganın üzerinde daha çok düşünerek eyleme geçmenin zamanı: “Kurtuluş yok tek başına, ya hep beraber ya hiç birimiz” 08.11.2013
Posted on: Mon, 11 Nov 2013 02:20:55 +0000

Trending Topics



>
In a time long past, an evil is about to be unleashed that will
Another law being passed By parliament,like the dozens of others.
Meet the press General Santos City (March 18, 2014) - Newly

Recently Viewed Topics




© 2015