Jitem İnfazının İzleri Ersever Röportajında - TopicsExpress



          

Jitem İnfazının İzleri Ersever Röportajında Gizli HÜSEYİN SAĞLAM / ANALİZ / DOĞRUHABER Bugün gazetesinde yayınlanan bir kitap haberi, aynı anda tüm medyaya konu oldu. Erkam Tufan Aytav’ın kaleme aldığı, ‘Aydınlık’tan Kaçanlar’ kitabı eski Perinçekçilerin itiraflarını konu almaktadır. Ama en ilginci de, Perinçek’in eski müridi Cengiz Çandar’ın yaptığı itiraflardı. Önce haberin ilgili bölümüne bir göz atalım: “Kitapta Cengiz Çandar 2004 yılında yaşadığı bir olayı ve eski liderleri Doğu Perinçek’le ilgili edindiği bir iddiayı da paylaşıyor. Abdülkadir Aksu’nun aldığı bir randevuyla dönemin Emniyet İstihbarat Daire Başkanı’yla görüşen Çandar, o randevuda geçenleri şöyle aktarıyor: “2 Ağustos günüydü galiba 2004 yılının… Bir sürü şey anlattı bana. ‘Her şeyin farkındayız, her şeyi izliyoruz’ diye bana güvence vermek istedi. Yanından ayrılırken, ‘Size bir şey soracağım’ dedim, ‘Bu Doğu Perinçek sizin için kimdir’, dedim. ‘Şunun için soruyorum, öyle şeyler anlattınız ki bana birkaç saattir, benim hayal gücümün alamayacağı bilgiler verdiniz. Dolayısıyla, sanıyorum ki aramızda belli bir güven duygusu oluşmuş olmalıdır. Bundan cesaret alarak soruyorum, Doğu Perinçek sizin için nedir? Kimdir? Bunu paylaşır mısınız benimle?’ O da, ‘Cengiz Bey siz bu adamın kim olduğunu çok iyi bilirsiniz’ diye karşılık verdi. ‘Ben biliyorum’, dedim. ‘En azından kuvvetli tahminlerim var. Sadece Türkiye Cumhuriyeti Emniyet İstihbarat Başkanı nezdinde nedir, kimdir? Onu merak ettiğim için soruyorum’ dedim. Kayıtsız ve kendinden gayet emin bir tavırla, ‘JİTEM’in sözleşmeli personeli’ cevabını verdi. ‘Anlamadım’ dedim, bir daha söylesin de, doğru duyduğuma emin olayım diye. ‘Tekrar edeyim’ dedi, ‘üç kelime; JİTEM’in sözleşmeli personeli!” Şimdi belki çoğunuz diyeceksiniz ki bunda şaşılacak ne var?! Perinçek’in ne olduğu, hangi odaklarla yatıp kalktığı zaten biliniyor, değil mi? Oysa mesele bu kadar basit değil. Burada dikkatinizi önce aşina olduğunuz bir konuya, sonra da Jitemcilerin en bariz özelliklerinden birine çekmek isterim. Biliyorsunuz Türkiye’de Hizbullah bahsi geçince bundan kıl kapan belli bir kesim, hemen Jitem silahıyla seri atışlara başlar. Evvela belirtelim ki Jitem yakıştırmasının fikir babası Perinçek grubudur ve bu miras PKK cenahına Perinçekçilerin armağanı olmuştur. DGM’lerde yürütülen Hizbullah davalarında kaçırılıp infaz edildikleri söylenen Jitemcilerin çok ilginç itiraflarına rastlamak mümkün. Ancak en enteresan olanı da yine itiraflarda geçen, “Jitem’le işbirliği” propagandasının bizzat Jitem idaresince bir proje olarak yürütülmesinin sahadaki elemanlardan istendiği yönündedir. Aydınlık grubunun bu propagandayı başlatıp PKK ezberi haline getirmesi de herhalde PKK’ye verdikleri en büyük armağan olmuştur. Nitekim PKK elemanlarının itifarçılık seramonisinden sonra Jitem kadrosunda Perinçek’le meslektaşlığa yükselmeleri de Perinçek marifetiyle PKK-Jitem ikilisi arasındaki yumuşak geçişlere olanak tanınmış olmasındandır. Keza “Kontra” kavramı da yine ilk kez “2000’e Doğru” dergisinde kullanıldıktan sonra ikinci bir ezber olarak PKK’ye armağan edilmiştir. Sonrasında sözüm ona “İslamcı” geçinen kimi cenahların da aynı kavramlara sarılmaları, yine bu tür kirli ilişkiler sonucu olduğu gibi, aynı zamanda beslenen kaynakların ortaklığına da işaret etmektedir. 1990’lı yıllarda Perinçek grubu, görünüşte Jitem karşıtı bir çizgi takip etmektedir. Bizzat Serok Perinçek’in “sözleşmeli eleman” olduğu Jitem’e karşı nasıl bir karşıtlık takınılacağı ayrı mesele ama, Jitem’den ayrılan Cem Ersever’in infaz edilmesinde yine Perinçek grubunun özel çabaları aslında “görünürdeki karşıtlığa” en iyi izahı getirmektedir. Cem Ersever Jitem kurucusu iken sonradan ilişkileri bozulmuş ve kaçarak canını koruma telaşına düşmüştür. Ancak sözüm ona gazeteci kılıklı Perinçekçilerin röportaj aldatmacasına kapılarak randevu yerine gelmek gibi bir hataya düşmesi infaz edilmesine sebebiyet vermiştir. Halen Ergenekon’dan cezaevinde yatan İP’li Hikmet Çiçek ile Soner Yalçın o dönemde Aydınlık’ta çalışmaktadırlar. Önce Cem Ersever’le görüşüp güya röportaj yaparlar, ardından da daha geniş konuşmak amacıyla başka bir zaman için randevulaşırlar. Randevu, aslında Ersever’in Jitem’e gammazlanması sonucunu beraberinde getirir. Derken Ersever yakayı ele verir ve infaz edilir. Sonrası ise tam bir hikaye. Soner Yalçın bunun üzerinden efsaneler yazarken öldürülen Ersever’in ağzından yine Hizbullah üzerinden mizansenler geliştirilir. Güya Ersever randevuya gelebilseydi, Jitem’le ilgili her şeyi anlatacaktı. Bu tür açıklamalarla Cem Ersever’in infazındaki “gazeteci” rolü gizlenirken aynı zamanda dikkatlerin başka yöne çevrilmesi gibi ustaca bir strateji de uygulanır. Ve bu hikaye bugüne kadar dilden dile dolaştırılarak “gazetecilik başarısına” yorumlanmaya çalışılır. Kurucu başkanları Perinçek’in kadim elemanı olduğu Jitem, Aydınlık’ın karanlık manevralarıyla güya aydınlatılmaya çalışılır. Üstelik bunu röportaj tadında ve Jitem bülteni Aydınlık dergisinin muhabirleri yapacak, millet de bu numarayı yutacak! Kim ne derse desin, can korkusuyla saklanan Ersever’in infazına giden yol, Aydınlık’ın yapmayı düşündüğü güya röportaj numarasından geçmiştir. Soner Yalçın ile Hikmet Çiçek de infaz komplosunun odağındaki iki isimdir. Sonrasında Ersever’e atfen yayınladıkları röportajın tümüyle kurgu olmadığı konusunda hiçbir garanti de yoktur. Şu sıralar eski fail-i meçhulleri araştırmak gibi bir “huysuzluk” baş göstermiş ve kimi dosyalar tekrar mercek altına alınmıştır. Şayet Ersever’in dosyasına merak saracak savcılar çıkarsa, iz sürmesi gereken ilk iş Soner Yalçın-Hikmet Çiçek imzalı çakma röportaj olmalıdır. Tanık/sanık arayışına girişilecekse de yine tüm şüpheler bu ikili üzerinde yoğunlaşmalıdır. Üstadları Perinçek sözleşmeli eleman olduğuna göre, Aydınlık’ta “muh(a)birlik” yapan bu ikilinin salt gazetecilik refleksiyle Ersever’in peşine düşmeyecekleri herhalde tahmin edilebilecektir. BİR BİLDİRİ, BIR RÖPORTAJ: KULLANILAN DİLE DIKKAT! Son aylarda HÜDA PAR ve İslami STK’lara karşı yürütülen polis destekli PKK saldırıları nihayet Batman’da bir kişinin hayatına mal olacak şekilde bariz bir komploya dönüştürülmüş, komplo üzerinden PKK/BDP çevresi provokasyonu genişletmek için elinden geleni yapmıştı. Özünde büyük bir tehlikeyi barındıran komplo ve provokasyona BDP çevresi “Cadaloz kültürüyle” yaklaşmış, “mahalle karılarının dedikodularını anımsatan” bir üslupla provokasyona öncülük etmişti. Derin provokasyonun pis kokuları etrafa yayılmaya başlamışken KCK denen yapı adına bildiri namına bir açıklama yapılmış, KCK’nın kullandığı provokatif dil “Cadaloz kültürünün” de gerisinde kalmıştı. Perinçek geleneğinden miras alınan ucuz kavramlarla provokasyona katkı sağlanmış, Türk Sol aristokrasisine ait “Cihangir Şivesi” KCK bildirisindeki hakim şive olarak öne çıkmıştı. Belki de o bildirinin en bariz özelliklerinden bir tanesi de silahlı bir örgütün siyasi bir parti olan Hüda Par’ı hedefe koymak gibi bir tarafının olması idi. Bu da BDP’ye seçim desteğinin namlu ucuyla süslenmesi gibi bir durum ortaya çıkarmıştı. Alışılageldiği şekliyle KCK’nın seviyesiz bildirisinden sonra Hizbullah adına da bildiri yayınlanacağı beklentisi bu kez gerçekleşmemişti. Çünkü bu kez durum farklıydı. KCK, çatışmasızlık ortamıyla oksijen krizine girmiş, bu krizin sonucu olarak da kirli komplolara tenezzül edecek kadar küçük düşmüştü. Nitekim Hizbullah yöneticilerinden İsa BAGASİ’nin internet sitesinde yayınlanan röportajı, son zamanlarda KCK/BDP cenahının can simidi olarak görmeye başladığı kirli provokasyonlara dikkatleri çekerken, kullanılan dil ve takınılan üslubun niteliği, KCK’nınkiyle karşılaştırıldığında geleceğe dönük iki kesimin siyasi ve toplumsal öngörüsüne de ışık tutacak farklılıkların boyutunu da ortaya koymuştur. Mesela çokça konuşulan Batman provokasyonuyla ilgili BDP’nin ve KCK’nin seviyesiz bildirisini göz önünde bulundurarak İsa BAGASİ’nin şu açıklamasıyla kıyaslayınız: “Batman’da yaşanan olayda Hizbullah yoktur. Olayın başka taraflara çekilmemesi ve gerginliğin daha fazla artmaması için bugüne kadar olayla ilgili konuşmaktan da imtina etmiştir. Hüda Par da şiddetle tepki göstermekte ve kendi aleyhine kirli bir oyun tezgâhlandığını ifade edip olayın aydınlığa kavuşturulmasını istemektedir. … Buna rağmen BDP ve PKK’nin, olay anından itibaren Hüda Par ve Hizbullah’ı hedef tahtasına oturtması, suçlayıcı, kışkırtıcı ve karalayıcı bir dil kullanması düşündürücüdür. Üstelik KCK’nın sorumsuz açıklaması ve hedef göstermesi adeta çatışmaya davetiye çıkarmaktır. Bütün bunlar halkın gözleri önünde cereyan etmektedir. Suçlu tarafın kim olduğunu halkımızın takdirine bırakıyoruz.” Ve bir başka mesele. Hep soruldu, halen de soruluyor: PKK ile Hizbullah tekrar çatışır mı? Aslına bakılırsa çatışmasızlığı harakiri olarak telakki eden bir PKK/BDP gerçekliği karşısında hedefe konulan Hizbullah’ın elinde mucizevi bir seçeneğin olmadığını belirtmek gerekir. Çatışmanın tarafı olmayız açıklamaları mütemadiyen yapılsa da, çatışmayı tahmil eden kontrolsüz bir silahlı güç karşısında çok fazla seçeneğin olduğu da söylenemez. Bu konuda da İsa BAGASİ’nin sözleri dikkate alınmalı. Şöyle diyor: Zaman 90’lı yılların zamanı değildir. Her şey çok açık ve şeffaf bir şekilde gelişmektedir. Yaşanan ve yaşanacak tüm olayların mahiyetini halkımızla paylaşırız. Arzulamadığımız ve imkanlarımız dahilinde yaşanmasına müsaade etmeyeceğimiz bir çatışma bize tahmil edilirse bunu da açık bir şekilde halkımızla paylaşacağımızın bilinmesini isteriz. “Cadaloz kültürüyle” provokasyonlarda yer alanlar veya bu şekilde yaklaşanlar için herhalde bu sözlerin bir anlamı olmalı diye düşünüyorum. Nasıl olsa Hizbullah çatışmaya girmeyeceğini söylüyor ya, bu durumu halkın yararına değerlendirmek yerine bir zafiyet nişanesi olarak algılayıp tek taraflı saldırılarda ısrar etmek akıl karı olmasa gerek. Hüda Par’ın, her şeye rağmen sağduyu ve itidal çağrısının “Cadaloz kültüründeki” karşılığının acziyet olarak okunduğu ortada. Ancak şartlar Hizbullah’a davetiye çıkarırsa bu durumda sadece siyasi bir aktör olarak bölgede var olmak isteyen Hüda Par’ın yapacağı fazla bir şey kalmaz. Bu anlamda Hüda Par’ın sağduyu mesajlarının acziyet olarak değil toplumsal maslahat olarak okunması her iki tarafın da yararına olacaktır. Aslına bakılırsa iki farklı taraftan yükselen mesajlar, toplumsal maslahat ile namlu siyasetine adanan grup taassubu arasındaki farkı da ortaya koymaktadır. Bu fark, provokatif saldırılara yaslanan provakatif söylem sahiplerinin gelecekteki toplusal inşa portresinde kendi geleceklerini görememe endişelerini mi taşıyorlar? Yine KCK/BDP söylemlerini hatırınızda tutarak İsa BAGASİ’nin şu cümlelerine dikkat ediniz: “Biz çatışmanın hiçbir tarafın faydasına olmayacağını, aksine hem çatışan tarafların ve hem de halkımızın zararına olacağını düşünmekteyiz. Meseleye böyle baktığımız için; meydana gelen her olaya ve çatışmalara kapı aralayacak her saldırıya provokasyon olabileceği gözüyle bakmaktayız. Hatta aksi ispatlanmadıkça böyle değerlendirmekteyiz. Ancak bakıyoruz ki PKK’nin yan kuruluşlarından birisi olayı üstlenmekte ve PKK/BDP de olayı kınamamaktadır. Hatta tam aksine bunlar zaman zaman zımnen destekler mahiyette tavırlar sergilemekte veya bu çatışmaları alevlendirebilecek doğrultuda açıklamalar yapmaktadır. … Bütün bunlar ve iki kesim arasındaki bu bariz tavır ve davranış farklılığı, Kürdistan halkı ve tüm kesimler tarafından görülüp bilinmektedir. Hizbullah ve saldırıya uğrayan İslami kuruluşlar bu kadar net bir tavır sergilerken ve bir yanlışlığın yapılmaması için elinden gelen her çabayı gösterirken PKK ve BDP ise en üst düzeyde olayları körükleyecek ve çatışmalara davetiye çıkaracak açıklamalar yapmaktadırlar.” Maalesef durum tam da bu şekilde cereyan ediyor. Bir taraf saldırıları teşvik edip provokasyon zemini oluşturuyor. Diğer taraf ise maslahatı ön plana çıkarıyor. İyi de neden? Saldırı ve provokasyona hizmetle şimdiye kadar kim, hangi odak hedefine ulaşmıştır? Aslında nedeni basit. Tek parti modeline duyulan özlem… Geçmişin rövanşını alma duygusu… İslam düşmanlığı… Bu tür kindar eğilimlerle sözüm ona hangi “halkçı” hareket bir netice elde edebilmiş ki?! İşte “denenmişi denemek” bu olsa gerek. Nitekim İsa BAGASİ bu noktaya işaret ederek şöyle diyor: “PKK’in geçmişte yaşanan olaylardan ders ve ibret alması gerekir. Denenmişi denemek akıl kârı değildir. PKK geçmişteki imha amaçlı savaş dayatmasında başarısız oldu ve hedefine ulaşamadı. Genel anlamda ise bu çatışmaların yaşandığı alanların tümünde halkın zararıyla neticelendi. … Eğer birileri tekrar kafasının bir köşesinde böyle habis düşünceler taşıyorsa, kendilerine tavsiyemiz; bu düşünceden vazgeçsinler. Zorla, baskıyla ve savaş dayatmalarıyla Allah’ın izniyle bunu yapmaya muktedir olamayacaklardır.” Ve İsa BAGASİ, çokça aşina olduğumuz bir ifadenin altını kalın çizgilerle bir daha çizerek şöyle diyor: “Herkes bu gücü görmeli ve kabul etmelidir. Kürdistan’da, siyasi ve toplumsal denklemde bu güç hesaba katılmadan ve görülmeden uygulamaya konulacak hiçbir planın başarı şansı yoktur.” Çizilen perspektifi provokasyona ayarlı kesimler anlar mı bilinmez ama yine de buraya almış olalım: “Kürdistan her kesime yetecek kadar geniş, bereketli ve renkli bir coğrafyadır. Eğer birileri bu topraklarda tek parti diktatörlüğü hayalini kuruyor veya rüyasını görüyorsa uyanmalı ve kendisine gelmelidir.” Aslında bir coğrafyanın genişliği, bereketliliği tarafların yürek genişliği kadardır. Kalbi dar, yüreği kıt olanlar nezdinde bunun bir anlamı olur mu bilinmez. Her siyasi/toplumsal hareketliliği kendi aleyhlerinde işleyen komplo olarak okuyanların bunu ne oranda idrak edebilecekleri de oldukça şüpheli.
Posted on: Fri, 22 Nov 2013 13:25:52 +0000

Trending Topics



Recently Viewed Topics




© 2015