Metin Özuğurlu, Gezi Direnişi’ni değerlendirdi: “Devrime - TopicsExpress



          

Metin Özuğurlu, Gezi Direnişi’ni değerlendirdi: “Devrime hasret kalmış insanlık ve siyasetini arayan halk sınıfları…” 28 Haziran 2013 Gezi Parkı isyanının sınıfsal karakteri, görünümü, nedenleri ve olası sonuçları, direnişin kurumsallaşması; sosyalist solun ve Kürt Hareketi’nin direnişten çıkarması gereken sonuçlar üzerine söyleşilerimiz sürüyor. Prof. Dr. Korkut Boratav ve Yalçın Bürkev’in ardından Metin Özuğurlu’yla konuştuk Gezi Parkı’na saldırının ardından yaşanan direniş, sınıfsal bir karşı koyuştan çok orta sınıf isyanı görüntüsü taşıyor. Bunun nedenleri ve olası sonuçları konusunda neler söyleyebilirsiniz? Metin Özuğurlu: Bir toplumsal ilişki olarak sermayenin gündelik yaşama doğrudan ve derinlemesine nüfuz ettiği günümüz koşullarında, yaşam tarzına göndermede bulunan çoklu kod ve sembollerle yürüyen bir büyük halk ayaklanmasını “sınıf dışı” görenlere #direngerçek dışında ne denir? Adaletsizliği ve eşitsizliği meşru kılan zırhın parçalanmasına ve ahlaki öfke patlamasına neden olan olay, kentte ortaklaşa paylaşılan bir toprak parçasının sermayeleşmesine karşı başlatılan direnişin hoyratça bastırılması değil midir? Sorudaki imasıyla eğer bir “orta sınıf” yada “yeni küçük burjuvazi” aranıyor ise bakılacak yer gelişmiş kapitalist coğrafyada 1968’lerde vuku bulan yeni toplumsal hareketler olabilir. Zira ücretli çalışanların “zenginleşmesi”, “orta sınıflaşması”, refah rejiminin dolaysız bir ürünüdür. Kapitalizmin neoliberal evresi, büyük bölüklerini profesyonel meslek gruplarının oluşturduğu “orta sınıfları” son 30 yıldır hallaç pamuğu gibi atmaktadır; meslek/emek değersizleşmiş, yeniden üretim koşulları metalaşmış ve toplumsal konum yeniden proleterleşmiştir. Bu genel sürecin Türkiye’deki gerçekleşme biçimlerinin taşıdığı özgünlükler, 2013 Büyük Halk Ayaklanmasını tabi ki koşullandırmıştır. Çapulcu isyanı ile 68 Dalgası arasında tabi ki benzerlikler mevcuttur; ama unutmayalım ki gelişmiş kapitalist coğrafyada 68’liler, ömrü hayatın öngörülebilir ve bilinebilir bir kalıba oturmuş olmasına ve neticesinde gündelik yaşam örüntülerinin aşırı rutinleşmesine isyan ettiler. İsyan; refah rejimi koşullarında, istihdam ve çalışma ilişkileri temelinde araçsalcı akılla düzenlenmiş bir toplumsallığa dönük idi. Çapulcu isyanının vuku bulduğu toplumsallık bununla bir midir? Kentlileşmiş toplumun tamamına yakını emek gücünü satarak, bir bölümü de kendi ve hane emek gücünü sömürerek yaşar olmuş; ortaklaşa paylaşılan varlıklar (kamusallıklar) erimiş; emeğin yeniden üretim koşulları bütünüyle metalaşmış; gündelik yaşamı sürdürebilmek nakit para teminine bağlanmış… Özet? Özetle, işgücü piyasasındaki ahvalimiz şu hayattaki kaderimiz haline gelmiş. İşgücü piyasasında yetiye göre iş yok; iş olduğunda da eğitim ve vasıf seviyenden bağımsız olarak güvence yok; tam da bu nedenle insan onuruna yaraşır bir çalışma ortamı yok! Ben sendikacılık tarihinin iyi bir öğrencisi olmaya çalışırım; bugüne kadar bu tarih içinde “onurumu korumak için sendikalaşıyorum” dendiğine rastlamadım; ama bu topraklarda son 5 yıldır bu gerekçeden başka bir sendikalaşma gerekçesi duyulmaz oldu. Bir insana kesintisiz bir şekilde meta muamelesi yapılmasından daha onur kırıcı ne olabilir? İnsanı, varlığı itibarıyla güvencesiz kılmak, öz-saygısı üzerinde hoyratça tepinmek daha az mı onur kırıcıdır? Mülksüzler bakımından piyasa gerekleri, boğucu bir kapandan başka nedir ki? Üstelik son yirmi yılda küresel ücretli emek havuzu ikiye katlanmış durumdadır; bir de buna ücret seviyelerinin belirlendiği ölçeklerin küresel seviyedeki akışkanlığını ilave edin. AKP, ülkenin neoliberal küresel nizama derin entegrasyonunu gerçekleştiren parti olarak, “sosyal damping” diye cilalanan mutlak yoksullaşma sürecinin ve de güvencesizleşmiş yaşamın baş müsebbibidir. AKP bakımından buna bir de piyasanın kendinde adaletsizliğinin cemaatçi-klientalist ilişki ağlarıyla “kısmete” tahvil edilişini ekleyin. Üstüne de her yere, bu arada geleceğe de hükmeden bir lider kültü kondurun. Tamamlayıcı olması bakımından buna bir de bu topraklara dayattıkları din referanslı toplum örgütlenmesini giydirin; tabi ki, küresel piyasa tanrısı ve çokuluslu firma kardinalinin gereksinimlerine tabii olan cinsinden. AKP, kendi dünya görüşünü ülkenin siyasal sistemine kaynaklık edecek temel norm olarak dayatıyor. Tabi oportünistçe yapıyor bunu; paralel toplum inşasına girişmiş toplum mühendisliği marifetleri, algı yönetimine dönük piar çalışması şeklinde lanse edilebiliyor. AKP’nin “ben norm’um” şeklindeki bu büyük zorlayıcı çağrısı, AKP’nin çekirdeği dışında kalan büyük çoğunluk bakımından, çok da doğru bir şekilde, şöyle duyuluyor: Ya boyun eğ ve biat et ya da bu topraklarda yok hükmündesin! Sözü edilen koşullardaki bu hükmedici çağrıyı, açık ve dolaysız bir haksızlık olarak kodlayarak, ahlaki öfkesini akıtacak isyan kanalları arayacak olanların, genç, eğitimli, vasıflı kadın ve erkek kentliler olması, sürpriz sayılmamalıdır. Tam da yukarıda sayılan nedenlerle bu Büyük Halk Ayaklanması, eşitlik ve özürlüğün bir sarmal gibi iç içe olduğu inancını yeniden ve güçlü bir şekilde tarih sahnesine sürmüştür. Haziran Ayaklanmasını dünya çapında bir olgu kılan hususun bununla ilişkili olduğu kanısındayım. Son dört asır içindeki gerçek toplumsal devrimlerin, devrim momentumuyla sınırlı da kalsa, tümünde mevcut olan bu özellik, üçüncü bin yıla Anadolu topraklarındaki bir toplumsal kalkışma ile taşınmaktadır. Özgürlük ve eşitliğin ayrıksı doğalara sahip olduğu şeklindeki liberal tez, bu büyük halk ayaklanmasıyla güçlü bir şekilde yadsınmıştır. Halkın öfke patlamasına eşlik eden estetik ve sanat patlaması ise bize insanlığın devrimlere ne denli hasret kaldığını göstermektedir. Bu direnişin kurumsallaşması, ikili iktidar durumunun yaratılması için neler yapılabilir? Bu soruyu Türkiye’nin içinde bulunduğu siyasal ortamın özelliklerini ortaya koyarak tartışabiliriz: Öncelikle Türkiye, emperyalizmin küresel nizama yeniden ve derin entegrasyonu maksadıyla siyasal rejim revizyonuna tabi tutulmuş bir ülkedir. AKP, revize ettiği rejimi konsolide etmek yerine yasallık ve meşruiyet sınırlarını açıkça ihlal ederek yeni bir rejim arayışına yönelmiştir. Bir bakıma düzenin kendi parametreleri bakımından da bir “ikili iktidar” durumu ortaya çıkmış, iktidar bloğu çatlamıştır. Üstelik bu ülke, küresel ekonomiye derin entegrasyon maksadıyla yerinden oynatılan ancak –ortada şahlanmış bir küresel ekonomi de kalmayınca- nereye konacağı henüz meçhul olan bir ülkedir. İşte Büyük Halk Ayaklanması bu ortamda vuku bulmuş ve daha baştan AKP’nin yeni rejim inşası girişimi boşa çıkmıştır. Merkezinde ‘İstanbul Dukalığının’ yer aldığı hakim sermaye bloğu; çok-kültürlülük, yönetsel merkezsizlik ve piyasacılık ilkeleri temelinde revize edilen mevcut rejimi pekiştirecek yeni bir siyasi aktör arayışını hızlandırmıştır. Öte yandan, Haziran Ayaklanması hakim sınıf bloğunun iktidar seçenekleri konusundaki hareket alanını da önemli ölçüde sınırlandırmış durumdadır. Siyasal sistem bakımından, yürütmenin yasama ve yargı erkini soğurduğu malum burjuva çözümün Erdoğan’la yürümeyeceği anlaşıldı, ama onsuz yürüme şansı da kaldı mı? Gezi Direnişi, yürütmenin güçlendirilmesi şeklindeki sermaye modeline karşı güçlü bir yanıt üretmiştir; halk egemenliğini dolaysız olarak işler kılan doğrudan demokrasi olanakları, başta bu ülkenin metropol kentleri olmak üzere ülke sathında ardına kadar açılmıştır. Aynı şekilde başta %10’luk baraj ve lider sultası olmak üzere parlamentoyu işlevsiz kılan düzenleme ve uygulamaların meşruiyet temelleri de güçlü bir şekilde sarsılmıştır. Başta da söz ettim, memleketin bir de son derece önemli bir siyasal rejim sorunu bulunuyor. Rejim sütunları belirgin bir memlekette ikili iktidar olanağını tartışıyor değiliz. Anayasa’da yazıldığı şekliyle laik, üniter ve sosyal hukuk devleti karakterine sahip bir rejim altında yaşamadığımızı nicedir biliyoruz. Her üç sütun da sermaye programı doğrultusunda revize edildi, lakin revize edilmiş biçimi henüz yerleşiklik kazanmadı. Üstüne üstlük AKP de açıkça, medeni, sosyal, siyasal ve hatta iktisadi hak yada ilişki alanlarının düzenlenmesinde dini meşru bir referans olarak gördüğünü -tabi ki siyasi oportünizme bulayarak – ilan etmiş bulunuyor. Haziran Ayaklanması halkın bu olguyu net bir şekilde bilince çıkardığını göstermiştir. Rejimin üniterlik ilkesi, egemenliğin biçimi ve ölçeği ile ilişkilidir ve bu ilkenin “karşılıklı bağımlılık” ve “yönetsel merkezsizleşme” adı verilen fenalıklar yoluyla revizyona tabi tutulduğu malumumuzdur. Sonuçta ulus ölçeğindeki egemenlik ulus-ötesi ölçeklere kayarken, “idari merkezsizleşme” adıyla da yerel iktidar bloklarının inşası ve çokuluslu sermayenin yerelliklere dolaysız nüfuzu amaçlanmıştır. Büyük Halk Ayaklanması bu gidişatı da boşa çıkarmış, halk egemenliğinin her siyasi ölçekte doğrudan demokrasi (isteyen katılımcı demokrasi de diyebilir) yoluyla tesisinin olanaklarını yaratmıştır. Rejimin üçüncü sütununda yer alan sosyal devlet ilkesi, iktidar bloğunun tam bir mutabakatla 1980’den beri tasfiyeye yöneldiği bir sütun olarak, yerini epeydir piyasa despotizmi eşliğindeki yoksulluk yönetimine bırakmış durumdadır. Uygulandığı her coğrafyada iflas etmiş bulunan bu ilkenin Gezi Direnişinde açığa çıkan norm ve değerler karşısında hiçbir şansı yoktur. Toparlamak gerekirse, kanımca Haziran Ayaklanması siyasal rejim düzleminde asgari bir programı nesnel olarak ortaya koymuştur. Bir bakıma belki “Ne Yapmalı?”nın değil ama “Nerede Yapmalı?” sorusunun yanıtı artık belirgindir. Bunun ilki, güçlendirilmiş seküler hakikat rejimi temelinde kültürel aidiyetlere özgürlük ve inanç serbestisidir. İkincisi, farklı ölçeklerde doğrudan demokrasi mekanizmalarıyla halk egemenliğinin tesisi ile halk sınıflarının kendisini içeride egemen dışarıda ise bağımsız bir statüde (ki bu modern ulus tanımıdır) örgütlemesidir. Bir diğeri, çalışma ve istihdam temelinde örgütlenmiş kapsayıcı sosyal koruma ile meta-dışı alanlarda insanca yaşam olanaklarının varlığıdır. Bütün bunların temeline de kuşkusuz hukuk düzlemi ile ilgili düzenlemeler yer alacaktır. Sosyalist solun ve Kürt Hareketi’nin direnişten çıkarması gereken dersler nelerdir? Sosyalist sol, memleketinde mülteci haletiruhiyesinden artık topyekun kurtulmalı, bu toprakların çocukları olduklarının bilinci ve özgüveniyle davranmalıdır. Neoliberal gündem küresel ölçekte çökmüş, siyaset sarkacı yön değiştirmiş ve işçi sınıfı sosyalizminin tarihsel birikimleri ile güçlü ve olumlu bir etkileşime açık hale gelmiştir. Dolayısıyla, “neoliberal sermaye saldırısına karşı direnme” şeklinde, basmakalıp bir rutine de oturmuş bulunan görev tanımları terk edilmelidir. İçinde bulunduğumuz dönem, bütün bir halkın sevk ve idaresinin gerekleri üstüne kafa yormayı şiddetle gerektirmektedir. Sosyalist sol, “kitlesini arayan olgun siyasal örgüt” davranış tarzını terk etmeli, “siyasetini arayan halk sınıflarının” bu arayışı içinde kendi örgütselliğini yeniden inşaya girişme cesareti gösterebilmelidir. Haziran Ayaklanmasının barikat ruhu, umarım, sosyalist solun kendi iç ilişkilerine de damgasını vurur: Önceliği faşizmle mücadeleye veren; bu mücadelenin dolaylı sonuçları olarak kendi iç tartışmalarını yürüten ve fakat iç mücadeleyi hiçbir durumda barikatı zaafa uğratacak düzeye taşımayan bir hukuktur bu. Büyük Halk Ayaklanmasının kod ve sembollerindeki yaratıcılık, estetik ve zeka bileşimi, hem son derece güçlü bir meşruiyet zemininin, hem de muazzam geniş bir hegemonya çeperinin nedeni ve sonucu oldu. Bilindiği gibi sol kültürde, kod ve semboller gibi göstergelerden kalkarak siyasal tanı koymak son derece yaygındır. Barikatlarda terk edilen bu indirgemeci anlayış, umarım, bir daha hortlamaz. Yeri gelmişken Atatürk ve Türk Bayrağı imgelemlerinin halkımızın bilişsel haritasındaki yerine de değinmek gerekir. Bu topraklarda seküler hakikat rejimine ve halk egemenliğine ait kod ve sembollerin tamamına yakınında, Atatürk ve Ulusal Bayrak imgelemi vardır. Toplum indindeki bu yaygın dünya görüşünü “folk-Kemalizm” terimi ile adlandırabiliriz. Folk Kemalizm; Aydınlanmacı ve modernleşmeci akımların bu topraklardaki yaygın gerçekleşme biçimidir. “Bağnazlıktan, yobazlıktan uzak dur! Müspet bilim ve sanatla iştigal etmek suretiyle kendine, ülkene, insanlığa faydalı bir birey ol!” öğütleriyle nesilden nesle aktarılmıştır. Sosyalist solun olduğu kadar Kürt siyasal hareketinin de bir dönemin devlet ideolojisi olarak “Kemalizm” ile “folk-Kemalizm” arasında ayrım yapması, ittifaklar sorununun doğru bir şekilde ele alınması bakımından zorunluluktur. Haziran Ayaklanması karşısında siyasi iktidarın ilk ciddi adımı, hiç kuşku yok ki AKM’nin ele geçirilme hamlesi olmuştur. İlk ciddi adımın, Büyük Halk Ayaklanmasının zemininde yer alan folk-Kemalizm’in sembollerini ele geçirmeye dönük atılmış olması sebepsiz olmasa gerektir.
Posted on: Sat, 29 Jun 2013 07:10:32 +0000

Trending Topics



Recently Viewed Topics




© 2015