Tek yol federalizm Ragıp ZARAKOLU Güncellenme : 11.11.2013 - TopicsExpress



          

Tek yol federalizm Ragıp ZARAKOLU Güncellenme : 11.11.2013 04:02 2011 yılından sonra sistemin hızla otoriterleşmeye yönelmesinde etkisi olan en önemli nedenlerden biri de, Kürt siyasetinin son seçimlerdeki başarısını izleyen özerklik kararı idi. Oysa şimdi bırakın özerkliği, “federasyon”, “konfederasyon” kavramları, Orta Doğu’da yükselen yeni durum karşısında, bundan birkaç yıl önce ütopik kabul edilirken, bugün hızla güncelleniyor ve bölgenin kanayan yaralarına en iyi merhem gibi görünüyor. Bu kavramlar lanetlenirken, “bakın Yugoslavya’ya nasıl sonuçlandı” deniyordu. Oysa Yugoslavya’nın kanlı parçalanma sürecini başlatan, Sırp ve Hırvat milliyetçiliğinin kendi üniter devletlerini dayatma kavgaları idi. Bu arada bedel ödeyen ise, Bosna Cumhuriyeti olacaktı. Saraybosna’da farklı milliyet ve dinlerden insanlar birlikte yaşamak için ortak irade koyar ve bunun kavgasını verirken, acaba buradan bir İslam devleti çıkar mı hayalini kuranlar, Sırp ve Hırvat milliyetçiliğine ve faşistlerine, bunu fanatizmlerine bir bahane olarak göstermelerine olanak sağlıyordu. Yugoslavya’nın parçalanması, federasyonun “kötülüğünden” değil, onun tabanını oluşturan federe “ulus” devletlerin sınırlarının, gerçek nüfus dengelerine göre adilane biçimde belirlenmemiş olmasıydı; öte yandan, Makedonya’da yaşayan Bulgarların, daha Yugoslavya Krallığı 1. Dünya Savaşı sonrasında, suni olarak ilk oluşturulduğunda, zorla asimile edilmeye çalışılması, 2. Dünya Savaşı sonrasında ise, “Makedon” diye yeni bir ulus yaratılmasıydı. Makedonya’nın bir halklar çorbası olan nüfusu ise, başlı başına federatif bir yapılanmayı gerektiriyordu. Makedonya’nın Balkan Savaşları sonucunda Yunanistan’da kalan parçasında ise, Bulgar/Makedonların varlığı tamamen yok sayılacak, Yunan iç savaşı, onların yaşadığı bölgede yoğunlaşacak, sonuçta burada yaşayanlar “ya asimile ol, ya da terk et” ikilemi ile yüz yüze kalacaklardı. Yunanistan’daki Arnavutlar da hızlı bir asimilasyon süreci içine sokulacaklardı. 20. yy. başlarının moda deyimi olan “balkanlaşma”, bugün tahtını Orta Doğu coğrafyasında kurmuş vaziyette. Yani, din/inanç/etnisite sarmalında bir parçalanma ve dağılma süreci... Bu süreç içinde yükselen Rojova Devrimi/direnişi ise, farklılıklara saygı göstererek oluşturduğu halk meclisleri ile bir arada yaşamanın bir örneğini oluşturmakta. Suriye Kürtlerinin böyle bir açılıma açık olmasının en önemli nedenlerinden biri de, nüfusun önemli sayılması gereken bir bölümünün Türkiye parçasından gelmiş olmalarıdır. Onlar da bir bakıma, Suriye’nin Filistinlileridir. Onlar gibi “kağıtsızlardır”. Onlar, Ankara’nın üniter, ulus devlet projesi karşısında yükselen, 1920’li ve 30’lu yıllarda birbiri ardı gelen, direnişlerde, kendi bölgelerini terk etmek zorunda kalan aşiret çocuklarıdır. Ailelerin önemli bölümü suni olarak çizilmiş olan sınırın hemen öte tarafındadır. Onlar ayrıca “Kürt Rönesansını” başlatanlardır; alfabesi, edebiyatı ve kültürü ile. Ve bu nedenle Suriye’de oluşan Arap ulus devletinin bünyesi içine alınmamışlardır. Osmanlı Türkiye’sinden sürülen Ermeni/Süryani/Yezidi/Keldani/Nasturi “kılıç artıkları” Suriye yurttaşlığı içinde kabul görüp, sisteme biat ettikten sonra, Alevi/Sünni dengesinin zorunlu bir unsuru haline gelirlerken, Kürtlerin bu yeni kurulan ulus devlette, bu “hassas dengeyi” etkileyebilecekleri için hiçbir statüleri olmamıştır. Bu “suni denge”nin temelini kuran ise, elbette 1945 yılına kadar Suriye’yi denetleyen Fransız kolonyalizmiydi. Benzer yapılanmayı İngilizlerin de Irak’ın oluşumunda kurmaları gibi. Ve sonunda Körfez Savaşları ile bozulan “suni denge”den, kalıcı bir dengeye geçmenin, federasyon ve konferasyon dışında bir yolu bulunmamaktadır. Bu aynı zamanda bölgenin Müslüman olmayan halklarının, farklı inanç ve etnik grupların geleceğini de güvence altına alacaktır. Post modern cihatcılık, ya da İslami faşizmin, kurulma hazırlıkları yapılan “İslam Emirliklerinin” bölgenin kökleri antik zamanlara giden otantik Hristiyan, Yahudi ve diğer inanç gruplarına hiçbir yaşama olanağı tanımayacağı, korkunç bir “etno-dinsel” bir “temizliğe” girişecekleri ortadadır. Bosna’da Sırp ve Hırvat faşistlerinin yaptığı gibi. Buna, uzun bir tartışma sürecinden sonra oluşan HDP’nin katkı sunma potansiyeli sunacağını düşünüyorum. Keşke, adı Halkların Demokratik Kongresi olarak kalsaydı. Ama Parti adı herhalde yasal bir zorunluluk. Devamı bir başka yazıya.
Posted on: Mon, 11 Nov 2013 19:18:39 +0000

Trending Topics



style="min-height:30px;">
Akpors escaped from Yaba Psychiatric Hospital. When he got home,
c/o David Perry: "The American presence in the region, we are

Recently Viewed Topics




© 2015