ÇETİN ALTAN Yapay bir pazar buketi Eh işte yine hafta sonu - TopicsExpress



          

ÇETİN ALTAN Yapay bir pazar buketi Eh işte yine hafta sonu tatili... Pakistan’dan İran’a doğru uzanan bölgede 7,8 şiddetindeki bir depremle ezilenler, yıkıntılar altında kalanlar, perişan olanlar hariç; pek kimsenin aklına gelmeyen bir soru: - 9 milyar nüfusu olan yeryüzünün 5 kıt’asında, kadını erkeğiyle dün gece acaba kaç milyar insan çiftleşti? Ve belki de bu sabah sürüyor çiftleşmeler... *** Aynı soru Hacivat’a da sorulunca, Hacivat: - Sus sus, ayıp ayıp, derdi. - Git işine ulan Hacivat; yaparken ayıp değil de, konuşurken mi ayıp? - Elbette öyle, görüp duymadın mı, Tunceli’deki lokantalarla kafeteryalara hangi gerekçelerle saldırdılar? *** Pazar günü için de asık yüzlü bir yazı yazmaya kalkmak, önce bendenizin “pancar motoru”nu sıkıyor. *** Hadi yine Hacivat’a soralım: - Geçen yüzyılın başlarında 85 yaşında ölen, bütün “rüyaları” cinsel şehvette pek tatlı açıklayan, Sigmund Freud ile yerel siyasal partiler arasında bir benzerlik görüyor musun? - Neden hep bana soruyorsun, git başkasına sor... - Sana soruyorum, çünkü sen Karagöz’den en çok dayak yiyensin. Çok dayak, çok bilgi yaratıyor buralarda. Bak Tanzimat şairlerinden Ziya Paşa bile, “Terkib-i bend”inde: Ümidi vefa eyleme her şahsı degalde (hileli) Çok hacıların çıktı Haçı zigri begalde (koltuğunun altında) Diye yazdıktan bir süre sonra da şu beyiti yazmıştı: Nush ile yola gelmeyeni etmeli tekdir Tekdir ile uslanmayanın hakkı kötektir. Vaktiyle, belki de hâlâ; aileler bile çocuklarını mahalle okuluna teslim ederken şöyle diyorlardı: “Eti senin, kemiği benim. - Şimdi anladın mı Hacivat, her soruyu neden sana sorduğumu; sen hepsini bilirsin çünkü. *** - Öyle olsa da, ben ne TV yorumcusu, ne de bir basın sözcüsüyüm. Alışık değilim sorulara yanıt vermeye. - Olsun, alışırsın; o kadar da yakışırsın ki bizim bazı TV kanallarına millet mest olur: - Bir tek bizim TV’lerde Hacivat var, diye... - İzin ver de, biraz dinleneyim ben. - Peki. *** 24.4.1977 tarihli Hürriyet gazetesinde çıkmış imzasız bir küçük fıkra: “Başkasının gözüyle Uzun süre otellerde randevu beklemek zorunda kalmış, yabancı işadamlarından oluşan bir grup, kendi aralarında dertleşiyordu. Biri: - Bakın, dedi; ben size buranın özelliğini anlatayım. Türkiye’de işler tıpkı fillerin sevişmesine benzer. Bir kez muameleler daima en üst düzeyde olur. İkincisi: - Gürültülü olur. Üçüncüsü: Kazara bir başarı sağlanırsa, sonucu ancak iki yıl sonra belli olur.” *** Refik Tiniş’ten de bir fıkra: Akıl hastanesinden iki deliyi salacaklar ama doktorların önünde son bir test yapmak için çağırmışlar. Masanın üzerinde bir kavanoz siyah zeytin, bir kavanoz hamamböceği dökmüşler. Ve: - Hadi yiyin bakalım bunları, komutu üzerine, birincisi zeytinlere saldırmış. Bunu gören öteki: - Ulan salak, demiş; önce kaçanları yiyelim, öbürleri nasıl olsa duruyor. *** Dr. Gülderen Alpagut‘tan bir şiirle bitirelim yazıyı: B.B.B. Bilinci boşluğa bırak Başka çıkar yolu yok Bu benim tek formülüm Hayatın içi bombok
Posted on: Sun, 29 Sep 2013 07:48:07 +0000

Trending Topics



Recently Viewed Topics




© 2015