İMAM MATURİDİ KİMDİR..? ESERLERİ NELERDİR..? NEYE KARŞI - TopicsExpress



          

İMAM MATURİDİ KİMDİR..? ESERLERİ NELERDİR..? NEYE KARŞI MÜCADELE ETMİŞTİR..? EHLİ SÜNNET DIŞINDA HANGİ SAPIK FIRKALAR VARDIR..? Ehl-i sünnetin iki itikâd imâmından birincisi. İsmi, Muhammed bin Muhammed Mâtürîdîdir. Künyesi, Ebû Mensûrdur. Doğum târihi kesin olarak bilinmemekte olup, 238 (m. 862) yılında doğduğu tahmin edilmiştir. Doğum yeri Semerkandın Mâtürid nâhiyesidir, 333 (m. 944)de Semerkandda vefât etti. Türk olmakla birlikte annesi tarafından Ebû Eyyûb Hâlid bin Zeyd el-Ensârînin (r.a.) soyundan olduğu bazı târihçiler tarafından kaydedilmiştir. İmâm-ı Mâtürîdî, İmâm-ı azam Ebû Hanîfenin naklen bildirdiği ve yazdığı Ehl-i sünnet itikâdını, kelâm bilgilerini, ondan nakledenler vasıtasıyla kitaplara geçirdi, izah ve isbât etti. Kelâm ilminde, akâidde müctehid olan Mâtürîdî (r.a.), kelâm ve fıkıh ilmini Ebû Nasr İyâddan öğrendi. İlimde çok iyi yetişen Mâtürîdî, çeşi4li kitaplar yazmak ve talebe yetiştirmek suretiyle Ehl-i sünnet itikâdını yaymıştır. Yetiştirdiği talebelerden el-Hakîm es-Semerkandî adıyla meşhûr Ebül-Kâsım İshâk bin Muhammed, Ebû Muhammed Abdülkerîm bin Mûsâ el-Pezdevî, Ebül-Leys el-Buhârî ve Ebül-Hasen Ali bin Saîd gibi ilim ve takva yönünden yükselmiş olan büyük âlimler başta gelmektedir. Böylece, İ-mâm-ı azamdan (r.a.) gelen itikad bilgilerini nakleden İmâm-ı Mâtürîdîden sonra da, talebeleri ve talebelerinin talebeleri bu hususta binlerce kitap yazarak, Peygamberimizin (s.a.v.) gösterdiği doğru yol olan Ehl-i sünnet itikâdını, kendilerinden sonraki nesillere bildirdiler. İmâm-ı Mâtüridînin yaşadığı devir, Abbasî Devletinin zayıflamağa başladığı ve yeni İslâm devletlerinin kurulduğu, çeşitli siyasî güçler ve itikâdî fırkalar arasında mücâdelenin arttığı bir zamana rastlar. Mâtüridî de diğer İslâm âlimleri gibi, kendi zamanında Ehl-i sünnet itikâdını müdâfaa etmiş, açık bir şekilde izah ederek yaymış ve müslümanların bu doğru itikâda uymalarını sağlamıştır. Bu hususta takip ettiği usûl, İmâm-ı azamın el-fıkh-ül-ekber, er-Risâle, el-fıkh-ül-ebsât, el-Alim vel-mütealîm ve el-Vasiyye gibi itikadla ilgili kitaplarında bildirilen itikad bilgilerini, aklî ve naklî delîllerle açıklıyarak tasnif etmek olmuştur. Böylece Mâtüridî Ehl-i sünnet itikâdında müctehid imâm oldu. Eserleri: Hayatını İlme ve Ehl-i sünnet itikâdını yaymaya hasreden ve bu hususta büyük hizmetler veren Mâtürldî, benzerine rastlanmayacak ölçüde değerli eserler yazmıştır. Başlıca eserleri şunlardır: 1. Kitâb-üt-tevhîd: Bu kitapta sapık fırkaların sözlerinin yanlış olduğunu isbât edip, doğru itikad o-lan Ehl-i sünnet itikâdını çok mükemmel bir şekilde açıklamıştır. 2. Tevîlât-ül-Kurân: Tefsîre dâir benzeri az bulunan bir eserdir. Semerkandî bu esere büyük birşerh yazmıştır. 3. Reddü Evâilil-Edille lil Kabi ve Beyanü vehmil-Mutezile: Mutezileyi reddeden ve çürüten bireserdir. 4. Er-Reddü âlâ usûlü Karamita: Karamita fırkasını reddeden bir eserdir. 5. Reddü kitâb-ül-imâme li Bazir-Revafıza: Eshâb-ı kirâma düşman olanları red deden bir eseridir. 6. Kitâb-ül-makâlâtfil-kelâm: Kelâm ilmine dâir bir eseridir. 7. Mehaz-üş-şeriyye: Fıkıh ilmine dâirdir. 8. Kitâb-ül-cedel: Usûl-ü fıkıh ilmine dâir olan bu eserinden başka kitapları da vardır. Taşköprüzâde şöyle yazmıştır Ehl-i sünnet vel-cemâatın kelâm ilmindeki reisleri iki zâttır. Bunlardan birisi Hanefî, diğeri Şâfiîdir. Hanefî olanı, Ebû Mensûr Mâtüridî, Şâfiî olanı ise Ebül-Hasen el-Eşarîdir. Zebidî de şöyle demiştir: Ehl-i sünnet vel-cemâat ismi geçince, Eşarîler ve Mâtürîdîler kastedilir. İmâm-ı Mâtürîdî ve İmâm-ı Eşarî, Ehl-i sünnetin itikadda iki imamıdır. Ehl-i sünnetin reisi ise, İ-mâm-ı azam Ebû Hanîfedir. İmâm-ı azam Ebû Hanîfe fıkıh bilgilerini toplayarak, kısımlara, kollara ayırdığı ve usûller, metodlar koyduğu gibi, Resûlullahın (s.a.v.) ve Eshâb-ı kirâmın (r.anhüm) bildirdiği itikâd, îmân bilgilerini de topladı. Yüzlerce talebesine bildirdi. (Bkz. İmâm-ı azam). Talebesinden, ilm-i kelâm, yani îmân bilgileri mütehassısları yetişti. Bunlardan İmâm-ı azamın talebesi olan İmâm-ı Muhammed Şeybânînin yetiştirdiği talebelerinden, Ebû Bekr Cürcânî dünyâca meşhûr oldu. Bunun talebesinden olan, Ebû Nâsır-ı İyâd da, kelâm ilminde Ebû Mensûr-i Mâtürîdîyi yetiştirdi. İmâm-ı Mâtüridî, İ-mâm-ı azamdan gelen kelâm bilgilerini kitaplara yazdı. Doğru yoldan sapmış olanlarla mücâdele ederek, Ehl-i sünnet itikâdını kuvvetlendirdi ve her tarafa yaydı. İmâm-ı Eşarî de, İmâm-ı Şâfiînin talebesi zincirinde bulunmaktadır. Bu iki büyük imâm, Eshâb-ı kirâm, Tâbiîn ve Tebe-i tâbiînin bildirdiği itikad, imân, bilgilerini açıklamışlar, kısımlara ayırmışlar ve herkesin anlayabileceği bir şekilde anlatmışlardır. Bu iki imâmın ve hocalarının, amelde dört hak mezheb imâmlarının ve onlara tâbi olanların; imânda, iikâdda tek bir mezhebi vardır. Bu mezheb Ehl-i sünnet vel-cemâat mezhebidir. Çünkü İslâmiyet, bütün insanlara yalnız bir tek imânı ve itikâdı emretmektedir. Bu îmânın esaslarını ve nasıl itikad edileceğini, bizzat Peygamberimiz Muhammed aleyhisselâm tebliğ etmiştir. İnsanlara, kendilerini ve herşeyi yaratan Allahü teâlâyı haber veren Peygamberimiz (s.a.v.), Allahü teâlâya, Onun yarattıklarına ve Onun emir ve yasaklarına imânın nasıl olacağını da bildirmiştir. Muhammed aleyhisselâma ve Onun bildirdiklerine, temiz, dürüst ve hakikî bir imân, ancak Onun bildirdiğini tam ve hiç şüphesiz kabul edip inanmakla mümkün olur. Bu hususta çok az, kıl kadar da olsa bir ayrılığın, Ondan ayrılmak olacağı meydandadır. Böyle bir ayrılığa düşenlerin kendilerini haklı çıkarmak için öne sürecekleri dînî, siyâsî, beşerî, ictimâi, fennî. v.s. gibi sebeblerin hiçbir kıymeti yoktur. Çünkü İslâmiyet her ne suret ve sebeble olursa olsun, îmânda ve itikadda ayrılığa asla izin vermemekte, yasaklamaktadır. Eshâb-ı kirâmın îmân ve itikadda hiçbir ayrılıkları olmadı. Eshâbdan olmayanlar ve daha sonraki asırlarda gelenler arasında ise zamanla imânda, itikadda bazı ayrılıklar ortaya çıkarıldı ve bidat fırkalarının sayısı yetmişikiye ulaştı. Bu ayrılıkları çıkaranların ve bunların sözlerine inanarak bozuk düşüncelerini benimseyenlerin ileri sürdükleri sebepler çok çeşitli ve her birine göre farklı olmakla beraber, esas sebepler, Münafık ve başka dinden olanların çıkardıkları fitneler, Kurân-ı kerîmin müteşâbih. âyetlerini kendi anlayışlarına göre tevîl etmeye kalkışmaları, eski Hind ve Yunan felsefesi ile, Mecûsî inançlarının İslâmiyete sokulma çabaları, Eshâb-ı kirâmın maslahata (huzurun, dirliğin, iyiliğin teminine ait konulardaki ictihâd ayrılıklarını anlayamama ve bunları kendi nefsânî arzularına, siyâsî maksat ve ihtiraslarına perde veya âlet etme, kısa zamanda çok geniş ülkelere yayılan İslâmiyetin henüz yeni müslüman olmuş büyük kitlelerce tam anlaşılmadan birtakım insanların eski din ve inançlarına ait bazı unsurları tamamen terk edememeleri ve bunları İslâmiyetten sayma yanlışına düşmeleri şeklinde özetlenebilir. Ancak, İslâm târihinde görülen 72 sapık fırkanın ortak vasfı; siyâsi ve dünyevî menfaat ve sâiklerle ortaya çıkmış olmalarına rağmen, hemen hepsi Kurân-ı kerîmdeki muhkem ve bilhassa müteşâbih âyet-i kerîmeleri kendi akıllarına göre tefsîr yoluna gitmişler, böylece felsefe yaparak ve bu âyetleri, iddiaları istikametinde tevîl ederek kendilerine Kurân-ı kerîmden deliller bulduklarını ileri sürmüşlerdir. Meselâ, Kurân-ı kerîmde geçen, Allahın eli, yüzü vb. sıfatlarını gösteren ifâdeleri, kendi düşüncelerine ve konuşma dilindeki manâlarıyla kabul ederek, Allahü teâlâyı zâtı ve sıfatlarıyla tecsim eden, yanî cisim ve insan şeklinde düşünen bu sapık fırkalar, Kurân-ı kerîmin doğru manâsı olan murâd-ı ilâhiyi anlayamamışlar, doğrusunu anlatan Ehl-i sünnet âlimlerinin açıklamalarını kabul etmedikleri gibi ayrıca onlara fikren ve fiilen saldırmışlardır. İslâmiyette ilk itikad ayrılıkları, Hz. Osmanın şehîd edilmesi hâdisesinden sonra, Abdullah İbni Sebe adındaki münafık olan bir Yahudinin ortaya çıkması ile başlamıştır. Müslümanların saf ve berrak imânlarını bozmak gayesiyle itikâddaki birlik ve beraberliklerini parçalamak için çıkarılan ilk fitne hareketi budur. Abdullah İbni Sebe, Hz. Alinin halifelik meselesini bahane ederek, müslümanları bölmek gayretine düştü. Kendisine taraftar toplamak ve onlara görüşlerini kabul ettirmek için, Hz. Alinin Peygamber olduğundan, Allahü teâlânın ona hulul ettiğine varıncaya kadar pek çok şeyler uydurdu. Bir kısmı insanları aldattı. Abdullah İbni Sebeye aldananların içinde siyâsi hırs ve gayret ile hareket edenler çoktu. Böylece Hz. Ali taraftarıyız diyerek, İslâm dînine bozuk inançlar karıştırdılar. Zamanla hilâfet, Hz. Alinin hakkıdır diye ve bu inanca sahip olanlara Şia (Şiî) denildi. Şiîler, zamanla başka konularda da Ehl-i sünnetten ayrılıp, kendi içlerinde çeşitli kollara bölündüler. Hz. Alinin hilâfeti, hakem tayini yoluyla Hz. Muâviyeye bırakmasını beğenmeyip, Hz. Aliye ve Hz. Muâviyeye karşı çıkıp ayrılanlara ise Haricî ismi verildi. Hâricîlerden bir kısmı Kurân-ı kerîmin bazı bölümlerini kabul etmezler. Bir kısmı da sapıklıklarında, yeni bir peygamber geleceğine inanacak kadar ileri gitmişlerdir. Bozuk fırkalardan biri olan Mutezile ise, Hasen-i Basrînin (r.a.) derslerinde bulunan Vâsıl bin Ata tarafından ortaya çıkarılmıştır. Büyük Ehl-i sünnet âlimi ve velî bir zât olan Hasen-i Basrî, Büyük günâh işleyen ne mümindir ne de kâfirdir diyerek Ehl-i sünnetten ayrılan Vâsıl bin Ata için, Itezele annâ Vâsıl, yanî Vâsıl bizden ayrıldı buyurmuştu. Buradaki “I’tezele=ayrıldı kelimesinden dolayı Vâsıla ve onun yolunu tutanlara Mutezile ismi verilmiştir. Sonraki yıllarda bilhassa felsefe eğitimi yapmış ve felsefeye meraklı kişiler, Vâsıl bin Atânın yolundan yürüyerek, Allahü teâlânın zâtı ve sıfatları ile, kader, amellerle (ibâdetlerle, muamelâtla.) îmân arasındaki münâsebet ve diğer konularda İslâm dîninin sınırlarını zorlayacak kadar ileri derecelere varan ayrılıklara düşmüşlerdir. Ayrıca Mürcie, Kaderiyye, İbahiye, Mücessime, Cebriyye gibi birçok bozuk fırkalar, İslâm târihi boyunca çeşitli yerlerde ortaya çıkmış, kendi içlerinde de sayılamayacak kadar çok kollara ayrılarak bir müddet yaşayıp, sonra unutulup gitmişlerdir. Ancak son asırlarda zuhur eden Vehhâbîlik, bilhassa Arabistanda yayılmış ve bugün de, çeşitli İslâm ülkelerindeki müslümanların arasında yayılması için çalışılmaktadır. Diğer bozuk fırkalar târih içinde kaybolup gitmişlerdir. Ehl-i sünnet vel-cemâatin mevcudu her devirde çok olmuşdur. İslâmiyet; îmân, itikad, amel ve ahlâk esasları olarak Ehl-i sünnet âlimleri tarafından her asırda, aslı üzere müdâfaa ve muhafaza edilerek, bugüne ulaştırılmıştır. Bugün dünyâdaki müslümanların yarıdan çoğu, Ehl-i sünnet vel-cemâat itikadı üzeredirler. Kurân-ı kerîm ve hadîs-i şerîfler, İmanda parçalanmanın, arkalara ayrılmanın kötü olduğuna bildiriyor. Allahü teâlâ Nisâ sûresi 114.ncü âyetinde meâlen; Hidâyeti (kurtuluş yolunu) öğrendikten sonra, Peygambere uymayıp, müminlerin yolundan ayrılanı, saptığı yola sürükleriz ve çok fena olan Cehenneme atarız ve Al-i İmrân sûresi 103.ncû âyetinde de meâlen; Hepiniz Allahın ipine (Kurân-ı kerîme) sımsıkı sarılınız. Fırkalara bölünmeyiniz buyurmaktadır. Peygamberimiz de (s.a.v.) müslümanlar arasında imânda ve itikadda ayrılıkların felâket olduğunu bildirerek, meşhûr olan bir hadîs-i şerîfinde Benî İsrâil (yahudiler), yetmişbir fırkaya ayrılmıştı. Bunlardan yetmişi Cehenneme gidip, ancak bir fırkan kurtulmuştur. Nasarâ (Hıristiyanlar) da, yetmişiki fırkaya ayrılmıştı. Yetmişbiri Cehenneme gitmiştir. Bir zaman sonra benim ümmetimde yetmişüç fırkaya ayrılır. Bunlardan yetmişikisi Cehenneme gidip, yalnız bir fırka kurtulur’’ buyurmaktadır. Eshâb-ı kirâm bu bir fırkanın kimler olduğunu sorduğunda; Cehennemden kurtulan fırka, benim ve Eshâbımın gittiği yolda gidenlerdir buyurdu. Bir başka hadîs-i şerîfte; Ümmetim yetmişüç fırkaya ayrılacaktır. Bunlardan bir fırka kurtulacak, diğerleri helâk olacaktır buyurduğunda Eshâb-ı kirâm; Kurtulan fırka hangisidir? diye sorunca, Ehl-i sünnet vel-cemaattir buyurdu. Eshâb-ı kirâm bu defa Ehl-i sünnet vel-cemâat nedir? diye sordular. Bugün benim ve Eshâbımın bulunduğu yolda olanlardır buyurdu. Ehl-i sünnet itikâdını ortaya koyan Resûlullahdır (s.a.v.). Eshâb-ı kirâm îmân bilgilerini bu kaynaktan aldılar. Tâbiîn-i izâm da bu bilgileri, Eshâb-ı kirâmdan öğrendiler. Daha sonra gelenler, bunlardan öğrendiler. Böylece Ehl-i sünnet bilgileri bizlere nakil ve tevâtür yoluyla geldi. Bu bilgiler akıl ile bulunamaz. Akıl bunları değiştiremez. Akıl, bunları anlamaya yardımcı olur. Yanî, bunları anlamak, doğruluklarını ve kıymetlerini kavramak için akıl lâzımdır. Hadîs âlimlerinin hepsi, Ehl-i sünnet itikâdında idiler. Amelde dört mezhebin imâmları da bu mezhebde idi. İtikadda mezhebimizin iki imâmı olan Mâtürîdî ve Eşarî de Ehl-i sünnet mezhebinde idi. Her iki imâm, hep bu mezhebi yaydılar. Sapıklara karşı ve eski yunan felsefesinin bataklıklarına saplanmış olan maddecilere karşı bu tek mezhebi savundular. Bu iki büyük Ehl-i sünnet âliminin zamanları aynı ise de, bulundukları yerler birbirinden ayrı ve karşılarındaki saldır-ganların düşünüş ve davranışları başka olduğundan, savunma metodları ve tenkidleri birbirinden farklı olmuş ise de, bu hâl, mezheblerinin ayrı olduğunu göstermez. Bunlardan sonra gelen binlerce derin âlim ve veli, bu iki yüce imâmın kitaplarını inceliyerek ikisinin de, Ehl-i sünnet mezhebinde olduklarını söz birliği ile bildirmişlerdir. Ehl-i sünnet âlimleri, nassları, zahirleri üzere almışlardır. Yanî, âyet-i kerîmelere ve hadîs-i şerîflere açık olan manâlar vermişler, zaruret olmadıkça, nassları tevîl etmemişler, bu manâları değiştirmemişlerdir. Kendi bilgileri ve görüşleri ile bir değişiklik hiç yapmamışlardır. Sapık fırkalardan olanlar ve mezhebsizler ise, yunan felsefecilerinden ve din düşmanı olan fen taklidcilerinden işittiklerine uyarak, îmân bilgilerinde ve ibâdetlerinde değişiklik yapmaktan çekinmemişlerdir. Son asırlarda Ehl-i sünnet itikâdından ayrılan bazı din adamları Selefiyye adını verdikleri sapık bir yol tutmuşlardır. Bunun itikadda mezheb olduğunu söyleyip, kitaplarında yazmışlardır. Halbuki İslâmiyette Selefiyye mezhebi diye bir şey yoktur. Ehl-i sünnet âlimleri böyle bir şey bildirmemişler ve kitaplarında asla yazmamışlardır, İslâmiyette Selef-i sâlihîn mezhebi, yanî Ehl-i sünnet mezhebi vardır. Selef-i sâlihîn; hadîs-i şerîf ile medh edilen, övülen ilk iki asrın müslümanlarıdır. Yani Selef-i sâlihîn, Eshâb-ı kirâm ve Tâbiîne verilen işimdir. Bu şerefli insanların itikâdına Ehl-i sünnet vel-cemâat mezhebi denir. Bu mezheb, imân, inanç mezhebidir. Eshâb-ı kirâmın ve Tâbiîn-i izâmın İmânları hep aynı idi. İnançları arasında hiç bir fark yoktu. İmâm-ı Gazalî hazretleri İlcâm-ül-avâm kitabında Bu kitapta itikad fırkalarından, Selef mezhebinin hak olduğunu bildireceğim. Bu mezhebden ayrılanların bidat sahibi olduklarını anlatacağım. Selef mezhebi demek, Eshâbın ve Tâbiînin itikâdları demektir... buyurarak Selef mezhebi demenin, Ehl-i sünnet vel-cemâat mezhebi demek olduğunu açıkça bildirmiştir. Mısırdaki Ezher Üniversitesinden mezun üstâd İbn-i Halife Alîvî Akıdelrüs-selef-i vel-halef’ adlı kitabında şöyle yazmıştır Ebû Zehrâ (Târih-ül-mezâhib-ül-İslâmiyye) kitabında yazdığı gibi, hicretin dördüncü asrında, Hanbelî mezhebinden ayrılan bazı kimseler, kendilerine (Selefiyyîn) ismini verdiler. Hanbelî mezhebi âlimlerinden Ebül-Ferec İbn-i Cevzî ve diğer âlimler bu selefîlerin, Selef-i sahilinin yolunda olmadıklarını, bidat ehli, mücessime fırkasından olduklarını bildirerek, bu fitnenin yayılmasını önlediler. Daha sonra yedinci asırda, İbn-i Teymiyye el-Harrânî bu fitneyi tekrar alevlendirdi. Kendilerine (Selefiyye) ismini takanlar, İbn-i Teymiyye selefîlerin büyük imâmı dediler. İbn-i Teymiyye, Hanbelî mezhebinde olarak yetişti. Yanî, Ehl-i sünnet idi. Fakat sonradan kendi aklına uyarak, sapık görüşler ortaya attı. Ehl-i sünnet itikâdından ve dolayısı ile Hanbelî mezhebinden ayrılıp uzaklaştı. Kendi başına ayrı bir yol tutup, tuttuğu bu sapık yolda sürüklenip gitti. Kendine tâbi olanları da saptırdı. Ona tâbi olanlar onun bu yoluna selefiyye dediler. Bu hususu derinlemesine araştırıp, incelememiş ve kaynakları iyi anlayamamış olan bazıları Ehl-i sünnet âlimlerinin kitaplarındaki Selef ve Selef-i sâlihîn ifâdelerini değiştirerek, Selefiyye şeklinde nakletmişler ve yazmışlardır, itikadda Selefiyye diye bir mezheb yoktur. Peygamber efendimizin hadîs-i şerîfte fırka-i nâciye, kurtuluş fırkası olarak bildirdiği tek bir itikad mezhebi vardır. O da Ehl-i sünnet vel-cemâat mezhebidir. İmâm-ı Mâtüridî ve İmâm-ı Eşarî bu mezhebde iki itikad imâmıdır ve bu mezhebi yaymışlardır. İmâm-ı Mâtüridî ve İmâm-ı Eşarî ayrı bir mezheb kurmamışlar, Eshâb-ı kirâmın, Tâbiînin, dört mezheb imâmının ve sonra Ehl-i sünnet âlimlerinin nakil ve tevatür yolu ile bildirdikleri îmân ve itikad bilgilerini açıklamışlar, anlaşılmasını kolaylaştırmak için kısımlara bölmüşler ve herkesin anlayabileceği şekilde yaymışlardır. Bunlardan İmâm-ı Eşarî, İmâm-ı Şâfiînin talebe zincirinde bulunmaktadır. İmâm-ı Mâtürîdî ise İmâm-ı azamın talebe zincirindedir. Ehl-i sünnet itikâdının açıklamasında bu iki imâm meşhûr olmuş, yaşadıkları zamanlarda itikadda doğru yoldan ayrılmış sapıkların ve yunan felsefesinin bataklıklarına saplanmış maddecilerin bozuk düşüncelerine karşı Ehl-i sünnet vel-cemâat itikâdını izah etmekte, bazı bakımlardan farklı usûller tâkib etmişlerdir. Daha sonraki asırlarda gelen Ehl-i sünnet âlimleri, bu iki imâmın koyduğu usûllere uyarak, Ehl-i sünnet itikâdını nakletmişlerdir. İmâm-ı Mâtürîdînin naklen bildirdiği Ehl-i sünnet itikâdının başlıca esasları şunlardır: Allahü teâlâ kadîm olan zâtı ile vardır. Herşeyi, O yaratmıştır. Birdir, ibâdete hakkı olan da Odur. Ondan başka hiçbir şey, ibâdet olunmaya lâyık değildir. Kâmil sıfatları vardır. Bu sıfatları; hayat, ilim, semi, basar, kudret, irâde, kelâm ve tekvîndir. Bu sıfatları da ezelidir. Allahü teâlânın isimleri tevkifidir, yanî dînimizde bildirilen isimleri söylemek uygun olup, bunlardan başkasını söylemek yasak edilmiştir. Kurân-ı kerîm Allah kelâmıdır, Onun sözüdür. Allahü teâlâ Kurân-ı kerîmi harf ve kelime olarak gönderdi. Bu harfler mahlûktur. Bu harf ve kelimelerin manâsı, Kelâm-ı ilâhiyi taşımaktadır. Bu harflere, kelimelere Kurân denir. Bu harf ve kelime kalıpları içinde Kelâm-ı ilâhi olan Kurân mahlûk değildir. Allahü teâlânın öteki sıfatları gibi ezelîdir, ebedidir. Allahü teâlâyı müminler Cennette, cihetsiz olarak ve karşısında bulunmayarak ve nasıl olduğu an-laşılmayarak ve ihatasız, yanî şekli olmıyarak görecektir. Nasıl görüleceği düşünülemez. Çünkü Onu görmeği akıl anlıyamaz. Allahü teâlâ, dünyâda görülemez. Bu dünyâ ve insanın bu dünyâdaki yapısı, Onu görmek nimetine kavuşmağa elverişli değildir. Dünyâda görülür diyen yalancıdır. Hz. Mûsâ (a.s.) peygamber olduğu hâlde bu dünyâda göremedi. Peygamberimiz mirâc gecesinde gördü ise de, bu dünyâda değildi Dünyâdan çıktı, âhırete karıştı. Cennete girdi ve orada gördü. Allahü teâlâ, insanları yarattığı gibi, insanların işlerini de, O yaratıyor, iyi ve kötü işlerin hepsi Onun takdiri, dilemesi iledir. Fakat iyi işlerden razıdır, fenalardan râzı değildir. İnsanın yaptığı işde, kendi kuvveti de tesîr eder. Bu tesîre kesb denir. Peygamberler (a.s.) Allahü teâlâ tarafından seçilmiş, gönderilmiş insanlardır. Onların Allahü teâlâdan getirdiği her haber doğrudur, yanlışlık yoktur. Kabir azabı, kabrin sıkması, kabirde Münker ve Nekir denilen meleklerin soru sorması, kıyâmette herşeyin yok olacağı, göklerin yarılacağı, yıldızların yollarından çıkıp dağılacakları, yer küresinin, dağların parçalanması ve herkesin mezardan çıkması, mahşer yerinde toplanması, yanî ruhların cesetlere gelmesi, kıyâmet gününün zelzelesi, o günün dehşeti, korkusu ve kıyâmette suâl ve hesap, iyiliklerin ve günahların oraya mahsus bir terazi ile tartılması, Cehennem üzerinde sırat köprüsünün bulunması vardır. Bunların hepsi olacaktır. Müminlere mükâfat ve nimet için hazırlanmış olan Cennet, kâfirlere azâb için hazırlanmış Cehennem şimdi vardır. Her ikisini de Allahü teâlâ yoktan var etmiştir. Cennet ve Cehennem ebedi, sonsuz kalınılacak yerdir. Zerre kadar imânı olan ve bu îmân ile âhırete göçen Cehennemde ebedî (sonsuz) kalmıyacaktır. İbâdetler imâna dâhil değildir. Farzların farz olduğuna inanıp, tenbellikle yapmayan kâfir olmaz. Mümin ne kadar büyük günah işlerse işlesin imânı gitmez. Ancak farzlara ve harâmlara, olduğu gibi inanmak lâzımdır. Emir ve yasaklardan herhangi birine inanmamak veya hafife almak veya alay etmek, değiştirmeğe kalkışmak imânı giderir ve sonsuz olarak Cehennemde yanmağa sebep olur. Halifelikten konuşmak, dinin esas bilgilerinden değildir. Dört halifenin yüksekliği halifelik sıralarına göredir. Eshâb-ı kirâmın hepsini istisnasız sevmek ve hürmet etmek lâzımdır. Hepsi âdil ve din ilimlerinde müctehid idiler. Muhammede (a.s.) îmân edenler, başka peygamberlerin ümmetinden daha üstündür. Matem tutmak, dinde yoktur. Üzülmek başka, matem tutmak başkadır. Hadîs-i şerîfte Peygamberimiz: İki şey vardır ki, insanı küfre (imânın gitmesine) sürükler. Birisi, bir kimsenin soyuna sövmek, ikincisi, ölü için matem tutmaktır buyurdu. Resûlullaha, Eshâb-ı kirâma, Tâbiîne ve evliyâya tevessül ederek, yanî onları vesîle ederek duâ etmek, duânın kabulüne sebep olur. Dîni deliller müctehidler için dörttür Kitap, Sünnet, icmâ-i ümmet, Kıyâs-ı fukâha. Avamın delili müctehidin fetvâsıdır. Tenâsühe, yanî ölen insanın ruhunun başka bir çocuğa geçerek, tekrar dünyâya gelmesine inanmak, dîne aykırıdır. Böyle inananın imânı gider. Kıyâmet günü Allahü teâlânın izni ile iyiler kötülere şefâat edecek, araya girecektir. Peygamberimiz (s.a.v.): Şefâatim ümmetimden günahı büyük olanlaradır buyurdu. Peygamberin mucizesi, evliyânın kerâmeti ve sâlih müminlerin firâseti haktır. Evliyânın kerâmeti, vefâtından sonra da devam eder. Her bidat dalâlettir, sapıklıktır. Bidat, dinde sonradan yapılan şey demektir. Peygamberimiz (s.a.v.) ve dört halifesinin bulunmayıp da, onlardan sonra dinde meydana çıkarılan, itikâd ve ibâdet olarak yapılmağa başlanan değişikliklerdir ve büyük felâkettir. Mest denilen ayakkabı üzerine mesh ederek (ıslak el ile dokunarak) abdest alınır. Çıplak ayak ü-zerine mesh edilmez. Ebû Mensûr-i Mâtüridî, irâde-i cüziyye hakkında buyurdu ki: İrâde-i cüziyye, bir varlık değildir. Var olmıyan şey, yaratılmış olmaz. îrâde-i cüziyye, kullarda bir hâldir. Kuvveti, bir şeyi yapmak ve yapmamakta kullanmaktır. Kullar, irâde-i cüziyyelerini kullanmakta serbesttir. Mecbur değildir. Bu mezhebe göre şeytana irâde, bende bir hâldir, iyiliğe kullanırsam Allahü teâlâ iyiliği yaratır. Kötülüğe sarf edersem, onu yaratır. Eğer sarf etmezsem, ikisini de yaratmaz, diye cevap verilir. Allahü teâlânın, kul irâde etmeden de, yaratması caiz ise de, ihtiyari olan işleri yaratmağa, kulların irâdelerini sebep kılmıştır. İrâde-i cüziyyemizin sebep olması da, Allahü teâlânın irâdesi iledir. Kul, bir iş yapmak irâde edirce, Allahü teâlâ da, o işi irâde ederse, o işi yaratır. Kul irâde etmezse, itiyârî olan o işi yaratmaz. Şu hâlde, kul irâde-i cüziyyesini ibâdete sarf ederse, Allahü teâlâ, ibâdeti yaratır. Eğer günahlara sarf ederse, günahları yaratır. O zaman kul, dünyâda fena olur, âhırette azâb görür. Böyle olduğunu bilen bir kimseye, şeytan birşey diyemez. Siz, ancak Allahü teâlânın dilediğini arzu edersiniz! meâlindeki âyet-i kerîmenin ma’nâsını, Ebû Mensûr-i Mâtüridî şöyle açıklıyor: İhtiyârî işleriniz, yalnız sizin irâdenizle, olmaz. Sizin irâdenizden sonra, Allahü teâlâ da, o işi irâde edip yaratır. KAYNAKLAR 1) Fevâid-ül-behiyye fî-terâcim-il-hanefîyye sh-95, 195 2) Esmâ-ül-müellifîn cild-2, sh-21 3) Miftâh-üs-seâde cild-2, sh-21 4) İşârât-ül-merâm an ibârât-il-imâm sh-23 5) Kitâb-üt-tevhid mukaddimesi 6) Nazm-ül-feraid sh-16 7) Kitâb-ül-ensâb sh-498 8) llhâf-üs-seâde cild-2, sh-5 9) Tâc-üt-terâcim sh-59 10) Tabakât-ül-fukahâ sh-72 11) Ketâib-il-alâm il-ahyâr vh-130 12) Tam İlmihâl Seâdet-i Ebediyye sh-439, 1001 13) Rehber Ansiklopedisi cild-11, sh-284 14) llcâm-ül-avâm sh-5
Posted on: Wed, 20 Nov 2013 20:28:05 +0000

Trending Topics



a>

Recently Viewed Topics




© 2015