Doğu Karadeniz Kıpçak Türleri Tarihin en eski devirlerinden - TopicsExpress



          

Doğu Karadeniz Kıpçak Türleri Tarihin en eski devirlerinden itibaren çeşitli Türk boylarının gelip yerleştikleri bir bölge olan Doğu Avrupa bozkırları ile Orta Asya bozkırları arasındaki sahada ortaya çıkan Kıpçakların ilk defa nereden ve nasıl geldikleri henüz kesin olarak bilinmemektedir. O sebeple Kun, Kimek ve Kanglı gibi Türk zümreleri ile birlikte eski zamanlarda Batı ve Doğu Türkistanın güney kısımlarında yaşayıp oradan Uzak-Doğu ve Avrupa içlerine yayılan Kıpçakların Milâd başlarında Maveraünnehir civarında gö­rüldüklerini, ancak daha sonra Kun, Kimek ve Kanglılar ile beraber UraI-Altay Dağları arasında kalan sahayı işgal ettiklerini belirten ilim adamları­nın yanında Kıpçakları Kuzey Türklerinden sayan ve Oğuz Destanındaki bilgilerden hareketle onların Sibiryada İrtiş Nehri ile Ural Nehirleri asında yaşayan Türkler olduklarını kaydedenler de vardır. Bu kayıtlara göre VI. yy.da Güney Rusya bozkırlarına yayılmaya başlayan Sabirler de kök itibariyle muhtemelen Kıpçaklar’a dayanmaktadır. Kaynaklarda Kimek, Kun gibi Türk zümreleri yanında zaman zaman Başkurt, Uz, As ve Becne (Peçenek) gibi müstakil sayılan boylar da Kıpçaklar içerisinde veya onlarla birlikte zikredilmişlerdir. Ancak bu zümre­ler ile Kıpçaklar arasındaki münasebet de bugün için tam olarak ortaya konulabilmiş değildir. Dolayısıyla Kıpçak ismi X. yy.da geniş bir sahaya yayılmış ve bu isim altında birçok Türk boyunu içine alan büyük bir birli­ğin ifadesi olarak görülmektedir. Başlangıçta, Kıpçak uruğlar birliğini meydana getirenler; IV. yy.dan itibaren ağırlığını batıya kaydırmaya başlıyan Hun Devletinin Hazar Denizinin kuzeyine kadar uzanan bölgelerde yaşayan Alanları buralardan sürmesiyle ortaya çıkan boşluğu birbirlerini takiben dolduran Hun, Peçenek, Bulgar ve Oğuzları daha batıya iterek onların yerlerini alan Türk zümreleridir. Bunların hepsine birlikte Kıpçak adı verilmiştir. Ortaasyada Göktürk hakimiyetinden sonra, VIII. yyda bir müddet Uygurlara tabi olan Kıpçaklar, daha sonra müstakil göçebe beylikleri şeklin­de ayrı bir teşekkül haline gelmişlerse de, muhtemelen Karahıtayların Ortaasyada yükselemeye başlamasıyla, 1017 yılından itibaren büyük kitleler halinde batıya kaymak zorunda kalmışlar ve 1050 yıllarına doğru4 Doğu Avrupaya yayılarak, Güney Rusya Balkanlar, Anadolu, Kafkasya, Suriye ve Mısır gibi birbirlerinden çok farklı bölgelerde önemli roller oynamışlardır. Esasen Gazneliler döneminde Harezm ve ona yakın yerlerde oturan Kıpçakların bir kısmı Selçukluların güçlü oldukları devirlerde Avrupa içlerine, Kafkaslar ve Balkanlara yönelirlerken, geriye kalanlar daha sonra diğer Türk boylarıyla birlikte Selçuklu müdâfaa teşkilâtını yıkarak güneye, Seyhun kıyılarına kadar inmeyi başarmışlar ve son devirlerinde Harezm-şâhlar Devleti içerisinde de etkili olmuşlardır. Ancak buralardaki faaliyetleri fazla sürmemiş, XIII. yy başlarında Çingizin zuhuruyla takriben 1217 veya 1218lerde Ortaasyadaki hakimiyetleri ile birlikte son bulmuştur. Bu bölgedeki Kıpçakların büyük kitleler halinde Hindistana göç ettikleri, ve Delhi Türk Sultanlığının kuruluşunda, dolayısıyla Hindistandaki Türk hakimiyetinin doğuşunda büyük rol oynadıkları da bilinen bir gerçektir. Kıpçaklar, belirtildiği gibi, çeşitli bölgelerde ayrı ayrı etkili hamleler yapıp Türk tarihinde önemli bir yer tutmalarına rağmen, büyük bir boy birliği olarak hiç bir zaman belirli bir merkez etrafında toplanarak güçlü bir siyâsî birlik meydana getirememiştir. Bu sebeple de, bozkır rüzgarları gibi, her yönde devamlı hareket halinde bulunan Kıpçaklar!» karşılaşmak-tayız. Bunun sebebini Kıpçak uruğlarının büyük çoğunluğunun koyu göçebe olmalarında, yani göçebelik gelenek ve usûllerini titizlikle muhafaza etmelerinde aramak yerinde olur. Onun içindir ki, hiç bir yerde tutunamayan Kıpçakların hakim oldukları sahalarda hızlarının kesildiği ve diğer Türk boyları veya başka milletlerin hakimiyetleri altına düştükleri andan itibaren, daha çok hakim toplulukların baskısıyla yerleşik hayata geçtikten sonra şu veya bu şekilde eriyip gittiklerini görmekteyiz. Yayıldıkları geniş bölgelerde münasebette bulundukları çeşitli kavim­ler tarafından hepsi de, Sarışın / Sarışınlar / Sarımtırak / Solgun manalarına gelen farklı isimlerle anılan, dolayısıyla kaynaklarda değişik adlarla yer alan ve bu bakımdan da bozkırlı Türk toplulukları arasında bir istisna teşkil eden Kıpçaklar1080 yıllarında doğuda; Talas havalisinden başlayarak batıda; Tuna ağzına kadar uzanan sahada hakim oldukları görül­mektedir Bu geniş sahada, her biri kendi hanlarının idaresinde olmak üze­re ayrı bölükler halinde yaşayan Kıpçaklar, Moğol istilâsına kadar bir bu­çuk asırdan fazla bir müddetle hakim olarak, Rus ve Balkanlar tarihinde derin izler bırakırlarken, bunlardan Ten (:Don) ve Kuban dolaylarında ya­şamakta iken yakın münasebette bulundukları Gürcüler vasıtasıyla veya daha sonra Moğolların baskısıyla Kafkasların güneyine geçenler de Azer­baycan, Doğu Karadeniz ve Doğu Anadolu bölgesinin kuzey kesimlerinde derin tesirler bırakmışlardır. Büyük Selçuklu İmparatorluğumun Melikşahın ölümüyle içine düştüğü taht kavgaları, Haçlılar ile yapılan mücadele ve bilhassa mahallî Türk hükümdarlarının kendi aralarındaki mücadeleler, daha önce Türk baskısı ile dağlara sığınan Gürcülerin bulundukları bölgelerden inerek Azerbaycan ve Doğu Anadoluda bir takım faaliyetlerde bulunmalarına zemin hazırlamıştır. Gürcü Kralı Bagratlı David II (1088-1125), Il.yyın sonlarına doğru en kudretli devirlerini yaşayan ve bu arada; 1091 de Peçenekleri imha ederek Bizansı büyük bir felâketten kurtardıkları gibi, Rus Knezlikleri hatta Lehistana kadar akınlarda bulunan10 Kıpçaklardan sağladığı büyük destekle, bölgedeki göçebe Oğuzları Çoruh Nehri havzasına ve Pasinlere doğru çekilmeye mecbur bırakmıştı. Küçük Gürcistanın gösterdiği bu başarılar ilk bakışta hayret uyandırır. Yalnız, Gürcü Kralı Davidin Kıpçak beyleri­nin en mümtazı Kara-hanın oğlu Atrak (Otrok)ın güzel kızı ile evlenerek, büyük, kahraman, hücumlarda mahir Kıpçak Türklerine dayandığı ve Kıpçak kütlelerinin de Kür ve Çoruh dolaylarını görülmemiş bir kudret ve genişlikte canlandırdıkları düşünülürse, bu başarılara şaşmamak gerekir. Nitekim David, aileleri ile birlikte getirdiği büyük Kıpçak kütlelerini memleketinin en güzel yerlerine yerleştirirken, onlardan 40.000 kişilik seçkin bir ordu kurmuş ve bu orduyuda Türk usulüne uygun bir şekilde donatmıştır. Hatta Selçuklu örneğine göre sarayına aldığı 5000 Kıpçak gen­- cini de Hrıstiyan terbiyesi ile yetiştirerek kendi muhafız kıtasını da bun­lardan teşkil etmiştir. Bu arada Kıpçak akınlarından bunalan ve 1113de Kiev Knezliğine getirilen Vladimir Monomarh etrafında toparlanan Rus Knezleri karşısında tutunamayan Kayınbabası Atrak ve kayınbiraderlerini de Gürcistana davet eden David, bunlarla beraber gelen Kıpçaklar ile birlikte 1120 yılında Gürcistanda kışlayan Türkmenlere saldırmış ve bu kalabalık göçebeleri imha, esir ve kaçmaya mecbur etmiştir. Böylece takriben 400 yıl Müslüman Arap ve Türk fatihlerinin elinde kalan, ilmî, dinî ve hayır müesseseleri ile Türk - İslâm medeniyet merkezlerinden birisi ha­line gelmiş bulunan Tiflisi de 1121 veya 1122de zaptederek, burasını Gürcü Krallığının başşehri haline getirmiştir. Kral David, Türklere karşı kazandığı zaferler ve başardığı mühim iş­lerden sonra Karabağ ve Azerbaycana yönelmiş, başında bulunduğu Kıp- çak ordusu ile birlikte 1124 yılında İspir ve Oltuya kadar ilerleyerek Şirvan-şahları vergiye bağladığı gibi Saltuklu, Sökmenli, Mengücekli, Artuklu Beyleri ve daha sonra Azerbaycan Atabeyliği ile devamlı bir mücadelenin temellerini atmıştır. Bu arada Haçlılara karşı büyük başarılar elde eden Mardin Artuklu hükümdarı İlgaziyi de Tiflis yakınlarında büyük bir hezimete uğratmayı başaran (1122 Ağustos) David, Kafkas geçitlerini de ele geçirmek üzere harekete geçmiş bulunuyordu. Ancak 1124 yılında Temür-Kapı (Derbent) kumandanı, kendisine bağlı Kıpçaklar ile karşısına çıkmıştır. Böylelikle karşı karşıya gelen iki Kıpçak ordusundan Davidin emrinde bulunanlar ile Gürcüler arasında anlaşmazlık çıkmış ve kendi soy­daşları ile savaşmak istemeyen Gürcü ordusundaki Kıpçakların isyan etmesi üzerine Kral Davİd bozguna uğrayarak geri çekilmek zorunda kalmıştır. Bu sırada Hartlide kışlık mahaller inşa eden Kıpçakların Kür ve Çoruh havzasında kışlayan Türkmenlere saldırdıklarını ve Ahalkeleki işgal ederek Oltuyu da yaktıklarını görmekteyiz. Ancak Kiev Knezi Vladi- mir Monamachm 1125 yılında ölümünden sonra Kıpçak Beyi Atrakın damadının daveti üzerine geldiği Gürcistandan tekrar kendi yurduna döndüğü anlaşılmakta ise de, onunla birlikte gelen Kıpçaklardan büyük bir kıs- mı geri dönmeyerek orada kalmış ve bugünkü Kür, Çoruh ve Çıldır gölü havalisinde yaşayan Türklerin atalarını teşkil etmişlerdir. Kral Giorgi III (1156-1184) zamanında da askeri gücü meydana geti­- ren Kıpçaklar, 1177den itibaren Gürcü krallığını büsbütün hakimi haline geldiler. Güzel kraliçe Thamara (1184-1213) zamanında ise kuzeyden Se­vinç başkanlığında gelen yeni Kıpçak kütleleri bu krallığın askeri ve siyâ­- sî alanda tarihinin en parlak çağını yaşamasına sebep olmuştur. Ancak bu sırada Karahıtay baskısıyla Türkistandan göç ederek denizdeki kumlar misali Azerbaycan ve Karadağı dolduran Türkmenler, Kıpçaklar eliyle gerçekleştirilen Gürcü yayılmasını Önemli ölçüde durdurdukları gibi, biz­zat bu krallığın topraklarına karşı da yeniden akınlara başlamış bulunu­yorlardı.22 Buna rağmen Gürcülerin Kıpçaklara dayanarak faaliyetlerini bir müddet daha devam ettirdiklerini ve 1207de Erzuruma girdikleri gibi, 1210 yılında da o dönemin önemli Türk-İslâm merkezlerinden birisi olan Ahlat Önlerine kadar ilerlediklerini görmekteyiz. Bu faaliyetlerde gösterilen kudretin temelinde yatan Kıpçak unsurunu görmek istemeyen Avrupalılar, Türk-İslâm dünyasını arkadan vuran söz konusu Gürcü taarruzlarını Gürcülerin Haçlı Seferleri/La croisade Georgiens olarak nitelendirmekte iseler de; 1225de ölen Atabeg Özbegin ülkesine hakim olarak yeni bir devlet teşkil etmek için harekete geçen ve ilk iş olarak Gürcistan üzeri- ne yürüyen Celâled-dîn Harezmşâh karşısında, geçmişte Harezmşâhlar ile olan tuz hakkına saygı göstererek Gürcü ordusunda yer alan yirmi- bine yakın seçme Kıpçak askerinin cepheden çekilmesi sebebiyle yaklaşık yüz yıldır başşehir haline getirdikleri Tiflisi dahi kaybederek (1226) Doğu Anadolu ve Azerbaycandaki Türk varlığı için artık bir tehlike olmaktan çıkan Gürcülerin yükselişinde Kıpçakların oynadıkları rolün önemini inkar etmek mümkün değildir. Esasen Moğolların hâlâ doğuda uğraştıkları bir sırada Gürcüleri tenkil ederek Moğol tahribat ve kıtalleri karşısında Türkistandan kopan sel misali Azerbaycan ve Doğu Anadoluya akan Türk dal­galarının göç yollarını emniyete alan Celâleddîn Harezmşâhın önce Hin­distana, sonra da Doğu Anadoluya sığınması da sebepsiz olmayıp, büyük Ölçüde bu bölgelerde yaşayan Kıpçaklar ile alâkalıdır. Nitekim onun Hin­distanda olduğu gibi Doğu Anadoluda da Kıpçaklara dayanmaya çalıştığı gözden kaçmamaktadır. Gürcüler vasıtasıyla veya Rus baskısıyla Kafkasları aşıp Karade-nizin doğusuna ve Azerbaycana yerleşerek yukarıda bahsedildiği şekilde önemli hadiselere karışan Kıpçakların da Türklük alemi için büyük bir fe­lâket haline gelen Asyadaki Moğol yükselişinden kısa sürede etkilenme­ye başladıkları görülmektedir. Nitekim Ortaasyadaki Kıpçak Uruğlarını itaat altına aldıktan hemen sonra; 1220 yılında XI.yyin başlarından itibaren bilhassa askerî gücünün tamamına yakınını Kıpçakların meydana getirdiği Harezmşâhlar Devletini de dağıtan Moğollar, Harezmşâh Muham-medi takip bahanesiyle Azerbaycan ve Gürcistanı yağmalayarak Şirvana girmişler ve burada yerleşmiş olan Kıpçaklarla karşılaşmışlardır. Kıpçak Başbuğlarına elçiler île birlikte hediyeler gönderip kendilerinin de aynı cinsten olduklarını belirterek onları müttefiki Alanlardan ayırdıktan sonra aniden taarruza geçen Moğollar karşısında Kıpçakların büyük bir kesimi dağlara, ormanlara sığınarak yokolmaktan kurtulmayı başarırken çok az bir kısmı da Azak Denizi kıyılarına doğru kaçabilmiştir. Bu hadiseyi müteakip Moğol baskısı esas Kıpçak ilinde de kendisini hissettirmekte gecikmemiş ve 1223de Kalkada Birleşik Rus ordusuyla beraber Moğolların karşısına çıkan Kıpçaklar, mağlubiyetin kaçınılmaz ol­duğunu anladıklarından Ruslardan ayrılarak hızla Kiev Knezliğİ arazisine ve Balkanlara yönelmişlerdir. Bu arada Kırıma sığınanlar ise devam eden Moğol saldırıları sebebiyle meşhur ticaret şehri Sudak (Suğdak) üzerin­- den, deniz yoluyla Sinop limanına çıkarak Karadenizin güney kıyılarına yayılmaya başlamışlardır. Sinop, Kastamonu ve Zonguldak hattının kuze­yindeki bölgelerde halen varlığını devam ettiren Kıpçak ağız özellikleri; Prof. Dr. Z. Korkmazın incelemesinde belirttiği gibi, daha sonraki dönemlerde söz konusu bölgeye göç eden Kıpçakların hatırası olsa bile, başlangıçta bu hadise ile de ilgili olabilir. Ancak Moğol baskısı ile Sinop Limanına çıkarak Anadoluya sığman Kıpçakların yayıldıkları bölgeler ve buralarda ne gibi faaliyetlerde bulundukları hakkında bugün herhangi bir bilgiye sahip değiliz. Onun için bu Kıpçakların Sinopun batısına ve iç ke­simlere nüfuz etme imkanı bulamadan, belki de doğudaki büyük Kıpçak kitleleri ile birleşmek arzusuyla Doğu Karadeniz bölgesine yayıldıklarını kabul etmek mümkündür. Ayrıca yine Moğol istilâsı ve kıtalleri sebebiyle 1222den itibaren Kafkaslardan güneye inerek Şirvan, Azerbaycan ve Gürcistanı yağmalayan Kıpçaklardan bir kısmı Gence valisi Atabeg Özbegin emrine girerek Gürcülere karşı savaşırken Gürcülerin emrine giren ve daha çok Hıristiyan oldukları anlaşılan diğer kısmı İse güneydeki Türk ülkelerine yapılan tecavüzlere iştirak etmiştir. Daha sonra büyük çoğun­luğunun Celâled-dîn Harezmşâhın etrafında birleştiği anlaşılan bu Kıpçak­lardan bir bölümü onun 1231de ölümü üzerine Selçuklu ordusunda yer alırken geriye kalanların İse 1239 yılında Batu komutasında tekrar hare­- kete geçen Moğollar karşısında tutunamayarak Azerbaycan ve Kafkasların güneyinden yine deniz yoluyla Doğu Karadeniz kıyılarına yayılmaya baş­ladıkları anlaşılmaktadır. Esasen bu Moğol taarruzları neticesinde; etnik açıdan büyük ölçüde yine Kıpçak olarak kalmasına rağmen Karadenizin kuzeyindeki bölgelerde önemli derecede nüfus kaybına uğrayıp yönetici kesimleri de imha edildiğinden siyâsî rolleri biten Kıpçaklar, artık buraların hakimi olmaktan çıkarak yerlerini Altın Ordu Hanlarının Yeni Nİzâmı- na terk etmişlerdir. Karadenizin güney sahillerine geçen ve daha çok Doğu Karadeniz bölgesine yayıldıkları anlaşılan Kıpçaklar ise yine Moğol baskısıyla Anadolunun kuzey ve güneyindeki dağlık kesimlere çekilerek buralarda büyük bir nüfus kesafeti meydana getiren diğer Türk zümreleri sebebiyle iç kısımlara yayılma İmkanı bulamadan kıyılarda ince bir şerit halinde tutunmak zorunda kalmış olmalıdır. Dolayısıyla Bizans eliyle Trakyadan, Gürcüler vasıtasıyla Kafkaslar üzerinden gelenler yanında çok çeşitli sebeplere bağlı olarak Selçuklular arasında da görülen ve Kafkasların güneyi, Azerbaycan ile Anadolunun değişik bölgelerinin Türkleşme­sinde Oğuzlardan sonra İkinci derecede önemli rol oynadığı anlaşılan Kıpçaklardan yukarıda belirtildiği şekilde Doğu Karadeniz kıyılarına yerle­şenlerin de, bu bölgenin Türkleşmesinde hatırı sayılır bir yere sahip olduğu muhakkaktır. Onun için, bugün daha çok Karadeniz bölgesinde görülen sarışın, ye­şil gözlü ve güzel bir yüze sahip olma; temel gıdalardan birisi olarak Kıpçaklarda olduğu gibi mısıra (darıya) dayanma; bölgenin ağız özelliklerindeki farklılıklar: Ibn Hurdadbihde de belirtildiği üzere Kıpçak keli­mesine verilen bir diğer anlamın öfkeli, birden kızan olması halinin bölge ahalisinin karakter yapısının izahına uygunluğu ve bir Kıpçak oyunu olması büyük ihtimal dahilinde bulunan Kozağı oyununun hâlen Ruslar ile birlikte Kafkaslarda bütün hareketliliği ile yaşayan özelliklerinin Doğu Karadeniz bölgesi oyunlarında da aynen görülmesi gibi hususları büyük ölçüde bu bölgeye yayılan Kıpçakların bir hatırası olarak düşünmek mümkündür. Kaynak eserlere ve bulunabildiği kadarıyla arşiv vesikalarına da­yanılarak yapılacak incelemeler, üzerinde durulması gereken bu konuyu bütün yönleriyle olmasa bile ana çizgileriyle ortaya koyabilir.
Posted on: Mon, 21 Oct 2013 21:01:44 +0000

Trending Topics



Recently Viewed Topics




© 2015