BİR YAZI BU KADAR KISA ZAMANDA TEKRARLAMAZ Kİ. KRONOLOJİ - TopicsExpress



          

BİR YAZI BU KADAR KISA ZAMANDA TEKRARLAMAZ Kİ. KRONOLOJİ İnsanlar yaşadıkları dönemi , içinde bulundukları için değerlendiremiyorlar. Aynı değerlendirmeyi bende içinde yaşarken ne yazık ki yapmadım , yapamadım. İnsan tahsil hayatında aile baskısı ile bazı hareketlerin içinde olamıyor. Bu baskı buna mani oluyor.Kendi yetiştiğim çevreyi şimdi değerlendiriyorum da ,arkadaşlarımın hepsi de benim gibi hiçbir oluşumun ve olayın içinde olmadık.Arkadaşlarımı bilmem ama ben şimdi hayıflanıyorum.Çünkü meydanı onlara bıraktık. Okullardan sonra , askerlik,derken evlilik, çoluk çocuk. İster istemez ayağınızda bir bağ,bir çekme oluyor.İsteseniz de bazı hareketlerin içinde olamıyorsunuz. Şimdi , 66 yaşını doldurduk.Yani bir ayağımız çukura girdi.Bilmem, belki ikiside!..Artık yapacak fazla bir şey kalmadı. Eh, emekliyiz de!..Yapacak en iyi şey yaşadıklarımızın değerlendirmesini yapmak. Aklımın başıma geldiğini sandığım yıllardan bu güne kadar Türkiye’nin dolayısıyla benim de içinde bulunduğum için yaşadığım olayları kronolojik olarak değerlendirmek istiyorum. Dört çocuklu bir memur ailesinin üçüncü çocuğu idim.İlk okulu(o zamanlar 4+4+4 yoktu) İstanbul Fatih,Yavuz Selim de Nişancı Mehmet Paşa ilkokulunda okudum.Orta okulu ve Lise’yi Pertevniyal Lisesinde,Üniversiteyide İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünde okudum. Okumaya başladığımda, ilk gazetem Cumhuriyet gazetesi olmuştu.O yüzden biraz siyasi idik.Babam 1950 de Demokrat Partiye oy atıp 1952 de geri dönen bir CHP li idi.Evet Demırkırat tek başına iktidarda idi. Türkiye ‘de bir partinin tek başına iktidarda olmasının ne demek olduğunu şimdi içinde yaşayarak görüyorsunuz.Biz bunları daha önce yaşadık.Dolayısıyla şerbetliyiz.1950-1960 yılları arasında tek parti iktidarında şu an içinde yaşadıklarınızı yaşamış birisiyim. O zaman da Başvekil (Başbakan yerine öyle söyleniyordu.) Adnan Menderes , Odunu aday göstersem milletvekili seçtiririm diyordu.Anlayacağınız o zaman da milletvekili adaylarını Parti başkanları seçiyordu.Sizler (Milletvekil- lerine diyordu) isterseniz hilafeti dahi getirirsiniz demişti. (Neyse hilafete de artık ramak kaldı). Orta okullara da din dersi konmuştu. İstanbul’u Mekke, Eyüp Sultan’ı ikinci Kabe yapacağım diyordu. Bizim halk bir tuhaftır. Marksizm’e ve Sosyalizme hep mesafeli davranmış uzak durmuştur. Türkiye‘de Proleter bir işçi sınıfı olmamıştır ve olamıyacaktır. Buna din manidir. Halka Marksizm ve komünistler dine karşıdır diyerek bizim Müslümanlara A.B.D’nin iyi olduğunu, ondan tarafa olmanın vacip olduğu dahi söylenmiştir. Hıristiyanlarla kol kola gireriz ama menfaatimize de olsa komünistlerle ,Ruslarla bunu yapmayız.Yahu,öteki de Hıristiyan, o da islamiyete karşı.Bu dünyanın baş belası ,kapitalizm ve emperyalizmdir.Onlar senin yanında senle berabermiş gibi görünüp,gerekirse adını Globalleşme, Küreselleşme (ne o hepimiz yuvarlak mı oluyoruz yani) diye hoş görünür bir hale getirirler,sende inanırsın.Emperyalizmin hiçbir zaman telaşı yoktur.Acele etmez. S.S.C.B’yi 72 senede yıktı.1917-1989 Hele Osmanlıyı hiç telaşa girmeden üçyüz yılda yok ettiklerini sandıkları anda Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün sayesinde yeni bir Türkiye Cumhuriyeti doğdu.Adamlar biz yenildik,gelin anlaşalım dediler. 1923 de Lozan’da bir anlaşma imzaladılar. A.B.D’de müşahit idi.Fakat Lozan anlaşmasını tanımadı.Hala da öyle. Emperyalizm yeni kurulmuş bulunan Türkiye Cumhuriyeti’ne karşı mağlup olmuş görünüyordu. Emperyalistler bunu kabul ettiler.Aceleleri yoktu.Nasılsa ileride Türkiye kucağa düşecekti.Lozan’da bunu bizzat İngiltere delegesi Lord Curzon İsmet İnönü’ye söylemişti.’’Biz şimdi mağlubuz, savaşı devam ettirmek istemiyoruz, ben bunu (Sevr Anlaşması) katlayıp cebime koyuyorum, ileride bunların hepsi tek tek önünüze gelecek ‘’ demişti. Hesapta emperyalist ülkeler on beş yıl rahat durdular. Buna da rahat durma denirse,adamlar 1925 Şeyh Sait isyanı ile başlayıp 1938 Dersim isyanı ile sonlanan zaman da muhtelif isyanlar çıkardılar.Yeni kurulmuş bulunan Cumhuriyet oldukça hırpalandı.Bu arada da Musul ve Kerkük’ü Misak-ı Milli’den kopardılar.O yıllarda Cumhuriyet bu türlü isyanlarla uğraşmasa idi ,Musul ve Kerkük bu kadar kolay mı bırakılırdı. Türkiye Cumhuriyeti’nin Bağımsızlığı on beş yıl sürdü. 10 Kasım 1938 saat 09.05 te Gazi Mustafa Kemal Atatürk’le beraber bu bağımsızlıkta söndü.Ondan sonraki yıllarda biz Bağımsızlıkçılık oynadık.Halada oynuyoruz. Şimdi düşününce Atatürk öldükten sonra yerine,onunla beraber İstiklal Savaşı vermiş olan İsmet İnönü geçti.İnönü Atatürk gibi devrimci birisi değildi. Kılı kırk yaran ,bir işi yapmadan önce çok fazla detayla uğraşan bir tip idi.Bu yüzden Anadolu’ya en son geçenlerden olmuştur. Aslında İngilizlere meyli vardı.İnönü’nün Cumhurbaşkanlığından sonra başa Atatürk’ün diğer arkadaşı Celal Bayar (namı diğer Celal Hoca ) geçti. Onun zamanında da A.B.D’nin kucağına tam anlamıyla oturduk. Hala da kalkamadık,kıpırdadıkça daha da yerleşiyoruz. İnönü Atatürk’le beraber bütün dünyaya kafa tutmasına rağmen Atatürk’ün ölümünden sonra hızla yönünü batıya çevirdi. Maalesef C.H.P.li olmama rağmen bunları söylemek zorundayım.Atatürk’ün başlattığı tüm devrimleri devam ettiremedi. Devrimler birbirini takip etmek zorundadır. Yenilemezseniz ,siz yenilirsiniz. Aynen S.S.C.B.de olduğu gibi. Bakın Çin devrimleri devamlı yeniliyor.Nerelere geldiğini de hepimiz görüyoruz. Birinci Dünya savaşı sırasında 1917 Devrimi ile Çarlık Rusya’sını yıkıp S.S.C.B.yi kuranlar ll.Dünya savaşı Sırasında Türkiye Cumhuriyeti’nden Kars ,Ardahan gibi doğu illerini istedi. 1920-1923 yılları arasında emperyalist ülkelere karşı kafa tutan ve bunu kazananların arasında bulunan İnönü nasıl olur da böyle bir şey karşısında korkar da batıya teslim olur. Bir türlü akıl erdiremiyorum.Ve düşündükçe Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün esas büyüklüğünü o zaman daha iyi anlıyorum. S.S.C.B.nin bu sıkıştırmaları ile Türkiye Cumhuriyeti Amerika’nın Marshall Planına onay veriyordu. A.B.D.bununla Türkiye Cumhuriyeti’nin tüm kurumlarına ,en başında Milli Eğitim Bakanlığı olmak üzere sızmaya başlıyordu. Hem de ne sızma . Milli Eğitim Bakanlığının en önemli kurumlarından biri Talim ve Terbiye Kuruludur. Bu kurul sekiz kişiden oluşmaktadır. Bunun dört kişisi Türk ,dört kişisi de A.B.D.lidir.Bir konu hakkında eşitlik olduğunda Amerikan büyük Elçisinin dediği geçerli oluyordu.Çünkü Amerikan elçisi dört üyeden biri idi.Bağımsız bir ülkenin Talim ve Terbiye kurulunda Amerikan üyelerin işi ne idi. Hale bakın kendi eğitim sistemini düzenleyemeyen bağımsız bir devlet.Böyle olunca da şimdi 4+4+4 le karşılaşırsınız. Maalesef yetmiş dört yıldır böyle idare ediliyoruz. Yetmiş dört yıldır eğitim sistemimizi allak bullak edip ,medrese sistemine yanaştırdılar.Bizim tatlı su entelleri de demokratik seçim hakkı var deyip duruyorlar.Zaten onlar,efendim Kuran ve Hz.Muhammed’in hayatı dersinden niye korkuyorsunuz diyorlar .Başbakan dahil ,seçmeli ders ,isteyen seçmez deyip mugalata yapıyorlar.Okullarda ders seçiminde okul idaresinin nasıl rol oynadığını eşimin öğretmen olmasından ötürü iyi biliyorum. Allah’tan emekli oldu.İstanbul’da bile Kuran ve Hazreti Muhammed’in hayatı dersini istemiyoruz,seçmiyoruz diyebilecek kaç kişi çıkabilecek?Anadolu’yu düşünemiyorum bile !. Sizlere 08.04.2012 tarihli Yurt gazetesinin sekizinci sayfasında ara yerde bir haber yazıyordu.Onu aynen alıyorum.Çok ibretlik bir haber. Aslında sekiz sütunluk bir baş sayfa haberi olması gerekirken bu gazetede bile orta sayfalarda ara yere sıkıştırılıyordu.(Yurt gazetesi sahibi C.H.P Kahramanmaraş milletvekili ) Haber şöyle’’ABD’den illere sessiz sedasız temsilci’’.Hakikaten sessiz sedasız,hemen hemen başka gazetelerde yok idi sanıyorum.İller de İZMİR,KONYA ve KAYSERİ idi.Temsilcilerin atanma gerekçesi ise’’ABD Hükümeti ile Türk şehirleri arasında teması kolaylaştırmak,program kapsamındaki illerdeki siyaset,eğitim ve iş önderleriyle teması sağlamak ‘’ olarak belirlendi.Hanginizin haberi var bundan,hangimizin var.ABD’nin söz konusu temsilcilikleri açmak için özellikle organize sanayi açısından çok güçlü olan Ve yeşil sermayenin doğup büyüdüğü illerden Konya ve Kayseri’yi tercih etmesi dikkat çekicidir.Bu olay ABD’nin Türkiye’nin damarlarına girmesindeki son aşamalardan birisidir.Ve ABD çıkarlarını gözetmek yakın istihbarat sağlamak için yeni bir örgütlenme modelidir. Konya şehrine atanan temsilci Daniel Keen ise ,ABD’nin önemli bir şehir olan Konya ile arasındaki işbirliğini ve iletişimi artırmak, bölge kültürünü anlamak amacında olduğunu internetten duyurmuş.Daha neler görüp duyacağız bakalım. Böyle bir ülkenin bağımsızlığından bahsedilebilinir mi? Bu yüzden bu günlere nasıl geldiğimize dair hepinize hatırlatma olur diyerek 1950 senesinden bu güne bir kronolojik tarih listeledim. Bakalım bu günlere nasıl gelmişiz, görelim. 8 Ağustos 1951 : Halkevleri kapatıldı.Cumhuriyetin en önemli kurumlarından birisi olan Halkevleri DP tarafından kapatıldı. 26 Ekim 1951 :TKP tevkifatı(tutuklamaları).TKP’ye yönelik büyük çapta tutuklamalar yapıldı.Zeki Baştimar ,Mihri Belli gibi tanınmış isimler vardı. 4 Kasım 1951 : İlkokulların ders programına din dersi alındı. 4 Nisan 1952 : Dumlupınar denizaltısı Çanakkale boğazında Naboland adlı bir İsveç şilebi ile çarpıştı. 88 denizci diri diri sulara gömüldü. 1954 : 17 Nisan 1940 ta kurulan Cumhuriyet’in en büyük kurumu kapatıldı.Köy Enstitüleri bilhassa 1946 dan sonra yurt sathının tamamına yayılsa,yayılabilse idi ,Türkiye Cumhuriye- ti’nin kurtuluşu ve emperyalizmin büyük bir mağlubiyeti olacaktı.Ama olmadı tersi oldu.ll.Dünya savaşının sonlarına doğru 1945 yılında SSCB lideri Stalin’in Türkiye’den Kars,Artvin ve Ardahan ve Boğazlarda üs istemesi üzerine,Milli Şef’de ABD’den askeri destek istemişti.Bu desteği vermeye hazır olduğunu belirten ABD Truman Doktrini ile yardıma başlamıştı.Fakat karşılığında Türkiye’de serbest seçimlere dayanan demokrasi düzeninin yerleştirilmesini ve Milli Şeflik, ‘’5 yıllık kalkınma planları ‘’ ve ‘’Köy Enstitüleri ‘’ gibi Sovyet sistemine benzer uygulamaların kaldırılmasını talep etti. Kimse kimseye boşuna yardım etmez.Bu yardımın sonunda da kölelik vardı. Türkiye köle yapılmak isteniyordu ve hala buna uğraşılıyor. Sağ olsun Damat Ferit’ler. 6-7.Eylül 1955 : Kıbrıs meselesi Türkiye’nin başındaki dertlerden biridir.1955 senesinde tek parti iktidarı DP’nin işleri artık tersine dönmeye başlıyordu.Bunun üzerini örtmek için Selanik’te Atatürk’ün evinin Yunan’lılarca bombalandığı söylentileri yayıldı. Hükümet el altından Kıbrıs Mitingleri tertipletti. Kıbrıs bizim canımız,feda olsun kanımız.Benim yaşta olanlar hatırlıyacaklardır. 6 Eylül 1955 günü Taksim’de yapılan mitingde ipler hükümetin elinden çıktı.(Tabi bunları ERGENEKON tertipledi). Beyoğlu’nda dükkanları olan Rum,Ermeni ve Yahudilere ait işyerleri tahrip edildi.Aynı şeyler şehrin ,Samatya,Balat,Edirnekapı,Beyoğlu gibi gayri müslümlerin oturduğu yerlere de sıçradı.Kiliselerin çanları söküldü,tekstil fabrikalarındaki kumaş topları yağmalandı.İstiklal Caddesi savaş yeri gibi idi. Netice de Sıkı Yönetim ilan edildi.Sıkı yönetim ile ilk defa tanıştık.Tanklar şehre yayıldı. Türkiye büyük zarara uğradı. Zarar devlet tarafından tazmin edildi. Gayri Müslimlerin çoğunluğu Türkiye’yi terk ettiler. 20 Aralık 1955 : Demokrat Parti içten kaynamaya başlamıştı.Parti ile ters düşen bazı milletvekilleri partiden istifa ederek Hürriyet Parti’sini kurdular.Aralarında Fevzi Lütfi Karaosmanoğlu,Ekrem Alican ve Turan güneş gibi millet vekilleri vardı. 27 Ekim 1957 :1955 yılından itibaren iyi diye gösterilen ekonomi yüzünden 27 Ekim’de genel seçimler yapılmak zorunda kalındı.DP %48,Muhalefet partileri %52 oy aldı.Çoğunluk sistemi olduğu için bu oran meclise fazlaca yansımadı.Seçimlere aşırı hile karıştırıldığı söylentileri ayyuka çıktı.(Sanki şimdi farklı mı?) 12 Ekim 1958 : Demokratikleşmeyi sağlamak üzere iktidara gelen DP uygulamaları ile cepheleş- meyi arttırdı.Vatan Cephesi kuruldu.Radyolar akşam 19.00 haber programından sonra gelen radyo gazetesi programında yurdun her tarafında Vatan Cephesi’ne iltihak edenlerin isimlerini okumaya başladı.Önceleri 30 dakika olan program saatlere varmaya başladı.Neredeyse Türkiye nüfusundan fazlası Vatan Cephesi’ne girdi.Mahalleler ikiye ayrıldı. 17 Şubat 1959 : Adnan Menderes’i Londra’ya götüren uçak düştü.On dört kişi öldü.Adnan Menderes kurtuldu.Ölse idi kahraman olacaktı.(Bence) 4 Mayıs 1959 : Ankara’dan uçakla İstanbul’ gelen İsmet İnönü’nün konvoyu Topkapı’da durduruldu. İnönü taşlandı.Polis görevini yapmadı.Polis Komiseri Bumin Yamanoğlu’nu hatırlarsınız sanırım. 7 Mayıs 1959 :CHP genel başkanı İsmet İnönü Uşak’ta da DP’li gurup tarafından saldırıya uğradı. Tansiyon daha da arttı. 18 Nisan 1960 :DP milletvekilleri,TBBM’ye kurulacak bir tahkikat komisyonuna olağan üstü yetkiler veren bir kanun teklifi verdiler.Tabi bu yetki DP’li milletvekillerine verilecekti.CHP’yi kapatmayı,basını susturmayı hedefleyen bu kanun teklifi üzerine mecliste bir konuşma yapan İsmet İnönü,bu gidişin iyi olmadığını,devam ettikleri taktirde,sizi ben bile kurtaramam diye ünlü sözünü söyleyen bir konuşma yapmıştı.Bunun üzerine kendisine şimdi sayısını hatırlayamadığım sayıda meclis oturumlarına katılamama cezası verilmişti. 27 Nisan 1960 : 27 Nisan günü DP ‘li on beş milletvekili tarafından teşkil edilecek ünlü Tahkikat Komisyonu kanunu kabul edildi. 28 Nisan 1960 :28 Nisan’da İstanbul Üniversitesinde toplanan gençler Tahkikat Komisyonunu protesto etmek için yürüyüş yapmak istemiş,polis çok sert müdahalede bulunmuş,bu duruma müdahale etmek isteyen Rektör Ord.Prof.Dr. Sıddık Sami Onar adını daha önce verdiğim polislerce yerlerde sürüklenmişti. Bunu gören ve duyan gençlerin tepkisi de sert olmuş.Yürüyüşe başlamışlar ve polislerce yapılan müdahale neticesinde Turan Emeksiz adlı genç ölmüştü.Yürüyüş Laleli,Aksaray ve Saraçhane istikametinde devam etmişti. O zaman Pertevniyal Lisesi orta sonda idim .Hepimiz camlara fırlamıştık,liseliler duvardan atlayıp onlara katılmışlardı.Okul idaresi acele ile kapıları ve pencereleri kitlemişti.Bizler de okulda kapalı kalmıştık. 5 Mayıs 1960 :Ünlü 555 K olayı.Beşinci ayın beşinci gününde saat beşte Kızılay’da.Ankara Kızılay’da öğrencilerin DP iktidarını protesto gösterilerinde olaylar çıkmış,çıkan olayların üzerine yürümek isteyen Adnan Menderes saldırıya uğramış,yakasına yapışılmıştı.Hatta bu yakasına yapışanlardan birinin Sayın Deniz Baykal olduğu şehir efsanesi diye söylenir. 21 Mayıs 1960 : Ünlü Harp Okulu yürüyüşü.DP’ye artık son ikazlar yapılmakta idi.Ama DP bunları anlamıyor ,görmüyor idi.Genel Kurmay Başkanı Rüştü Erdelhun bile farkında değildi.Harp Okulu talebeleri Ankara’da bir gövde gösterisi yürüyüşü yaptı.Artık her şey tamamdı.Darbe geliyordu.Ben ihtilal demiyorum.İhtilal olmuş olsa idi İki sene sonra aynı fikirler tekrar iktidara gelmezdi. 27 Mayıs 1960 : Nihayet beklenen oldu ve Yirmi Mayıs Darbesi yapıldı.Bence şimdi düşünüyorum bu bizim çocukların ilk darbesi idi.Türk Silahlı Kuvvetleri Hükümeti devirerek idareyi ele aldı.Aynen 1980 darbesinde de olacağı gibi.İstifa edip İzmir’e istirahata çekilen Orgeneral Cemal Gürsel Mili Birlik Komitesi Başkanlığına getirildi. 12 Haziran 1960 : TBBM’ nin yetkileri feshedildi.Milli Birlik Komitesi idareyi ele aldı. 14 Ekim 1960 : Yassıada yargılamaları başladı.Neticesinde ;15 kişi ölüm cezası,31 kişi müebbet,418 kişi muhtelif cezalar almış,123 kişi beraat etmişti.Milli Birlik Komitesi 15 idam cezasının 4 ünü onaylamış,Celal Bayar’ın cezası yaşı dolayısıyla hapse çevrilmiş,A.Menderes,F.Rüştü Zorlu,Hasan Polatkan’ın idam cezaları onaylanmıştı. 15 Kasım1960 :14 ler olayı.MBK ‘sinde huzursuzluk artmış,bunun sonucunda 14 subay ordudan uzaklaştırılmış ve yurt dışına ‘’ Müşavirlik ‘’adı altında sürgüne yollandılar.Tokyo’ya müşavir olarak gönderilen Muzaffer Özdağ’ın oğlu Profesör Ümit Özdağ Tokyo’da doğmuştur. 9 Temmuz 1961 : Yeni Anayasa %65 kabul,%35 ret oyları ile kabul edilmişti. 1980 anayasası daha büyük bir çoğunlukla kabul edilmişti.%92.3.Şimdi onu yargılıyoruz.Komedi filmi gibi. 16-17 Eylül 1961 : Milli Birlik Komitesi’nin onayladığı 3 idam İmralı adasında uygulandı.Londra’da kurtulan Adnan Menderes bundan kurtulamamıştı. 22 Şubat 1962 : Ünlü 22 Şubat darbesi.Gerçekleştirilmiş olsa idi ona ihtilal diyebilecektik. Ankara Harp Okulu komutanı Albay Talat Aydemir ve arkadaşları hükümet darbesine kalkıştılar.Darbe bastırıldı,katılan subaylar emekliye sevkedildiler. 20-21 Mayıs 1963 :Talat Aydemir’in ikinci başarısız darbe teşebbüsü.İlkinde affedilen Talat Aydemir ,Dündar Seyhan ve 6 arkadaşı bu defa affedilmeyecek ve idam cezasına çarptırılacaktı. 21 Aralık 1963 :Kıbrıs’ta EOKA planları yürürlüğe konmaya başlamıştı.Türk jetleri ilk defa Kıbrıs semalarında görünmeye başladılar. 4 Haziran 1964 : Ünlü Johnson mektubu.Türk Hükümeti’nin Kıbrıs’a müdahale kararı alması üzerine Johnson İnönü’ye sert bir mektup gönderdi.Bunun üzerine İnönü’nün ‘’yeni bir dünya kurulur Türkiye’de burada yerini alır ‘’sözlerini hatırlayın.Yeni dünya kuruldu ama Türkiye burada yerini alamadı. 8 Ağustos 1964 : Kıbrıs’ta EOKA azıtınca Türk jetleri askeri hedefleri bombalamaya başladı.Pilot Yüzbaşı Cengiz Topel şehit oldu. 29 Kasım 1964 : Süleyman Demirel Adalet Partisinin başkanlığını kazandı.Adama neler demedik ki.Morrison Süleyman,Çoban Sülü,Mason.Düşünüyorum da ,adam ne kadar demokratmış. Allahtan ileri demokrat değilmiş.Yoksa yanmıştık. Sıkıyorsa aynı tür şeyleri şimdi söylesek ya? Galiba Silivri yolları taştan türküsünü söylemeye başlarız. 24 Eylül 1964 : CHP genel başkanı İsmet İnönü ‘’Ortanın Solu ‘’ kavramını İstanbul kongresinde açıklıyordu. 29 Haziran 1965 : MEB Bakanı Cihat Bilgehan İmam Hatip Okullarını bitirenlerin, ilkokul öğretmeni olabileceklerinin müjdesini veriyordu. 10 Ekim 1965 : Adalet Partisi % 52.9 oyla iktidar olmuştu. DP gitmiş yerine AP gelmişti. Böyle bir ihtilal olabilir mi,idi. Bence zaten bir ihtilal değil di. 15 Nisan 1966 :Atatürk büst ve heykellerine karşı gerici saldırılar sürüyor. 1 Ocak 1967 :Anadol Marka ilk otomobil piyasaya çıktı. Emperyalistler yine güzel bir oyunla Türkiye’nin kendi otomobilini imal etmesini önleyip eşeklerin bile yediği bir otomobili bize yedirdiler. Hala da yiyoruz. Bize de yerseniz dediler. 25 Temmuz 1967 :Papa 6.Paul Türkiye’yi ziyaret etti. 21Şubat 1968 :MEB bakanı İlhami Ertem hükümetin amacının her ilde bir imam hatip okulu açmaktır, diyor. 11-12-13 Haziran 1968:Ünlü 68 olayları Türkiye’de de başladı. Ankara ve İstanbul’da boykot ve çatışmalar başladı. 29 Haziran’da fakülteyi bitirme imtihanlarım vardı, olaylar başlayınca fakülte kapandı. Mezuniyet 1969 Haziran’ına kaldı. Neyse o günler meğer ne güzelmiş!. 6 Ocak 1969 : ABD Büyük Elçisi Robert Kommer’in arabası ODTÜ bahçesinde yakıldı. 16 Şubat 1969 : İstanbul’ ziyarete gelen ABD 6.Filo’sunu protesto etmek için devrimci gençler tarafından Beyazıt’ta bir miting düzenlendi. Gerici ve faşist odakların günler öncesinde mitingi hedef gösterip gericileri kışkırtması üzerine protesto mitingi kana bulandı. Mitinge yapılan saldırı da TİP üyesi Ali Turgut Aytaç ve İşçi Duran Erdoğan gericiler tarafından bıçaklanarak katledilirken, yaklaşık 200 kişide yaralandı.( Şimdi hatırlıyorum, o zaman İstanbul belediyesince büyük bir şehir temizliğine girişilmiş, Karaköy’deki Genel Evler bile pırlatılıp boyanmıştı. Hey gidi Türkiye neler yaşadın.) Kanlı Pazar’a yol açan provokasyonun mimarlarından Mehmet Şevket Eygi, miting öncesi Bugün gazetesindeki köşesinde Müslümanları Kızıl kafirlere karşı savaşa çağırmış; ‘’Müslüman kardeşim , sen bu savaşta bitaraf kalamazsın, ben namazımı kılar, tesbihimi çekerim.....Etliye sütlüye karışmam deyip de kendine zulüm edenlerden olma ,gözünü aç bak!.. Onlarda taş, sopa, demir, Molotof kokteyli mi var? Biz de aynı silahları kullanmakta aciz değiliz... Cihad eden zelil olmaz. Sağ kalırsa gazi olur, canını verirse şehitlik şerefini kazanır. O olayları yaratanların şimdi ne mevkilerde olduklarını ben biliyorum, sizler de biliyor musunuz? Biri Ünlü gazeteleri sıra ile dolaşan baş yazarlardan biri, diğerleri de kimler mi? Söylemeyeceğim. Ben Silivri’yi sevmiyorum. Deresi çok pis kokuyor. Eygi,2006 senesi Nisan’ında Yeni Şafak gazetesinde yayınlanan ropörtajında, Kanlı Pazar nedeniyle her hangi bir vicdani rahatsızlık duymadığını belirterek ‘’ Bugün aynı şartlar olsa yine aynı şeyi hiç tereddütsüz yapardım ‘’ diye rahatça açıklama yapabilmiştir. 1980 den sonraki provokasyonlara da yerleri geldikçe geleceğiz. 20 Şubat 1970 :Arada güzel şeyler de olmuyor değildi. Gerçi o zaman hepimiz , Anadolu’da o kadar okulsuz köy varken buna ne lüzum var demiştik. İstanbul Boğaz köprüsünün temeli o gün atılmıştı. 21 Ekim 1970 :SSCB ile U-2 casus uçağı krizi yaşandı. 12 Mart 1971 : Türk Silahlı Kuvvetleri 12 Mart’ta Muhtıra verdi. Başbakan Demirel görevinden istifa etti. Ordu içindeki radikal subaylara karşı, statükocu subayların karşı hamlesi olmuştu. O zamanlar ben de Osmaniye’de 50.Piyade Alayında yedek subay olarak askerlik görevimi yapmakta idim. Bu alay daha sonra 1974 temmuzunda çıkartma yapan birlikti. 26 Mart 1971 :Kocaeli Milletvekili Nihat Erim başkanlığında teknisyenler kabinesi kuruldu. 17 Mayıs 1971 :İsrail’in İstanbul Baş Konsolosu Efraim Elrom, THKP-C militanlarınca kaçırıldı. Ve öldürüldü. 30 Mart 1972 Kızıldere’de yapılan baskında TİKKO’cu ve THKP-C militanlarından Mahir Çayan, Ulaş Bardakçı ,İlhami Aras, Hüseyin Cevahir, Mustafa Kemal Kaçar oğlu öldürüldü. Ne hikmetse şu sıralar BDP’den milletvekili olan ERTUĞRUL KÜRKÇÜ, samanlığa saklanarak kurtuldu .Ne kadar garip değil mi? O6.Mayıs 1972 :Yapılan mahkemelerden sonra muhalefetin aksine ısrarına rağmen Süleyman Demirel kabinesi Meclise gelen, DENİZ GEZMİŞ,YUSUF ASLAN ve HÜSEYİN İNAN ‘ın idamlarını onayladı ve 6 Mayıs sabahı Ankara’da idamlar uygulandı. Üç taze fidan söndü. Ama hala aramızdalar yaşıyorlar. 1975-1976 yılları : Yurtta 70 imam hatip okul açılıyor. Amaç her ilde bir imam hatip okulu iken her ilçe bir imam hatip okuluna dönüşüyor. 1976-1977 :Yurtta 77 imam hatip okulu açılıyor. İmam hatip okulları nerede ise her mahallede bir taneye dönüştürülüyor. 12 Mart 1971 Muhtırasından sonra Türkiye’de bunalımlı yıllar başladı. Bu yıllarda görev yapan hükümetler sırası ile şöyle: 1-Birinci Nihat Erim Hükümeti (Nisan 1971-Aralık 1971) 2-İkinci Nihat Erim Hükümeti (Aralık 1971-Nisan 1972) 3-Ferit Melen Hükümeti (Nisan 1972-Nisan 1973) 4-Naim Talu Hükümeti (Nisan 1973-Şubat 1974) 5-Birinci Ecevit Hükümeti (Şubat 1974-Ekim1974) 6-Sadi Irmak Hükümeti (Kasım1974-Mart-1975) 7-Birinci Milliyetçi Cephe (Mart1975-Mayıs 1977) 8-İkinci Ecevit Hükümeti (Haziran 1977-Temmuz 1977) 9-İkinci Milliyetçi Cephe (Ağustos 1977-Aralık 1977) 10-Üçüncü Ecevit Hükümeti (Ocak 1978-Ekim 1979) 11-Demirel Hükümeti (Kasım 1979-12 Eylül1980) Yukarıda 1971 -1980 arasındaki dokuz yılda geçen on bir hükümeti görüyoruz. Çok iç açıcı bir durum değil, hem de hiç değil. Tam bir kaos.12 Eylül 1980 in nasıl geldiğinin bir göstergesi. Şimdi kaldığımız yerden devam edelim. 1977-1978 yılları :86 imam hatip okulu açılıyor. İktidar da BABA (Süleyman Demirel ) oturuyor. 19 Aralık-26 Aralık 1978 :Kahramanmaraş Olayları: Kahramanmaraş’ta 19 Aralık’ta sağ-sol çatışması olarak başlayan hadiseler ,21 Aralık’ta Alevi kıyımına kadar uzamıştır. Kahramanmaraş Emniyet Müdürü kimdir, bilin bakalım . Abdülkadir Aksu. Şaşırmadınız değil mi? Resmi açıklamalara göre 111 kişi yaşamını yitirmiş, yüzlerce kişi de yaralanmıştı. Sol Parti ve dernek binaları ateşe verilmiş, Müslümanlar cihada çağrılarak duvarlara ‘’Allah için savaşa, Müslüman Türkiye’’ Sanki Türkiye Hıristiyan’dı. Alevi yurttaşların %80 i olaylar sonrası şehri terk etmişlerdi. Tüm bunlara karşın Süleyman Demirel ‘’ Bana sağcılar, milliyetçiler cinayet işliyor dedirtemezsiniz’’ diyebiliyordu. Şimdi memleketteki duruma bakıyorum da , durum tam anlamı ile tıraji komik. Her yer allak bullak ortalık yangın yeri gibi, tüm kurumlar yerlerde, bunu da kim yapıyor? Anayasa Mahkemesi tarafından irticanın odağı olduğu tasdik edilmiş , kapatılmayıp cezası para cezasına çevrilmiş bir parti yapıyor. Ve bunun adı da intikam değil. Tam bir komedi. Neyse Devam edelim. 12 Haziran 1979 : Milli Selamet Partisi genel başkanı Necmettin Erbakan şunları söylüyor; ‘’hafta tatili Cuma günü olmalı,Nikahı Müftüler kıymalı,Mekteplere Kuran dersi koymalı, bu milletin ders kitapları niye Allah’ın adıyla başlamıyor?’’ Mayıs-Temmuz 1980 :Bu aylarda meydana gelen sağ-sol oyunu temelinde ,mezhep çatışması yüzünden çıkan kanlı olaylar ,ülkücülerin Alevi mahallesi olan Milönü Mahallesine saldırması üzerine çoğu alevi olmak üzere 58 sol görüşlü yurttaşın ölümü, yüzlercesinin yaralanması ile meydana gelen olaylar . Olaylar çok enteresandır. Şehirde olaydan az bir zaman önce çok önemli atamalar yapılmıştır. Çorum Emniyet Müdürü görevinden alınmış,yerine Tunceli’de görev yapan Nail Bozkurt atandı. Milli Eğitim Müdürlüğüne MHP.li Fethi Kotar getirildi.Çorum Valiliğine Rafet Üçelli atandı. Kırka yakın polis memuru başka yerlere atandı.Bir çok okul yöneticisi,öğretmen ve memurun yer değişimi yapıldı. ABD Elçiliğinde görevli Robert Alexander Peck Çorum’da MHP.li yöneticiler le ,Vali,CHP.li Belediye Başkanı ile görüşür.Sonra Amasya ve Tokat’ gider.Elçilikte görevli olan birisinin görevleri arasında böyle temaslar varmıdır? 1980 19 Mayıs Gençlik ve Spor bayramı hazırlıkları sırasında kızların kıyafeti bahane edilerek ,şu bildiri dağıtıldı; ‘’Müslüman namusuna sahip çık.19 Mayıs gösterileri adı altında yine bacılarımızın namus ve iffet,hayasına kahpece ve haince saldıracak bir gün geliyor.Yüreklerimizi parçalıyor.İçimize kan akıtılıyor.Yine Müslüman evladı kan ağlamaya,kafir düzen tarafından soyularak en müstehcen ve kepaze kılıkta teşhir edilecektir.Bin yıllık mübarek tarihimize bundan büyük leke sürülebilirmi?Kurtuluş savaşında namusunu Yunan eli ile kirletilmektense ölmeyi tercih eden mübarek ninelerimizin kemikleri sızlamaz mı? Ey Müslüman düşün,süngüyle ana karnından çocuk çıkaran zihniyetle bu zihniyetin farkı ne?Namazını kıl,orucunu tut yeter;karışan mı var diyen gafil müslüman , sende düşün,düşün ki,haddini bilmeyenlere bildirelim hadlerini.Şu hadis-i şerifi asla unutma,haksızlık karşısında susan ,dilsiz şeytandır.Ne mutlu canı ile kanı ile cihad edenlere.’’İSLAMCI GENÇLİK. Ardından 27 Mayıs 1980 günü Ankara’da MHP’nin ileri gelen isimlerinden Gün Sazak öldürülür.Olay Devrimci Halk Kurtuluş cephesi üzerine yıkılır.Bunu bahane eden ülkücüler haftalarca sürecek olayları başlatır.Çorum’da 58 kişi katledilirken Başbakan Süleyman Demirel’’ Çorum’u bırakın Fatsa’ya bakın!’’ diyerek ‘’Solun kalesi’’ diye anılan Fatsa’yı hedef gösteriyordu. 11Temmuz 1980 : Fatsa olayları.Süleyman Demirel’in Fatsa’ya bakın dediği yer.Şimdi burada olan olaylara bir bakalım. Mesleği terzi olduğu için ‘’Terzi Fikri ‘’ olarak anılan Fikri Sönmez ,1979 belediye seçimlerine Fatsa’dan solun bağımsız adayı olarak katıldı. Fikri Sönmez bağımsızdı ancak örgütsüz değildi. Yaşamı boyunca devrimci mücadelenin içinde oldu. 14 Ekim 1979 günü yapılan seçimde bütün adayların toplamından (!) daha fazla oy alarak belediye başkanı seçildi. Türkiye’de daha önce hiç denenmemiş bir örgütlenme biçimi olan halk komitelerini oluşturdu.İki ayda bir yapılan halk toplantılarıyla Fatsalıların yönetime doğrudan katılımı ve komite üyelerinin denetimi sağlandı.Böylece Fatsa’da katılımcı , denetlenen ve hesap verebilen bir yönetim anlayışı geliştirildi. İlk olarak düzenlediği ‘’ Çamura son’’ kampanyasıyla yıllardır süren ve 50 kişinin koleradan ölmesine neden olan sorunu halkın desteğiyle kısa sürede çözerek sokakları çamurdan temizledi. Ardından ‘’ Fatsa Halk Kültür Şenliği ‘’ düzenledi.Halkın geniş katılımıyla düzenlenen şenlik ,aydın ve sanatçıların Fatsa’da yaşananlara tanıklık etmesini sağladı. Hemen arkasından karaborsaya,kaçakçılığa ve tefeciliğe son kampanyası başlatıldı.Kararlı davranılınca karaborsa,kaçakçılık ve rüşvet kısa sürede ortadan kalktı.Aylardır maaş alamayan personeline eski alacaklarıyla birlikte ,düzenli maaş ödenmeye başladı. İçki, kumar ve kadınlara dayak atılması gibi sorunların çözülmesi için çalışıldı. Bu gelişmeler birilerini çok rahatsız etmişti.Halkın sorunlarının kararlı ve yiğit önderin öncülüğünde çözülmesi hazmedilir bir şey değildi çünkü. Öyle ki ,elliden fazla insanın öldüğü Çorum olayları sırasında Başbakan Süleyman Demirel ‘’Çorum’u bırakın ,Fatsa’ya bakın’’ diye açıklama yaparak Fatsa’yı hedef gösterince bütün gözler ilçeye çevrildi. 8 Temmuz 1980 günü çok sayıda askeri birliğin sevk edildiği Fatsa’ya ertesi gün dönemin Genel Kurmay Başkanı Kenan Evren kuvvet komutanlarıyla birlikte geldi.Büyük bir operasyon yapılacağı anlaşılınca Fatsa’nın AP,CHP ve MSP’li ilçe başkanları 10 Temmuz günü ortak bir b asın açıklaması yaptılar ve ‘’ Her yerde kan var,biz burada huzur içindeyiz.Fatsa’da komünist işgal yoktur.Halk vardır.Halkın yönetimi vardır.Fatsa’da ateş ile barut yok,böylesine huzurlu bir yerde olay çıkartmayı istemek niye?’’ diye sordular. Ancak bu açıklama yetmedi,12 Temmuz sabahı Fatsa’ya operasyon başladı.Terzi Fikri Sönmez halk meclisi temsilcileriyle birlikte gözaltına alındı,ağır işkenceler gördü ve 18 Temmuz’da tutuklandı. Terzi Fikri yargılandığı dönemde de gerici faşist basının hedefi oldu.Hatta şimdinin demokrasi havarisi Nazlı Ilıcak köşesinde ‘’Fatsa’yı bir terzi parçası mı yönetecek? diyebilme cüretini göstermişti. Cezaevi direnişlerinin en önünde yer alan Fikri Sönmez,14 Mayıs 1985 günü kalbine yenik düştü. Terzi Fikri yıllar önce siyasetin ezberini halkın örgütlü gücüyle bozmuştu. Nasıl örgütleneceğiz, ne yapmalıyız sorularına cevap arayanların Terzi Fikri’nin hayatına bakmamız gerek. 22 Temmuz 1980 : DİSK Başkanı Kemal Türkler öldürüldü. 7Eylül 1980 : Milli Selamet Partisinin Konya’da düzenlediği mitingde yobazlar tarafından ARAPÇA pankartlar açılıyor,şu sloganlar atılıyordu.’’ Dinsiz devlet yıkılacak elbet.......Şeriat gelecek......Laiklik dinsizliktir......Anayasa Kuran ....Ya şeriat ya ölüm.....Cihada hazırız...’’ Bu şekil sloganların atıldığı mitingin düzenleyicisi Konya Belediye Başkanı MSP’li Mehmet Keçeciler 12 Eylülden sonra Özal Hükümetinde Bakanlıkla taltif ediliyordu. Birde bazı kişilerce bu mitingin bardağı taşıran son damla olduğunu söylüyorlar.Bardağı taşırdıysa Mehmet Keçecilerin Bakanlığını 12 Eylül nasıl Kabul etti. Bir düşünün bakalım? Ve Nihayet 12 EYLÜL 1980: A.B.D.nin Fedailiğine soyunan , Amerikalıların’’BİZİM ÇOCUKLAR ‘’ dedikleri generaller tarafından darbe yapılarak tüm siyasi partiler ve dernekler kapatıldı.Demokrasi güçlerine karşı topyekun bir seferberlik başlatıldı.Zor,zulüm ve işkence doruğa çıktı,ülkenin aydınlanmacı birikimi üzerinden silindir gibi geçildi. Aydınlar günlerce işkence gördüler. Ulusal birlik yerine dinsel birliği öne süren,ulus yerine ümmet anlayışını ön plana çıkaran ,günlük konuşmalarını bile dinsel motiflerle süsleyen 12 Eylül darbesinin mimarı Kenan Evren ,10 Ağustos 1981 tarihinde Çanakkale’de yaptığı konuşmada ‘’Muhterem din adamlarının elini öpeceğiz.’’ diyordu. Machiavelli ,’’Gerçekte hiçbir ülkede olağandışı bir yasacı yoktur ki,Tanrıya başvurmuş olmasın; yoksa koyduğu yasaları kimse kabul etmezdi.Gerçekte bilge kişinin bildiği bir çok yararlı bilgi vardır. Fakat aynı bilgilerde ,başkalarını inandıracak ölçüde açık bir takım nedenler yoktur.’’ Darbe rejimi,2842 sayılı yasayı 16.6.1983 tarihinde yürürlüğe koyarak bu yasanın 10.Maddesiyle İmam Hatip Lisesi mezunlarının yüksek öğretim kurumlarına girmeleri sağladı.Bununlada yetinmeyerek 1983 yılında 1739 sayılı yasanın 31. Maddesinde yaptığı değişiklikle,cami imamı olarak yetişenlerin okullarda öğretmen olmalarına yasal dayanak hazırlandı.Nakşibendi tarikatı üyesi Turgut Özal’ın Çankaya’ya kadar tırmanması sağlandı.Daha sonra Turgut Özal’ın ‘’12 Eylül olmasaydı iktidara gelemezdik.’’ Biçimindeki açıklaması 14.8.1987 tarihinde basına yansıdı. Mart 1987 :Demirel,Öğretim birliği yasasının bir devrim yasası olduğunu ve değiştirilmesinin olanaksız olduğunu göz ardı ederek şunları söylemiştir;’’Siyasetin emrinde din değil ,başka hakların kullanılmasına yaptığı gibi,siyaset dine hizmet edecek bunda yadırganacak bir şey yok.’’ .... Tevhid-i Tedrisat Kanunu bir semavi kitap değildir.Şayet Kuran Kursları ve din eğitimi bu kanuna ters düşüyorsa ,yanlış olan din eğitimi değildir.Tevhidi Tedrisat Kanunu’dur. ....Laiklik çiğneniyor diye yapılan tartışmalar,bir yerde din ve vicdan hürriyetinin kullanılmasını baskı altına almaktır. 1989 :Türk Ceza Kanununun Türkiye’de din devleti kurulmasını suç sayan 163. maddesi kaldırıldı.(141-142.maddeler bahane edilerek)Buna karşı çıkan aydınlar birer birer öldürülmeye başlandı. 28 Aralık 1989 :Üniversitelerde Türban serbest bırakıldı. 31 Ocak 1990 : Prof.Dr.Muammer Aksoy öldürüldü. 07 Mart 1990 : Gazeteci Çetin Emeç öldürüldü. 04 Eylül 1990 : Eski müftü ,Yazar Turan Dursun öldürüldü. 06 Ekim 1990 : Prof.Dr.Bahriye Üçok öldürüldü. 24 Ocak 1993 : Gazeteci Uğur Mumcu ,’’İmam Subay’’ başlıklı yazısından iki gün sonra ağır bir suikasta kurban gitti. 02 Temmuz 1993 : Sivas’ta her yıl geleneksel olarak düzenlenen Pir Sultan Abdal kültür derneği tarafından düzenlenen Pir Sultan Abdal şenliklerinin 3. Günü yapılan çeşitli provokasyon neticesi Müslümanlar Madımak Otelinde ülkemizin yetiştirdiği en değerli aydın,düşünür,bilim adamı,sanatçı ve edebiyatçılardan 37 kişi diri diri yakıldı.Çoğu çevre illerden gelerek Madımak Otelini ateşe verenlerin attığı ortak sloganlar şunlardı: ‘’Zafer İslamın...Cumhuriyet Sivas’ta kuruldu,Sivas’ta yıkılacak!...Şeriat gelecek zulüm bitecek ..Kahrolsun Laiklik.’’ 27 Mart 1994 : Refah Partisinin yükselişi devam etti.Ankara,İstanbul ve 22 belediyenin tüm olanakları Refah Partisinin eline geçti.Erbakan ‘’Refah iktidara gelecek.Sorun ne? Geçiş dönemi sert mi olacak, yumuşak mı?Kanlı mı olacak,kansız mı? 60 milyon insan buna karar verecek ‘’ diyordu. 10 Kasım 1994 :Anıtkabirde Atatürk’e çirkin bir saldırı yapıldı.Saldırgan ‘’Taşlara,kemiklere secde etmeyin.Taşlar sizi kurtaramaz.Sizi Kurana davet ediyorum.’’ Diye slogan attı. 11 Ocak 1995 : Onat Kutlar öldürüldü. 9 Ocak 1996 Metin Göktepe öldürüldü. 1997 : Refah Partili Sincan Belediye başkanı Bekir Yıldız ,’’ Laiklere şeriat enjekte edilecek .’’ diyordu. 1997 :Refah Partili Milletvekili Şevket Yılmaz,’’Allahın size soracağı soru şöyle;Küfür düzeninde İslam Devleti olsun diye niye çalışmadın ? ‘’ Şöyle sıralarsak; Hasan Hüseyin Ceylan ;’’Bu vatan bizimdir,rejim bizim değildir kardeşlerim.Rejim ve Kemalizm başkalarınındır.Türkiye yıkılacak beyler !’’ Kayseri Belediye Başkanı Şükrü Karatepe,’’Bu törenlere içim kan ağlayarak katılıyorum. Bu düzen değişmeli. Bekledik,biraz daha bekleyeceğiz.Gün ola harman ola. Müslümanlar içlerindeki hırsı,kini eksik etmesin.’’ Şanlı Urfa Belediye Başkanı Halil İbrahim Çelik;’’ Ben kan dökülmesini istiyorum. Demokrasi böyle gelecek ,fıstık gibi olacak.’’ diyorlardı. Ve nihayet Şubat 1997; Özal’ın halefi olan başbakan Necmettin Erbakan,Başbakanlık Konutunda verdiği iftar yemeğine Türkiye’nin ünlü DİN BARONLARINI davet ederek,toplumsal gerilimi tırmandırdı. 28 Şubat’a nasıl gelindiği açıkça görünüyor değil mi? Laikliğin tanımı bile değiştirilerek,’’Laiklik din özgürlüğüdür,Din ise birleştirici ve lazımdır.’’ denilmeye başlanıldı.Eğitim yoluyla bu ülkede,’’İktidar olursak içkinin içilip içilmeyeceğini referanduma götürürüz’’ diyen Tayyip Erdoğan gibi şeriat özlemcisi kafalar yetiştirildi.Bu kafaların sahipleri,iktidar olup cesaret ettikleri taktirde ,çarşafı,arap alfabesini,dört kadın ile evlenmeyi de referanduma götüreceklerinden ,bir yandan uluslar arası yeşil sermaye gücü,öte yandan din istismarı yoluyla bunu topluma kabul ettirip uygulayacaklarından,kimsenin kuşkusu kalmamıştı. 21 Ekim 1999 : Prof.Dr.Ahmet Taner Kışlalı öldürüldü. 18 Aralık 2002 : Prof.Dr.Necip Hablemitoğlu öldürüldü. Evet 2002;MHP Genel Başkanı ve Hükümet ortağı Devlet Bahçeli’nin akıl almayacak isteği ile yapılan erken seçimlerde iktidara yeni kurulmuş olan AKP geldi.2002 den bu yana iktidardalar. O günden bu yana memlekette neler olduğunu hep birlikte görüyoruz. Biz bu filmi daha önce görmüştük demek istemiyorum. Gazi Mustafa Kemal Atatürk 1938 de Gök Tanrısına kavuştu.O günden bu güne 74 yıl geçti.Türkiye Cumhuriyeti’nin bu 74 yılda ne durumlara geldiğini hep birlikte gördük.Bunun 57 yılının içinde bende bulundum.Ve bunda kendimi de suçlu görüyorum.Meydanı bu çeşit kafalara bıraktık.Nazi devrindeki Papazın hikayesi gibi bana dokunulmadıkça bir şey olmaz diye, diye bu günlere geldik.Ata’mızın mirasına sahip çıkamadık.Kendisinden çok büyük özür diliyorum. Hepinize yarınları güzel ,barış içinde BAĞIMSIZ bir Türkiye’de yaşamayı dilerim. Halil Azmi Alpay 17.04.2012 İstanbul.
Posted on: Wed, 06 Nov 2013 22:37:02 +0000

Trending Topics



Recently Viewed Topics




© 2015