GÖNÜLLER SULTANI YUNUS EMRE. 4.BÖLÜM TASAVVUFİ - TopicsExpress



          

GÖNÜLLER SULTANI YUNUS EMRE. 4.BÖLÜM TASAVVUFİ KİŞİLİĞİ-HAYATI KİTAPLARI : YUNUS EMRE DİVANI- RİSALETÜN NUSHİYYE DESTAN-I GAZAP-2 Bu vech ile nicesi olısar hâl Ki hiç eyü amal yok doludur kaal Bu yüzlü niceleri nasıl iyi hâl sahibi olacaklar? Ki hiçbir iyi-sâlih amelleri yok olan ise boş laf gevezeliği… Nerde Erenlerin özlü sözleri?.. Vech : (Vecih) Yüz, çehre, surat. * Tarz, üslub. * Her şeyin karşısına gelen ve karşısında olan. Satıh. Ön. Alın. Cephe. * Tarih. * Suret. * Sebeb. * Bir şeyin nefsi ve zatı. * Semt. Cihet. * Münasebet. Nicesi : Nasıl, ne suretle. Kaal : Boş laf, söz. Geçirmez seni daşrağı taâtın Arı olmaz ise gizli sıfâtın Senin özün bozuk iken dışarıda yapacağın işlerin-itâatlerin seni senin içine sokacağını sanma! Eğer arı, saf ve tertemiz olmaz ise içte gizli sıfatın-öz ahlâkın. Daşrağı : Taşrağı. dışarıdaki. Çü bâtın evlerini oğrı aldı Zahirdeki amel daşrada kaldı Şu işe bak ki bâtın-öz evi olan kalbi düşman işgal etti. Senin dışarıda sözüm ona özsüz amellerin yine dışarıda kaldı. Bâtın : İç, dâhilî. Gizli. İçyüz. Sır, esrar. Künh ve zâtı itibarı ile gizli. (Zıddı: Zâhirdir) (Bak: Batn) Oğrı : Uğru. Hırsız. Daşra : Taşra. Dışarı Kamûsından sana ol ola yiğrek Ki dosta tâatın gizlisi yiğrek Her şeyin tümünden daha iyisi, Dost için olan olan tâat gizli olan –riyâsız olandır. Yiğrek :Yeğ,Yeğrek. İyi, daha iyi. Tâat : İbadet etmek. Allahın (C.C.) emirlerini yerine getirmek. İtaat etmek. Nicesi olısar bû iş müyesser Çü sultan sözü sondı oldu ebter Nice insanlara bu işi başarmak nasıl kolayca olacak. Çünkü Sultan fermanı söndü sanki sonu gelmiş gibi… Nicesi : Nasıl, ne suretle. Müyesser : (Yüsr. den) Kolaylıkla olan, kolay gelen, âsân olan, nasib. Ebter : Kuyruğu kesik hayvan. * Sonunda oğlu ve kızı kalmayan insan. * Ölümünden sonra adı hatırlanıp anılacak hayrı ve ihsanı kalmayan kişi. * Eksik, tamamlanmamış. Ki sultanın önünde öd ölümdür Eğer zerre ise suçtur delimdür Kaldı ki Sultanın huzurunda edeb ölü gibi olmaktır. Eğer zerre kadar benlik var ise bu büyük bir suçtur. Öd : Edeb. Delim : Çok. Birçok, fazla Gele bir iki tanışık edelim Ki halvet kandasa âna gidelim Gel seninle bir iki tanışıklık edelim. Yâr ile bilelik ve agyârden ayrılık olan hâlvet neredeyse ora gidelim. Tanışık : İstişare, danışma. Halvet : Yalnızlık. Tek başına kalmak. Tenhaya çekilme. * Gizlilik. Hâl birliği…. Kanda : Nerede, nereye. Eyâ uslû kişi sen bir haber ver Nerede var bize gizlenecek yer Ey akıllı kişi! Sen biliyorsan söyle bir haber ver bize! Gizlenecek bir yer var ise söyle! Eyâ uslû kişi :Sen ey Akıllı kişi. Ki gezdim yeri göğü bulamâdım Ne var zerre isem dolunamâdım Dolunmak : Batmak, gurub etmek. Ki ben yeri-göğü gezdim de bulamadım. Zerre kadar olsam bile batıp gizlenemedim. Niçün bigânesin sen îki baştan Gerekse sâğışın et îki beşten Neden sen iki baştan- dünya ve Âhiret işlerine ilgisizsin. Eğer hesabın görmek istersen durma ikiden beşten hesap gör! Bigâne : Kayıtsız. Alâkasız. * Aldırışsız. Yabancı. Dünya ile alâkayı kesmiş olan. Sâğış : sayı, hesap. Ne böyle cünbiş ile ola dirlik Ne böyle dirlik ile ola birlik Böylesi karışık huyda bir cünbüş ile dirlik-geçim olur mu? Böyle bir dirlik ile asla birlik olamaz. Kişi tevhide ulşamaz! Cünbiş : f. Kımıldanma, hareket. * Zevk, eğlence, cünbüş. Ömür geçti hicâbı yırtamâdın Çü kullûğa edeble yortamâdın Ömrün geçti gaflet perdesini yırtıp kurtulamadın! Gör ki Rabb’ına kulluğa edeb ile koşamadın! Hicâb : Perde. Örtü. Hâil. * Utanma. Kendini kusurlu bilip insanlar arasından çekilmek. * Menetmek. * Allah ile kul arasındaki perde. * Setretmek. Gizlemek. Yortmak : Koşmak. Söz ayrıksı gerek sultan katında Kim ona lâyık oldur hidmetinde Söz ayrıksız-ağyârsiz gerekir Sultan-Yâr huzurunda. O kimsye lâyık olan sadece O’na hizmet etmektir. Hidmet : Hizmet. Birinin işini görme. Bir kimsenin hesabına veya menfaatına iş görme, bu suretle yapılan iş, vazife. Memuriyet. * Bir insan, hayvan veya nebatın muhtaç olduğu işler ve takayyüdat. Kaçan şol bir sipâhî ma’zûl olur Kil sultan kulluğunda ol kul olur Ne zaman ki Sultanın seçkin bir askeri, Sultan katından kovulursa artık sıradan bir kul olur. Sipâhî : Sefere iştirak eden bir sınıf süvari askeri. Ma’zûl : (Azl. den) İşinden çıkarılmış, kovulmuş, azledilmiş. Nasîhat ne diyeyin gayri bundan Kulum deyemeye kulluk unudan “Kulum!” dedirecek kadar kulluktan uzaklaşıp-unutana nasihat olarak ne diyeyim ben bundan başka! Eğer kul olasın sermâye yeter Zihî rif’at yedi kat gökten üter Eğer sen kul olmak istersen gereken sermaye sendedir. En güzelinden yüksek rütben yedi göğü deler geçer… Sermâye : f. Ana mal. Esas para. İlk elde mevcut olan para. * Kazanılmış ilim. * Hayat. Ömür Zihî : Zi. Ne dehoş, ne de güzel. Rif’at : Yükseklik. Yüksek ve büyük rütbe sahibi olmak, âlişan olmak. Ütmek : geçmek, uçmak. Tamâm olsa işin yer gök senindir Ne kim dîler isen dîlek senindir Kemâlâtını bir kâmil kontrolünde tamamlarsan bil ki yer gök senindir. İstediğini dile her şey emrinde… Ki âlem cismine sen cân olâsın Yer ü gök cimaya sensiz dolâsın Cehâlette ölüp Kemâlâtta dirilince bütün âleme can olursun. Yer ve gök cem’ olup sen, sensiz can olarak dolsaın… Cima : Cem’ olan. Ger öyle olmadın pes kanı ol iş Gümân ü vehm ile geçti yaz u kış Eğer böyle değilsen nerde senin Kemâlâtın. O zaman şüphe ve zann içinde geçti gitti yaz ve kışlar demektir. Pes : Sonra. Gümân : f. Zan. Tahmin. Sanmak. şüphe. Vehm : (Vehim) Mübhem ve mânasız korku. * Belirsiz fikir ve düşünce. * Cüzi mânaların anlaşılmasına yarayan bir idrak kuvveti. Nîce devran ki anda rıhli urdun Okuyup aşr u âyet yolda durdun Bu nasıl geçen ömür devranı ki sen onun içinde göç eden bir yolcu idin. Sen ise özüne ermeden okuyup durduğun aşır ve âyetlerle yolda kaldın. Duyduğuna uymadın! Devran : Devir, felek, zaman, deveran, dünya. Rıhli urdun: Rıhlet ettin. Göçtün. Aşr : (Aşir) On. * On adetten birisini almak. On etmek. * Kurân-ı Kerimden on âyet mikdarı kısım. Niçe ilm ü amel sen bu tapûda Niçe yıldan beri sen bu kapûda Bunca ilim ve amelle sen bu huzurda nice yıldan beri bu kapıdasın! Tapû : Tapı. Huzur. Sözüm kend’ özümdedir nükte değil Bilin can birliğ’ îkilikte değil Ben sözlerimi kendi nefsime demekteyim. Kendimi iyi bilip de başkasına dokundurmuyorum. Şunu iyi bilin ki, can birliği-Tevhidde olup ikilikte değildir. Bir gülün yaprağındaki dirlik-can, bir kuzunun kulağındaki dirlik-can ve senin göz bebeğindeki dirlik-can aynı olup tümü de El Hayy (cc) esmâsının zuhurudur ve tektir. Nükte : İnce mânalı söz, idraki ve anlaşılması nezâket ve zarifliğe dayanan nazik husus. İbarenin asıl mânasından başka olan nazik ve lâtif mânâ, dikkatle anlaşılabilen ince mânâ. Hayıf ol kîşiye kala bu yoldan Edinsin çâre kurtulsun bu halden Yazıklar olsun o kişiye ki bu Hakk Yolundan geri kalmakta! Bir çâre bulsun kendine bu hâlden kurtulsun. Hayıf : Hayf. (Hayfâ) Emansızlık. Haksızlık. Zulüm. Cevr. (Vah vah, yazık, eyvah, yazıklar olsun meâlinde söylenir.) Gafillıktır bizî bû yolda koyan Nite gaafil olur ma’şûku duyan Hepimizi bu yoldan alıkoyan gafilliktir- aldırmazlıktır. Halbuki gerçek seven ve sevgilisini duyan kimse nasıl olur da gafil olur. Nite : Nasıl. Süpürmedin sarâyı gele bize Ne ferraş isteriz kim gele düze Gönül sarayını kötü huylardan temizlemedin. Kâbe’nin avlusun süpürüp temizleyen ferraş ne yapsın böylesi bir kalb zor düzelir. Ferraş : Cami, mescid, imaret gibi müesseselerin temizliğini sağlamak; ve kilim, halı ve hasır gibi mefruşatını yayma hizmetleriyle vazifeli olan kişiler hakkında kullanılır bir tâbirdir. Ferraş; arapçada, yayıcı, hizmetçi, döşeyici anlamlarına gelir. Yeniçeri teşkilâtında bu işi görenlerle, Kâbeyi süpürenler hakkında ıstılah olarak da kullanılır. (O.T.D.S.) Her ruham-ı fersi bir âyine-i âlemnüma Her gezen ferraşı bir İskender-i kitisitan. Nefî Niçün geçmez aceb yol bû arâdan Boşu aldı yolu bil her yanâdan Hayat yolu imtihan geçidine gelince bu aradan neden geçmesi zor aceba? Çünkü oyunun gereği böyledir ve bu yolu her taraftan öfke sarmıştır. Boşu : Buşu. Öfke. Boşu hayli zamandır yolu almış Kimesne’ izlemeyip gizlenikalmış Öfke gizlenerek hayli zaman yolcunun içinde-birlikte yol almış. Kimseler onu izleyip de yakalamayacak şekilde gizlenmiş. Kimesne : Kimsene. Kimse. Akıl câsuslara söyler divanda Yürün bûlun düzenlik safı kanda Akıl casuslarına meclisinde söyler ki: “ Yürün-durmayın düzenlik safı-Erenler katarı neredeyse bulun!” Kanda : Nerde. Dedi câsus düzenlik hâlin âna Boşudan dağılıptır değme yana Casus düzenlik hâlini- Hakk’a inanıp da hayrın işlendiği hâli- akıla anlatıp: “ Öfkenin yüzünden her bir yana dağılıp gittiler!” dedi. Değme : Galişigüzel, rastgele. Çü câsus bu sözü akla irûrdi Niçe kim vâr idi haber değûrdi Ne zamanki casus –içten hakkı duyuş ve ilham- bu sözü akla ulatırdı. Bu hususta her ne haber var ise hepsini ulaştırdı. İrürmek : Ulaştırmak, eriştirmek. Değirmek : Değürmek. Haber eriştirmek, yetiştirmek, ulaştırmak, duyurmak, bildirmek. Dokundurmak, değdirmek. Çü hiç söz kalmadı ulaştı akla Boşuyu dutmağa iş düştü akla Akla ulaşmadık hiçbir söz kalmayınca, öfkeyi tutup yakalamak işi düştü. Akıl öfkenin peşine düştü. Akıl fikreyleyip söyledi haber Buyurdu çâvuşa cem oldu leşker Akıl düşünüp kararını bildirdi-haber verdi. Emretti çavuşa, toplandı asker. Divanda söylenür ne buncadır gün Şikâyet boşundandur sözde her gün Meclisde bunca gündür söylenip duran şey öfkeden şikayettir her gün. Sabır hani boşu kekince olmuş Düzeng ile safâ andak bozulmuş Öfke keyfince at koştururken sabır nerede? Düzen-intizam ile sefâ o kadar bozulmuş ise… Boşu kekince : öfke keyfince. Düzeng : Düzen, nizam. İntizam, tertip. Ev-bark. Tiynet, yaratılış. Safâ : Gönül şenliği, eğlence. * Duru olmak, itminan ve meserret üzere olmak. Temiz, sâfi olmak. * Hava açık ve ayaz olmak. * Mekke-i Mükerremede bir yerin ismi. Andak : Onun kadar, o kadar,. Hemen. Ayıdın sabra kim tez tutsun anı Harâb etti il û şehri diyârı Sabra haber verin elini tez tutsun da öfkeyi çabuk yakalasın! Yoksa harab etti ili, şehri ve tüm diyarı- bütün vücudu harab etti! Ayıtmak : Söylemek, demek, hitab etmek. Diyâr : (Dâr. C.) Memleket. Çıkageldi sabır âna oluk-dem Sanâsın boşuyu İbrâhim Edhem Çıka geldi sabır o anda ve öfke sanki İbrâhim Edhem oldu. Olukdem : Olok-dem : O anda, o zaman, o vakit. Görülmez oldu ol îzi belirmez Nice îzi ki hiç tozu belirmez Sanki toz oldu da izi bile yok görülmez oldu. Bu kez gördüm düzenlik ü safâ hoş Oturup ayş ederler nûş ola nûş Bu defada gördüm düzenlik e sefâ hoş. Oturup zevk ederler! Sefâ üstüne sefâ olmakta. Ayş : Yaşayış. Zevk safâ Nûş : f. İçen, içici. * Tatlı şerbet gibi içilecek şey. * Zevk ve safâ. Şunun kim dünyede sabr iyesi Ki sabr oldu benim cânım gıdası Şunu bilin ki dünyada sahibi sabır olursa Ki benim de canımın gıdası sabır oldu. İye : Sahip. Ulu, er. Kaçan kim olasın bû sabr ile sen Acebdür(ür) olâsın sonra pişman Ne zaman ki sen sabır ile beraber olduktan sonra şaşılacak şey ki sen pişman olasın! Aceb : Taaccüb, şaşma, hayret. * Garib, hoş, lâtif ve nâdir-ül vücud olduğundan bir şey için inkâr ve istiğrab etme hâli. Kime sabr olsa dünyada müyesser Ana Hak verirserdir mülk-i dîger Kime ki sabır nasib olsa dünyada Hakk Teâlâ ona bütün mülkleri verir. Müyesser : (Yüsr. den) Kolaylıkla olan, kolay gelen, âsân olan, nasib. Sabır ahvâlini dinle diyeyin Sabır al ver kamu bu dünye mâlin Sabır hâllerini dinle de anlatayım. Bütün dünyanın malını ver de sabır satın al. Ahvâl : Haller. Vaziyetler. Oluşlar. Anunçün sabrdur atayî devlet Ki sabr eyler kamu müfsidleri mat Onun için sabır, Allah vergisi bir devlettir. Ki sabır bütün bozguncuları yenecek olandır. Atayî : İstenmeden verilmiş. Tanrı vergisi. Müfsid : İfsad eden, fenalaştıran. Bozan. * Başlanmış ibadeti bozan. * Nifak koyan, fesad ilka eden. Mat : Yenik. Sabır kandayısa iylikdir işi Mûdam âzâd ider yâd u bilişi Sabır neredeyse onun işi iyiliktir. Sabır her kime ki esir iken ulaşırsa ulaşsın tanıdık olsun yabancı olsun o kimseyi kötülüklerin elinden kurtarır. Mûdam : Devam eden. Sürekli. Dâim ve bâki olan. * Mübtelâ olan. Âzâd : f. Serbest. Hür. Kimseye bağlı olmayan. Kölelikten kurtulmuş olan. * Dünya alâkasından kesilmiş. * Serbest fikirli. Yâd : Yabancı, el. Biliş : Tanışık olanlar. Sabırlu devleti dâim olısar Nasîbi sabr olanlar uluyısar Sabırlı kişinin devleti süreklidir. Nasibi sabır olanları sabır, ulu kişi yapacaktır. İşittin Yûsuf’ı ol çâh içinde Dururdu sabr ile ol mâh içinde İşitmişsindir ki Yusuf aleyhisselâm kuyunun içinde sabır ile bekledi. Çâh : Yer, mevki. Mâh : Ay. Bilinmezdi ne dinlidir uzûnu Çağırsa daşra çıkmaz Yûsuf ünü Çocuk olduğu için İlâhi ilişkisinin değeri kardeşlerince bilinmezdi. O kuyudan dışarı seslense de sesi dışarı çıkamazdı. Kervan geçmez-kuş uçmaz çölde yapayalnız sabır ile bekleyiş… Dinli : Denli. Kadar. Uzûn : Üzün. İlği. İlişki. Ün : ses, yüksek ses, nida, avaz, sadâ. Şan, şöhret. Yukarı bakar ol çah ağzı ırak Aşağada makaamı taş u toprak Yukarı baktığında kuyunun ağzı çok ırak ve kuyu derin. Aşağıda ise oturduğu taş ve toprak var. Makaam: Makam. Durulacak yer. * Rütbeli yer. * Câh. Mesned. Mansab. * Niçe çağırdısa ün daşra çıkmaz Kodu çağırmağı ayruk çağırmaz Defalarca çağırdıysa da sesini duyan olmadı. Çağırmayı bırakdı artık çağırma oldu sabra sarıldı bekler oldu. Ayruk : Başka, diğer, gayrı. Artık, Bundan sonra, bir daha. İlâhi ben kulun sûçu var ola Ki bu iş ben kulun ile yar ola Ey İlâhi! Ben kuluyun ne suçu var idi de bu iş başıma geldi? Çü toprak bendese kanda varam ben Sabır kılmaz isem ne başaram ben Bu toprak bendeyse ve ben ondan yaratılmışsam nerede varayım ben? Sabır etmez isem kulluk imtihanını nasıl başarayım ben? Kanda : Nerede. Der öyle gözleri yukarı bakar Yenilmez gözyaşı sel gibi akar Böyle söylerken de gözleri kuyunun ağzına bakar. Göz yaşı ise sel gibi akar. O sâatte gerü ökünü derdi Deşirdi kendüyi vü sabrı gördi O saate hemen aklını başına aldı. Kendini devşirdi-topladı ve sabrı gördü. Ök : öğ. Akıl, hatır, zihin. Deşirdi : Topladı. İrürdi devlete ol sabr-ı âlî Ki sabr ile hoş oldu cümle hâli Bu yüce sabır onu devlete erdirdi-ulaştırdı. Sabır sayesinde bütün sıkıntılı hâlleri hoş oldu. İrürmek : Ulaştırmak, eriştirmek. Yapıştı koğaya tarttılar ânı Dedi erişti uş devlet nişanı Su aramak için indirilen kovaya yapışınca onu çektiler. Dedi: “İşte bana da devlet nişanı geldi yetişti!” dedi. Koğa : Kova. Uş : işte şimdi, şu anda. Çü çektiler koğayı çıktı daşra Zıhî devletli kim sabrı başâra Ne zaman ki kovayı çektiler Yusuf aleyhisselâm dışarı çıktı. Ne güzel devletli ki sabrı başardı. Zihî : Zi. Ne dehoş, ne de güzel. Göre sabrıla Yûsuf neye erdi Ki sabrın âcısı helvâya erdi Gör hele sabır ile Yusuf aleyhisselâm neye erdi. Ki sabır acısı nasıl helva tadına ulaştı. Sabır ıssı bilür ol ne idüğün Saâdetli tutar sabrın dediğin Ancak sabır sahibi olan bile bilir bunun ne olduğunu. Ancak saadetli olanlar tutup yerine getirir sabrın dediğini. Sabır kimdeyse ol arşa sunar Ki sabr içre bulunur dürlü hüner Sabır kimde ise o kimseyi Arş’a çıkarır. Ki sabır içinde bulunur her türlü hüner. Hüner : f. Mârifet. Bilgililik. Ustalık, mahâret. Çü her hâl(e) sana sabır gerek hoş Sabır ider bu cümle aguyı nûş Her yaramaz hâli hoş eden sabırdır. Sabır, cümle zehirleri zem zem ederde içirir. Agu : ağı, zehir. Nûş etmek : İçmek. Sabır gerek sana her hâl içinde Sabırsızlar kalıflar kaal içinde Her hâlde sana sabır gerekli olan şeydir. Sabırsız kalanlar boş laflar içinde bocalar durur. Kaal : Söz, boş laf. Ki her kimde olursa sabr hâli Olısar hayr ile ânın meâli Kimler de olursa sabırlı oluş hâli. Onun neticesi hayr ile olacaktır. Meâl : (Geri dönmek ve rücu eylemek. den) Meydana gelen netice. Mefhum. * Mânası. Kısaca mânası. * Kaymak. * Husul yeri, peyda olunacak yer. * Son, sonuç. Bırak cümle işi kıl sabr tedbîr Eren gönlünde olur sabr ile yîr Sen bırak başka tedbirler almayı da sabır yolunu tut! Çünkü hakkın ve hayır yolunun hizmetçisi Erenlerin gönlünde yer edinmek için sabır çok gereklidir. Tedbîr : Bir şeyi temin edecek veya def edecek yol. * Cenab-ı Hakkın Hakîm ismine uygun hareket, riayet. * Bir şeyde muvaffakiyet için lâzım gelen hazırlık. Yîr : Yer. Nebîdir ger velî yol sabra uğrar Eğer sen de varırsan sabr ile var İster peygamber ister Velî olsun yolu mutlaka sabra uğrar. Sende onları izlemek dilersen ancak sabır ile varacağını bil! Gözet sabrı ki tâ sen kân bulâsın Sabır bekler isen mercan bulasın Sen sabrı gözet-izle ki mânevî hazineye ulaştırsın seni. Sabırla bekler isen mercana ulaşırsın. Kân : f. Bir şeyin menbaı. * Kuyu. Kaynak. * Mâden ocağı. * Bir keyfiyetin. (niteliğin) bol olarak bulunduğu kimse. Sabırsız kişilerin dirliği hâm Ki sabr ile iyi olur ser-encam Sabırsız kişilerin diriği-düzeni ham-çiğdir. Başa gelen ibret verici acı olaylar sabır ile iyileşir. Hâm : olgunlaşmamış, çiğ. Ser-encam : f. Başa gelen, baştan geçen ibretli hadise. * Bir işin sonu. * Vaka. Öğüt gerek ise sabr ile iş et Uzâyın derisen sabır ile bit Eğer öğüt vermek gerekirse bu işi sabır ile Erenler gibi yap! Sen büyümek istersen sabır ile yetiş. Bitmek : Bitki gib yetişmek. Ne sarp iş olsa sabr onu bitirir Kamu yerde saâdetler getirir Her ne kadar başarılması ve içinden çıkılması zor iş de olsa sabı onu bitirir. Her yerde sahibine mutluluklar getirir. Sarp : Başarılması ve içinden çıkılması zor olan. Emânet el-emânet koma sabrı Bulâsın sabr ile Mi’râc u Tûr’u Emânettir ki Allah Teâlâ’dan “el emânet”tir bırakma sabrı! Kemâlât yolunda izleyeceğin 28 peygamber yoluda Tûr da Mi’râc da sabır ile ulaşılacak makamlardır. El-Emânet : Emanetleri var eden Emanetçi Allah Teâlâ’dan gelen emanet. Mi’râc : Merdiven, süllem. * Yükselecek yer. * En yüksek makam. * Huzur-u İlâhî. Peygamberimiz Hz. Muhammed (A.S.M.) Efendimizin, Receb ayının 27. gecesinde Cenab-ı Hakkın huzuruna ruhen, cismen, hâlen çıkması mucizesi ki; en büyük mucizelerinden birisidir. Tûr : Tûr-i Sina. Musâ Peygamberin (A.S.) Allah (C.C.) kelâmına nâil olduğu, Süveyş ile Akabe Körfezi arasındaki bir yer ve bir dağ ismi. Cebel-i Musa veya Tur-u Sinâ da denir. * İbn-i Sinânın ceddinin ismi. (Bak: İbn-i Sinâ) Sabırla vardı ol Mi’râc’a varan Dirî iken ölür sabrı başaran Sabır ile vardı o Mi’râc’a varan Muhammed aleyhisselâm. Ölmeden önce ölür dirlir sabrı başaran… Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’in: “Mütü kable en temutü: Ölmeden önce ölünüz!...” buyurmuştur. (Keşfü’l-Hâfâ II-291-2669) Yunus sen sâdık isen gîr sabra Katı sâbır gerek sabr ile dura Yunus sen sâdık isen gerçekten sabra gir! Sağlam sabır gerektir sabr ile durabilmek için. Sabırda dûranın boşusu kalmaz Çû sâbır oldu yâvuz hûsu kalmaz Sabırda kara kılıp duranın öfkesi kalmaz. İnsanda sabır oldu mu kötü huyu kalmaz. Yâvuz hû : Kötü huy. Saâdet istesen sabrı güzin göl Ki “Vallâhu muîn’us- sâbirin” gör Eğer sen dünyanda dinide ve âhiretinde ebedi mutluluk istiyorsan sabrı seç ve Resûlullah (sav)’in sabrını hedefine al! Ki: “Allah sabredenlerin yardımcısıdır!” ı gör-oku! أَمْ حَسِبْتُمْ أَن تَدْخُلُواْ الْجَنَّةَ وَلَمَّا يَعْلَمِ اللّهُ الَّذِينَ جَاهَدُواْ مِنكُمْ وَيَعْلَمَ الصَّابِرِينَ “Em hasibtüm en tedhulül cennete ve lemma yalemillahüllezine cahedu minküm ve yalemes sabirin : Yoksa Allah içinizden cihad edenleri belli etmeden, sabredenleri ortaya çıkarmadan cennete gireceğinizi mi sandınız?” ( Âl-i İmrân 3/142) وَأَطِيعُواْ اللّهَ وَرَسُولَهُ وَلاَ تَنَازَعُواْ فَتَفْشَلُواْ وَتَذْهَبَ رِيحُكُمْ وَاصْبِرُواْ إِنَّ اللّهَ مَعَ الصَّابِرِينَ “Ve etiyullahe ve rasulehu ve la tenazeu fe tefşelu ve tezhebe rihuküm vasbiru innellahe meas sabirin : Allah ve Resûlüne itaat edin, birbirinizle çekişmeyin; sonra korkuya kapılırsınız da kuvvetiniz gider. Bir de sabredin. Çünkü Allah sabredenlerle beraberdir.” (Enfâl 8/46) Güzin : Seçen, seçilmiş, seçkin, beğenilmiş. Sabr-ı Güzin : Resûlullah (sav)’in sabrı. Vallâhu muîn’us- sâbirin : Ve gerçekten Allah sabrdenlerin yardımcısıdır. İşittin sabr hâlin tâ nihâyet Tutânın cânına olsun beşâret Sabr hâlini etraflıca işittin-dinledin. Sözümüzü tutanın canına müjdeler olsun! Savr : savur. Beşâret : (Doğrusu Bişârettir) Müjde. Sevindirici haber. Hayırlı haber. * Müjdeye verilen ihsan. * Yeni çıkan acib şey. Hased ve Kin Destanı-1 HASED ve KİN DESTANI Uzan olma niçeme yol emindir Harâmi çok bu yolda der kemindir Yolun eminliği konusunda uyğun kara veridm sanma! Bu yolda yol kesen pusu kurmuş soyguncu çoktur. Niçeme : Niceme kim. Ne kadar, her ne kadar. Harâmi : Haram yiyen. Soyguncu. Katı-üt tarik, yol kesen. Haydut. Kemin : Aşağı, pusu. Eğer dinler isen diyem nasîhat Hasedle hıkddan sâkın be gayet Eğer dinler isen sana nasihat eydim! Hasedle kinden çok çok sakın! Hıkd : Kin. Kadimden bû ikîdir mir-i leşker Yürüyüp her biri bildiğin işler Eskiden beri kötülük askerlerinin başıdır bu ikisi. Hased ve kin daima kötülüğe yürür ve bildiğin işler. Mir : Amir. Bey. Baş. Kumandan. Vâli. Leşker : f. Asker. Hasud bir kişidir dâim o rencûr Vücûdu sağ iken renc ile makhûr Hased bir kişi daima bir iç sıkıntısı içindedir. İçindeki hasedlik bir iltihap gibi sürekli rahatsız eder. Aslında vücudu sağlıklı olduğu hâlde özündeki hased pisliğinden dolayı her zaman kahra uğramış gibi öfkeli ve hışımla yaşar. Renc : f. Sıkıntı, zahmet, eziyet. * Ağrı, sızı. * Öfke, gazab, hışım. Rencûr : f. İncinmiş. Sıkıntılı, rahatsız, dertli, hasta. Makhûr : Muhakkar. Hakir görülen. Hakarete uğramış. Mazarattan niçeme kim o kaçar Eved tohumunu bitmez yere açar Hased sahibi olan kişi zarar ziyan vermekten el çekip kaçamaz. Gittiği yerlere hased tohumu eker. Hiç ot bitmeyen yerlere de saçarki hased her yerde kök salabilir. Niçeme : Niceme kim. Ne kadar, her ne kadar. Mazarat : Zararlar, ziyanlar. Mazarrât. Ne iş kim işleye kendüye ziyan Kim ola kend’üzüne öyle kıyan Bu nasıl bir iş ki kişi kendisine zarar verip ziyan etmekte. Kim ola böylesi ki akılsuzca kendisine kıymakta. Şeker yer ise dadı- dalı yokdur Ki tatlu dirliği ile hâli yokdur Şeker de yese tadını tuzunu alamaz. Tatlı bir hayata ve hâle hep hasrettir. Hasud eli onunçün ermez işe Kime kim kuyu kazsa kendû düşe Hasud kişinin onun için iyi işlere eli uzanmaz. Kim kime kuyu kazarsa mutlaka sonunda kendisi düşer. Hasud : Çok hased eden. Diyem sânâ bahıllık neyidüğin Sakınur kendüden kendü yedügin Şimdi de sana cimrilik nedir anlatayım. Bunlar öyle kimselerdir ki kendi yediğini bile kendinden sakınır-esirgerler. Bahıllık : Cimrilik. Kazancın kendünün kendüye vermez Eli bağlı durur hayr îşe ermez Kendi kazancını kendine verip kendi ihtiyaçları için harcatmaz cimrilik. Hayır işlerine harcmaya gelince sanki elleri bağlır da para-pul veremez gibidir. Bu ne hâldür sanâ ey faydasız can Ki yokdur gayretin ey kaydasız can Bu nasıl bir hâldirki hiçbir kazancından fayda sağlayamamaktasın Kaldı ki cimrilikten kurtulmak için ne bir gayretin nede ayarlayıp akort etmen var! Kayda : Nerede. Gayda. Ayar, akort, düzen Göre ne hâldedir cânın u cismin Ne kimsesin sen ü yâ nedir ismin Bak-gör ne hâldedir cismin-bedenin ve canın-ruhun… Sen ne biçim adamsın! Yanedir senin adın ki cimriliğin meşhur olmuş aismin unutulmuş. Bu ne kûteh- nazar yâ ne firâset Ki bir dem olmadın kendinle halvet Bu ne kadar kötü bir ileriyi görüş ve anlayışsızlıktır! Ki sen bir an kendi içine kapanıp da durumunu değerlendirmedin! Kûteh- nazar : Kısa görüş, ieriyi görmeyiş. Firâset : Zihin uyanıklığı. Bir şeyi çabukça anlayış kabiliyeti. Bir kimsenin ahlâk ve istidadını yüzünden anlamak. Firasetin bir nevi, sebebini anlamadan ve ilham eseri olarak vücuda gelen seziştir. Diğer nevi ise kesbîdir. Muhtelif huy ve tabiatları bilmek neticesinde hâsıl olur. (L.R.) * Yiğitlik. * Binicilik. Muhâldür âkıl olmaklık bahıldan Ne kimse alkış eder âna dilden Cimri bir adamda aklında olması olacak iş değil. Hiçbir kimse dilden bile olsa onu alkışlayıp yaptığını beğenmez. Muhâl : İmkânsız, vukuu mümkün olmayan. Bâtıl, boş söz. * Hurâfe olan nazariye. Âkıl olmak : Akıllılık. Ko sevme dünyeyi kim kala senden Dilersen dilemezsen âna senden Bırak bu dünyayı bu kadar da sevme! Seni bıraksın artık! İstesen de istemesen de ondan sana neticede bir fyada olamaz. Süleyman’dan ilerü olmayasın Hakıykattir cihanda kalmayasın Ne kadar kazanıp saklasan da zenginlikte Süleyman aleyhisselâm’dan daha ileri olamayacaksın. Esas hakikat ise sen de bu dünyaya kazık çakıp kalamayacaksın bunu da bil! Bahîl olmak seni Hak’tan ayırdı Kanı gayet hamiyyet kanda vardı Cimri olmak seni Hakk’tan Ayırdı Hani nerde emanet olan güzel huyları namus gibi korumak gibi göstermen gereken hamiyet itinası-özeni nerede? Hamiyet : Gayret. * Nâmustan gelen gayretle utanma veya kızma. * İstinkâf etmek. * Mukaddesatı ve milletin haklarını, mâmus ve haysiyeti korumak hususlarında gösterilen gayret ve ihtimam hasleti. İman ve İslâmiyeti ve Hz. Peygamberin (A.S.M.) Sünnet-i Seniyyesini ve din ve mücahede kardeşlerini muhafaza ve müdafaa etmek gayreti. Kanda : Nerede. Hasseden kişi ne fâide görür Neye kim lâyık isen Tanğrı verir Hasislikten kişi ne fayda elde edecek? Kim neye lâyık ise Hakk Teâlâ ona lâzım olanı tercihi gereği verir. Hasis : (Hisset. den) Kötü huy, fena tabiat. * Ufak, değersiz. * Tamahkâr, cimri. Neyî neye gerek ol bîle gerek O kadirdir verir kîme ne gerek Kime ne gerekiyor ise O bilse gerek. Kadîr olan kime ne gerekse ona onu veririr. Nasîbine senin sen nazar eyle Anâ göre yarak kıl hazer eyle Sen İlâhi nasibine bir göz at-kısmet olması için gayret et! Akibetinden kork da ona göre hazırlığını doğru dürüst yap! Yarak kıl : Hazırlan. Zektâsız hayvan (u) sadakasız mâl Ne berhudâr ola bunun gibi hâl Kazandığın hayvanların zekatını ve malın sadakasını vermediysen sen hâlin nasıl düzelip de berhüdâr olacaksın. Zektâsız : Zekâtsız. Berhudâr : f. Selâmette. Mükâfata erişen. Nasibli. İnanmazsan bana sen kendin özle Benim dediğimi kendinde gözle Benim sözlerime inanmazsan sen kendin özünü izle! Benim anlattıklarımı kendinde gözle. Ne hâcet ben demek çok çıkdı fi’lin Nişânı oldurur bağlanmış elin Senin için ben filanım demene gerek yok. Çünkü senin cimrilik işlerin o kadar meşhur oldu ki adını geçti. Bunun işareti şu ki iki elinde bağlı hakka ve hayra harcama yapamazsın. Hâcet : (C.: Hâcât) İhtiyaç, lüzum, muhtaçlık. Nişân : f. İz. Nişan. Alâmet. İşaret. Fi’l : Fiil. Müessirin tesiri. Amel, iş. *Gr: Hâdiseye veya zamana delâlet eden kelime. (Sarf bilgisinde geniş izahı vardır.) Türkçede; gelme, gitme, yazma, okuma, gezme gibi kelimelere de fiil denir. Suçu yok kîşinin bağlanmaz eli Dolaşır kendiye hem kendi fi’li Suçsuz kişinin eli bağlanır mı? O kendi kendine serbest işleri peşinde dolaşır durur. Çû suçun bilmez isen bildireyin Tutup oğrıyı eline vereyin Eğer sen suçunu bilmiyorsan ben sana bildireyim. Tutup hırsızı senin eline teslim edeyim. Oğrı : uğru. Hırsız. Çün oğrı yoldaşı başını verir Hasudluk bil seni yavlak düşürür Hırsızla yoldaşlık eden sonunda ona başını çaldırır. Hasudluk ise seni çok kötü düşürür. İnsanlık seviyeni ir dha zor elde edersin! Yavlak : Çok fazla, çok kötü. Şu kim yoldâşına hıyânet eyler Kim yoldâş olursa la’net eyler Hased öyle bir pislik ki kim ile yol arkadaşlığı yaparsa o kimseye kesinlikle hiyanet eder. Onunla yoldaş olan sonunda ona lânet eder. “Keşke seninle yola çıkmasaydım!” der. Hıyânet : Hâinlik. Vefasızlık. İtimadı kötüye kullanmak. Sözünde durmayıp oyun etmek. La’net : Nefret. Tiksinti. Allahın rahmetinden mahrumiyyet. Sanâ yoldâş olânı sen bilirsen Seni kurtarasın doğru gelirsen Eğer olgun akıllı olupda kiminle yoldaş olduğunu seçip ayırabilirsen, doğru yola doğru gelirsen seni sen kurtarabilirsin. Doğruluk besleyene bahl ermez Hased hod kibrdir hiç onu görmez Dorluktan ayrılmayana kimseye cimrilik ulaşamaz. Hased benlik kibiri olup hiç onu göremez. Bahl : Cimrilik. Hasûdun kanda(sa) belli bazarı Anın gitmez olur hiç gönlü dârı Hasud kişinin nerede olursa olsun bazarı belli ve aynidir. Bu kimsenin asla gönül darlığı gitmez olur. Dârı : İdam direği. Anın çûn dirliği n’îdem içinde Olur bin kez helâk bir dem içinde Onun hayatı hep “Ne yapayım?” içinde geçer. Bin defa helak olması bir anda olur. Helâk : Yıkılma, bitme, mahvolma. * Harislik ve pek düşkünlük. * Azab. Korku, havf. * Fakr. Bil on îki ay anın şadlığı yok Yese ger yemese kaygu ile tok Bil ki onun sevinçli günü on iki ay içinde yoktur. “Yese mi yemese mi?” kaygusu ile tok olur. Şad : f. Sevinçli, ferahlı, memnun, mesrur, şen, bahtiyar. Ne söz söyler ise havsalası dar Ne dense darlığından bin dahı var Anlama kapasitesi öyle daralmış ki ne söylesen anlamaz. Sen ne dersen de anlayışsızlığına bin daha katar. Havsala : Zihnin bir şeyi anlama ve kavrama yetisi. Hased odu onun çün yaktı ânı Yürürken sağ-esen döküldü kanı Hased ateşi onu onun için böylesine yaktı da sağ salim bir insan iken kanını döktü. İnsanlıktan çıkardı ve insan kanı taşımıyor sanki.. Sağ-esen : Diri-sağlıklı, sıhhatli, salim. Hasudluktan hasûda fâide ne Gönülden daşra düştü ne ide ne Kıskançlıktan kıskanç olana ne fayda gelecek? Kaldı ki kendi özünden dışarı çıktı gitti. İçindeki İlâhî cömertlik bağını kesti artık ne etse zor bağlar!.. Hasûd ile bahil sağışda değil Red oldlar bular hiç işte değil Kıskanç ile cimri hesaba katılmaya değer verilmeye değmeyen kıymetsiz kişilerdir. Bunlar normal insanlık işlerinden reddedilmiş kişilerdir. Toplum onları tanır ve onlardan korunmak için dışlar. Sağış : hesab, mikdar. Sağış günü : Hesab günü, kıyamet. Redd : Geri döndürmek, kabul etmemek, çevirmek, def etmek. * Bir şeyin karşılığını icra etmek. * Sözü selâset ve talâkatla eda edemeyip harfleri geri çevirerek konuşmağa sebep olan dilin tutukluğuna denir. * Cerhetmek. * Kötü ve fena şey. Bulârın birliğe ıkrârı yokdur Bulâra her ne olsa ârı yokdur Bunların birliğe-tevhide özden inanışları yoktur. Bu kimseler daima kendi menfaatlarına giderler ve İlâhî emirleri dinlemezler. Bunlar ner ne kötülük yapsalar arlanıp-utanmazlar. Ikrâr : İkrar. Açıktan söylemek. Kabul ve tasdik etmek. Hakkı itiraf etmek. Karar vermek. Mukarrer kılmak. * Fık: Bir kimseye diğerinin kendisinde olan hakkını haber vermek. Âr : Hayâ, utanma. Buların şâhdan korkusu yokdur Kimesne beğenesi hûsu yokdur Bunların Ulu Şahtan korkuları yoktur. Havfullahı tınmazlar. Kimselerin beğeneceği bir huyları olamaz. Çünkü hased tüm kötülüklerin anasıdır ve bunlar hased üreten anaçlardır. İblisin başına gelenler hased yüzünden olup bunlar da hep onu izlerler. Hû : Huy. Ahlâk. Nerede olsa halk ürker sözünden Kimesne assı eylemez özünden Bunlar nerde bir söz dese halk irkilir, şüpheye düşer ve düşünür ki ne kötülük dünüyorlar diye. Bunların içinde kimse için fayda verecek bir iş niyeti asla olamaz. Ürkmek : Bir şeyden korkarak birden sıçramak. Assı : Yarar, çıkar, kâr, kazanç. Bahîlin gözlerinde ibret olmaz Kimesneye bulardan himmet olmaz Cimri öylesine bir öz körüdür ki hiçbir işten ibret alamaz. Hiç kimseye bunlarn hak ve hayıra çıkan bir işte yardım ve destek olamaz. İbret : Uyanıklığa sebeb olan ders. * Çok çirkin ve düşündürücü. Himmet : Kalbin bütün kuvveti ile Cenab-ı Hakka ve sâir mukaddesata yönelmesi. Kalb isteği ile gösterilen ciddi gayret. * Allah indinde makbul ve mübârek bir kimsenin mânevi yardımı ile birisini koruması, yardım etmesi. * Tabiî şevk ve meyil ve heves. * Lütuf, yardım. Ganîdir pâdişeh olânı görmez Çeker buhl elini nesneye ermez El Ganî (cc) olan Hakk Teâlâ’yı görüp âyetlerini dinleyip de cömertlik yapamaz. Cimrilik ellerini geri çeker durur ve bırakmaz. Ganî : Zengin, kimseye muhtaç olmayan, elindekinden fazla istemiyen. Varlıklı, bol. Yenir ni’metleri şâhın bayâğı Hiç eksilmez durur dâne darâğı Halbuki El Ganî (cc) olan Hakk Teâlâ’nın nimetleri yenilip durmaktadır. Buğday anbarı hiç eksilmez tüm canlılar için. Dâne darâğı : Buğday anbarı. Niçe yıldan berü ol ni’metî yer Hak’a dir derse dâhı şirk ile der Yıllardan beri herkes o nimetleri yer durur. Hakk’a kul olanlar da şirk koşanlar da hepsi böyle beslenir. Gelir her gün yeni nüzül yeni han Yeni gelenlere verir yeni don Her gün yeni bir nimet bazarı açılır, yeni sofra kurulur ve yep yeni bir misafir ziyafeti açılır durur. Nüzül : Sofra. Han : Ziyafet. Don : Elbise, kisve, yeni kimlik. Yeni subh u yeni ahşam yeni hal Yeni devran yeni dem yeni vısâl Yeni sabahlar, yeni akşamlar ve yeni hâller içinde hayat sürer gider. Hep yepyeni bir devran döner. Herkes hep yeni isteklerine kavuşur durur tercihi ne ise… Subh : Sabah. Ahşam : Akşam. Vısâl : (Vasıl. dan) Vâsıl olma. Sevdiğine ulaşma. Kavuşma. Ayrılıktan kurtulma. Kadeh yeni yeni mey yeni meşreb Yeni ayş u yeni işret yeni mutrab Yeni kadeh, yeni şarab ve yeni huyları içmeler… Yeni yaşayış, yeni eğlence ve yeni çalgıcılar olur bu âlemde… Meşreb : Huy. Yaradılış. Adet. Ahlâk. * Gidiş. * İçmek. İçilecek yer. * Fehmetmek. * Mânevi haz ve feyz alınan yer ve yol. Ayş : yaşayış, hayat. İşret : Zevk, eğlence. Mutrab : Çalgıcı, sazende. Nedir bir kişi belki cümle âlem Nasîbini alır ne bîş û ne kem Değil bir kişi cümle âlem herkes bu bazardan nasibini alır. İter iyi kişi ister kötü kişi fark etmez… Bîş : Çok, iyi. Kem : Az, kötü. Bahil kandayısa Karun’la kopar Ki ol da ancılayın mâla tapar Ancak cimri olan Karun gibi doyma bilmez. O kimse de Karun gibi mala tapıcıdır. Karun : Kaarûn. Peygamber Musâ (A.S.) devrinde yaşamış, malı ile mağrur olarak haddini aşmış ve Cenab-ı Hakkın zekât emrini dinlemediğinden Musanın (A.S.) duâsından sonra malı ile birlikte yere batmış olan dünya zengini. Cenab-ı Hakkın lütuf ve ihsanını kendine mâlederek nankörlük ve enaniyetinden dolayı bu fena sıfatı ile meşhur olmuştur. Ancılayın : Onun gibi. Diyelim dinle Kaarûn’un zevâlin Verip îmânını vermedi mâlin Dinle de sana Karun’un cimriliği içinde kayboluşunu sana anlatalım! Nasıl imanını verip de malını vermediğini… Zevâl :Zâil olma, sona erme. * Gitmek. Yerinden ayrılıp gitmek. Çü Kaar’ûn’a mal içün buyruk indi Zekâtı vermedi vü dîni döndi Çünkü Karun’a mal için İlâhî buyruk indiği hâlde yinede malınınzekâtını vermekten kaçındı. Sonunda dininden döndü Musa alaeyhisselâm’ı terk edip Firavuna dost oldu. Buyruk idi : Emrinde idi. İder feryâd yer kov arâyın Ki boynumdan vebâlin indireyin Kendisine vaat edilen yok ediş gelip çatınca feryad ederek der ki: “Bana kaçacak bir yer-kovuk-mağara bulun da boynumdaki şu günah yükünü indirip kaçayım!” Feryâd : f. Bağırıp çağırma. Yüksek sesle medet istemek. Figan. Kov : Kovuk, in, mağara. Vebâl : Günah. Zarar. Ziyan. Şiddet. Ağırlık. Azab. Doğru olmayan bir hareketin manevî mesuliyeti. Koyıcak yer malın öşrünü seçti Kıyâmaz vermeğe cânına geçti Malının öşrünü hesapladı ki çok. Vermeye kıyamaz de canından geçer. Öşr : Öşür. Ondalık, onda bir. Mahsullerden, Kuran-ı Kerim hükümlerince onda bir olarak alınan zekât. Ayıttı bunca mâlı vermiyim Yiğ ol kim yeryüzünde yürümeyim Dedki: “Bunca malı vermekzekat, sadakave öşür diye vermektense yer yüzünde yürümemek daha iyi!” Ayıtmak : Söylemek, demek, hitab etmek. Yiğ : yeğ. Daha iyi ki. Ko bu mâl eksilince ben öleyim Gözüm görür iken nîce vereyim Bırak bu malım eksilecene ben ölsem daha doru olur! Gözüm göre göre malımı nasıl veririm ben! Zekâtın vermedî devleti döndü Haber bû olıcak yer gene sundu O böyle diyordu dmesine amma, zekatı vermeyince işleri tepe taklak olup ters gitmeye başladı. Haber bu ki yer yine buyur etti. Tutup eklett’ onu beline değin Verir kendi evet onun dileğin Toprak onu beline kadar yuttu. Mecburen yutuldu , çünkü toprak ona sormadı ki kendisine emredilen yutma işini yaptı. Ekletmek : yemek, yutmak. Görür evren değil Karun sureti Doyamaz ol azaba işi katı Bakar ki Karun bu iş tâbiatın işi değil. Çektiği azab ise dayanılır gibi değil. Gerü feryâd eder bû kez beni kon Bolay ki olayıdı tâli’im ön Geri dönüp feryad eder ki: “Bu kez bir defa olsun beni bırakın! Olur ki da talihim yâver gider de düzeltirim hâlimi.” Bolay ki : Bola kim. Ola ki, belki, İnşâllah. Tâli’im : Talih. Faydasız, yaramaz iş. (Kısmet ve kader mânasında: Bak: Tâli) Tâli : Doğan. Tulu eden. * Kısmet, kader, baht. * Nişangâhın arkasına düşen ok. * Yeni hilâl. Yâver : f. Yardımcı. Mededkâr. İmdatçı. * En yakın memur. * Devlet büyüklerinin yanında bulunan en yakın memur. Katı şart eyledi öşrini vire Bi çârelik nasîbin kim giderse Kesinlikle şart koştu ki öşrünü de verecekyeter ki bu çâresizlik batağından kendisinden giderse… Katı : kesin, pek çok, çetin, şiddetli. Koyıcak yer anı gerü yayıldı Vay ol kişiye kim ol darb uruldı Toprak bırakmak üzere yayıldı . Yazık o kişiye ki eskisnden de beter oldu. Darb urmak : Sopa çekmek, döğmek. Hased ve Kin Destanı-2 Peşimân olıcak yer gene tuttu Boğazına değin Karun’ı yuttu Karun malının zekâtını vermekten pişman olunca toprak onu tekrar yakaladı. Boğazına kadar Karun’u yuttu. Boğazına değin tututdu durur Kıyâmaz mâla can terkini urur Boğazına kadar toprak içinde beklerken dahi canından geçer de malından geçmez hâldedir. Katılıktan işi yavlak uzattı Gözü bâkar iken mal yere battı Bu kararında kesinlikte işi çok fazla uzatıı ve haddini aştı. Bu sefer gözleri kakıp duruken kendisnden önce malının toprağa battığını gördü. Yavlak : Çok fazla. Batar kendü dahı mâlı sonunca Gider her gün yere kendü koyunca Malı battıktan sonra kendisi de battı. Toprağın içinde aşağı doğru her gün kendi boyunca gömülmeye başladı. Kıyâmete değin yer boyu gider Gör imdî kim kıyâmet âna n’îder Bu hâli kıyamete kadar sürecek yerin dibine doğru. Bir de bak gör ki kıyamet ona neler edecek! Ki oddın zencir eder(ler) malını Kamû âlem göre anın halını Ki mallarını ateşten zincir edecekler. Bütün herkes görecek ki onun ne hâllere düştüğünü. Olup zencîr mal boynuna düşer Halâyık hâs u âm hep âna düşer Malları zincir olarak boynuna geçince her türlü insanlar görmek için başına üşüşürler. Halâyık : Cariye, hizmetçi. Has u âm : Özel insanlar veya halk. Diyeler ehl-i mahşer ol bu hâlde Boyun zencirlü kalmıştır vebâlde Bu hâlde onu gören mahşer yerindekiler: “ Bunun dünyadaki bir günahı boynuna geçmiştir!” Vebal : Günah. Zarar. Ziyan. Şiddet. Ağırlık. Azab. Doğru olmayan bir hareketin manevî mesuliyeti. Zekâtın vermeyenin hâli bûdur Olur boynuna zencir mâlı bûdur İşte zekâtını vermeyenin hâli sonunda budur. Kıyamette boynuna böyle zincir olur zekâtı verilmeyen malı. Ne çâredir ki buhlı göre canı Geçip boynuna dâr oldu cihânı Ne çâre ki bir can cimrilik hastalığına tutulursa malı boynuna geçer de cihanı dar getirir bu âlemde huzur yüzü göremez zâten! Gınâdan fâide olmaz bahîle Geçer yohsul gibi yüz bin mal ile Zenginliğinden hiçbir fayda gelmez cimriye. Yüz binlerce mal içinden ekmeğe muhtaç bir yoksul gibi geçer-gider. Erin başlığı mâl ile değildir Nice mallıya yohsul diyegel dur Er olanın yiğitliği malı ile değildir. Sen nice malı olduğu hâlde cimri olanlar görürüsün ki onlara: “Bunlar gerçek yoksullardır!” de. Meğer kim gönlünü ıldırum urdu Ki çevre yânına karanu durdu Sanki senin gönlünü yıldırım çarpmış gibi. Her bir tarafını cehâlet karanlıkları sarmış gibi… Ildırum : Yıldırım Hudâ’dan mühr oruldu himmetine Gelip kim dinlene onun katına Hüdâ’dan sanki himmetine mühür vuruldu. Kimse gelip de onun huzurunda derdine devâ bulup dinlenemez. Mühr oruldu : Mühür vuruldu. Himmet : Kalbin bütün kuvveti ile Cenab-ı Hakka ve sâir mukaddesata yönelmesi. Kalb isteği ile gösterilen ciddi gayret. * Allah indinde makbul ve mübârek bir kimsenin mânevi yardımı ile birisini koruması, yardım etmesi. * Tabiî şevk ve meyil ve heves. * Lütuf, yardım. Nasîhat bin olursa biri sinmez Küfür söyler dili hiç ağzı dinmez Nasihat bin olursa biri Sinesinde yer etmez ve gizlenip kalamaz. Agzı hiç kapanmaz ve daime küfür konuşur durur. Çü âciz kendü dâhı kend’ özünden Ki şâd olan ölür gussa yüzünden Aslında kendisi de kendi özünden âciz kalmıştır. Öyleki şen şâduman olan bile bu hâle düşünce gamında tasasından ölür gider. Âciz : Beceriksiz. Eli ermez. Kabiliyetsiz. Gücü yetmez olan. Özünün özgeye yoktur hisâbı Meğer yok âhıretten feth-i bâbı Ona göre özünün özünü yaratana bir hesab vereceği gerçeği diye bir şey yoktur. Meğer ki ona âhiretin ve hesabın kesinlikle geleceğini bildiren bir Fetih Kapısı açıla. Yaşayan bir Allah Dostundan daim dirilik olan Nur-u Mim’ i almış olabilsin vve gereğini yaşayıp Hakk’a şâhid olsun! Feth-i bâbı : Kapı açılması Nedir lâ ye belî ol hîç bilmez Ki bunlâra yarâşır iş kılmaz Nedir “lâ-ye-belî” o bunları hiç bilmez . Zaten bilemediği cehâletinden dolayı hakka ve hayra yarayan bir iş yapamaz. Bahıl kandâyısa Kaarun iledir Güman tumayısar mutlak biledir Cimri olan nerede ve ne zamanda yaşarsa yaşasın Karun ile beraberdir. Şüphe duymasın mutlaka onunla biledir. Kişi kim Hak yolundan daşra dûra Tutup boynuna kendü zincir ûra Kişi kim Hakk Yolundan dışarıda dura. Sanki kendisi kendinin boynuna zincir takmış gibi… Kamu buhl ehlinin işi bu ola Kadimden kısmetidir bû nevâle Bütün cimrilerin işi böyledir. Bu kısmetleri eskiden beri aynidir ve böyle oluştur. Nevâle : f. Yiyecek toplayan, kısmetini alan. Kimin kim buhl oduyısa hâli Elin urmâğa mâla yok mecâli Kimin ki hâli cimrilik olduysa malını hakka ve hayra harcamaya elini dokunduramaz. Mecâl : Tâkat. Güç. Kuvvet. * İktidar. İmkân. * Fırsat. Kimin kim kendisiyle kadri yoktur İki gözleri kördür vârı yoktur Kimdir ki kendi kendisine bir kıymeti-kadri yoksa iki gözleri kör bir varlığı da yoktur. Bahil olmuştu ilm ü hüner ıssı Esirgedi özün ol nazar ıssı Cimri olanlar da ilim ve hüner sahibi olabilirler. Özlerine bakıp da ne hâlde olduklarını görecek bir bakışla kendi özlerini esirgerler. Diler kim buhl elinden kurtula ol Ayân ola ona Hak’tan yâna yol Bu kimseler isterler ki cimriliğin elinden kurtulsunlar. Âşikâr olur ona Hakk’a giden yol. Ayân : (İyân) Aşikâr. Belli. Herkesin bilebileceği ve görebileceği. Gelip akl önüne yüz yere urdu Eser etmişti ona buhlun odu Cimri akılın huzuruna gelip yüzünü yere serdi. Cimrilik ateşi onda eserler-izler bırakmıştı geçmişten. Tevbe edecek nice günahlar… Çü âğaaz etti kim sözünü diye Kulak tuttu akıl ol keleciye Ne zamanki cimri sözünü demek için ağzını açtı. Akıl ise onun sözlerini dinlemek için kulağını açtı. Âğaaz : ağız. Öküştür ma’siyet edîşe dâim Dilerem buhlden ben kurtulâyım Dedi ki: “Günah işlemeye daima çok düşkündür. Ve dilerim ki bu cimrilikten ben de kurtulayım!” Öküş : çok fazla, ziyade. Ma’siyet : İtaatsizlik, günah, isyan. Ömür geçti dırîgaa geç uyandım Banâ bû dünye bâkıy kala sandım Ne yazık ki ömür çabuk geçti ve ben çok geç uyandım! Ben de bana bu dünya ebedi kalacak sandım! Dırîgaa : Yazık ki. Dilerim ki banâ feryâd iresin Güç olmuş kişiye sen dâd iresin Dilerim ki benim feryadımı duyar da zorda kalmış bana sen imdad edesin. Dâd irmek : İmdad ulaştırmak. Gör imdi akl âna ne deyîser Bize gelen hasedden el yuyısar Gör şimdi akıl ona neler diyecek. Bize gelen hasedden elini yuyacak. Akıl bir kîşidir Allâh’a bâkar Uyarsan akla uy ol buhlu yâkar Akıl tıpkı bir insan gibidir ve daima Allah’a bâkar . Sen uyacaksan akla uy! Çünkü cimriliği ancak olgun akıl yakar. Akıl aydur gele bir gözlerin aç Sahâvet kandayısa ol yanâ kaç Akıl der ki: “Gel de bir gözlerini aç! Ve cömertlik neredeyse o yana koş!” Sahâvet : Cömertlik, el açıklığı, muhtaç olanlara çok ihsan etmek. Elin âla sahâvet gide bile Göresin Hak yolun hoş tertib ile Cömertlik elinden tutsun da beraberinde seni de götürsün. Bu hoş düzen ile Hakk Yolunu göresin ve gidebilesin. Denince söz sahâvet dâhı erdi Atâya perde olânı götürdi Bu sözler konuşulunca cömertlik ulaştı. Hakkın verdiği güzellik nimetlerine perde olan kötülükleri-cimriliği de götürdü. Oluk dem cümle mâlin yağmalattı Du dünyâ cîfesin ardına attı O an cümle malın yağmaya verdi halka. Dünya-âhiret iki âlem yaramazlıklarını-leşini arkasına attı. Cîfe : Kokmuş et, ölü hayvan, leş. O murdar çünkim andan daşra düştü Bahiller il gibî çep-çer’ uluştu Cimrilik işi yüzünden o kimse iyilerden dışarı düştü. Cimriler yabancılar gibi hyanlışların çer-çöpü gibi dışarıda yığılır kalır. Murdar : f. Pis. Kirli. Mülevves. Temiz olmayan. * İslâmiyetin gösterdiği kaidelere uygun olmıyarak kesilmiş hayvan. Çep : f. Sol, yanlış, falso. Şu kişî kim bugün dünyâsı terkdir Yakın bilgil onun îmânı berkdir Kimdir ki bu gün dünyasını terk etmiştir. O kimsenin imanı sıkıve sağlamdır. Sevemez dünyeyi merdan kişiler Bakıy dirlik nedir onu dilerler Elest âleminde verdikleri sözün eri olan merd kişiler dünyayı sevemezler. Onlar bitmeyen bir dirlik-düzen isterler. Bakıy âlem göründü gözlerine Oturdu aşk tozu gözlerine Bâki olan ebedi âlem göründü gözlerine Gözlerine aşk tozu doldu, başkasını göremezler. Anınçün gözleri Hakk’a açıldı Hudâ’dan cânına rahmet saçıldı Onun için gözleri Hakk’a açıldı ve Hudâ’dan cânına rahmet saçıldı. Nesi kim vâr ise terk etti yola Bu yol ile varan ma’şûhu bûla Neyi var ise bu yola harcadı ve biliyordu ki bu yolun sonu mâşuka çıkar ve onu bulur. Ma’şûh : Mâşuk, sevgili. Kamû ilm û amel bir berke değmez Ki terki olmayan bir berke değmez Bütün ilim ve amel bir sağlam imana değmez. Başkalarına bağlarını kesmeyen nasıl Yâr’e bağlanabilir. Varlığını terk etmeyenin imanını berkitmek lâzımdır. Velîye vü nebîye terk buyurdu Helâldır terk ona can terkin urdu Peygamber veya Velî olsun dünya terkini buyurmuşlardır. Böylesi Eren öğrencilerine iman helâldir. Ki onlar canlarını bile Hakk’a iman için verebilirler. Eğer izzet sevene terk muhâldir N’ola sızmasa bunda onda kaldır Kendi izzetini seve kişinin bu dünyayı terki olacak iş değildir. Değil terk damlası bile sızmasın da onda kalsın. Niçe perdedurur dostu görenler Ye neye kayıka gönül verenler Dostun gül yüzünü görenler için başkaları perde olur mu? Yâr’e gönül verenler niçin kuşku duysunlar. Kayıkmak : Düşünmek, kuşkulanmak. Kayıkmaz nesneye hiç gönül eri Kabûl etmeyeler terksiz bulârı Kızmaz hiç bir şeye gönül erleri Sadece dünyayı terk etmeden bunları kemâlât okuluna kabul etmezler. Han ü man bekleyen görmeye ânı Komâyınca tamam fânî cihânı Bu fâni cihanı tamamen terk etmedikçe, bu dünyada mal-mülk peşine düşenler Dostu göremez. Han ü man : Mal-mülk, ev-bark, varlık. Eli doyup kodu sahâvet ıssı Çün öyle buyurur yolun ulusu Cömertlik sahibinin eli doymuştur ve kimselere el açamaz. Çünkü Bu yolun Ulusu (sav) öyle buyurur. Sahâvet : Cömertlik, el açıklığı, muhtaç olanlara çok ihsan etmek. Resûlullah: (sallallahu aleyhi ve sellem): “Ümmetin ebdâlleri (velîleri) cennete, çok oruç ve çok namazla girmiş değildirler. Ve lâkin oraya girişleri, ALLAH’ın rahmeti ve selâmet-i sadr (sine paklığı, gönül eminliği ve salimliği) la ve sahaveti’l-enfüsle (nefislerin cömertliği, iç cömerliği) ve bütün müslümanlara merhamet etmeleriyledir.” buyurmuştur. (El Hâkim, İbni Ebi’d- Dünya ve Beyhâki-Şuabu’l-imân) Ki yüz bin yöğrüsü cömerd er uttu Bu meydan öndülün ol aldı gitti Yüz bin yöğrü erin saldırdığı fazilet ödülünü cömert olan er kaptı-üttü ve bu meydanın ödülünü aldı gitti. Yöğrü : Hızlı, taşkın. Ki yüz bin da’vi kılan ona ermez Onun îzi tozunu kimse görmez Yüz binlerce dava sahibi olanlar ona ulaşamaz. Bırak ulaşmayı izinin tozunu bile kimse göremez. Sahî bir kişidir uçmâğa sığmaz Ki tâc u hulleye hûriye akmaz Cömert öyle bir kişidir ki cennete sığmaz. Onun gönlünde taç, hulle, huri yoktur. Sahi : Cömert, eli açık, herkese iyilik etmek isteyen. Hulle : Ağır, pahalı. * Belden aşağı ve belden yukarı olan iki parçadan ibâret olan elbise. * Cennet elbisesi. Huri : (Ahver ve Havrâ kelimelerinin C.) Ahu gözlüler. Gözlerinin akı karasından çok olan, pek güzel ve güzellikleri tarif ve tavsif edilemiyecek derecede güzel olan Cennet kızları. Onu dûyanlara ne cennet ü hûr Ki terke gîrene ne hur ne kusur Onu duyanlar için ne cennet ve huri Varlığını terk edene ne huri ne köşkler. Kusur-i cinan : Cennetteki köşkler. Onunçün kim tecellî balkır ona Kayıkmaz zerrece ol değme yana Onun için ki tecellî yıldız gibi yağar. Hiçbir yöne zerre kadar kuşkulu bakmaz Tecelli : Görünme. Bilinme. * Kader. * Allahın (C.C.) lütfuna uğrama. * İlâhi kudretin meydana çıkması, görünmesi. Hak nurunun tesiriyle kulun kalbinde hakikatın bilinmesi. Kayıkmak : Düşünmek, kuşkulanmak. Müşâhede gören neye kayıksın Ne var ondan iyi ye neye baksın Seyredip anlayan neden kuşkulansın Ondan iyi ne var ki ona baksın! Müşâhede : Gözle görmek. Seyrederek anlamak. Seyretmek. * Muayene, kontrol. N’ider iki cihânı dosta gîden Işıktur sermaye gel bâzar îden Dosta giden iki cihanı ne yapsın! Bu bazarda sermaye ışıktır ey bazarcı! Araz sermâye olmaz dost katında Edebdir varlığın şeh hazretinde Dost katında tesadufi sermaye olmaz. Şeyh Hazreti huzurunda tek sermaye varlığın edebindir. Araz : İşâret, alâmet. * Tesâdüf, rast gelme. * Kaza. Felâket. Zâtî olmayan hâl ve keyfiyet. Sahâvet îder isen ışk alâsın Tamam terk olıcak ışkta kalasın Sen can cömertkiği edersen aşkı alırsın. Terkin tamamlandığında aşkta ebedi kalırsın. Sahâvet îder ıvazını ışk bağışlar Bulunur ışk içinde aceb işler Cömertlik verilene karşılık bedel olarak aşkı bağışlar. Aşk içinde ise şaşılacak işler olur. Ivaz :İvaz. Karşılık olarak verilen şey. Bedel. Açık olâna ne sermâye mi mâl Dilek iki gönül bir bû ne muhâl İki eli açık olana mal sermaye mi sanırsın. İki ayrı dileği var oysa kalb biridir. Bu olacak iş mi? Guzaf yerde değil bû sen dediğin Bulursun sen seni sen istediğin Lüzumsuz- boş br yerlerde değil bu senin dediğin şey. Sende seni aramaktası ve sensin istediğin. Kendini bilmek için önce sen seni bulmalısın. Beden-Nefs-Kalb-Ruh ayrı tellerden çalarken Tevhid Birliğine nasıl ulaşacaksın sen, seni bilmeden-bulmadan –olmadan!.. Guzaf :Güzaf. f. Boş, bîhude. Lüzumsuz. Seninle sen danış gör kandasın sen Senin devletine behânesin sen Sen kendi kendine bir danış-durum değerlendirmesi yap ki nerdesin sen! Aslında sana fıtratan verilen Halifelik Devletine bahane-sebeb de sensin. Sen seni bilince Rabbini bilirsin ve bu devlet tahtına oturusun! Kul iken Sultanlığın Tevhid Tacını takarsın! Behâne : Bahane. f. Vesile. Sebeb. * Yalandan özür. * Kusur. Noksan. * Garaz. Seni senden iyi kim bilebîle Geçirdin ömrünü bû dirik ile Seni senden iyi kim bilebilecek ki geçirdin ömrünü bu dirlik ve düzen ile. Dirik : Dirlik. Yaşayış, hayat, geçim. Ne ise dirliğin oldur ölümün Bu günkü gündürür yarınki günün Hayattaki dirliğin ne ise o hâl içinde ölürsün. Yarın başına gelecek olan bu günündür. Yarın gelince bu gün ektiğini biçeceksin! Hak’ı duyanlara bûgün yarın yok İşin bugün bitir gözleme ayruk Aslında Hkk’ı duyan ve duyduğuna uyanlar için bu gün yarın yoktur. Onun iin sen bu gün henüz yaşarken ve imtihanın devam ederken kulluk kemâlâtı işini bitir de başka bir şekilde görüş bekleme. Ayruk : başka, gayrı, diğer. Hisâbı her kimin yarına kaldı Tut öyle kim balığı tâsa saldı Her kimin ki hesabı ve sonucu bakılmadan yarına kaldı. Sanki balığı deniz yerine tasa saldı say-bil. Tâs : Su kabı. Kimin ahvâli kim yârına kaldı Eliyle bâşına el kodu oldu Her kimin hâllerinin hesabı yarına kaldıysa o kimse kendi eliyle başına el koymuştur. Kendisini yine kendi idam edecek demektir. Ki zirâ pâdişâhın bunda hâzır Ne işin var diye ferdâda âhır Çünkü bu kulluk imtihanı düzenini kuran Padişah Hazır-nazır olarak seni izlemekte ve kayda aldırmaktadır. Bu gün ne yapmışsın diye soracak sana yarın. Ferdâ : f. Yarın. Bugünden sonraki gün. * Arabçada: Bir olarak. Tek olarak. Gözün görür iken gel Hak yoluna Kamâgıl nefsini kendiliğine Sen Kâmil akıl sahibi ol da elin tutup gözün görürü iken vakit de var iken nefsini kendi bildiğine bırakma da Hakk Yoluna gel! Niçün korsun seni düşvar saate Kanı aklın göyersin kıyamete Niçin sen elindeki fırsatları kullanmazsın da kendini-hesabını gelecek olan zor ve sıkıntılı kıyamete bırakırsın! Senin aklın nerede bilmiyor musun için için yanaraka gidiyorsun zaten kıyamet! Düşvar : Güç, zor. Göymek : İçten yanmak. Kamû çiğ işini hep bunda pişir Yol uzâktır yükûnü bunda devşir Bütün yoz ham-çiğ işlerini burada pişir-işe yarar hâle getir. Yolun çok uzak ve bom boştur ihtiyacın olan azığını-yükünü buradayken topla. Ki bunda bitmeyen iş onda bitmez Sağır mı kulağın niçün işitmez Zaten burada bitmeyen-hesabı verilemeyen iş orada bitmez ve hesabı görülür. Senin kulağın sağır mıdır da Hakk’ın kelâmını işitmitor? Cömertler duydu bunda ol zevâli K’olâra vâsıl oldu Hak visâli Cömert olanlar işte bu Karun hikayesindeki varlık içinde kayboluşu duydular. Aslında bu duydukları kulaklarının pasını sildi de Hakk’ı duyup-uydular. Hakk’a kavuşma yollarını yine kendileri açtılar. Sehâya sen Yunus vardın ise erk Ayıt imdi bu yolda n’eyledin terk Ey Yunus! Cömertliğe erkence-genç iken ulaştıysan eğer. İnsanlara söyle-anlat ki bu güzel yolda yürümek için hanği yaramazlıklarını terk ettin? Sehâ : Sahâvet : Cömertlik, el açıklığı, muhtaç olanlara çok ihsan etmek. Erk : Erken Vücûhun yoğısa gönüllere git Boyun vermez damarlarını seğit Gidecek bir yön-yol-yüzü yok ise ozaman Allah Dostlarının gönüllerine gir de gönülden gönüle geçen Hakk Aşkın yoluna düş… Kimselere boyun verip baş eğmez kötü huylarını-damarlarını yumuşat ve koştur. İşe yarar hâle getir ki söküp atamazsın. İslah ve iflahı ise ilim ve edeble senin elinde. Vücûh : (Vech. C.) Çehreler, yüzler, suretler. * Tarzlar. * Sebepler. * İmkânlar. * Münasebetler. * Kuran-ı Kerim okunuşundaki farklar. * Bir memleketin ileri gelenleri. Seğirtmek : Koşmak. Gönül erîni önden koma elden O kurtarır senî dürlü fiilden Gerçek gönül eri Erenlerinin izini sürmeyi elden bırakma! Çünkü ancak böyle yapman kurtarır seni türlü türlü yaramaz işlerden. Öğüt tûtar isen koma eteğin Tac eyle bâşına âyâğı hâkin Sen öğüt tutan biriysen eğer eteklerine yapış da bırakma! Ayaklarının toprağını başına taç yap! Kıymet ve değerlerini iyi bil! Âyâğ-ı hâkin : Ayağının toprağın. Destan-ı Akıl-1 Dâstân-ı Akıl Akıl Destanı Gel imdî aydayım birkaç nasîhat Bu akl-ı cüz’îden sâna iyi baht Gel şimdi söyleyeyim birkaç nasihat. Bu az, sınırlı ve sorumlu akludan sana iyi baht. Baht : f. Kader. Tâli. Uğur. Alın yazısı. Kısmet. İkbal. * Saadet. Lezzet. Cüz’i : Azdan olan. Parçaya âit olan. Biraz. Pek az. Kıymetsiz. Mühim olmayan. Esasa ait olmayan. Cüze âit olan. Külli olmayan. Kalır daşra bu şardan Akl-ı Ma’ış Bakar bû yola Akl-ı Cüz’i bakış Dünyada geçim işini düşünen hayvanî akıl bu şehrin-gerçek insan aklının dışında kalır. Bu yola Parçaya âit olan akıl bakar. Şar : Şehir. Akl-ı Ma’ış : Akl-ı Maaş. Aklın en alt tabakası. Dünyada geçim işini düşünen akıl. Akl-ı Cüz’i : Azdan olan. Parçaya âit olan. Biraz. Pek az. Kıymetsiz. Mühim olmayan. Esasa ait olmayan. Cüze âit olan. Külli olmayan Akıl. Onunçün dost yüzünden gözün ırmaz Buçuk sâat bu onsuz hiç dem urmaz Onun için dost yüzünden gözün ayırmaz. Yarım saat bile olsa O’nsuz durmaz. Irmak : Ayırmak, cüda kılmak. Çü dost onun olupdur her nefeste Ki dostsuz can kuşu durmaz kafeste Gerçekten aldığı her nefesle içine Dost dolmakta. Dostsuz Can Kuşu bu Kanlı Kafeste duramaz. Öğüt alır isen sen bû haberden Gerek hâriciler sürüle şardan Eğer öğüt alır isen sen bu haberden. Akıl sistemine zarar veren ve dışardan giren yabancı düşünceler bu kâmil akıl ülkesinden sürülür-çıkarılır. Hârici : Dışarıya âit olan. İçeriye âit olmayan. Dış ile alâkalı. Ecnebiye âit. * Zorba ve âsi olan. * Seyyid olmadığı halde seyyidlik iddia eden. * Vaktiyle Hazret-i Ali Kerremallâhü vecheye âsi olan fırka-i dâlle ashabından herbiri. (Bak: Havaric Vakası) Ki bin er şehr içinde elbiretti Harîcîler sürütüp el bir etti Bunun için bu ülkede görevli yaratılan bin yiğit elbirliği edip Haricîleri-isyancıları sürerler. Şehir bizim olup dişmen sınıktı Bize tâpu eden yavlak ınıktı Şehir bizim olup düşman bozguna uğradı ve yenildi. Bizi hükmü altına almak isteyenler boyun eğmek zorunda kaldılar. Sınıkmak : Bozulmak, yenilmek, bozguna uğramak. Yavlak : Çok fazla. Inıkmak : itaat etmek, boyun eğmek. Eğerçi işlenir bûhtan u zaybet Ser-encâm oldular bunlar melâmet Bu iftiracı ve gıybetçi yaramazlar sonunda rezil rüsvay oldular. Bûhtan : İftira. Birisine yalandan bir şey isnad etme. Birisini suçlu gösterme. * Dalgınlık. * Medhûş ve mütehayyir olma. Zaybet : Gayubet. Gıybet. Arkadan çekiştirmek. Hazır olmayan birisinin aleyhine konuşmak. Birisinin gıyabında hoşuna gitmeyen bir şeyi söylemek. (Gıybet odur ki: Gıybet edilen adam hazır olsa idi ve işitse idi, kerâhet edip darılacaktı. Eğer doğru dese; zâten gıybettir. Eğer yalan dese; hem gıybet, hem iftiradır. İki katlı çirkin bir günahtır. M.) Serencam : f. Başa gelen, baştan geçen ibretli hadise. * Bir işin sonu. * Vaka. Ki gıybet mertebesi küfre girûr Nasibi neyise ol ânı alur Ki bu İlâhî düzende gıybet küfre giren bir iştir. Bunun karşılığıysa ağırdır ve işleyen onunla buluşur. Kişinin hayzıdır ağzından gıybet Ki gıybet söyleyen bulmaya rahmet Kişinin gıybet etmesi olması imkansız gözüken erkeğin kadınların hayz hali görmesi gibi bir duruma düşmesidir. Gıybet edenler rahmet bulamazlar. Hayz : (C.: Hiyaz) Kadınlara mahsus aybaşı. Kadının âdet hâli. Böyle bir kadına hayize denir. (Kadını döl yatağı denen rahminden, bir hastalık veya çocuk doğurma sebebi olmaksızın, muayyen müddetlerde kan gelmesine o kadının aybaşısı denir. Buna ve kan geldiği müddete de hayız müddeti denir. İslâmiyetçe, bu halde bulunan bir kadın, namaz kılamaz, oruç tutamaz ve cinsî münasebette bulunamaz, haramdır.) Eğer var ise aklın gıybeti ko Ki gıybet kayanın haznesi dolu Eğer senin aklın var ise bırak insanları arkadan çekiştirmeyi. Gıybete kayanın kalbi benlikle doludur. Kayanın : Koyanın, terk edenin. Padişah haznesinde mennâ’ öküş Uyhûdan ûyanıp tut sözüme gûş Padişah hazinesinde ihsan çoktur. Başkasını dünya nimaetleri için çekiştirmene gerek yok. Sen bu gaflet uykusundan uyan da sözüme kulak ver. Mennâ’ : (Men. den) Alıkoyan, mâni olan, yaptırmayan. * Önleyici, menedici. Mennân : İhsanı bol. Çok çok ihsan eden. En çok nimet veren. (Allah) Öküş : çok fazla, ziyade. Uyhû : Uyku. Kişi k’ol kapuya hâcâta vardı Neyîse maksudu onu başardı Kim ki kendisini muhabbet ve merhametle yaratan Hakk Teâlâ’nın kapısını çalar bir ihtiyacını dilerse maksadına ulaşcağı kesindir. Hâcât : (Hacet. C.) Hâcetler. İhtiyaçlar. Maksud : Kasdedilmiş. Kasdedilen. * İstenilen şey. İstek. Arzu. Gâye. Çü bugz u gıybet ile gîde tâat Gerek bû îkiden etmek ferâgat Çünkü başkalarına kin güdüp arkadan çekiştirmek kulluk itâatlerini yok eder. Onun içinde bu ikisinden aklı boşaltmak çok gereklidir. Ferâgat : Tok gözlülük. Hakkından vaz geçmek, bir şey istememek. Şahsî dâvasından vaz geçmek. * Boşalmak, hâlî olmak. Gerek fânî cihanda dartınasın Muhâlif işlerinden hep yunasın Senin için ölmeden önce bir durum değerlendirmesi yapıp kendini tartmak gerektir. Hakk Teâlâ’nın emirlerine aykırı işlerden temizlenmen şarttır. İçeri gizlidir cümle yavuz hû Gider gösterme kimseye onu yu Bütün bu kötü huylar içinde gizlenmekteler. Kimslere göstermeden çabukça yıka ki zararı önce kendinedir. Yavuz hû : Kötü huy, ahlâk. Gerek sen zengi vü pâsı yuyâsın Sanâ layık mıdır onu kovâsın Sana gereken bu kir ve pasları temizlemendir. Bunun içinde sen Hakk Teâlâ’nın lâzım ve lâyık olan emirlerini bilmelisin ve buna göre davranıp bu yaramazlıkları kovmalısın. Zengi : Farsça Jengden bozma, kir, pas. Pâs : Pas. Keder, hüzün, gam. * İç sıkıntısı. Sakın katran kabına koyma bâlı Ki nâzik yerdedir dostun visâli Sen sakın katran kabına koyma balı ki bala yazıktır. İşte böylesi bir çok ince noktadadır Dost ile kavuşma işi. Aşkın işi, Âşık-Mâşuk ara kesiti. Katran : (Katıran) Siyah, sert kokulu, süretle yanan, hararetli, keskin ve suda erimeyen bir madde. Nâzik : f. Nezaketli. Terbiyeli. Zarif. İnce, dayanıksız. * Ehemmiyet verilmesi icab eden. * Tehlikeli husus. Visâl : (Vasıl. dan) Vâsıl olma. Sevdiğine ulaşma. Kavuşma. Ayrılıktan kurtulma.(Fâni mevcudatın visali, madem fanidir, ne kadar uzun da olsa yine kısa hükmündedir. Senesi bir saniye gibi geçer. Hasretli bir hayal ve esefli bir rüya olur. L.) Öyle ise Bâkinin yolunda çalışmak lâzım gelir. Damarlârına cümle saykal urgıl Ki her birîne bir kulluk buyurgıl Sen damarlarına- güzel ahlâk ve huylarına cil’avurup parlat temiztut. Ki her birine yapacağın işleri buyurunca gönül rahatlığınla yaptırabilirsin. Saykal : Cila. Parlalık. saykal urmak : Cilâlamak, temizleyip parlatmak Niçe hâlden hale gerek düşesin Geçe çok rüzgâr ondan aşâsın Buu Kulluğun kemâlât yolunda pek çok hâlden hâle düşebilirsin. Nice fırtınalar atlatabilmelisin. Kaçan gene bûlasın yer kazmayınca Ye kalp sâfi mi olur kızmayınca Toprağı sürüp ekmeyince ne elde edceksin-ne biçeçeceksin? Kalbin işleni İlim ve edeb ile aşk ocağı hâline gelip kor ateş kesmeyince pisini-psını atıpsaf-tertemiz olur mu sanıyorsun sen? Eğer genç gerek îse renc iletgil Öğüt tûtar isen gel gence gitgil Eğer hazine n olsun istiyorsan muhakkak eziyetini çekeceğini bil! Kulağına giren öğüdü tutarsan gel sen gerçek aşk hazinesini iste ve gereğini yap! Genç : f. Define, hazine. Gömülü hazine. Kenz. Renc : f. Sıkıntı, zahmet, eziyet. * Ağrı, sızı. * Öfke, gazab, hışım. Berî gel genci sâna buldurâyın Sana buldurmayanı bildireyin Gel ben usta bir Hakk Dostu Yunus Emre olarak bu hazineyi bulmana hizmet edeyim sana! Ve sana onu buldurmayan içinde gizli düşmanlarını bildireyim! Bulâyım der isen kayyûm u hayy ol Hazîneye vara bevvâp tâ bul Eğer Sistemin sahibi ezel-ebed yerinde var ve hep diri olanı bulayım der isen sen. Önce hazineye var ve kapıcısını bul. Allah Teâlâ’nın bütün âlemeleri var etmesinde rahmet noktası ve kıyamete kadar görevli Halifesi olan Resûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’ i bul önce! Muhammedî nur ve şûura ulaş! Kayyûm : Başlangıç, nihayet ve yeniden oluş gibi hallerden münezzeh ve ezelden ebede kaim, dâim ve var olan Allah (C.C.). Bütün eşyanın ancak kendisi ile kaim olduğu Cenab-ı Hak. Hayy : Diri, canlı, sağ. * Bir şeyi cem ve ihraz eylemek. Bevvâb : Kapıcı. * Menedici. Dûr û gevher alâsın haznelerden Buluna cümle sende kân u ma’den Bu maden ocağından inci-gevher gibi sonuçda şehâdetin olacak tevhidin için gereken hazineleri al! Bu Bu hazinein maden kuyusu ve ocağı sendedir. 4.BÖLÜM SONU DEVAM EDECEK
Posted on: Sun, 20 Oct 2013 01:26:49 +0000

Trending Topics



Recently Viewed Topics




© 2015