... BİZİ UNUTTUĞUMUZ BİR LİMANA ÇIKARDIN KAPTAN; HAYATA - TopicsExpress



          

... BİZİ UNUTTUĞUMUZ BİR LİMANA ÇIKARDIN KAPTAN; HAYATA SAYI LİMANINA ... Murat Kaptan’a mektup Seni bekliyorduk kaptan. Binlerce üzüntü arasından bir filika gibi ruhumuza indirmeni yaşama sevincini. Ne kadar ihtiyacımız varmış hızımızı kesmeye. Hep bir yerlere yetişme kaygısıyla uzak düştüğümüz kendimizle baş başa kalmaya yeniden. Seyir defterimize düşürdüğün o unutulmaz manzaranın önünde beklemeye ne kadar! Duydum ki denizin ortasında durdurmuşsun gemini. Yolcuların motorun bozulmuş olduğunu düşünerek heyecanlanmışlar. Ta ki pencereden göç etmekte olan bir leylek sürüsünü görene dek. O vakit anlamışlar ki, leyleklere zarar vermemek için yapmışsın bunu. Kâinatın planındaki bir başka yolculuğa öncelik vererek yarım saat bekletmişsin yolcularını denizin ortasında. “Çok uzaktan gördüm. Leylekler nasıl bir yolculuk yapıyorlarsa, çok yorgun ve hedefe kilitlenmişti. Dört-beş sıra halinde göç ediyorlardı. Martılar gibi hareketli hayvanlar değil leylekler. Yaklaşık otuz dakika bekledim. Yola devam etsem onlarcası parçalanarak ölürdü.” demişsin limana vardığında. Leyleklerin, “Çok yorgunum beni bekle kaptan” dediğini duymuşsun belli ki. Belli ki yalnız hayata saygı duyanlarla konuşuyor tabiat. Bir başka göçü hatırlattı bana bu. Hicretin sekizinci yılında Hz. Muhammed (sas) büyük bir ordunun başında Mekke’ye doğru ilerlerken, yolları üzerinde yeni doğmuş yavrularını emziren bir köpek görmüşlerdi. Hz. Peygamber, derhal Cuayl b. Surâka’yı çağırmış, süt emen yavruların önünde durarak onları atlardan korumasını istemişti. Hayat karşısında yeter ki heyecan duysun insan… Bir sineğin hakkını bile korumaya çalışır. İmam Gazâlî, kalemini hokkadan çıkarmış tam yazmaya hazırlanıyordu ki, kaleminin ucuna bir sinek kondu ve mürekkepten içmeye başladı. Ne mi yaptı o bilge alim? Hayır, kovmadı sineği. Uçuncaya kadar hareketsiz kalarak bekledi gitmesini. Susuz bir sinek uçarken başında, hangi susuzluğa derman olabilirdi yazdığı kelime. Sadece durarak değil, bazen de koşarak, atılarak, ıstırap duyarak, “Hayır!” diyerek saygı görevi yerine getirilirdi hayata. Edison, bir sonbahar günü bahçesinde uçamayan bir kuş görmüştü; bir ispinoz. Kanadındaki yara yüzünden güneye göç eden diğer kuşlara katılamamıştı. Kuzey Amerika’nın soğuğuna dayanamayıp öleceğini düşündü ispinozun Edison ve bir buçuk ay kanadındaki yarayı tedavi etmeye çalıştı. İyileştiği zaman uçurmayı düşündüyse de, Güney Amerika’ya kadar yalnız uçamayacağını dikkate alarak kuşu özel olarak yaptırdığı bir kafesin içine koydu ve bir seyahat acentesiyle güneye, ispinozların kışladığı yere kadar yolladı. İmam Şiblî, bir karıncada yakalamıştı hayata saygıyı. Zahireciden aldığı bir torba buğdayı köyüne götürmüş, ancak torbayı boşaltırken içinden çıkan bir karıncanın şaşkın şaşkın bir o yana bir bu yana gidip geldiğini görmüştü yerde. Şiblî, karıncanın yer değişikliği yüzünden rahatsız olduğunu düşünerek tedirgin oldu ve sabaha kadar uyuyamadı o gece. Sabah olunca ilk işi karıncayı alıp şehirdeki zahirecinin yolunu tutmak oldu. Kainat orkestrasına kulak verenlerden biri de Dr. Albert Schweitzer’di. Lambarene’deki hastanesinde Mongo isimli bir genç vardı Schweitzer’in. Görme özürlü bu gence yaşama sevinci aşılamaya çalışıyordu doktor. Bir başkasının hayatında yapıcı bir rol üstlenerek sağlayabilirdi belki de bunu. Mongo’nun hastanedeki görevi, sakat bir kuşu doyurmak olabilirdi pekala. Öyle de oldu. Mongo artık her gün oltasıyla nehre gidiyor, yalnız kuşa yedireceği bir balıkla değil yaşama sevinciyle dönüyordu hastaneye. Çölün yakıcı sıcağında bir ağaç gölgesinde Hudeybiye anlaşmasını imzalıyordu Hz. Peygamber. Yüzüne gelen bir ağaç dalının O’nu rahatsız ettiğini düşünen arkadaşlarından biri, o dalı koparmaya yeltenince, izin vermedi. Yaralanan bir ağacın altında yapmak istemedi belki de anlaşmasını. Yalnız insanlara değil, evrene şefkat olarak gönderilmişti O. Yaralamak değil yaralara şifa olmak için. Hayata saygıyı öğretmişti orada, “Hayır!” diyerek. Seni bekliyorduk kaptan. Binlerce üzüntü arasından bir filika gibi ruhumuza indirmeni yaşama sevincini. Denizin ortasında leyleklere yol vererek açtığın yol, fırtınalarda sığınılan Hüdayi yolu gibi azizdir. Dostoyevski ve Bediüzzaman, nasıl ağaçları selamlamışlarsa önünden geçerken, sen de leylekleri selamlayarak yorgun hafızamızı tazeledin. Seyir defterine yazmayacaksın biliyorum. Fakat biz yazdık seni defterimize. Melekler de yazdı. Bizi unuttuğumuz bir limana çıkardın kaptan; hayata saygı limanına. A.ALİ URAL
Posted on: Sun, 08 Sep 2013 12:50:31 +0000

Trending Topics



Recently Viewed Topics




© 2015