NEDEN OSMAN PAMUKOĞLU NEDEN HAK ve EŞİTLİK PARTİSİ HEPAR - TopicsExpress



          

NEDEN OSMAN PAMUKOĞLU NEDEN HAK ve EŞİTLİK PARTİSİ HEPAR ?? Emperyalizm Yani Batı Kemalist devrimin HEPAR ile tekrar dirilmesinden neden korkuyor ??? Çünkü Kemalist devlet bir halk devletidir, bir halk örgütüdür. Oysa kapitalist devlet bir sınıf devletidir. Burjuva dediğimiz zenginler sınıfının örgütüdür. Burjuvalar, 1789’da Fransa’da işçi ve köylüleri yanlarına alarak, bir devrimle iktidarı aristokratlardan almış ve daha sonra kapitalizm denilen ekonomik sistemi kurmuşlardır. Kapitalizm ise, parlamenter sistem ya da demokrasi adı altında halkın sömürülmesine dayanan bir burjuva diktatörlüğüdür. Karl Marks, bu zenginler diktatörlüğüne karşı çözüm olarak işçi sınıfı diktatörlüğünü önermişti. Böylece işçi sınıfı kendi diktatörlüğünü kurduktan sonra, toplum zaman içinde sınıfsızlaşacak ve sosyalizme gidecekti. Kapitalizm de dar Avrupa coğrafyasında ya yok olacaktı, ya da bir çıkış yolu bulacaktı. Kapitalizm bu çıkmazdan emperyalist aşamaya geçerek kurtuldu. Daha sonra bütün dünyayı talan etmeye başladı. Artık sermaye birikimi için kendi emekçisinin artı-değeri ikinci planda idi. Kapitalizmi yakalayan bu ülkeler, kendilerini dünyaya “uygar” ve “modern” olarak kabul ettirdiler. Kapitalizmi bir “aydınlanma” olarak gösterdiler. Dünyayı talan ettikçe zenginleştiler. Zenginleştikçe, “Biz üstün ırkız” dediler. Diğer uluslar da kaynakları talan edildikçe yoksullaştılar. Yoksullaştıkça geri kaldılar. Bir sömürülen yoksul ülkeler topluluğu ortaya çıktı. Bu arada kapitalist ülkelerin burjuvaları, kendi emekçilerine bu sömürüden pay vererek, onları sosyalizm ideallerinden tamamen vazgeçirdiler. Kapitalist ülkelerin işçi sınıfından devrim bekleyen Karl Marks’ın herhalde kemikleri sızlamaktadır. Yoksullaşan, sosyal olarak gerileyen ülkelere “Siz de bir gün kapitalistleşecek, zenginleşeceksiniz” diyerek onları yıllarca oyaladılar. Bunun böyle olması zaten diyalektik olarak mümkün değildi. Çünkü bu ülkelerin zengin kapitalist olması için, diğer ülkelerin yoksul ve sömürge olması gerekiyordu. Bu sistemin devamı için yoksul ülkelerde yerli işbirlikçi bir sınıf yarattılar. Bu sınıfa “komprador burjuvazi” denir. Bunların görevi Batılı kapitalist ülkelere, bir miktar komisyon karşılığında, ülkenin kaynaklarının akışını sağlamaktır. Bunların varlık nedeni Batı kapitalizmidir. Onun için milliyetçi değillerdir. Kendi ülkelerini sevmezler. Kendi halkına düşmandırlar. Tek görevleri Batılı hırsızlara hizmet etmektir. Oysa kapitalist ülkelerin burjuvaları milliyetçidir. Kendi ülkelerini severler. Bütün dünyayı sömürerek ülkelerinin ve kendilerinin doymak bilmez bir şekilde zenginleşmesini isterler. Dünyadaki yoksul ülkeler, aç insanlar bunları ilgilendirmez. Onları, Irak’ta olduğu gibi, gerektiğinde silahla topyekun imha edebilirler, kaynaklarına el koyabilirler. Bu durumda, yoksul sömürge ülkelerin hiçbir zaman kapitalist bir ülke olamayacağı da ortaya çıkmaktadır. Bu yoksul ülkelerdeki komprador burjuvazi, şu ya da bu parti şeklinde daima iktidardadır. Peki bu durumda sömürülen yoksul ülkelerin kurtuluşu yok mu? Tabii ki vardır: Uluslar arası sermayeye karşı milli direniş ve halk devrimi. Latin Amerika’da Bolivar, Che, Fidel, Chavez gibi halk önderleri ile başarılı ya da başarısız önemli milli direnişler sergilendi. Bugünkü duruma bakıldığı zaman Venezüella ve Küba devrimleri sömürgeciliğin başını ağrıtmaktadır. Aynı şekilde Sultan Galiyev gibi milli komünistler bu görüşü savundukları için öldürüldüler. Ancak, bu milli kurtuluş hareketini ete kemiğe büründüren ve ilk olarak başaran Mustafa Kemal Atatürk’tür. Mustafa Kemal, kapitalizmi ve emperyalizmi doğru tahlil etmiş devrimci bir önderdir. Emperyalizmden ve yoksulluktan kurtuluş yolunun milli birlik oluşturmak ve modern bir ulus yaratmak olduğunu görmüştür. Zaten tarihinden bu yana devlet kurma yeteneği olan Türk Milleti’nden modern bir ulus yaratmanın hiç de zor olmayacağını saptamıştır. Emperyalizmden kurtulmanın ve tüm bağlarını koparmanın ancak büyük bir ulus ve devlet ile olacağını tahlil etmiştir. Bu ulusun devleti, halka dayanmak, yani bir halk devleti olmak mecburiyetinde idi. Bir halk devletinin nasıl olması gerektiğini, koyduğu ilkeleriyle tüm dünyaya gösterdi. Bu halk devrimi ile oluşan Türk devletini Türk halkı gerçekten en derinden benimsemişti. İşte emperyalizmin korkulu rüyası: Halk devleti ve bu devletin altı ilkesi. Bu altı ilke bütün mazlum ulusların kurtuluş yoludur. Bu ilkeleri ise tüm orjinalliği ile saf , katıksız dönüşümsüz savunabilen halk hareketi olmak üzere doktrinlenmiş ekonomik olarak güçlenecek , inançlı , demokrat , bağımsız Türk insanını gerçekten temsil edebilen tek yapı HEPAR dır. Bunun için Kemalist devrimlerin ülkemizde tekrarı , pasını atması , emperyalizm için hem büyük bir tehlike, hem de emperyalizmin gelişmesi açısından tek engeldir. Bu yüzden emperyalizm açısından yapılacak yegane eylem, bu Kemalist halk devletini parçalayıp yok etmektir. Ancak uzuuuuun planlar sonucu oynanan bu uzuuuun satranç oyununda TÜRK MİLLETİ henüz son hamlesini yapmadı ..... Bu son hamleyi yapmaya vatanperverliği şüphe götürmeznadir liderler niyetlendi ancak BBP lideri rahmetli Muhsin Yazıcıoğlu gibi katledildiler... Mekanı cennet olsun..... Atatürk’ün ölümünden sonra devletin yapısı çok yıpratıldı. Halktan koparıldı. Halkına düşman bir örgüt haline getirildi. Ancak yine de halk devletine sahip çıkmakta ve ona saygı göstermektedir. Baştan sınıfsız, ayrıcalıksız, kaynaşmış bir toplumu amaçlayan Kemalist devlet bütün korkunun kaynağıdır. Ulu Önder’in ölümünden itibaren, yetmiş yıldır halkçı devlet yıkılıp bir sermaye, zenginler devleti yaratılmaya çalışılmaktadır. Atatürk’ten sonraki bütün hükümetler işbirlikçi ve Batıcı olmuştur. Devletin yapısı da gittikçe bir ulus-halk devleti olmaktan çıkmıştır. Atatürk’ün kurduğu devlet kuşatma altındadır, parçalanmak üzeredir. Bu durumun doğal sonucu olarak millet de kalmayacaktır. Tek çıkış yolu vardır: Atatürkçü bir halk devrimiyle bu kuşatma yarılmalı ve Türk halkı Kemalist devletini yeniden örgütlemelidir. Zira Türk Milleti yok olmak üzeredir. Atatürkçülük veya Kemalizm, kelime anlamı olarak Mustafa Kemal Atatürkün düşüncelerinin ve görüşlerinin takipçisi olma anlamını içeren, ideolojik olarak emperyalist devletlerin fakir ve geri kalmış bir millete karşı giriştiği paylaşma hareketine tepki olarak doğan; Atatürk milliyetçiliğine bağlı, belirli bir sınıf desteğine dayanmayan; geri kalmış safsata ve batıl itikatlardan güç alan kurumlar yerine akla ve bilime dayanan kurumları getirmeyi amaç edinen, anti-emperyalist Mustafa Kemal Atatürkün ideolojisi. Atatürkçü ideolojinin temellerini, Atatürkün düşünce ve uygulamalarıyla ortaya koyduğu amaçlar, ilkeler ve gerçekleştirdiği inkılaplar oluşturur. Türkiye Cumhuriyeti de, anayasasında belirtildiği gibi, özellikleri ve uygulamalarıyla Atatürkçülük doğrultusunda hareket etmektedir. Atatürkçülük, Türk halkının doğal karakterinden ve Türk vatanının sahip olduğu öz kaynaklardan, Türk tarihinden ve Türk insanının isteklerine çare bulma ihtiyacından doğmuştur. Bu sistem Türk Milletini bütün unsurları ile çağdaş ülkelerden daha ileri bir seviyeye çıkarma anlayış ve gayretlerinin bir sonucudur. Atatürkçülüğü belirtmek için kullanılan Kemalizm terimi ise 1930larda kullanılmaya başlanmıştır. 1934de Türkiye Cumhuriyeti İçişleri Bakanlığı, Türk kültürü ve Türkiye Cumhuriyetini tanıtmaya yönelik olarak La Turquie Kemaliste (Kemalist Türkiye) dergisini yayımlamaya başlamıştır. Mustafa Kemalin kurduğu bu düşünce sistemi, Cumhuriyet Halk Partisi’nin 9 Mayıs 1935’te toplanan IV. Kurultayında kabul edilen 1935 Programı’nda da Kâmâlizm olarak geçmiştir. Mustafa Kemal Atatürk, Bursada halka hitap ederken (1924) Mustafa Kemal Atatürk, Cumhuriyet anlayışını devletin merkezine koymuş ve ismini Türkiye Cumhuriyeti olarak ilan etmiştir. Türkiye Cumhuriyeti, Atatürk İlkeleri; yani Cumhuriyetçilik, Milliyetçilik, Halkçılık, Devletçilik, Laiklik ve İnkılapçılık üzerine temellenmiştir. Atatürkçülük, Türkiyede yaşayan tüm etnik kökenleri ayrım yapmadan içine alan bir Türk ulusu kimliği görür. Tamamıyla Türk milliyetçisi bir ideolojidir ve Türklük üzerine durur. Devletin varlığını ve birliğini bu kimliğin geliştirilmesinde bulur. Atatürk milleti şöyle tanımlamaktadır: « Bir insan topluluğunun millet sayılabilmesi için zengin bir hatıra mirasına, birlikte yaşamak hususunda ortak istekte samimi olmaya, sahip olunan mirasın korunmasını birlikte sürdürebilmek konusunda iradelerin ortak bulunmasına, gelecekte gerçekleştirilecek programın aynı olmasına, birlikte sevinmiş, birlikte aynı ümitleri beslemiş olmaya ihtiyaç vardır, işte bu ana şartları taşıyan bir insan topluluğu millet sayılır. » Atatürkün devletinin laik ve üniter olması devletin toplumla ilişkilerinde din ve etnik ögeler bakımından tarafsız olması gerekliliğini ortaya koymaktadır. Atatürk devleti şekillendirmeyi ve bu bağlamda devletin milletle ilişkisini düzenlemeyi savunmuştur. Atatürkün millet anlayışında Türk kimliği milliyetçilik ilkesi doğrultusunda, tüm etnik grupları tarafsız olarak içine alır. Cumhuriyetin devamlılığı için bu ilke, pragmatik bir doğrultuda, tarafsız bir biçimde ilerletilir. Atatürk Devrimleri sürecinde izlenen yöntemler ve gerçekleştirilen eylemler; uygulamayla Türkiye Cumhuriyetinin kuralları olarak ortaya çıktı. Bağımsızlık savaşının bir ulus-devlet halini almasına doğru yönelen bu kurallar Atatürkçü düşünce sistemini oluşturdu. Devrim sürecinde ve devrimin önderi tarafından ortaya konulan bu kurallar Atatürkçü ideolojinin değişmez ilkeleridir. İlkelere bir bütün olarak Atatürkçülük ya da Kemalizm adı verilmektedir. Bir başka tanımla Atatürkçülük, Türk Kurtuluş Savaşı’nda ve Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunda temel olan değişmez fikir ve ilkelerin tümüdür. Mustafa Kemal Atatürk, Cumhuriyet Halk Partisinin Mayıs 1935deki kurultayında konuşma yaparken Atatürkçülük, yukarıda açıklandığı gibi birtakım ilkeleri ve politikası olan bir ideolojidir. Ulusal ve laik bir modern devlet tipidir. Bazı kesimler tarafından Türkiye Cumhuriyetinin temel doktrini ve ideolojisi olarak kabul edilmektedir. Atatürkçülük; emperyalizme karşı milliyetçiliği, kapitalizme karşı halkçılığı ve devletçiliği, gericiliğe karşı laikliği, aşırı muhafazakârlığa karşı inkılapçılığı, oligarşiye karşı ise cumhuriyetçiliği savunan bir ideolojidir. Sıklıkla, Atatürkçü idelojinin bir fikir sistemini temsil etmekten çok ülkeyi tümüyle pragmatik bir yöntemle modernleştirmeye çalışan politik bir uygulama olduğu vurgulanır. Bununla birlikte, Atatürkçülerin yaptığı devrime rehberlik eden belli fikirler vardı. Atatürkçülük pek çok kişi ve grup tarafından sağ ve sola rakip üçüncü bir yol olarak tanımlanmaktadır. Ama Atatürkçülük, 1920lerin kendine özgü yapılı Türkiyesinin ihtiyaçlarından doğmuş, temelinde sınıf çatışmasından ziyade Tam Bağımsızlık, Ulusal Birlik ve Anti-Emperyalizm olan bir ideolojidir. Lozanda taviz verilmeyen tek konunun Tam Bağımsızlık olması, daha sonrasında Balkan Antantı ve Sadabat Paktı antlaşmalarına imza atılmasının yanında davet edilmesine rağmen Türkiyenin Birleşmiş Milletlere girmemesi de bu temelin sonuçlarındandır. Bir diğer grup da Atatürkçülüğü sol kanat ideolojisi olarak görmekte, onu üçüncü yol sayanları Atatürkçülüğü siyaset dışına atmaya çalışmakla ve sadece bir düşünce sistemi olarak sınırlandırmakla eleştirmektedir. Bu gruplarda bu düşünceye sahip olan insanların sağcı olduklarını iddia edenler de bulunmaktadır. Genel olarak bu kesimin düşüncesine göre milliyetçilik sola engel değildir ve bu gruplarda, Cemal Abdül Nasır, Cevahirlal Nehru, Sultan Galiyev, Lumumba gibi ulusal kurtuluş savaşı vermiş isimlerin kendilerini solcu olarak tanımlamalarından yola çıkılarak, esas milliyetçiliğin solda olduğu fikri egemendir.Ancak sol ile Kemalizmi açıklamaya kalkmak eksik ve çok yanlıştır. Atatürkün ya üniforma ya siyaset tavrı o kadar nettir ki Cumhurbaşkanı olduktan sonra, halkın karşısına hep sivil kıyafetle çıkmaya bile özen göstermiştir. Üstelik mareşal üniformasını yaşamı boyunca taşımak hakkına sahip olduğu halde; ve asker kökenli olmayan birçok devlet başkanının bile resmi törenlerde üniforma taşıdıkları bir dönemde... Atatürkçü ideolojideki ordu anlayışı Türk ordusunun her müdahaleden sonra kışlasına çekilmesi ile de açıklanabilmektedir. Hiçbir askeri cunta Kemalizmi ve Atatürkü yadsıyarak iktidarda kalamaz. Böyle bir ideolojik yadsımaya gidilmesi de ordunun desteğini keseceği için askeri yönetim olanaksızlaşır.CUNTA darbeleri Kemalizm olmadı , OLAMAZ !! Atatürk pek çok sözünde, Cumhuriyeti siyasal iktidarlara değil de gençliğe emanet ettiğini beyan etmiştir. Bunun en temel sebepleri gençlerin yeniliklere açık bireyler olması, köklü değişikliklerden korkmamaları, daha iyi bir yarın umut etmeleridir. Gençlerin bireysel enerji düzeyi bu durumu etkileyen sebeplerin başında gelir. Yıllar geçtikçe enerjisi azalan kişi, uyum göstermek için yeni çabalar gerektirecek köklü değişikliklerden korkmaya başlar. Yıllar geçtikçe toplumda iyi bir konuma gelinmesi ve elde edilen olanakların elden kaçırılmamak istenmesi yaşlı bireyleri tutucu olmaya yönlendirir bu da köklü değişikliklere meyletmemelerinin sebeplerindendir. Bir başka sebep de elde edilen birikimlerin yeniden kazanılmasına imkân sağlayacak sürenin de kalmamasıdır. Genç, kendisi dışında henüz bir sorumluluk üstlenmemiştir. Davranışlarını ayarlarken ya da toplumda bazı köklü değişimlerden yana tutum takınırken, bir anlamda özgürdür. Oysa evlenmek ve çocuk sahibi olmakla somutlaşmaya başlayan sorumluluklar zinciri, ileriki yıllarda adımlarını çok daha dikkatle ve ihtiyatla atmasını gerektirecektir. Her toplumsal hareket giderek kurumsallaşmaya ve dolayısıla da uysallaşmaya, tutuculaşmaya yüz tutar. Oysa bu gençlik hareketleri için söz konusu değildir. Çünkü gençlik, sürekli yenilendiği için kurumsallaşamayacak, kalıplaşamayacak bir güçtür. İşte tüm bu nedenlerden dolayı, gençler idealisttir. Cumhuriyetin de Atatürk tarafından gençlere emanet edilmesinde gençlerin bu idealist yönü ağır basmaktadır. M. Kemal Atatürkün ve Atatürkçü ideolojinin gençliğe bakışı Bursa Nutku ve Gençliğe Hitabesi ile de anlaşılabilmektedir. Türk kadınının durumundaki iyileşmeler kısmen de olsa Atatürkten önce başlamıştır. Atatürk dönemi Türkiyesinde ise hızlı bir gelişme kaydetmiştir. Kız çocuklarına ilk ve orta okula gitmesi izni 1858de verilmişti. Ebe okulu, kız sanat okulu ve kız öğretmen okulu aynı dönemlerde açılmıştı. İlk kadın yazarlar, kadınlara yönelik ilk yayın organları yine o sıralarda açılmıştı. İlk kadın derneği ise savaş yaralılarına yardımcı olmak amacıyla 1867 yılında kuruldu. İkinci Meşrutiyetin ilanından sonra, kadınların konumlarıyla ilgili bazı önemli gelişmeler daha görüldü. İlk kız lisesi, 1913 yılında İstanbulda açıldı. Halide Edip Adıvar, Kadın Haklarını Savunma Derneğini (Müdafaa-i Hukuku Nisyan) kurdu. 1914te bugünkü adıyla Kız Teknik Yüksek Öğretim Okulu öğretime başladı. 1921de de, Fen ve Edebiyat Fakültelerinde kızlar erkek sınıflarına girdiler. Kadının vatandaş sayılmasına bile karşı çıkan milletvekillerinin neredeyse çoğunlukta olduğu bir mecliste ve Ulusal Kurtuluş Savaşının içinde kadının ileri toplumlardaki gibi hak sahibi kılmak için ilk adımlar atılmıştı. Türk kadını 5 Aralık 1934de seçme ve seçilme hakkına kavuştuğu zaman, demokrasinin beşiği sayılan Fransa ve İsviçre gibi ülkelerde kadınlar henüz bu haktan mahrumdular. Atatürk, Sovyetler Birliğinde uygulanan komünizmin üretim açısından getirdiği modeli yeterli görmediği gibi, birey hak ve özgürlüklerini, demokrasiyi içermemesini de kendi amaçlarına uygun bulmuyordu. Sovyet Devleti, sosyalizmin savunduğu değerleri eskiden olduğu gibi savunmuyordu. Demokrasi yerine diktatörlük, bireysel hak yerine ödevler geçiyordu. Bu yozlaşmayı Atatürk de görmüştü. İçte bir komünist örgütlenmeye de özellikle bu yüzden karşıydı; çünkü bunun kayıtsız şartsız Rusyaya bağlanma anlamına geleceğini görüyordu. Böyle bir durum ise tam bağımsızlığı zedelerdi. Fakat Atatürke sorulan Türkiyeye komünizmi getirip getirmeyecekleri sorusuna ise Türkiyede bir işçi sınıfının bulunmayışının komünizmin yerleşmesine engel teşkil ettiği ve uygulamanın şu an Türkiyede çok zor olduğu cevabını vermiştir. Ayrıca komünist sistemin Türk milliyetçiliğine ters ve Türksel değerlere uygun olmadığı için komünizmi Türk milleti ve Türkiye Cumhuriyeti açısından bir tehlike olarak adletmiştir. Mustafa Kemal Paşa ile görüşmek üzere 1919da Samsuna gelen bir Sovyet Albayı, Havzada Mustafa Kemal ile görüşür Ne yapmak istiyorsunuz? sorusunu Mustafa Kemal Paşa Bizim hedefimiz Devletçiliktir yanıtını verir. Buradan Atatürkün İşçi Sınıfının oluşmadığı Türkiyede Bolşevizm ve diğer İşçi Sınıfına dayanan sosyalist sistemlerin geçerli olamayacağını belirttiği anlaşılıyor. Yani sosyalizmi devlet eliyle kurmaya yönelik devlet sosyalizmi ne benzer bir tabir kullanmıştır. Türkiyede 1920 yılında Türkiye Komünist Fırkası kurulmuştu. Bu parti Türkiyedeki ilk komünist partiydi. Partinin Kominterne üyeliği kabul olmayınca parti dağılmıştı. Hakimiyet-i Milliye gazetesinde Atatürkün kendi cümleleriyle tarihsel materyalist perspektiften bakıldığında dönemin toplumsal şartları sebebiyeti ile komünizme bağlanmayı doğru bulmadığı, Türk toplumunun İslamiyete bağlı dindar bir toplum olduğu ve komünizme tümüyle karşı olduğu bazı söylemlerinde açıkça gözükmektedir: “ Biz ne bolşeviğiz ne de komünist; ne biri ne diğeri olamayız. Çünkü, biz milliyetperver ve dinimize hürmetkârız. ” (ATATÜRK) HEPAR BURSA TEŞKİLATLARI BÜLENT DEMİR 0533 409 5949
Posted on: Wed, 04 Dec 2013 00:39:56 +0000

Trending Topics



Recently Viewed Topics




© 2015