Darbeniz Nasıl Olsun?/ Arslan - TopicsExpress



          

Darbeniz Nasıl Olsun?/ Arslan BULUT 1 guncelmeydan/pano/darbeniz-nasil-olsun-1-arslan-bulut-t35009.html Darbeniz Nasıl Olsun? -1 AKP’nin kendisi turuncu darbe! AKP sözcüleri, Taksim gezi direnişinin, faiz lobisinin, Koç Holding’in ve Yahudi diasporasının eseri olduğunu söyledi. Bu arada Mısır’daki darbenin arkasında da ABD ve İngiltere desteği kesinleşince aynı iddialarını bu defa daha kuvvetli bir şekilde gündeme getirdiler. Darbelerin sonunda ortaya çıkan bir iktidarın çocukları darbe karşıtlığı tiyatrosunu oynamaya başladı. Oysa Kazlıçeşme’de Tayyip Erdoğan, Türk Baharı’nın 2002’de AKP iktidarı ile başladığını itiraf etmemiş miydi? Partinin rengi bile Soros turuncusu değil mi? Taksim Gezi Parkı direnişi, polisin müdahalesi sonunda, birikmiş bütün öfkelerin taşması olarak yurda yayılınca, önce AKP medyası, sonra doğrudan AKP sözcüleri direnişin, faiz lobisinin, Koç Holding’in ve Yahudi diasporasının eseri olduğunu söylemeye başladı. Bu arada Mısır’daki darbenin arkasında da ABD ve İngiltere desteği kesinleşince aynı iddialarını bu defa daha kuvvetli bir şekilde gündeme getirdiler. Darbelerin sonunda ortayla çıkan bir iktidarın çocukları darbe karşıtlığı tiyatrosunu oynamaya başladı. Soros’un çocuklarıve akil adamlar! Oysa AKP’nin kuruluşundan itibaren en çok destek gördüğü kuruluşlar, içerde Koç Holding’in kontrolündeki TÜSİAD, dışarıda Dünya Yahudi Komitesi ve ona bağlı kuruluşlar idi. Yine Soros, özellikle Davos toplantılarında Tayyip Erdoğan ile samimi görüşmelerde bulunan, Türkiye’deki eğitim ve tanıtım projeleri için öneri veren kişiydi. Aynı Soros, Tayyip Erdoğan’ın sonradan akil adam ilan edeceği Can Paker’in TESEV örgütüne düzenli mali yardımlarda bulunarak, Sırbistan, Gürcistan, Ukrayna, Beyaz Rusya, Azerbaycan ve Kırgızistan’da turuncu devrimler geliştiren Açık Toplum Enstitüsü’nün Türkiye şubesini kurdurmuştu. Soros, İstanbul’daki Açık Toplum Bürosu’na 2002 yılında 1.074.000 USD vermiştir. Bu büronun yöneticileri arasında Açık Radyo yöneticileri, Helsinki Vatandaşlık Cemiyeti yönetici ve kurucuları da bulunmaktadır. Soros’un Genç Sivilleri ne oldu? Soros, Türkiye’de bu amaçla kurulan Yugoslavya’daki Otpor benzeri gençlik kuruluşu olan Genç Siviller’i de destekledi. Medyadaki bütün iktidar yandaşları da Genç Siviller’i destekledi. Genç Siviller de Türk Milleti’nin gerçek temsilcisi olan insanları ve kurumları hedef alarak eylemler yaptı.. Mesela Türk Milleti’nin hukukunu koruyan İstanbul Barosu’na darbeci dedi. TSK’ya karşı mitingler yaptı.. Türk ordusuna karşı eylem yaparak darbeciliğe karşı bir görüntü vermek, böylece demokrat görünmek gibi bir tiyatro oynuyorlardı. Oysa bu tür kuruluşların tamamı Amerikan eğitimli idi ve Soros güdümlüydü. Yani asıl darbeci kendileri idi. Hatta ABD Dışişleri Bakanlığı, onları 2008 yılında New York’taki Gençlik Hareketleri Programı’na da davet etti. Hareketin sözcüsü Turgay Oğur, “Bizi BBC’deki programda, Facebook’ta sivil toplum hareketlerinin nasıl yapıldığı ile ilgili arkadaşımızın yaptığı konuşmayı duyup, telefonumuzu BBC’den alarak davet ettiler” dedi. Konuyla ilgili açıklama yapan ABD Dışişleri Bakanlığı Müsteşarı James Glassman ile Siyaset Planlama yetkilisi Jared Cohen de bu harekete destek verdi.(!) Cohen, Türkiye’deki Genç Siviller Hareketi’nin faaliyetlerine 2006’da internet üzerinden başladığını ve reform, demokrasi ve insan hakları yanlısı bir örgüt olduğunu anlattı. Cohen, şu ifadeleri kullandı: Türkiye’de binlerce insanı sokaklara döken etkileyici eylemler de düzenlediler. “Müsteşar Glassman ise Genç Siviller’in Türkler ve Ermeniler’i bir araya getirmeye çalıştıklarını söyledi. Bu durumda yandaşların darbe karşıtı rollerine soyunmaları ne kadar inandırıcı olabilir? Ne yapmış genç siviller? Türkiye’de binlerce insanı TSK’ya ve İstanbul Barosu’na karşı sokağa dökmüş! Peki Taksim Gezi eylemlerine polisin sert müdahalesinden sonra Türk bayrağı ve Atatürklü Türk bayrağı ile sokağa dökülen milyonlarca insanı Soros’un veya Yahudi diasporasının yönlendirdiğini söylemek akla mantığa uygun mudur? AKP iktidarı bir Amerikan darbesidir Diğer taraftan AKP Genel Başkanı ve Başbakan Tayyip Erdoğan, İstanbul Kazlıçeşme’deki mitingde, önemli bir itirafta bulundu ve “Türk Baharı”nın 2002’deki AKP iktidarı ile başladığını söyleyerek, Türkiye’de yaşanan iktidar değişikliğinin de tıpkı Arap Baharı’nda olduğu gibi bir ABD projesi olduğunu zımnen ifade etmiş oldu. Tayyip Erdoğan’ın “Türk Baharı” dediği olaylar zinciri, aslında Tayyip Erdoğan’ın daha Refah Partisi Beyoğlu İlçe Başkanı iken, ABD Büyükelçisi Morton Abramowitz ile görüşmesi ve CIA’nın önemli şeflerinden Graham Fuller ile temasa geçmesi ile başlamıştı. Tayyip Erdoğan, Amerika’nın Adana Konsolosu Elizabeth Shelton, ABD’nin İstanbul Başkonsolosu Caroline Hagins, ABD Büyükelçilik Müsteşarı Silwer Lawrens ve CIA görevlisi Kenny Bob ile de görüşüyordu! Erdoğan’ın AKP’yi kurmadan önce 18 Temmuz 2001’de İsrail Büyükelçisi David Sultan ile görüştüğü de basına yansımıştı. Erdoğan’ın “Yeni oluşacak partinin İsrail ve ABD politikalarına asla ters düşmeyeceği” yolunda garanti verdiği da belirtiliyordu.. Abdullah Gül de bir taraftan İngiltere Büyükelçisi Sir David Logan’ı makamında ziyaret ederek parti çalışmaları hakkında bilgi veriyordu! CIA şefi Graham Fuller de tam o sıralarda artık Kemalizm’in modasının geçtiğini ve Türkiye’nin “Ilımlı İslam”a öncülük etmesi gerektiğini ileri sürüyordu! Fuller, “Fazilet Partisi’ndeki gençlerin baskın çıkacağı ve ‘Yenilikçi Hareket’in Ilımlı İslam’a liderlik yapacağı”nı söylüyordu! “Türk Baharı” 1996 yılında, İstanbul’da düzenlenen Kafkaslar Konferansı’na katılan CIA’nın eski Türkiye ve Orta Doğu masası şefi Graham Fuller’in, o zaman Topkapı’da bulunan Yenişafak gazetesinin üst katındaki Refah Partisi İl Başkanlığı’nda Abdullah Gül ile görüşmesi ile uygulamaya konuldu. Abdullah Gül’ün Graham Fuller ile görüşerek, “Ilımlı İslâm” projesi üzerinde uzlaştığı ve Refah Partisi içindeki “Yenilikçiler” adına destek sağladığı sonraki yıllarda Graham Fuller’in açıklamaları ile teyit edildi. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ve Başbakan Tayyip Erdoğan bugüne kadar bu konularda hiçbir açıklama yapmadılar. Haklarında herhangi bir soruşturma da açılmadı. Oysa bu konular basında defalarca yayınlandı. Arap Baharı’nın temeli de 30 Nisan-1 Mayıs 2005 günlerinde, Topkapı’daki Eresin Otel’de düzenlenen “Uluslararası İslam Dünyası Sivil Toplum Örgütleri Toplantısı”nda atılmıştı. Toplantıyı Türkiye Dışişleri Bakanlığı Büyük Orta Doğu Projesi Masası Başkanı Büyükelçi Ömür Orhun organize etmişti! Arap gazeteleri, Türkiye’deki toplantının aslında Büyük Orta Doğu Projesi kapsamında AKP ile ABD arasında imzalanan gizli bir anlaşmadan kaynaklandığını da iddia ediyordu. Aslında Türk Baharı denilen olgu, NATO’ya giriş ile birlikte Gladio yöntemleriyle Türkiye’deki siyasetin ABD tarafından düzenlenmesi ile zemin buldu. Arslan BULUT, 10 Temmuz 2013 2 guncelmeydan/pano/darbeniz-nasil-olsun-2-arslan-bulut-t35017.html Darbeniz Nasıl Olsun? -2 Açılımı gizli belgeyle bildirdiler! İktidar ve yandaşları Soros’tan, Yahudi diasporasından faiz lobisinden şikayet edemez. Çünkü AKP varlığı süresince bu türden kurum veya kişilere hizmet etmiştir. AKP, aslında ABD merkezli bir kuruluş olan CFR projesidir. Parti programı, 2001’in Temmuz ayında bir memorandum olarak gizlice ABD’den gönderilmiştir. O belgede Tayip Erdoğan’a “Ankara, yerel yönetimlere otonomi vermek ve milli hükümetin fonksiyonlarını yerel düzeyde merkezi olmaktan çıkarmak zorundadır. Dünya, bütün hükümetlerden bunu istemektedir. Bu memoranduma göstereceğiniz ilgiden dolayı takdirlerimizi sunarız...” deniliyordu. İşte Erdoğan’ın “Milli birlik ve kardeşlik projesi” dediği açılım projesi de bu projedir. Dolayısıyla iktidar ve yandaşları Soros’tan, Yahudi diasporasından, faiz lobisinden şikayet edemez. Çünkü AKP, varlığı süresince bu türden kurum veya kişilere hizmet etmiştir. Medya kimin yandaşı? Medyadaki yandaşlığın duygusal sebeplerini ise eski Genelkurmay Başkanları’ndan Hilmi Özkök bir sorum üzerine açıklamıştı: 2003 yılının 8 Ocak akşamı sorduğum soru şöyleydi: - ABD’nin Irak harekat planlarına Türkiye üzerinden ama Türkiye’nin çıkarları adına deil, Amerikan çıkarları adına yaklaşanlar var. Bir psikolojik harekat uygulanıyor. Yalan haberler üretiliyor. Sadece bu konuda değil, bütün milli meselelerde, Türkiye’nin direncini kırmaya çalışanlar var. İki televizyon kanalı sabahtan akşama kadar bu yönde yayın yapıyor. Bu, Türkiye’ye yönelik bir psikolojik harekâtsa, bununla nasıl mücadele edeceksiniz? Özkök şöyle cevap vermişti. - Amerika böyle bir olaya başladığında, iki üç sene önceden başlıyor. Belli yazarları maaşa bağlıyor, belli yazarlara yazılar yazdırıyor, kitaplar yazdırıyor, medya kuruluşları vasıtasıyla psikolojik harekâtlar yapıyor. Ancak psikolojik harekât, her zaman topyekun bir faaliyet olarak karşımıza çıkmaz, belli hedefe ulaşmak için de bu tür harekatlar yapılır. İşte o gün bu gündür bahsettiğim televizyon kanalları ve gazeteler gittikçe çoğaldı, Türk halkının direncini kırmaya yönelik programların aynen devam ettiğini gördük... Adamlar gece demiyor, gündüz demiyor, harıl harıl çalıştı. Aldıkları maaşları, telif ücretlerini hak etmenin çabasıydı bu ama bir taraftan da damarlarında dolaşan kanın gereğini yapıyorlardı! Darbeci Soros’un sofrasına oturanlar Türkiye’de de birçok ‘kuruluş’u karşı devrim için fonlayan ünlü Yahudi spekülatör Soros, 2009 yılı Ekim ayında İstanbul’da, bazı ‘gazeteci’ lerle yemekte buluştu. 7 Ekim 2009 tarihli Yeniçağ’da yer alan habere göre ABD Büyükelçisi Mark Parris İstanbul Bebek’te 18 Şubat 2005’te eski MİT müsteşarı Sönmez Köksal, Cem Duna, Hasan Cemal, Cengiz Çandar ve Can Paker’e yemek vermişti. Sorus’un yemek ekibi de aynı kişilerden oluşuyordu! Soros’un yemeğine bunlara ilaveten Türkiye’de adı e-mail skandalına karışan AB Komisyonu’nun eski Türkiye Temsilcisi Karen Fogg da katıldı. Soros, 2006 yılında Türkiye’ye 8 milyon dolar aktardığını itiraf etmişti. TESEV, Liberal Düşünce Topluluğu, Stratejik Araştırma Vakfı (SAV) , Türk Demokrasi Vakfı (TDV), Arı Grubu, Yeni Form Dergisi, Toplumsal Sorunları Araştırma Vakfı (TOSAV), Anadolu Stratejiler Araştırma Vakfı (ANSAV), AÇIK TOPLUM VAKFI, TARİH VAKFI gibi bazı sözde sivil toplum kuruluşlarının Soros tarafından fonlandığı bildirilmişti. 2005 yılında USA Today gazetesi, Pentagon’un, çeşitli ülkelerin basın-yayın organlarında Amerikan yanlısı mesajlar çıkmasını sağlamak dahil psikolojik savaş için 400 milyon dolarlık bir bütçe ayırdığını yazdı. Habere göre ABD Özel Operasyonlar Komutanlığı’na bağlı psikolojik savaş uzmanlarınca hazırlanan program, ABD’nin müttefiki ülkeler ile ABD’nin çatışma halinde olmadığı ülkeler de dahil olmak üzere, bütün dünyada uygulanacaktı. 2006 yılında Pentagon’un, psikolojik savaş için ayırdığı teşvik priminden yararlananların adları Ankara Büyükelçisi Wilson’un cebindeydi. Çünkü dağıtımı o yapıyordu. Müsteşarı Şenkal Atasagun’un yemeği 2003 yılı Aralık ayında MİT Müsteşarı Şenkal Atasagun’un, gazetelerin Ankara temsilcilerine bir yemek verdiğini ve “Aranızda bazı arkadaşların yabancı istihbarat servisi elemanları ile görüştüğünü biliyoruz” dediğini nakleden Hürriyet Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Ertuğrul Özkök, bu cümlenin kendisini rahatsız ettiğini belirterek tartışılmasını istiyordu. Ertuğrul Özkök gibi bir gazetecinin, ABD’nin İstinye’deki kalesinde görüştüğü kişilerin istihbaratçı olduğunu bilmemesi mümkün müdür? “Ben o sırada zatürree idim” dese, daha mantıklı bir gerekçe olabilirdi! Sadece Özkök değil, İstinye’deki kalede Amerikan istihbaratçılarının düzenlediği aynı toplantıda, iki Amerikalı strateji uzmanı ve üç Türk tarihçi tarafından verilen “Osmanlıcılık” seminerlerini dinlediği açıklanan ve bugüne kadar bu haberleri tekzip etmeyen Murat Birsel, Tuncay Özkan, Güneri Cıvaoğlu, Hasan Cemal, Güngör Mengi, Cengiz Çandar, Hadi Uluengin, Nazlı Ilıcak ve Taha Akyol, diplomat ile istihbaratçı ayırımını yapabilecek bilgi ve görgüye sahipti.. Gazeteci, mümkün olsa şeytanla da röportaj yapar ama ruhunu şeytana satmaz! Ve gazeteci, yayınlarda kullanacağı tarih bilincini Amerikalılardan ve onların güdümündeki tarihçilerden öğrenmez! ABD’nin İstanbul Başkonsolosluğu’nda Siyasi İşler Bürosu sorumlusu Stephen C. Kimmel’in çok önceden bu türdeki yazarlara çengel attığı ve Beyoğlu’nda bir lokantada sık sık biraraya geldiklerini de hatırlatmam gerekir. SESAR’ın raporunda ise “İstanbul saldırılarından bir hafta önce ABD Büyükelçiliği’ndeki çalışma seansına davet edilen 28 gazeteci ile önümüzdeki dönemde gerçekleşmesi olası terör dalgasının nasıl karşılanması gerektiği yolunda görüş alışverişinde bulunulmuştur” denilmekteydi! Bu 28 gazetecinin de MİT tarafından biliniyordu. Açıkça görüldüğü gibi, Türkiye medyası üzerinden Türk halkına yönelik bir psikolojik savaş sürdürülmekteydi. Milletin müşterek sesi olacak basın, Amerika’nın sesi olmaya doğru dönüşmekteydi. Yenişafak gazetesinde çıkan Samarra’da Amerikalı askerlerin genç kızlara düzenli olarak tecavüz etmesini önlemek için kızları köylere gönderen Iraklıların katledilmesiyle ilgili haberden sonra Amerikalıların gazete binasına kadar gelerek, genel yayın müdürünü haber kaynağını açıklamaya zorlamalarıda işin artık sansür boyutlarına geldiğinin bir göstergesiydi. Medyadaki Edelman operasyonu başlamıştı ve Türkiye’deki basın özgürlüğü, doğrudan ABD tarafından yok edilmekteydi. ABD operasyonuna karşı Türk gazeteciler savunmasızdı... Arslan BULUT, 11 Temmuz 2013 3 guncelmeydan/pano/darbeniz-nasil-olsun-3-arslan-bulut-t35027.html Darbeniz Nasıl Olsun? -3 Nasrettin Hoca’nın türbesi gibi bir ülke TBMM, 3 Kasım 2002 seçimleri için karar aldıktan sonra yeniden toplandı ve Avrupa Birliği’ne uyum yasalarını yıldırım hızıyla kabul etti. TBMM’de gurubu bulunan partilerin altısı, yani DSP, (YTP), DYP, ANAP, AKP, SP, paket halindeki tasarıya kabul oyu verdi. Grubu bulunmayan CHP de tasarıya destek verdi. O sırada Kemal Derviş daha CHP’den aday olmamıştı! MHP ise red oyu kullandı. MHP, daha sonra 6 maddenin iptali için Anayasa Mahkemesi’ne dava açtı. Tek paketle, birinci olarak idam cezası kaldırıldı. Bu maddeye olumlu oy verenlerin tamamı Abdullah Öcalan’ı kurtarma derdinde değildi. AKP ve SP, fırsattan istifade, Hizbullahçı militanları da idamdan kurtarmış oldu! 3. madde ile yabancı derneklerin Türkiye’de örgütlenmesi serbest bırakıldı... Bütün dünyada istihbarat servisleri NGO denilen sivil toplum kuruluşlarını bizzat kurarak istihbarat veya operasyon yapıyor. Böylece Türkiye, yabancı istihbarat servislerinin her türlü faaliyetinin serbest olduğu, Nasrettin Hoca’nın türbesi gibi dört bir tarafı açık bir ülke haline getirildi. 4. madde ile azınlık vakıflarına taşınmaz mal edinme kolaylığı getirildi. Her türlü vakfın, yurtdışındaki vakıflara üye olabilmesi, yabancı vakıfların Türkiye’de şube açmalarına imkan sağlandı. Bu yasayı Türkiye’deki azınlık vakıfları hazırlamıştı. Bu yasanın kabulü ile 1936’dan sonra azınlık vakıflarınca edinilmiş ama tescil edilmemiş gayrımenkullerin tapuya tescili yapılacak ve bu vakıflar yeni gayrımenkuller satın alabilecekti. 5. madde, yabancılara Türkiye’de toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkı tanıyordu! 6. ve 7 maddeler, Avrupa Mahkemesi’nin lehine karar vermesi halinde, hüküm giyenlerin yeniden yargılanması mecburiyeti getiriliyordu! 8. madde, Kürtçe veya başka etnik dillerde televizyon yayınını serbest bırakıyordu! 11. madde, Kürtçe gibi dillerde kurs açılmasını serbest bırakıyordu. “Project Democracy” Aslında turuncu devrimler ABD’nin “Project Democracy” dediği bir strateji çercevesinde sürdürülüyordu. Mustafa Yıldırım’ın Sivil Örümceğin Ağında kitabında projenin düanya çapındaki uygulamaları incelenmiştir. Yıldırım’ın tespitlerine göre “demokrasi projesi” operasyonunun dibindeki düşünce şudur: Başka ülkelerin içişlerine, politik dünyasına, Amerika Birleşik Devletleri’nin resmi organlarınca, örneğin merkezi haber alma örgütü CIA ile doğrudan karışılması sakıncalıdır. Bunun için örtülü operasyondan açık operasyona geçildi. CIA, dış ülkelerde çok-kültürlülüğü pekiştirmek için Amerikan üniversitelerinde yoğun bir çalışma başlattı. Üniversitelerde bu çalışma tepkiyle karşılanınca bu işler için özel kuruluşların devreye sokulması programlandı. Aslinda bu sözde özel kuruluşlar, 1947’lerden başlayarak Harvard, MIT ve Columbia üniversitelerinde çok özel projelerin para kaynağını oluşturmaktaydılar. Ortada görünenler, CIA elemanları ya da devletin memurları degil, Ford Vakfı, Carnegie Vakfı ve Rockefeller Vakfı gibi, çok uluslu şirket örgütleriydi. Emekli CIA ajanı Ralph McGehee, “Avrupa’da yerleşik ve çogu Birleşik Devletler tarafindan parayla beslenen hükümet dişi örgütler (NGO’lar) de, doğrudan ya da dolaylı olarak, bu operasyonlarda yer alıyorlar” diyecektir. Dönem, kan dökücü diktatörlerin, uzaktan kumandalı yönetim düzeni olarak simgeleşen ‘Filipin Demokrasisi’ yerine, Washington-Londra-Berlin-Paris-Amsterdam-Brüksel-Kopenhag merkezli ‘güdümlü sivil demokrasi’ rejimlerinin yerli yerine oturtulması dönemiydi. Böylelikle egemenler, demokrasiye geçiş sürecini de, kendileri örgütleme imkanına kavuşuyorlardı. “Ben getirdim, ben götürürüm” gibi, ya da “iti öldürene sürütürler” gibi bir şey! 1982 sonlarında ABD Kongresi’nin onayıyla NED (National Endowment for Democracy), yani Ulusal Demokrasi Fonu kuruldu. NED aslında, parasal kaynağın kasasıdır. Ana para kaynağı, doğrudan ABD hazinesi, yani devlet. Ayrıca vakıflar, “konsey” adı altında örgütlenmiş CFR gibi seçkinler klüpleri, AID ve hatta Amerikan sendikaları, şirketler, kişilerdir. Batı Avrupalı siyasi vakıflar da sonradan ortak bütçeye katıldılar. Amaç gizlenemeyecek denli açıktı. Doğu Avrupa’yı, Afrika’yı, Asya’yı, Ortadoğu’yu, Okyanus devletlerini birlikte yeniden kolonileştirmek; doğal kaynakları, çok uluslu şirketler aracılığıyla yağmalamak. İşte 1982’den beri yaptıkları budur. Özal, ve Talabani ile başlayan operasyon! Mimarlığını Bernard Lewis’in yaptığı “İstanbul başkentli Ortadoğu Birleşik Devletleri Federasyonu” fikri, ilk defa Turgut Özal tarafından “Federasyonu tartışalım” diye belli belirsiz bir şekilde ortaya atılmışsa da, ilk olarak Talabani tarafından seslendirilmişti. Talabani, 1996 yılında, “Hayalim İstanbul’un başkent olduğu Ortadoğu Birleşik Devletleri’dir” diyordu. ABD’nin askeri ve ekonomik, AB’nin ise siyasi baskıyla, Türkiye’yi federe devletlere bölmeye çalıştığı, artık belgeleriyle ispatlanmıştır. AB çevrelerinin öngörüsüne göre kurulması öngörülen federe devletlerin adları şöyledir: Trakya, Bitinya, Misiya, Lidya, Karya, Likya, Pamfilya, Firikya, Kilikya, Kapadokya, Galatya, Paflagonya, Pont, Ermeniya, Antakya, Mezopotamya! 21 adımda bir ülkenin ele geçirilmesi! Mustafa Yıldırım, ABD’nin demokrasi projesini anlatıyor: 1- İktisadi ortamı denetleme: Para piyasalarının dışardan gelen uluslararası vurkaç tefecilerine sonuna dek açılması. 2- Ulusal bunalımlar yaratılması: Ülkede sık sık iktisadi dalgalanma yaratılarak bunalım aralarının azaltılması. Ulusal devlet merkezinin elindeki en önemli güç olan para kaynaklarının, bankaların, devlet şirketlerinin kapatılması, yabancı şirket egemenliğine geçirilmesi. 3- Devlete güvensizlik yaratma: Umutsuzluğa düşürülen yerel sanayicilerle ve üreticilerle konferans, sempozyum adı altında doğrudan ilişkiye geçilerek, devlet merkezine karşı güvensizlik aşılanması. 4- İşadamlarını örgütleme: Yerel işadamı örgütlerinin ve ilişki bürolarının kurulması; başına buyruk, devlet denetiminden giderek uzaklaşan “serbest ekonomi” ve “serbest pazar” düzeninin kabul ettirilmesi. 5- Yolsuzluk kampanyaları: “Yerinden yönetim” taleplerini yükselterek, devletin egemenliğinin zayıflatılması, yolsuzluk olaylarını abartarak topluma aşağılık duygusunun yerleştirilmesi, halkın çaresizliğe itilmesi. 6- Belediye hizmetlerinin yabancı şirketlere devredilmesi: Yerel yönetimi güçlendirme adı altında, toplumsal hizmetlerin “karlılık” esasına oturan şirketlere devredilmesi, su-elektrik gibi kentsel işletmelerin yabancı şirketlere devredilmesi için gerekli alt yapının oluşturulması. 7- Ulusal sanayinin yıkımı: Ulusal iktisadın çökertilmesi için, ulusal sanayileşmenin ve enerji kaynaklarının yıkıma uğratılması için toplum ile devlet arasında çatışmayı da içerecek biçimde çevreci akımların, örgütlerin desteklenmesi ve ulusal madenciliğin, doğal yakıt üretim kaynakları işletmeciliğinin ulusal egemenlik alanının dışına çıkarılması. 8- Kamuoyu oluşturucuları -bizdeki adlandırmalarıyla, aydınlara, yazarlara, bilim adamlarına- yönelik içerde ve dışarıda, masrafları karşılayarak, konferanslara çekmek. 9- Uzaktan yönlendirilebilecek bir ilişkiler ağı altında insan hakları dernekleri ve benzeri örgütlenmelerin kurulması. 10- Bilimsel ve toplumsal konferansların çoğaltılması. Yerel vakıf ve “think tank” derneklerinin kurulması. 11- İşadamları derneklerinin, sendikaların kurulması, varolanların içine bilim danışmanlarıyla sızılması. Siyasi partilere eğitim programlarıyla, particilik dersleriyle yaklaşarak kadroların yönlendirilmesi, gençliğin “düşünce özgürlüğü” ve “siyasi katılımcılık” propagandasıyla örgütlenmesi. 12- Yeni propaganda aygıtlarının (radyo, gazete, dergi, televizyon, video yayını) devreye sokulması. 13- Casuslar yerine yayın muhabirleriyle yerinden bilgi elde etmek için yaygın bir yayıncı eğitim programının gerçekleştirilmesi. 14- Gizli ve yarı gizli istihbarat çalışmalarının azaltılması, buna karşılık medya muhabir ağıyla açık ve yaygın istihbarat toplanması. 15- Yanlış ve eksik bilgilendirme: Kitlelerin akıl denetimlerini ele geçirmek üzere yoğun propaganda ve yanlış bilgilendirmeyle tarihsel devlet kurumlarının ve etnik sürtüşmeleri önleyen geleneksel kurumların yıpratılması, yeni kimlikli topluluklar yaratılması. 16- Etnik kışkırtıcılık: Etnik ayrılıkları güçlendirmek üzere kültür anımsatma programlarına başlanarak yerel toplantılardan uluslararası toplantılara adam taşınması, yerel tarih, yerel kültür araştırması adı altında en eskiye özlem yaratılması. 17- Kültürel kaynaşmanın yıkımı: “Çok kültürlülük” propagandasıyla toplumsal ortak kültürün temellerinin yıkılması. Ulusal kurtuluşun simgesi olan anma günlerini ve toplumun tarihten kalma bağımsızlık ve onur simgesi özelliklerini sözde dostluk adına silikleştirerek güdülebilir bir topluluğa dönüştürmek. Din kültürünün parçalanması için, “medeniyetler/dinlerarası diyalog” programıyla, Batı’nın dinsel kurumlarının güdümünde eritilmesi. Böylece azınlık din kurumlarıyla, ulusal egemenliğin karşısında ortak, dinsel cephe oluşturulması. 18- İnanmış örgüt liderlerinin yetiştirilmesi: Liderlik programlarıyla, güdümlü yeni dünya düzenine tapınan ultra-liberal önderlerin üretilmesi ve yeni partiler kurulması, varolanlara yeni liderler yerleştirilmesi. 19- Silahlı gücün zayıflatılması: Ulusal ordunun, silah donanımlarında, komuta kontrol ve iletişim sistemlerinde yenilenme alımlarının kısıtlanarak, zayıflatılması ve ulusal sınırların gevşetilmesi. 20- Orduları ulusal savunma kimliğinden koparma ve ordu yönetimlerinin günlük siyasete çekilmesi, ordu içinde politik tartışma, ordu ile halk arasında cepheleşme yaratılması. 21- Devlet yönetiminin kargaşayla ele geçirilmesi: Seçim darbesiyle egemen devletin ele geçirilmesi. Merkezi direniş olursa, yaygın ve sürekli kitle gösterileri düzenlenmesi.. Bu sürecin hızlandırılması için etnik çatışmaların düzenlenmesi, ölümle sonuçlanan kışkırtmalarla etnik yada mezhepsel kimliklerin kemikleştirilmesi. İşte AKP döneminde Türkiye’ye de uygulanan, yandaşların ve yalakaların para ve mevki kazanmak uğruna desteklediği proje budur. Arslan BULUT, 12 Temmuz 2013 4 guncelmeydan/pano/darbeniz-nasil-olsun-4-arslan-bulut-t35036.html Darbeniz Nasıl Olsun? -4 Darbe karşıtlığı sahtekârlığı! Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Melih Gökçek’in ev sahipliğinde 2006 yılında “The Glocal Forum” tarafından düzenlenen 5. Glokalizasyon Konferansı, “medeniyetler buluşması” ve “dinlerarası diyalog” ana fikirleri ile tanıtıldı. Saadet Partisi Genel Başkanı Recai Kutan, Glokal Forum Yönetim Kurulu Başkanı David Kimche’nin, “İsrail Gizli Servisi MOSSAD’ın ikinci başkanlığına kadar yükselmiş ünlü bir istihbaratçı olduğunu” belirtti. Türkiye’de darbeden, darbecilikten şikayet edenler, NED, NDI ve IRI gibi Amerikan derin devletinin uzantıları tarafından yönetilen güdümlü toplum kuruluşlarının sözcüleridir. Model, Yugoslavya’nın dağıtılmasında, Sırbistan iktidarının değiştirilmesinde, Gürcistan’da ve Ukrayna’da denenmiş ve sonuç alınmıştır. Bir avuç “sivil genç” ile başlattıkları düdüklü eylemler, kısa zaman içinde halkın sosyal tepkilerini de arkasına alarak büyütülüyor ve parlamento ve hükümet binaları kuşatılarak sözde demokratik bir hareketle iktidar değiştiriliyor. Mevcut iktidarın yerine Amerikancı bir iktidar getiriliyor. Fakat Türkiye’de farklı bir durum var! Türkiye’de iktidar zaten turuncu renklidir. Darbe yapılmıştır. Dolayısıyla ortalıkta “darbe karşıtıyız” diye dolaşanlar, sadece ABD derin devletinin değil, turuncu iktidarın da beslemeleridir! Yugoslavya’da kurulan Otpor darbe teşkilatı, daha sonra Gürcistan ve Ukrayna’daki örgütlenmeye de öğretmenlik yaptığı gibi Türkiye’ye de adamlarını göndermiştir. Dolayısıyla, bugün Türkiye’de darbe karşıtıyız diye yaygara yapanlar, darbecilerin ta kendisidir ve CIA güdümlü bir operasyonda kullanılmaktadır. Renkli Devrimlerin Sırrı -Yeni Soğuk Savaş adlı kitabı ile Soros tipi darbeleri anlatan Kanadalı gazeteci Mark MacKinnon, 2006 yılında İstanbul’da Başbakan Tayyip Erdoğan’ın açılış konuşmasını yaptığı Dünya Demokrasi Hareketi (World Movement for Democracy) adlı kuruluşun amacının, “Renkli devrimlerin Ortadoğu’ya ihraç edilip edilemeyeceğinin görülmesi” olduğunu söylemişti. MacKinnon, NED, NDI ve IRI’nın üst düzey görevlilerinin bu toplantıda bulunduklarını da bildirmişti. Amerikalıların Türkiye’deki ortağı, “Soros’tan iki milyon dolar aldık” diyen Can Paker’in başkanı olduğu TESEV idi. Helsinki Yurttaşlar Derneği de toplantıda dört atölye ve bir panel düzenlemişti. Bu ne demektir? Soros darbeciliğini bütün Ortadoğu’ya yaymak için AKP destekli bir organizasyon çalışıyor demektir! “Türkiye Gönüllü Teşekküller Vakfı” tarafından 30 Nisan -1 Mayıs 2005 günlerinde, Topkapı’daki Eresin Otel’de “Uluslararası İslam Dünyası Sivil Toplum Örgütleri Toplantısı” düzenlenmişti. Arap Basını, Amerikan basınına dayanarak bu toplantıyı, aslında “Türk Dışişleri Bakanlığı Büyük Ortadoğu Projesi Genel Koordinatörü” Ömür Orhun’un düzenlediğini yazmıştı. Mısır gazeteleri, Türkiye’deki toplantının aslında Büyük Ortadoğu projesi kapsamında AKP ile ABD arasında imzalanan gizli bir anlaşmadan kaynaklandığını iddia etmişti. Nisan 2007’de ise Genelkurmay Başkanı Orgeneral Yaşar Büyükanıt, Londra merkezli Uluslararası Azınlık Hakları Grubu adlı kuruluşun “Türkiye’de azınlık haklarının geliştirilmesi” konulu üç yıl sürecek bir proje üzerinde çalıştığını bildirmiş ve Türkiye’deki bazı sivil toplum kuruluşlarının bu projeyle işbirliği yaptığını söylemişti. NED (Demokrasi için Ulusal Bağış) adlı çete organizatörü kuruluşu tasarlayanlardan Senatör Allen Weinstein, “Bizim bugün NED olarak yaptığımız, 25 yıl önce CIA tarafından gizlice yapılıyordu” demektedir. Bugün Türkiye’de darbe karşıtlığı çığırtkanlığı yapanlar, CIA’nın örgütlediği güdümlü toplum kuruluşlarıdır. Melih Gökçek’in elleri kanlı konukları Son olarak Twitter ortamında demokrasi konusunda mangalda kül bırakmayan Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Melih Gökçek ile ilgili bir hatırlatmada bulunalım... Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Melih Gökçek’in ev sahipliğinde 2006 yılında “The Glocal Forum” tarafından düzenlenen 5. Glokalizasyon Konferansı, “medeniyetler buluşması” ve “dinlerarası diyalog” ana fikirleri ile tanıtıldı. Saadet Partisi Genel Başkanı Recai Kutan, Glokal Forum Yönetim Kurulu Başkanı David Kimche’nin, “İsrail Gizli Servisi MOSSAD’ın ikinci başkanlığına kadar yükselmiş ünlü bir istihbaratçı olduğunu” belirtti. İsrail uçakları, Filistin’i bombaladığı sıralarda toplantı devam ediyordu ve bazı İsrail şehirlerinin belediye başkanları, “Türkiyeli” katılımcılara şehircilik dersleri veriyordu! Aynı saatlerde Irak’taki Amerikan askerlerinden bir grup, sokakta rastladıkları bir Iraklı kadını evine götürüp defalarca tecavüz ettikten sonra kadını ve ailesini öldürdüklerini itiraf ediyordu. Forumun Başkanı David Kimche, dünyaca ünlü bir MOSSAD yetkilisi olması bir tarafa, Türkiye ve İslam dünyası aleyhinde çok önemli eylemleri olan birisiydi. Şimdi İsrail vatandaşı olan Irak Yahudisi Naeim Giladi anlatıyor: “12 yaşındaydım. Bugünkü Ebu Garip Hapishanesi’ne 7 mil uzaklıkta bir evde yaşıyordum. Irak, İngiliz güdümündeydi. Askerleri Gurkha’lardan oluşan İngiliz ordusu, önce Basra’ya girdi. Ardından Arap-Yahudi çatışmaları başladı. Basra’da 30 bin Yahudi yaşıyordu. 1 Haziran 1941 günü Bağdat’ta Şabat bayramı kutlamalarından dönen Yahudilerin otobüsü durdurularak içindekiler tek tek kurşuna dizildi. Akşama kadar olaylar şehre yayıldı. Karşı koymalara rağmen 500 Yahudi öldürüldü. Ölenler arasında benim arkadaşlarım da vardı. Çok kızgın ve üzgündüm. Irak ordusu, şehre, saldırılar bittikten sonra girdi! Bize, katliamı Iraklıların yaptığı söyleniyordu. Michael Timosyan adlı bir Irak Ermenisi, Bağdat hastanesinde erkek hemşire olarak çalışıyordu. Onun dikkatini çeken şey, yaralılar arasında iki kişinin yerel kıyafetli olmamasıydı. Biri omuzundan diğeri dizinden yaralıydı. Doktor ise kana bulanmış sivil elbiselerini değiştirmeleri için onlara baskı yapıyordu. Direndiler. Bunun üzerine doktor onları iğneyle uyuttu. Elbiselerini Timosian değiştirdi. Bu sırada üzerlerindeki kimlik bilgilerinden İngiliz ordusunda görevli iki Gurkha olduklarını anladı. Daha önce İngiliz Ordusu adına İran’da çalışan Timosyan, tanıdığı iki İngiliz görevliye durumu anlattı. Derhal hastaneye gelerek bu iki Gurkha’yı götürdüler. Sonraki yıllarda da Kerkük’te, Erbil’de, Basra’da ve diğer şehirlerde Yahudilere saldırılar devam etti. Irak’taki Yahudilerin Filistin’e göç etmesi için, Yahudiler Yahudileri öldürüyordu. Yahudileri öldüren, Siyonist yeraltı teşkilâtının bombalarıydı. Saldırıları düzenleyen İngiliz istihbarat servisi, jeopolitik sonuçlar elde etmek istiyordu. Kurulacak İsrail devletine Yahudi nüfus gerekiyordu. Bu korkunç gerçekleri açıklamak benim için vicdani bir mecburiyettir. 1940 yılının sonundan, 1952’ye kadar, İngiliz Gizli Servisi’nin organizasyonu ile Irak’taki Yahudilere yönelik saldırılar sonucunda 125 bin Yahudi Irak’tan İsrail’e göç etti. Bu olaylar sırasında David Kimche, İngiliz Gizli Servisi adına Irak’ta çalışıyordu. Yahudilerin öldürülmesi eylemlerini biliyordu ve bu olaylardan sorumludur. Kimche, savaştan sonra uzun yıllar MOSSAD’ın Afrika sorumlusu olarak çalıştı. Zulu kabilesinin Güney Afrika’da kontra güç olarak kullanılması ve bunların giriştiği katliamlar Kimche’nin eseridir. Zaire’de Mobutu’nun, iktidara gelişinde Kimche’nin payı vardır; Kenya’yı MOSSAD üssü haline getirmiştir. Kimche, ABD Başkanlarından Ronald Reagan’ın Ortadoğu ve İran danışmanlığını da yaptı. Bu sırada, İran Şahı Pehlevi’nin Batı’daki imajını düzeltmekle de görevliydi. 1980’li yıllarda İsrail’in İran’a ABD silahlarını satması ve elde edilen para ile Orta Amerika’daki Amerikan işbirlikçilerinin desteklenmesi operasyonunu da Yarbay Oliver North ile birlikte Kimche yönetti. Elçibey döneminde Azerbaycan ile İsrail arasındaki askeri ilişkiler, MOSSAD yetkilisi David Kimche tarafından organize ediliyordu. Kimche’nin başkanı olduğu Glokal Forum ise bir istihbarat ağıdır. Yani Mustafa Yıldırım’ın bahsettiği sivil örümcek ağlarından biri! David Kimche, ülkesi adına ajanlık görevini yaptı, hala devam ediyor. ABD, İngiltere ve İsrail, onunla gurur duyabilir! Ya onu Türkiye’ye davet edenler, ağırlayanlar, “glokalleşme” adı altında Türkiye’yi şehir devletlerine dönüştürme programına dahil olanlar; onlarla kim gurur duyacak? Glocal Forum Başkanı David Kimche, İsrailli yazar Nakdimon’un “Irak ve Komşu Ülkelerde MOSSAD- İsrail ve Kürt Hayallerinin Çöküşü” kitabında farklı bir isimle yani asıl ismiyle yer alıyor: David Kamhi! Ve kitapta, David Kamhi’nin, Barzani’nin kurduğu zannedilen Kürt devletini nasıl kurdurduğu da anlatılıyor. İşte Melih Gökçek, Abdullah Gül ve Tayyip Erdoğan’ın Türkiye’de ağırladıkları şeref konukları, böyle elleri kanlı kişilerdir. Şimdi Melih Gökçek’in darbe karşıtlığına ne kadar inanılır? İslam dünyasında kanlı darbeler yapan, milyonlarca insanın ölümünden sorumlu bir adamı, Türkiye’nin yerel yönetimlerini Washington’a bağlama projesini uygulasın diye konuk ediyor; sonra da demokrat kesiliyor... Melih Gökçek’e ve demokratlık taslayanlara sormak lazım: -Darbeniz nasıl olsun? -Kanlı mı olsun, kansız mı olsun? -Palalı mı olsun, twitterlı mı olsun? Arslan BULUT, 13 Temmuz 2013
Posted on: Sun, 04 Aug 2013 04:10:23 +0000

Trending Topics



Recently Viewed Topics




© 2015