Yeniden Mustafa Kemal Olmak Hiç yalan demediler. - TopicsExpress



          

Yeniden Mustafa Kemal Olmak Hiç yalan demediler. Yapacaklarını, adım adım ülkeyi nereye götüreceklerini, dost bildiklerini, düşman oldukları değerleri, hepsini hepsini yıllar önceden söylediler: “Büyük Ortadoğu Projesi var ya, Amerika’nın projesi, işte o projenin eşbaşkanlarından biriyiz!” demediler mi? Dediler. “O projeye göre Diyarbakır’ı yıldız yapacağız, Diyarbakır bölgenin yıldızı olacak!” demediler mi? Dediler. „Ne mutlu Türküm diyene! demek ilkellik!“ dediler mi? Dediler. Habur’dan törenle geçirilen, altlarına kırmızı halı serilen eli kanlı teröristler, “Biz pişman değiliz, dağdaki örgüt başı, bize gidin, gösteri yapın dedi, bu yüzden geldik!“ demediler mi? Sonra omuzlarda gezdirilmediler mi? Evet, dediler, omuzlarda gezdirildiler. On binlerce kişinin katili kanlı terör örgütünü kuranların üç elemanı Paris’te kendi aralarındaki iç mücadelede öldürülünce bu katil kadınların cesetleri, devletin şirketi Türk Hava Yolları‘nca taşınmadı mı? Yurda kahraman gibi sokulmadı mı? Ölüleri paçavralara sarılıp Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin bazı milletvekilleri tarafından törenle gömülmediler mi? Hepsi doğru değil mi? En son Adana’da bir kültür ödülü alan sinemacı kılıklı bölücü, aldığı ödülü bu teröristlerden birine adamadı mı? Adadı. Artist, oyuncu, tiyatrocu, filimci, müzisyen, ressam, heykelci, gazeteci sandıklarımız, ses sanatçısı bildiklerimiz, dizi oyuncusu dediklerimiz, yazar, çizer diye andıklarımız, bilim- ilim adamı kadını diye ünlediklerimiz, bizim partimizden, bizden diye sevdiklerimiz, bu yurdun balını yiyen, şiştikçe şişen, semiren, doymayan karnı tepeleme genişleyen, arsız yüzsüz ne kadar yiyici, açgözlü, iki yüzlü varsa hepsi bölücü çıkmadı mı? Çıktı! Şimdi neye şaşırıyoruz, şimdi neye dövünüyoruz? Devlet bankalarının adından, devlet kurumlarından, devlet nişanlarından Türkiye Cumhuriyeti adının ve Atatürk’ün resminin kaldırılma noktasına kadar geldi iş. Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni yıkacaklar. Atatürk’ü, Türk’ün adını devletten, milletten silecekler! Yolları dikenleri temizleyenler Diyarbakır’da kusacaklar bugün karınlarındakini. Birileri de yılışık yılışık gülüp sözüm ona şarkı söyler gibi selâmızı okuyacaklar. Avrupa’da Türk’e kin kusan, teröristi, terörü açıktan öven biri de, o utanmadan dinlediğiniz küfrü, şarkı diye okursa… “Koruduk biz doğuyu kan içici Türklerden!“ derse, “Ya babam, acaba ne yapalım, insanlık istemiyorlar, saldırın ve tutun kemiklerini kırın!“ derse Türkiye’nin Cumhuriyet meydanında; bunu duyan savcılar, görevliler susarsa sakın yemeyin tırnaklarınızı… O böğürtülü sesi, yıllarca ses diye dinleyenler, bu seslerin para verip kasedini alanlar, bunların konserine gidenler yerin yedi kat altına insin bugün! Aynaya bakıp yüzlerine tükürsünler! On binlerin katiliyle el ele tutuşanlara, Avrupa’nın bile terör listesine aldığı katillerden siyasetçi yaratmaya çalışanlara bakıp bakıp ağlamayın! Dizlerinizi, böğrünüzü yumruklayıp dövmeyin. Size kimse yalan demedi. Durumumuz tam bu anlatacağım öyküdeki gibidir. Bu öyküdeki imamın durumuyla aynı. O imam gibi yaptık. Parmak oynatmadan yerimizde oturduk. Her denileni küçümsedik, uyarıları dikkate almadık. Çalışmadık, çabalamadık, uğraşmadık. Şu andan sonra dövünmek, küsmek, kırılmak çözüm değildir. Çözüm kendimizde, kendimize güvenmededir. Biliyoruz ki güneş balçıkla sıvanmaz! Aydınlanan beyinler yeniden karartılamaz! Bildiğimiz bir öyküyü yeniden anımsayalım. Bu öykü bizim kültürümüzde imamın, cami hocasının başından geçer. Aynı öyküyü yabancılar, denizde fırtına çıkmış, kaptanın başından geçmiş gibi de anlatırlar : Vaktin birinde, bir memlekette köyün hocası camide vaaz vermekteymiş. Hava yağmurlu, rüzgârlı, dışarısı fırtına kıyametmiş… O ara adamın biri koşarak camiye girmiş: “Kaçın ey ahali, sel geliyor!” demiş. Cami düz ovadaymış. Köylüler can havliyle kendilerini dışarı atmışlar, yüksek yerlere çıkmışlar… Köyün hocası yerinden kıpırdamamış. Seslenmişler: “Hoca Efendi kaç, sel geliyor boğulacaksın!” Hoca duymazdan gelmiş, yerinden kımıldamazmış. “Beni Allah korur. Bir günahım, suçum yok! Tanrıma güveniyorum, niye kaçayım?” dermiş… Derken sel gelmiş. Bütün köy sular altında kalmış. Köylüler, dışardan, taşların üstüne çıkıp hocaya ip atmışlar: “İpe tutun hoca, seni çekelim, suya kapılıp gideceksin!“demişler. Hoca istememiş. Köylüleri eli boş geri göndermiş.Hoca sonra bakmış ki cami suyla doluyor, merdiveninden minareye çıkmış, beklemiş. Köylüler bu kez kayıkla minarenin altına gelmişler: Hoca kayığa bin, cami çoktan sular altında, minarenin şerefesi su altında kalırsa boğulursun, demişler. Hoca kayığı da geri göndermiş: “Beni Allah korur. Neden kaçayım. Bir günah mı işledim?“ der dururmuş. Boyuna dua edermiş. Köylülere yardıma gelen askerler hocanın minarede kaldığını duymuşlar. Hemen komutanlıktan helikopter istenmiş. Helikopter gelmiş gelmesine de bizim hoca buna da binmemiş, camiden kaçmamış… En sonunda sular yükselmiş, yükselmiş, camiyi, minaresini yutmuş… Hoca boğulmuş. Öykü bu ya, öbür dünyada olanlar daha da şaşırtıcıymış… Hocayı cennetin kapısında melekler karşılamışlar: „Hoşgeldiniz, buyurun!“ Hoca, kırgındır, içeriye girmek istememiş: Neden içeriye girmediğini soran kapı meleklerine şöyle demiş: “Tanrı‘ya kırgınım. Beni selden korumadı, öldüm. Bir günden bir güne O’na karşı gelmedim. Bir karıncayı bile incitmedim. Doğru olanı, yap denileni yaptım, harama göz ucuyla bile bakmadım… Selde durmadan dua ettim, yardım istedim… Selde herkes kaçtı, ben kaçmadım. Tanrımın beni kurtaracağına inandım, inançla bekledim!“ Daha bu sözleri der demez Tanrı‘nın öfkeli sesi duyulmuş: Ey akılsız insanoğlu! Ben sana daha nasıl yardım edecektim? Bir haberci gönderdim, felaketi haber verdim. Duymazdan geldin. Beline bağlamana ip gönderdim, suya kapılıp gitmemen için. Elinle, ipi urganı ittin, istemedin. Kayık gönderdim, binip kaçman için… Binmedin. Asker gönderdim, helikopteriyle uçman için… Uçmadın. Sen hepsini sırayla reddettin. Yalnızca dua ettin. Kurtulmak için parmağını oynatmadın… Senin gibi aptalı cennete neden alayım? Cehennem ol, seni gözüm görmesin!“ Aynı bu öyküdeki gibi bize de Tanrı, ölüm günümüz gelip çattığında, bu tehlikeyi önleyemediğimizde, boynumuza boyunduruk geçirildiğinde, yurdumuz elimizden kaydığında, milletimiz tutsak edildiğinde; ağlaşanlara, dövünenlere, ağıtları gökleri bulanlara aynı sözlerle çıkışacaktır: “Ey Türk Milleti! Yüz yıl kadar önce yine böyle ülkenizi sel basmıştı. Her yanınız düşman işgali altındaydı. Çanakkale’ye düşman gemileri dayanmıştı. Bir geçseler işiniz bitecekti. Her yanınız, doğunuz, batınız, güneyiniz, kuzeyiniz, kıyılarınız, dağlarınız, tepeleriniz iç ve dış düşmanla sarılmıştı. Sizden sayıca, silahça kaç kat güçlü dış düşman boğazınızı sıkıyordu. Size o zaman acıdım; yüzyılda bir yeryüzüne gönderdiğim dâhilerden birini, Mustafa Kemal Atatürk’ü size gönderdim. Böylece kurtuluş yolunu buldunuz, düşmanınızı kovdunuz, devletinizi kurdunuz. Ama devletinizin değerini bilemediniz. Kurtarıcınızın izinden gitmediniz!.. Yalana dolana kandınız! Hâlâ benden yardım istiyorsunuz. Ağlaşıp dövünüyorsunuz! Daha ne yapayım? Her dara düştüğünüzde yeni bir Mustafa Kemal gönderemem. Kendiniz “Mustafa Kemal” gibi olmayı öğrenin! Kendinize güvenin. Gücünüz damarlarınızdaki kanda!
Posted on: Sun, 17 Nov 2013 07:45:26 +0000

Trending Topics



Recently Viewed Topics




© 2015