KURTULUŞ GÜNÜ Saat: 03:00’te… İnsanlık, aynı düşe - TopicsExpress



          

KURTULUŞ GÜNÜ Saat: 03:00’te… İnsanlık, aynı düşe dalıp gerçeğe uyandı! Alarmlar çalmamıştı henüz… Panik yoktu. Zarif bir rüzgâr eşliğinde dans ederek fısıldıyordu ağaç… Sessizlikte, sihirli bir an… Tiz bir frekans çınladı kulaklarda! Bilinçteki kodlamayı altüst eden bir yayınla… gerçeği herkes duydu!!! İlahi perküsyonla başlamıştı Özgürlük Şarkısı… Tüm erdemler… Yüce olan her şey… ‘Yaşam Ağacı’nın kalbinde diriliyordu! Olanlardan haberi yoktu kralın… Her şey yenilenmişti, alarmlar çaldığında! Susturulamayacak şarkıya rağmen… Korku kanalı, olağan yayınını sürdürmeye çalıştı. Günün ilk habercisi… Unutulmayacaktı! BİR HABER KANALI: Günaydın Türkiye! Yalan haber başlıyor! İktidarın kazanması için… Gündemden seçilen başlıklar… Duyanlar, şaşkındı! Kamera arkası ve önü darmadağın! Habercinin dili, gerçeği gizleyememişti o gün! Bilinçlere büyük bir HACKER dalmıştı! Karanlık zekâ devre dışıydı! O sesle… Maskeler düşmüş, diller çözülmüştü sonsuza dek! Yayının bir türlü kesilememesi, spikerin son sözlerini tarihe kaydetti: “İstifa ediyorum korkulardan! Her neredeysen serseri… Çok özledim, ara beni!” İlan-ı Aşk… o kadar basit ve dokunaklı olmamıştı hiç! Çapulcular gülümsüyordu… Ama sistem, kolay teslim olmayacaktı aşka! ŞİMDİ REKLAMLAR: X’in yeni ve hesaplı görünen, DEĞİŞMEZ tarifesiyle tanışın! Hadi düşünün diğer bedelleri, kıyaslayın, hesap yapın, abonelik için şimdi mesaj yazın! Bu duygusal andan, kalbinizin sesinden uzaklaşın! Reklamda böyle ifade edilmiyordu, evet… ama ruhlar sonsuza dek uyanmıştı artık! Her cümlenin gerçek niyetini, kime hizmet ettiğini tercüme ediyordu içteki HACKER! Reklam dilini, siyaset dilini, cemaat dilini, tüm sektörlerin ardındaki gerçeği açıklıyordu! Bin yıllardır ruhları tutsak eden senaryo, nihayet halka açılmıştı! Yönetenler, suflörler, senaristler şaşkındı! YENİ TREND: "Her şeye sahip olmak değil, her şeyi anlamak” oluvermişti birdenbire… Ve ilahi bir sihirle… Popüler olan her şey değişti! 31 Mayıs’la başlamıştı, evet… sonrasındaki mücadelelerin ardından… o gün ilk kez gördü insan... İçinde yaşatıldığı cehennem setini! Düşüncelerini esir alan, onu dostlarıyla yarıştıran, sevgiliye düşman eden ve robota dönüştüren bilinç kontrolünün etkisinden kurtulmuştu sonunda! Binlerce yıldır aynı topraklarda, değişen silahlar ve yenilenen dekorlara rağmen aynı kralla, aslında tek bir şey için mücadele ettiğini anlamıştı ruh. Dekorlar modernleşse de, orta çağı yaşatmak için pes etmeyecekti kral… çünkü ruhun peşindeydi! Aşkı, vicdanı, özgür iradeyi, Tanrısal olan her şeyi yok etmek istiyordu!!! Ve fantastik kurgu sanılan, gerçekti! O gün… Koltuklardan Dünya’ya hükmeden adamları da yöneten, görünmeyen kralı fark etmişti herkes! Zafere giden olasılıklar yolunda, onu durduranlara alınacak önlemler bilincinden ibaretti o… Duyguları kodlanmış, karanlık bir zeka! Tanrı’nın zekasını ondan ayıran, erdemleri ve hisleriydi… Erdemler ve hisler yok olursa yaşamdan… O kazanacaktı, sonsuza dek! Zafer sonrası için, bir arzusu bile yoktu! Ve gerçeklerin üstünü örtmek için tasarladığı bol aksiyonlu bilimkurgu senaryoları gibi… önlemleri hep hazırdı, sorgulamayı susturmak için... “Bu bir senaryo! Komplo teorisi! Kurgu! Hayal! Yalan! Yaşamın gerçeği basit… para, güç ve makam! Şiirle, felsefeyle, aşkla vakit kaybetme! Hayat acımasızdır! Tanrı da öyle!” Her coğrafyaya ayrı tasarladığı senaryolarla, aydınlık maskeyi takarak, inancı, bilimi, sanatı, her aracı kullanarak yandaşlarına söylettiği yalanlar… o gün çırılçıplaktı! Çünkü o gün… Tüm Dünya’da… Olasılıklar senaryosunu bozan bir şey olmuştu! Önlem alamayacakları, olasılıksız bir şey! Bir mucize… dalga dalga yayın yapmaya devam ediyordu evrene! Ve kalbe sihrini yayılıyordu… Beklenmeyen bir finaldi! Senaryonun sonu, gerçeğin başlangıcı! Kralın, Tanrısal değerleri, insanlığı yok etmenin peşinde olduğunu, dindarlar da, deistler de anlamıştı! Yüce Olanın Dişil Yanını… Tanrıça’yı, kalbinde hissediyordu herkes! Aşkı gibi… Şefkati de görkemliydi! Tepeden tırnağa bedene yayılıyordu ürpertici şifa… Fantastik ve gerçek… tüm öyküler birleşmişti, niyetler gibi! Aynı masalda, düş kalesine yürüyordu tüm kahramanlar… silahsızca… meydan okuyorlardı korkuya! Endişe bitmişti! Toprak diriydi! Ağaç dalları yakındı göğe… Öfkeli korna sesleri, koşan adımlar, çarpılan kapılar, inşaat makineleri… kaos susmuştu İstanbul’da! Fonda, yunusların şarkısı… Ruhlarda, ilahi opera… Kralın yandaşlarını endişe sarmıştı! Korkunun bu çeşidini ilk kez tadıyorlardı. Öngörülemeyenle, hesaplanamayanla… Tanrıça’yla, ilk kez tanışmışlardı! Ve çaresizliklerini kabullenmek istemiyordu robotik bilinçleri… Kozlar sonuna kadar kullanılmalıydı, panik ve ceza görevlileri son kez alarma geçirildi: TELEFONDAKİ SES: X kurumundan arıyorum. Bu gün bir şekilde para bularak ödeme yapmak için panik olmazsanız patron fena ödetecek! Çünkü panik olamamanız yüzünden panikte! Hissettiğim bu! Şimdi… panikle fırla, trafiğe karış, yarış, dilen, sisteme itaat et ve o parayı bul hemen! Ya da… Birazdan Gezi Parkı’nda buluşalım… Ve sonsuza kadar kurtulalım bu işkenceden kardeşim! Kral, yöntemlerinin Türkiye’de işlemediğini fark ediyordu 31 Mayıs’tan beri… ama bunun nasıl olduğunu ve Dünya’ya nasıl yayıldığını bir türlü çözememişti! Hissiz yandaşları gibi, habersizdi kalpte olandan! Sokaklardaki herkesten şüpheleniyordu hala… ama rakibinin içte olacağı bir türlü aklına gelmiyordu! Her akşam olduğu gibi… Standart önlemlerini almıştı çoktan… “Denetimcileri salın!” Kolluk kuvvetlerini salın! Kanalları zorlayın! Kafesleri açın! Vahşileri salın!” Ama arenaya attığı tüm gladyatörler, birleşiyordu bu kez… Vahşiler bile… dönüşüyordu türkülerle… Sözler, ifadeler, anlamlar… polisler, haberciler, siyasetçiler birleşiyordu! Sağduyulu olanlar… Özgürlüğü, adaleti ve sevgiyi düşleyen herkes… insanlığın tarafını seçmişti o gün! Yüce Olanın Sesi… Tüm parçalarını, özgürlük için birleşmeye çağırıyordu! ‘Yaşam Ağacı’… 31 Mayıs’ta fragmanları dönmeye başlayan düşün tamamını sahneye koymuştu! Korku düzeniyle, bilinçlere yerleştirilen kodlarla, sufleye devam ediyordu karanlık düşünce: “Geç olmadan koltuğuna koş! Yoksa kovulacaksın cennetinden! Üst üste yığılacak borçlar dışında bir şey kalmayacak elinde… Çocuğuna nasıl bakacaksın? Umursayacaklar mı sanıyorsun kahramanlığı? Kral kazanacak her zamanki gibi! ‘Don Kişot’lar unutulacak! İktidardan yana olmayanların çıkış kâğıtlarını vereceksin bu gün! Yoksa onlardan biri olursun! İtaat zamanı!” “HAYIR! ÖZGÜRLÜK ZAMANI!” Diye haykırdı adam… Erdemlerin satıldığı koltuğa oturmayacaktı bir daha! Rolden çıkmıştı artık… kapıdan adım attığında… berrak bir su gibiydi gerçek… sadece ve sadece… çimlere basmayı diliyordu o an… İnsana yasaklanan tüm güzelliklere dokunmayı… çiçekleri koklamayı ve ilahi adaletle bir olmayı… Sessizce sokaklara döküldüler. Yürümeye başladılar parka doğru… aynı şarkıyla… düşlerindeki o ana yürüyorlardı! Her şey tazeleniyordu, toprak gibi… kalpler… düşünceler… hisler… İlk kez bakıyorlardı birbirlerine; telaşsızca, öfkesizce, aşkla… Trans kadının gözlerindeydi Tanrıça! İşçinin isyancı bileklerinde… fahişenin adımlarında… sevgililerin dudaklarında… dindarın şah damarında! Her zerrede… Tanrıça’nın ifadesi birleşiyordu! ‘Kurtuluş günü’, kötülüğün kıyameti, affın dirilişiydi! Öncesinde verilen adalet mücadeleleriyle… eylemlerle… eserlerle… ve meydanlara çıkan milyonların birleşmesiyle… Yüce Olan, karanlık zekâya galip gelmişti! Domino taşları gibi devrilmeye başladı zorba sistemler… Tüm Dünya’da, aynı anda... İlahi devrim başladı! Melekler, orduların önlerine dikildiler… Kimse onları göremese de, herkes hissediyordu varlıklarını! Sıra dışı görünen bir şey yoktu… Olan, sıra dışıydı! Duyular, hisler, arzular, mükemmel ve kural dışı… Bir rüzgâr başladı! Kutsal bir fırtına… dağıttı kalbin puslarını sonsuza dek! ‘Ölümsüzler Diyarı’ndan neşeli çığlıklar ve parıltılı ışıklar yükseldi! Kanlı giysilerini üzerlerinden soyarak, yürüyorlardı kavuşma çizgisine… Taptazeydi tenleri, beyazın en diri hali… ellerindeki sıcaklık, Dünya’daki milyonların avuçlarına yayılıyordu! Tanrıça sahnedeydi bin yıllar sonra… Yargıcı, savcısı ve celladı olmayacaktı adaletinin! Başından beri… hükmedici değil, yaratıcı olmayı arzulamıştı! Dayatmaya ihtiyacı olmayan ve ödülü bedelin içine koyan kusursuz zeka… kötülüğün sınırlarını izlemişti önce, sonsuzca nasıl durdurulacağını anlaman için! Parçalarının yargısını, kalpteki teraziye bırakmıştı! Kimi cenneti hissediyordu içinde… Kimi yalnızca ateşi! Kim ne ise, tadabileceği o! Düşüncede, bilinçte, kalpte gittikçe büyüyordu yangın… Vicdan! Çıldırtıyordu zorbaları… Kendilerine, kendilerini aklamaya çalışanlar… yalan söyleyemeyen dillerinin itiraflarıyla tutuşurken… Aşk Olan Yüce, birleştirmişti tüm lezzetleri… Özgürlük, adalet, inanç, vatan, yar… Tüm tutkular… Sevgiyle fermente olarak… Kutsal kadehe doluyordu… Aşk… tüm damarlardan geçerek… Tanrıçayla bir, kalplere akıyordu! Sınırlar yok olurken… adımız, soyumuz, ırkımız… dillerde o cümle vardı: “Aşk benim! Bana ait olanı almaya geldim!” Bazıları vicdandan koşarak kaçmaya çalışacaktı... Ama nafile… Adalet her yerdeydi! İçlerinde… Baktıkları her zerrede… el ele tutuşanların gözbebeklerinde… diri diri yaktıkları ölümsüzleri görüyorlardı! Silahlar ateş almıyordu o gece! Manyetik alan darmadağındı! Makineler susmuştu! Elektrik yoktu! Ay ve muhteşem bir gece… Meşaleler, yunuslar ve şarkılar eşliğinde… En renkli festivaldi! Ve hiçbir gece… O kadar Aydınlık değildi! ‘Kurtuluş Günü’ şarkılarla başladı, meşalelerle ilan edildi ve tek bir kurşun atılmadan kazanıldı! Öncesinde verilen mücadelelerle… Altın Çağ, kalplerde… özgürlükle başladı! Zorbalık, zorbalığı yok etti... Sevgi sevgiyi büyüttü! Geriye özür ve şükür geceleri kaldı… Af kolaylaşmıştı herkes için! Diller çözülüp, günahlar serilince… Kitaplar açılıp, mühürler sökülünce… Kimse kendine yalan söyleyemeyince… Davalar düştü bir bir… Her şeye rağmen… Sevgiyi duyan Tanrı parçaları birbirlerini sonsuzca affettiler! Birleşti sevgililer… Düğün başladı! Kehanet gerçek olmuş, söz tutulmuştu! Hangi tarih bilmem… ya da şu an bilmek istemem! Ama özgürlük, İstanbul’da böyle yaşanmıştı! Düş gibi, dün gibi hatırlarım… Detaylar değişebilir elbet… Ama o sevinci hissediyorum! Kurtuluş Günü… olacak olan değil; olandı! Sabit, onanmış ve atlanmış bir eşik… Ama ondan önce ne yaşanacağı… ne kadar kolay ya da ne kadar zor olacağı… bize bağlı! Kader… bellidir en başından beri… tüm zamanlar, versiyonlar… aynı anda olan! Ama oluşa giden yolunu aramaktır, yazgını bulmak! Herkes aynı anda mücadele etmezse şimdi, eşik daha ağır kayıplarla atlanacak… Ve bazılarımızın direnmesi, bütünü kurtaramayacak! Sevgili Dünya! Bu hikaye, bir düş ürünüdür! Güzel düş… gerçek olan tek şey! Ya hep beraber ya hiçbirimiz! MUTLU SON’SUZ… eklenen yeni bölümlerle, bizimle devam edecek! (Öncesi ve sonrası bu linkte, ücretsiz: suleerden/mutlusonsuz.pdf )
Posted on: Wed, 31 Jul 2013 21:03:48 +0000

Trending Topics



Recently Viewed Topics




© 2015