18.08.2013 Ahmet Demirel İstiklâlin olağanüstü - TopicsExpress



          

18.08.2013 Ahmet Demirel İstiklâlin olağanüstü mahkemeleri İstiklâl Mahkemeleri denince çoğumuzun aklına hemen 1925 ilkbaharında, Takrir-i Sükûn Kanunu’yla birlikte kurulan ve eski İttihatçılarla Kazım Karabekir, Ali Fuat Cebesoy, Refet Bele, Rauf Orbay, Kara Vasıf gibi milli mücadelenin önde gelen kadrolarını yargılayıp siyasi kararlar veren mahkemeler geliyor. Oysa farklı zaman dilimlerinde farklı türde İstiklâl Mahkemeleri kurulmuştu. Bunların tamamı hukukun temel kavramları ihlâl edilerek kurulan olağanüstü mahkemeler olmalarına rağmen, aralarında bazı farklılıklar da vardı. Şimdi bu farklılıkları da vurgulayarak İstiklâl Mahkemeleri hakkındaki bilgilerimizi tazeleyelim. OLAĞANÜSTÜ YARGI EŞLİĞİNDE CUMHURİYET İstiklâl Mahkemeleri aslında Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş sürecinin olağanüstü mahkemeleriydi. İlk kez milli mücadelenin başlarında, 1920’nin eylül ayında kurulmuş, ülkedeki bütün muhalif odakların artık tamamen temizlendiği 1927 yılına kadar arada küçük fasılalar da olsa faaliyet göstermiştir. Bu açıdan bakıldığında Cumhuriyetimizin olağanüstü yargı eşliğinde kurulduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Muhalifler ve potansiyel muhalifler bu olağanüstü yetkilere sahip mahkemeler kanalıyla ya yargılanıp mahkûm edilmişler ya da sindirilerek seslerini çıkaramaz hâle getirilmişlerdir. 1927 ve sonrasında siyasette sağlanan tek sesliliğin oluşmasında bu mahkemelerin yetkilerine paralel olarak olağanüstü rollerinin olduğu rahatlıkla söylenebilir. DÖNEMLER 1920-1923 arasında faaliyet gösteren Birinci Meclis döneminde üç farklı İstiklâl Mahkemesi’nden söz edilebilir. Birinci dönem İstiklâl Mahkemeleri (ki ben buna, Birinci Meclis dönemindeki ilk İstiklâl Mahkemeleri anlamında I-A demeyi tercih ediyorum) 11 Eylül l920’de, asker kaçakları sorununu çözmek amacıyla kabul edilen Firariler Hakkında Kanun’la kuruldu. Beş ay süren bu ilk dönem, Meclis’te mahkemelerin kurulmasına itiraz edenlerin sayısının giderek artması üzerine 17 Şubat 1921’de alınan mahkemelerin faaliyetlerine son verilmesi kararıyla kapatıldı. 5 Ağustos 1921’de Mustafa Kemal Paşa’nın olağanüstü yetkilerle Başkumandanlık makamına getirilmesiyle, İstiklâl Mahkemeleri Başkumandan emriyle yeniden kuruldu ve benim I-B dediğim ikinci dönem başladı. 20 Temmuz 1922’de Başkumandan’a verilen olağanüstü yetkiler kaldırılınca İstiklâl Mahkemeleri’nin yaklaşık bir yıl süren ikinci faaliyet dönemi de sona ermiş oldu. Üçüncü dönem (I-C), 11 gün sonra, 31 Temmuz 1922’de kabul edilen İstiklâl Mahakimi Kanunu’yla başladı ve Birinci Meclis’in faaliyetlerine son verdiği 1923 nisanında son buldu. Dördüncü dönem (İkinci Meclis döneminin ilk mahkemeleri anlamında, II-A demeyi tercih ediyorum) 8 Aralık 1923’te görev alanı sadece İstanbul’la sınırlı olan bir İstiklâl Mahkemesi kurulmasıyla başladı. Görev süresi iki aydan az olan İstanbul İstiklâl Mahkemesi’nin faaliyetlerine, mahkemenin de bu yöndeki talebi üzerine, 30 Ocak 1924’te son verilince bu dönem de kapanmış oldu. Beşinci ve son dönem (II-B), Takrir-i Sükûn Kanunu’nun kabul edildiği 4 Mart 1925’te biri merkezi Ankara’da olan, öteki de Şeyh Sait Ayaklanması’nın yaşandığı bölgede görev yapacak olan iki İstiklâl Mahkemesi’nin kurulmasıyla başladı. İki yıl sonra 7 Mart 1927’de mahkemelerin faaliyetlerine son verilmesiyle İstiklâl Mahkemeleri dönemi tamamen kapanmış oldu. İLK DÖNEM İSTİKLÂL MAHKEMELERİ 1912-1918 arasında ülke, önce Balkan Savaşı, ardından Birinci Dünya Savaşı’yla altı yıl aralıksız savaş yaşamış, hemen arkasından milli mücadelenin başlamasıyla 1920’ye gelindiğinde, aralıksız savaş hâli sekiz yıla çıkmıştı. Kuva-yı Milliye’den düzenli orduya geçiş sürecinin yarattığı sancılar da buna eklenince, tahmin edilen olmuş, asker kaçaklarının sayısı çığ gibi artmıştı. TBMM bu sorunu olağan mahkemelerle çözmek yerine, çok daha caydırıcı bir yolu tercih etti ve 11 Eylül 1920’de Firariler Hakkında Kanun’u çıkartarak İstiklâl Mahkemeleri’ni kurdu. Mahkemeler, Meclis’in seçeceği üç milletvekilinden oluşacak, onlar da kendi aralarından birini başkan seçeceklerdi (Madde 2). Mahkemelerin görevi, asker kaçaklarını, askerden kaçmaya yol açanları, kaçakların yakalanması ve sevkinde ihmali bulunanları ve kaçaklara yataklık edenleri yargılamaktan ibaretti (Madde 1). Sayısı ve bölgeleri Bakanlar Kurulu’nun teklifi üzerine Meclis tarafından belirlenen mahkemelerin kararları kesindi ve askerî ve sivil tüm devlet görevlileri kararların infazından sorumlu tutuluyordu (Madde 3 ve 4). Mahkemelerin karar ve emirlerini infaz etmeyenler veya infaz edilmesinden kaçınanlar da bu mahkemelerde yargılanacaktı (Madde 5). Kanunun ardından merkezleri Ankara, Eskişehir, Konya, Isparta, Sivas, Kastamonu, Pozantı ve Diyarbakır’da olmak üzere sekiz bölgede İstiklâl Mahkemeleri kuruldu. Bununla birlikte, mahkeme üyelerinin seçim işlemleri, kanunun mahkemelere olağanüstü yetkiler vermesine karşı çıkan muhalif milletvekillerinin yaptıkları engelleme yüzünden bir hayli uzadı. Sonuçta seçimler tamamlandı. Seçilen mahkeme üyelerinin hukukçu olmaları gibi bir şart aranmadığından, çiftçisinden tüccarına kadar her türlü meslekten milletvekili mahkeme üyeleri arasında kendilerine yer bulabildi. Zaten üyelerin hukukçu olmaları da gerekmiyordu; sonraki günlerde yaşanacağı gibi, İstiklâl Mahkemeleri kendi hukuklarını kendileri yarattılar. Mahkemelerin kurulmasından tam 15 gün sonra, 26 Eylül 1920’de Antalya Milletvekili Rasih (Kaplan) Efendi’nin teklifiyle, başlangıçta sadece asker kaçaklarıyla sınırlı olan mahkemelerin görev alanı, vatan hainliği, casusluk, memleketin maddi ve manevi gücünü her ne şekilde olursa olsun kırmaya çalışmak gibi suçları da kapsamına alarak iyice genişletildi. Özellikle “memleketin maddi ve manevi gücünü her ne şekilde olursa olsun kırmaya çalışmak” suçunun kapsamı ve çerçevesi hukuk açısından net değildi. Böyle bir tanımlama yapılınca, mahkemeler hemen hemen her konuda yetkili kılınmış oldu ve mahkemelerin bakamayacakları “suç” neredeyse kalmadı. Nihayet, 17 Şubat 1921’de, Meclis Başkanlığı’nın aldığı “İstiklâl Mahkemeleri’ne şimdilik ihtiyaç kalmadığından ve zorunluluk hâlinde Meclis’in karar ve onayıyla gerekli yerlerde yeniden kurulabileceğinden, Ankara İstiklâl Mahkemesi dışındaki İstiklâl Mahkemeleri’nin faaliyetlerine son verilmesini” isteyen karar, Meclis tarafından kabul edilerek, mahkemelerin görevine son verildi. Beş ay kadar sonra, Eskişehir- Kütahya savaşlarında Yunan ordusu karşısında alınan yenilgi, İstiklâl Mahkemeleri’nin yeniden kurulmasını gündeme getirdi. 23 Temmuz 1921’de Fevzi (Çakmak) Paşa’nın önerisi üzerine faaliyetini sürdürmekte olan Ankara İstiklâl Mahkemesi’ne ek olarak Kastamonu, Konya ve Samsun’da üç İstiklâl Mahkemesi’nin daha kurulması kararlaştırıldı. İKİNCİ DÖNEM Yeni kurulan mahkemeler daha henüz oluşmamışken, 5 Ağustos 1921’de, Mustafa Kemal Paşa olağanüstü yetkilerle Başkumandanlığa getirildi. Başkumandanlık Kanunu’nun ikinci maddesi Başkumandan’a Meclis’in yetkilerini kişisel olarak kullanma hakkı veriyordu. Mustafa Kemal Paşa bu maddeye dayanarak İstiklâl Mahkemeleri’ni doğrudan kendine bağladı ve Meclis’i devreden çıkartarak mahkeme üyelerini doğrudan kendisi atadı. 8 Eylül 1921’de, Mustafa Kemal Paşa, yine Başkumandanlık emriyle, o tarih itibarıyla faaliyetlerini sürdürmekte olan Ankara, Konya, Kastamonu ve Samsun İstiklâl Mahkemeleri’ne ek olarak Yozgat’ta da yeni bir İstiklâl Mahkemesi kurdu. Mahkemelerin istifa eden bazı üyelerinin yerine, yeni üyeler de yine Başkumandan tarafından atandı. Bu arada, Mustafa Kemal Paşa, Başkumandanlık makamına getirilmesinden iki gün sonra, 7-8 Ağustos 1921’de halkı maddi ve manevi kaynaklarıyla milli mücadeleye katılmaya çağıran Tekâlif-i Milliye emirlerini yayınlamıştı. Emirlerin uygulanmasını sağlamak ve halktan yüzde 40 vergi toplamak üzere Tekâlif-i Milliye komisyonları kurulmuştu. Emirleri yerine getirmeyenlerin cezalandırılması görevi de İstiklâl Mahkemeleri’ne verilince, zaten çok geniş olan mahkemelerin görev alanı iyice genişletilmiş oldu. TEPKİLER Olağanüstü yetkilerle donatılan İstiklâl Mahkemeleri’ne karşı duruşlar da Meclis’te hiç eksik olmadı. Daha mahkemeler ilk kurulurken yapılan üye seçimleri sırasında ilk turda 144 milletvekilinin 14’ü, ikinci turda 148 milletvekilinin 39’u, üçüncü turda da 144 milletvekilinin 67’si hiçbir adaya oy vermeyerek çekimser kaldılar. Bu çekimserli protestolar nedeniyle mahkeme üyeleri çok düşük oylarla seçildiler. Mesela Isparta Milletvekili Hacı Tahir (Kucur) Efendi 144 milletvekilinden sadece 31’inin oyunu alarak mahkeme üyesi oldu. Mahkemelerin uygulamaları da sık sık Meclis gündemine getirilerek eleştiri konusu yapıldı. Eleştirilere konu olan bu uygulamalar arasında, kaçakların yerine yakınlarını askere götürmek, yoksa köy ve mahallelerinden para cezası almak, kaçağın mal ve mülkünü yakmak veya el koymak gibi uygulamalar da vardı. Bu durum, Meclis’te mahkemelere karşı tepkilerin güçlenmesine yol açtı ve mahkemelerin yetkilerinin sınırlandırılmasından, tamamen kaldırılmalarına kadar çeşitli önergeler verildi. Mahkemelerin verdiği kararların sertliği ve mahkemelerin her türlü denetimin dışında kalması, özellikle de kararlara itiraz hakkının bulunmaması Meclis’te sürekli huzursuzluk yarattı. Mahkemelerin Başkumandan’a bağlanması, üyelerinin artık seçimle değil, Başkumandan’ın atamasıyla belirlenmesi itiraz edenlerin seslerinin daha da yükselmesine yol açtı. Muhalifler, Başkumandan’ın atadığı mahkeme üyelerinin üyeliklerini tanımadılar; mahkemelerin kaldırılmasına ya da hiç değilse Meclis’in denetimi altına alınmasına çalıştılar. Bu yöndeki faaliyetler, 1922’nin ocak ayından itibaren giderek yoğunlaştı. İtiraz seslerine iki örnek vermekle yetineyim: 14 Ocak 1922 tarihli gizli toplantıda İstiklâl Mahkemeleri konusu görüşülürken, Erzurum Milletvekili Hüseyin Avni (Ulaş) Bey geniş yetkilerle donatılan bu mahkemelere şu sözleriyle karşı çıktı: “Büyük Millet Meclisi kurulduğu zaman daima bir sorumlu heyet-i vekile tayin etmiş ve ordusunu da yürütmek çaresini de düşünmüştür. Olağanüstü önlem almak için İstiklâl Mahkemeleri kuruldu. Fakat bir zaman oldu ki, hükümet bütün icraatı İstiklâl Mahkemeleri’ne verir bir şekilde, bize bir kanun kabul ettirdi. Artık İstiklâl Mahkemeleri’nin el uzatmadığı, el koymadığı şey kalmadı ve bütün hükümetin icraatını eline aldı ve Meclis adına hükümler verdi. Efendiler, siz memleketi kurtarmak istiyorsanız siz mahkemeleri yaşatmak istiyorsanız, işte burada 350 mahkemeniz var. Onun kudretini artırın, onun kudreti olmazsa, dört mahkeme, beş mahkeme, devletin bütün teşkilatını yürütemez. İhtilalin de hukuku vardır. Olağanüstülüğün de hukuku var. Fakat böyle kendi oyuyla hüküm verecek maddi ve manevi suç, zarar takdiriyle hüküm verecek bir kuruluş dünyada mevcut değildir. Bu dünyanın adaletine sığacak şeylerden değildir. Asker kaçakları için gerekli ise, yalnız onunla sınırlayalım. Böyle maddi, manevi zarar takdirine yetkili, genel cümlelerle, sınırsız yorum ve tersyüz etmeye müsait cümlelerle verilen yetkiyle ve kendi oyuyla her şeyi hüküm altına almak, her şeye hüküm vermek yetkisini artık ortadan kaldırmak, üzerimize farzdır.” Sinop Milletvekili Hakkı Hami (Ulukan) Bey de aynı gün yaptığı konuşmada şunları söyledi: “Af kanunu çıktıktan sonra birçok kişinin serbest bırakılması gerekirken, bilmem hangi tarafın emriyle hapishanelerde alıkonmuşlardır. Bu idare değildir. Ülkede kanun koyucu çoğaldıkça, ülke felakete, yok olmaya gider. Bugün Yüksek Meclis’iniz kanun koyar ve esasen kanun koyucu yetkisine sahiptir. Kendisini Yüksek Meclis’in üstünde görenler Meclis’in vücudunu inkâr etmiş olurlar. Bunlar vatan hainidir. Hareketleri Meclis’e taarruzdur. Emin olunuz, İstiklâl Mahkemeleri’yle, Hıyanet Kanunu’yla, adam asmakla biz gayemize ulaşacaksak, emin olunuz ki bu, hayaldir. Eminim ve kesinlikle inanıyorum ki, bugün pek masum olarak asılan vardır. İstiklâl Mahkemeleri’ne de ve hiçbir kimseye de adam asmak yetkisini vermeyiniz. İdam cezaları, bunlar şunun bunun elinde terk edilecek şeyler değildir.” İKİNCİ DÖNEMİN SONU VE ÜÇÜNCÜ DÖNEM 20 Temmuz 1922’de Başkumandanlık Kanunu’nun ikinci maddesi kaldırıldı. Başkumandan’ın olağanüstü yetkileri kalmayınca Başkumandanlık emriyle kurulan İstiklâl Mahkemeleri’nin faaliyetleri de durduruldu. On gün içinde İstiklâl Mahkemeleri’nin yeniden kurulması gündeme gelince, 31 Temmuz 1922’de muhalif milletvekillerinin ağır basması sonucunda öncekilerden farklı bir İstiklâl Mahkemesi Kanunu çıktı. İstiklâl Mahakimi Kanunu ile yeniden kurulması tasarlanan İstiklâl Mahkemeleri üzerinde kesin bir Meclis denetimi kuruldu. Kararların artık Meclis onayından geçmesi gerekecekti. Yine de, muhalifler yeni İstiklâl Mahkemeleri kurulması konusunda oldukça gönülsüz davrandılar. Mesela, iktidarın Amasya ve Batı Anadolu bölgesinde yeni İstiklâl Mahkemeleri kurma girişimleri muhaliflerin engellemesi yüzünden sonuçsuz kaldı. Bu üçüncü dönemde, sadece Elcezire’de, o da görev alanı sadece asker kaçakları sorunuyla sınırlı olmak üzere, bir tek İstiklâl Mahkemesi kurulabildi. Muhaliflerin bu çabaları sonucu 31 Temmuz 1922’den, dördüncü dönemin başlayacağı 8 Aralık 1923’e kadar, oldukça uzunca bir süre boyunca İstiklâl Mahkemeleri kanalıyla olağanüstü hukuk uygulanması rafa kalkmış oldu. Bir parantez olarak değerlendirebileceğimiz bu normalleşme dönemini, özellikle 1925’ten başlayarak çok daha sert kararlar alan yeni İstiklâl Mahkemeleri izledi. Onu da haftaya bırakalım. [email protected]
Posted on: Tue, 20 Aug 2013 20:31:27 +0000

Trending Topics



Recently Viewed Topics




© 2015