HIRSIZIN ARTÇI ŞOKLARI: TOSYA ÇAKISI Bizim köydeki - TopicsExpress



          

HIRSIZIN ARTÇI ŞOKLARI: TOSYA ÇAKISI Bizim köydeki bağ evine hırsızın boş girip, dolu çıkması, çıkarken sadece yükte hafif değil pahada ağır olmasa bile ne var ne yok kaldırıp götürmesinin şoku yavaş yavaş geçiyor. Biz o ilk büyük darbede koca koca kazanların, pirinç ve bakır mangalların arkasından ağıtlar yakarken esas gözden kaçırdığımız küçük küçük kayıplar da ortaya çıkmaya başladı. Ben bunlara hırsızın artçı şokları diyorum. Bugün size bunların birinden bahsedeceğim. Bağda çalışma yaparken kullandığım eski püskü, toz toprak içinde bir pantolonum vardı. Tabi o pantolonu almamış fakat cebinde bulunan ve benim için çok kıymetli olan bir şeyimi çalmış adi hırsız. Öyle maddi kıymeti çok fazla değil, manevi kıymetinin de fazla olduğu söylenemez çünkü hediye değildi. Ama elimden düşürmediğim, çok işime yarayan fonksiyonel, işlevli bir “Tosya Bıçkısı”ydı, mahalli adıyla bağcı çakısı. Çift ağızlı; bir tarafı budama, diğer tarafı kesmek için kullanılıyordu. Siyah manda boynuzundan yapılmıştı. Tosya Demirciler Çarsısı’ndan almıştım. Nasıl “şehir oğlanları” üzerlerinden cep telefonu eksik olmazsa, kırlık kesimin, benim gibi “bağ- bahçe oğlanları”nın da cebinden Tosya bıçağı eksik olmaz. Özelliği, diğer bıçaklardan farkı; bir ağzının çok dilli, 40 dişli olmasıdır… Bizim adi hırsıza ne kadar kızsam da böyle bu tür nokta atışlarına daha doğrusu “nokta çalışlarına” hayran oluyorum, hakkını teslim ediyorum. Köftehor bizim gibi bıçaktan anlıyormuş. Anlayışına helâl olsun diyeceğim ama bıçağım ona haram olsun! Çocukluğumdan beri silahlara düşkünlüğüm var, bir taraftan Karadenizli olmanın genetik özelliği herhalde. Rahmetli babam da, ben daha çok küçükken kını tahtadan yapılmış Tirebolu işi bir bıçak hediye etmişti ve şöyle demişti “Biraz daha büyü, sana bir Sürmene bıçağı alırız.” O ilk heveslerden, özenmelerden sonra bıçak toplamaya başladım. Tabii başta babamın hatırası Sürmene çakıları, Sürmene bıçakları. Sonra rahmetli dedem kurban kesim bıçaklarına meraklıydı. Her bayram arifesinde bıçaklar çıkarılır, masatlanır, bilenir ve dedem hep şunu söylerdi “Kasap bıçağında Bursa gibisi yok.” Bursa’ya da bıçak almaya gittim. Gerçekten güzeldir. Sonra çakıda Denizli-Yatağan’ı keşfettim. Orada bayağı bir el sanatları merkezi gibi çalışan bıçakçı zanaatkârlar vardı. Onlardan da çok çakı aldım. Sivas’ın eski bıçakçılığı, Maraş’ın, Kozan’ın el yapımı bıçakçılığı iyi kötü devam ediyor ama büyük çapta üretim ve pazarlama yok. Kozan’dan Gökhan Tanrıverdi “Tapan bıçağı”, Maraş’tan sevgili Hamid Güzel el yapımı hediye çakılar getirdiler. Şile-Ağva’nın Gökmaslı köyünde eskiden çoban bıçakları yaparlardı, herhalde artık bitti. Bıçakçılıkta, çakıcılıkta bir üst sınıf olan kama merakı bende çok oluşmadı ama, yine de Tatar, Çerkez kamalarını severim. Severim de sahip olmak için bir çuval paraya kıymak lazım. Hepsi müzayedelik… Bu tür kamaların bıçakları çelik, kabzaları fildişi, tutamakları mors balığı dişi oluyor. Saplarına mercan veya türkuaz süsleme yapıyorlar. Altın, gümüş kakmalar, mineler işleniyor, hatta tombak yapılıyor. Kını demir bile olsa üzerine savatlı gümüş çalışıldığı zaman, bir de ustasının damgası varsa, bir köşesine hilal işlemişlerse; deri kınına, fildişi sapına Kuran’dan ayet kakma olarak kazımışlarsa, işte o zaman sanat eseri oluyor. Bu mücevherli yani, murassa olanların en güzeli malumunuz Topkapı Sarayı Hazine Dairesi’ndeki Topkapı hançeridir. Yemen’e gittiğimde onların meşhur Cembiyelerinden aldım getirdim. Cembiyelerinde içlerinden çok dışları yani kınları göz alıcıdır. Deri üzerine telkâri yaparlar, gümüş işlerler, ucu kıvrıktır. Bir de bizim Osmanlıların meşhur Enveriye kamaları vardır, o da artık müzayedelik oldu. Esas ilgi saham cep çakıları yani 15 santimden büyük olmayan, kıvrılarak içine giren, taşıması suç olmayan çakılar. Zamanla Anadolu ustalarının keskin çakıları beni kesmedi ve Kosova’da Prizren’i ve meşhur bıçakçı Sadık Usta’yı keşfettim. Her gidişimde oradan çakılar aldım. Götürdüğüm heyetlere de aldırdım. Yine Osmanlı coğrafyasında Girit’in de çakıları meşhurdur. Eski Rum ustalarının yaptığı çakıları Atina’da bile bulabilirsiniz. Yanya’nın da çoban bıçakları vardır. Böyle çoban bıçaklarını Filibe’den, Sofya’dan da topladım. Türk Dünyası’nın bıçağıyla meşhur en önemli merkezlerinden biri Doğu Türkistan’ın Kaşgar Kapalı Çarşısı’dır. Orada Uygur ustalar bıçak üzerindeki sap kısmında sadece kemik değil bakır, gümüş hatta yeşim işlerler. Yengisar isimli kasaba bıçakçılığıyla meşhurdur. Özbeklerin Taşkent çarşılarında satılan turistik-hediyelik bıçakları da unutmayalım. Her gidişte bir iki aldım... Avrupa’ya gelirsek benim favorim İspanya Toledo’dur. Ta Endülüs Emevileri’nin keşfettiği Şam çeliği (Damascus) İspanya’da dünya çapında meşhur bıçaklara, kılıçlara dönüştürülmüş. Hâlâ aynı sanayi çok ticari boyutta devam eder. Çakı, bıçak, çobanlara, bağcılara, dağcılara ve avcılara lazımdır. Onun için Alp Dağları’nda İsviçreliler bu işi önemsemişler ve Victorinoux marka çok amaçlı asker çakılarıyla dünya çapında ün salmışlardır. Çakıda, bıçakta yine Avrupa’da Opinel çok bilinen bir ürün olarak Türkiye’de de bulunabilir. Geçenlerde sevgili Ufuk Sinel bir tane bulmuş bana hediye getirdi. Yine Avrupa’nın kuzeyinde İsveç çeliği meşhur olduğu gibi İskandinavya’nın bıçaklarını en sanatkârane biçimiyle Finlandiyalılar meşhur ettiler. Amerikalılar’ın USA Colombia bıçakları da bu sektörde her zaman bilinir, aranır. Orta Avrupa’da İsviçre’den başka güneye indikçe Akdeniz kıyısında Fransızlar ön plana çıkmaya başlar. Thiers Fransa’nın bıçakçılık başkenti olarak bilinir. Her sene bıçakçılık festivali olur ve şehirde bir de bıçakçılık müzesi bulunur. Oradaki geleneksel çakıların sapları zeytin ağacından yapılır. Savoie ve Grenoble çakıcılıkta ön plana çıkmıştır. Pirene Dağları’nda Kapüsen Manastırları’nda bıçakçılıkla uğraşan rahipler vardır. Akdeniz’in en güneyinde Napoliler, Maltalılar ve Korsikalılar’da da bıçakçılık merakı çoktur. Korsikalılar’ın Vendettalar’ı çok aranır ve Avrupa’da çakılar fildişiyle, gümüşle işlenirse neredeyse tanesi 1000 liraya kadar bir fiyata erişir. Ben çakıda çeliği ve keskinliği kadar sapının da işlenmesine dikkat ederim. Bir kere mutlaka geyik veya manda boynuzu olacak. Çelik ağız kısmında ustanın ve yapıldığı yerin de ismi kazınacak. Yıllar önce Kosova Prizren’de son bıçakçı ustası diyebileceğimiz Sadık Usta’nın imalathanesine gitmiştim. Sadık Usta bıçaklarına Prizren’in kısaltılması olan “P” ve “Z” harflerini yazıp yanına Sadık ismini ilave ediyordu. Bir gün yaptığı bçaklarını Bursa’daki ustalara göstermiş, onların fikirlerini almak için “Nasıl buldunuz ustalığımı?” diye sormuş. Bizimkiler ne dese beğenirsin “Ustalık iyi de, bu PZ pezevengin kısaltması mı? Bunu neden koydun onu anlamadık.” E cahile sorarsan yapacağı yorum budur. Sadık Usta hep gülerek bunu anlatır hem de Allah’tan ustalığıma diyecek bir şey bulamadılar derdi. Velhasıl-ı kelam, uzun lâfın kısası şu Saray’dan -Allah esirgesin- Topkapı Hançeri çalınsaydı ne kadar üzülürsem bu bizim Tosya çakısı için de işte o kadar üzüldüm diyeceğim, ama korkuyorum yanlış anlaşılacak diye… Milletin ağzı torba değil ki büzülsün… Espri ve ironi anlama kabiliyeti olmazsa ne yazsan, ne desen boş… halukdursun/index.php?lang=tr&page=10&anIIcat_2=4&anIIitm_2=158
Posted on: Mon, 05 Aug 2013 07:45:12 +0000

Trending Topics



Recently Viewed Topics




© 2015