Yılmaz Özdil, yeni alkol düzenlemesine tepki olarak yazdığı - TopicsExpress



          

Yılmaz Özdil, yeni alkol düzenlemesine tepki olarak yazdığı bir yazıda, Roosvelt ve Churchill’in (ki kendisi vatanımızı işgal eden Ingiltere’nin bakanıydı) içki içtiklerini ancak buna rağmen saygın ve başarılı olduklarını belirtti ve ardından içki içmeyen Hitler’i hatırlatarak yine demogoji yaptı. Tabi olaya yine kendi “buğulu” penceresinden bakmış… Ona cevap olarak tıpkı onun yazdığı tarzda bir de biz yazalım… Hiç sanmıyorum ama belki fikrini değiştirir. *** Iki Ayyaş Hennessy marka “Konyak”a bayılırdı. Haberlere göre içkiye senede ortalama 700 bin dolar harcardı. Ülkesini “Tek Parti Rejimi” ile yönetirdi. Uluslararası Af Örgütü’nün 2010 senesinde yayınladığı rapora göre, sistematik olarak uyguladığı insan hakları ihlallerinden kurtulmak için binlerce insan ülkesinden kaçmak zorunda kaldı. Haberlere göre ölüm kamplarında 200 bin kişiyi tutuyordu. * Kuzey Koreliler seçti onu. Adı: Kim Jong-il’di. Diktatördü… *** Chianti ve Angostura’yı çok severdi. Bol miktarda içerdi… Hatta Brenda Haugen’in “Benito Mussolini: Fascist Italian Dictator” isimli kitabında yazdığına göre “alkolik”ti. Etiyopya’ya zehirli gaz ile saldırdı. Ikinci Dünya Savaşı’nda Hitler Almanyası’nın yanında yer aldı. O da ülkesini “Tek Parti Rejimiyle” yönetti. Tıpkı M. Kemal Atatürk ve Ismet Inönü “ikilisi” gibi. * Italyanlar seçti onu. Adı: Benito Mussolini’ydi. Diktatördü… *** Işte size kısaca iki Ayyaşın Portresi… Bizdeki “iki”liyi ise yazmaya gerek yok, onları herkes biliyor zaten. Nitekim CHP Grup Başkanvekili Muharrem Ince, Başbakan Erdoğan’ın AK Parti Grubu’ndaki “iki ayyaş” ifadesiyle Atatürk ve Inönü’yü kastettiğini söyledi. Başka söze gerek var mı? Muharrem Ince’nin, Atatürk ve Inönü’yü tanımadığını kim iddia edebilir? O diyorsa doğrudur. Şimdi sıra ayyaşlığı yasaklayanda… Içkiyi sevmezdi… Içilmesini de istemezdi. Allahu Teala’nın “içkiyi yasaklayan” emrini insanlığa o bildirdi. Insanlara güzel ahlakı öğretti. Bir taş kadar sertleşmiş kalpleri yumuşattı. Adaleti tesis etti. Çöle dönmüş gönüllere adeta bir çağlayan gibi aktı. * Allah seçti onu. Dünyada en çok sevilen ve sayılan insandır hala. Çocuklara en çok konulan isimlerin başında Onun ismi gelir. Onun adı Hz. Muhammed’dir (sallallahu aleyhi vesellem) *** Şimdi soruyorum: Kimin ardından gideceksiniz? Yukarıda sıraladığım ve sizi Kur’an’ın ifadesiyle “şeytan işi bir pislik” olan alkole çağıran o ayyaşların mı, yoksa doğru yola çağıran Hz. Muhammed (sallallahu aleyhi vesellem) Efendimizin mi? (Allahümme Salli Ala Seyyidina Muhammed Ve Ala Ali Seyyidina Muhammed) *** Yılmaz Özdil’e yazdığımız diğer cevaplar için bakınız: belgelerlegercektarih.wordpress/2012/08/07/sarhos-ataturk-konusunda-yilmaz-ozdile-cevap/ *** https://belgelerlegercektarih.wordpress/2012/12/30/yilmaz-ozdilin-amaci-ne-kurana-bakalim/ ********** Kadir Çandarlıoğlu ********** Alıntılarda şu şekilde kaynak belirtiniz: belgelerlegercektarih.wordpress * * Etiketler:basbakan iki ayyaş, erdogan iki ayyaş, iki ayyaş, iki ayyaş atatürk mü, Yilmaz Özdil iki ayyas, yilmaz özdile cevap YORUMLAR Yorum yapın KATEGORILER Uncategorized Kadir Mısıroğlu:M.Kemal olmasaydı Yunan Harbi 2,5 yılda değil 6 ayda biterdi 29 MAY Kadir Mısıroğlu: M.Kemal olmasaydı Yunan Harbi 2,5 yılda değil 6 ayda biterdi * ********** Kadir Çandarlıoğlu ********** Alıntılarda şu şekilde kaynak belirtiniz: belgelerlegercektarih.wordpress * * Etiketler:kadir misiroglu atatürk, Kadir Misiroglu kemal atatürk, kadir misiroglu kurtulus savasi, kadir misiroglu milli mücadele, kadir misiroglu yunan harbi, Kadir Misirolgu YORUMLAR Yorum yapın KATEGORILER HILAFET, HALIFELIK, ŞERIAT, ISLAM DÜŞMANLARI, KEMALIZM, M. KEMAL ATATÜRK, OSMANLI DEVLETI, SULTAN VAHIDÜDDIN, KURTULUŞ SAVAŞI VE M. KEMAL ATATÜRK Atatürk’ün Deli Raporlu Milletvekili Recep Zühtü 24 MAY Atatürk’ün Deli Raporlu Milletvekili Recep Zühtü * Resimleri orjinal boyutunda görmek için üzerlerine tıklayınız Recep Zühtü Soyak *** M. Kemal Atatürk’ün hizmetçisi Cemal Granda’nın naklettiğine göre, Zonguldak (daha önce Sinop) milletvekili ve aynı zamanda M. Kemal’in fedaisi Recep Zühtü’nün Çengelköy’de oturan Fatma Medeniye (Medine) adlı bir kadınla ilişkisi varmış. Genç ve güzel olan Fatma Medeniye, Recep Zühtü’nün Istanbul’da olmadığı günlerde onu gayrimüslim bir gençle aldatmış. Devamını Granda’nın kendisinden dinleyelim: “Recep Zühtü bunu duyar duymaz çılgına dönmüş. Zaten sinirli huyu var. Atatürk’ün yakını olmanın verdiği bir şımarıklılıkla yerinden fırladığı gibi: - ‘Seni namussuz or…u. Şimdi senin canını cehenneme…’ diye asılmış tabancasına. Korkudan yataktan fırlayıp kaçmağa başlayan kadını kurşun yağmuruna tutmuş.”[1] Başbakanlık Cumhuriyet Arşivi’nde bulunan bir belge Cemal Granda’yı doğrulamaktadır. Adalet Bakanlığı, 17 Şubat 1935 tarihinde Başbakanlığa gönderdiği bir yazıda, Recep Zühtü’nün “on yıldan beri beraber yaşadığı Fatma Medeniye adlı kadını, hakikati kat’iyetle anlaşılamayan bazı sebepler dolayısıyla 10 Şubat 1935 gecesi Çengelköyü’nde baş ve bacağından kurşunla vurduğunu ve kadının iki gün sonra öldüğünü” bildirmektedir.[2] [2] no’lu dipnotta bahsi geçen belge *** Granda, daha sonra R. Zühtü’nün “akıl ve sinir hastalıkları”ndan rapor alarak, ceza almadığını yazıyor. Bu da doğru: Yine Adalet Bakanlığı tarafından 21 Nisan 1935 tarihinde Başbakanlığa gönderilen yazıda, “muhakemenin men’ine” karar verildiği görülüyor.[3] Deli raporu R. Zühtü’nün yargılanmasına engel oldu! R. Zühtü, deli raporu sayesinde cinayetle yargılanmaktan ve ceza almaktan kurtuldu. [3] no’lu dipnotta bahsi geçen belge *** Ama iş sadece bununla bitse iyi… R. Zühtü, cinayetten iki gün önce, üstelik M. Kemal Atatürk’ün milletvekillerini atadığı bir dönemde[4] Zonguldak’tan milletvekili olmuştu, ancak deli raporu aldıktan sonra milletvekilliği devam etti! Deli ama milletvekili…[5] Deli raporlu birinin milletvekilliğini sürdürmesine göz yummak akıllı işi midir? Bir de Dr. Rıza Nur’a “deli” deyip M. Kemal aleyhinde yazdıklarının hiçbir kıymeti harbiyesi olmadığını iddia etmiyorlar mı, insanın aklını oynatası geliyor.[6] Ayrıca 1926′da Izmir’de M. Kemal’e suikast “teşebbüsünde” bulundukları gerekçesiyle 20′ye yakın insanı idam edenler[7], her nedense “cinayet işleyen” birine dokunmuyorlar. Demek ki idam edilenlerin “suçu” sadece M. Kemal’e muhalif olmaktır. M. Kemal’in adamı olanlar ise cinayet işleseler bile ceza almaktan kurtulmakla kalmıyorlar, üstüne bir de milletvekilliği ile ödüllendiriliyorlar. Böyle adalet olur mu? Tabiki olmaz, ama gel de bunu kemalistlere anlat… Neyse, devam edelim… Bir kadına kurşun yağdırıp öldüren Recep Zühtü, Atatürk’ün Nöbet Defteri’ne göre, 31 Mayıs 1935′de, yani cinayetten “sonra” M. Kemal Atatürk ile görüşmüş… Aynı yıl 7 Temmuz’da yine görüşmüşler. 1936 yılında iki görüşme daha gerçekleşmiş. 1937 yılında ise görüşme sayısı hayli yüksek: 23 kez.[8] Gördüğünüz gibi M. Kemal Atatürk, bir kadının canına kıyan Recep Zühtü’nün milletvekilliğini sürdürmesine izin vermiş ve cinayetten sonra da onunla defalarca görüşmüştür. [5] no’lu dipnot ile ilgili… Recep Zühtü’nün cezaî ehliyetinin olmadığını gösteren rapor, 6 Mayıs 1935 tarihli Meclis tutanaklarında. Yukarıda celsenin baş kısmını görüyorsunuz) *** Şimdi tam da burada M. Kemal’in nasıl aklanıp yüceltilmek istendiğini Granda’nın hatıratından göstermek istiyoruz… R. Zühtü’nün işlediği cinayeti aktaran Granda, M. Kemal’in bu olumsuz davranışlarını kanaatimizce şu sözlerle örtmeye çalışıyor: “Bu olay, kadınlara karşı büyük bir saygı besleyen Atatürk’ün duygularını çok incitmişti. Hele bunun yakınlarından ve koruyucularından biri tarafından yapılmış olması, onu canevinden vurmuşa benziyordu.” Çok duygulandırıcı değil mi? Madem M. Kemal “kadınlara karşı büyük bir saygı besliyor” o halde neden cinayetten sonra R. Zühtü ile defalarca görüşüyor? Daha da önemlisi, niçin böyle eli kanlı, üstelik deli raporlu birisinin milletvekilliği yapmasına izin veriyor? Bir kadını öldüren birisiyle görüşmek ve milletvekili sıfatını taşımasına izin vermek, kadınlara saygı beslemek midir, yoksa tam tersine onlara yapılmış büyük bir saygısızlık mıdır? Lütfen bu sualleri vicdanlarınıza sorunuz. *** NOT: Kadın Haklarını Koruma Derneği’ni, bu utanç verici olayı şiddetle kınamaya davet ediyoruz. (Prof. Dr. Cemil Koçak’ın 6 Nisan 2013 tarihinde Star gazetesinde yayınlanan yazısından büyük ölçüde istifade edilmiştir.) ********** KAYNAKLAR: [1] Cemal Granda (Çelebi), Atatürk’ün Uşağı Idim, Yayına hazırlayan: Turhan Gürkan, Hürriyet Yayınları, Istanbul 1973, sayfa 218 ve devamı. [2] Türkiye Cumhuriyeti Başbakanlık Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü Cumhuriyet Arşivi Daire Başkanlığı Başbakanlık Cumhuriyet Arşivi, Başbakanlık Muamelat Genel Müdürlüğü Kataloğu, No: 30 10/9 52 8. [3] Türkiye Cumhuriyeti Başbakanlık Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü Cumhuriyet Arşivi Daire Başkanlığı Başbakanlık Cumhuriyet Arşivi, Başbakanlık Muamelat Genel Müdürlüğü Kataloğu, No: 30 10/9 52 8. [4] O dönem milletvekilleri millet tarafından değil, M. Kemal Atatürk tarafından seçiliyordu. Ayrıntılı bilgi için bakınız; belgelerlegercektarih.wordpress/2012/08/06/cok-partili-sisteme-m-kemal-ataturk-ile-gecildi-yalani-tek-parti-rejimi-chp/ [5] TBMM Zabıt Ceridesi, Devre 5, cild 3, Içtima 24, 6 Mayıs 1935, sayfa 83, 84. [6] Dr. Rıza Nur’a atılan iftiralara verdiğimiz cevap için bakınız; belgelerlegercektarih.wordpress/2012/05/28/dr-riza-nura-atilan-iftiralara-cevap/ [7] M. Kemal’e suikast “teşebbüsünde” bulundukları gerekçesiyle 20′ye yakın insan idam edilmişti, bu konuda geniş bilgi için bakınız; belgelerlegercektarih.wordpress/2012/09/26/istiklal-mahkemeleri/ [8] Özel Şâhingiray, Atatürk’ün Nöbet Defteri 1931-1938, Türk Inkılâp Tarihi Enstitüsü Yayınları: 8, Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara 1955. ********** Kadir Çandarlıoğlu ********** Alıntılarda şu şekilde kaynak belirtiniz: belgelerlegercektarih.wordpress * * Etiketler:cinayet isleyen milletvekili, deli milletvekili, fatma medeniye, recep zühtü atatürk, recep zühtü cemal granda, recep zühtü deli raporu, recep zühtü fatma medine, recep zühtü kemal YORUMLAR Yorum yapın KATEGORILER KEMALIZM, M. KEMAL ATATÜRK Kemalist rejimin basın ve vefa anlayışı 23 MAY Kemalist rejimin basın ve vefa anlayışı * Resimleri orjinal boyutunda görmek için üzerlerine tıklayınız Kurtuluş Savaşı Komutanı Ali Ihsan Paşa (Sabis) *** “Sabis” soyadını, Irak Cephesi’nde Sabis Mevkiinde Ingilizlere karşı savaşta gösterdiği başarılar nedeniyle alan ve Kurtuluş Savaşı’nda da Batı Cephesi 1. Ordu komutanlığına atanmış olan Ali Ihsan Sabis Paşa, Ismet Inönü ve avenesine suçlayıcı imzasız mektuplar gönderdiği gerekçesiyle 1944 senesinde kemalist rejim tarafından 15 ay ağır hapis cezasına çarptırılmıştı. Muhakemesinden bir gün önce gazetelere şu direktif verilmiştir: “Örfi Idare’den: Ali Ihsan Sabis’in yarınki mahkemesi hakkında gazeteler mahkeme safahatı ve iddiadan bahsedecekler, maznunun emekli generalliği mevzuubahs edilmeyecek, sadece Ali Ihsan Sabis denilecek. 5.8.1944 Mıntıka Müdürlüğü” *** Bu vesika, kemalist rejimin basını nasıl “kullandığını” (veya baskı altında tuttuğunu) ve Kurtuluş Savaşı’na katılmış bir Paşa’ya verdikleri “değeri” göstermesi bakımından ibret vericidir. ********** KAYNAK: Başta “Basın ve Yayın Genel Müdürlüğü” olmak üzere çeşitli yerlerden verilen yasaklama kararlarının ve direktiflerin bir araya getirildiği ve “24 Haziran 1942 – 27 Şubat 1947″ dönemi yasaklarını kapsayan “Son Posta” gazetesine ait defter. *** Kemalist rejimin basın anlayışı hakkında daha fazla malumat edinmek isteyenler şu yazımıza bakabilirler: belgelerlegercektarih.wordpress/2012/05/08/m-kemal-ataturkun-yasakladigi-kapattigi-gazeteler-basin-sansuru/ *** Kemalist rejimin Kurtuluş Savaşı’na katılan Paşalara verdiği “değer” için ise şu yazımıza bakılabilir: belgelerlegercektarih.wordpress/2012/09/26/istiklal-mahkemeleri/ Ayrıca bakınız; belgelerlegercektarih.wordpress/2012/04/21/iste-kemalist-rejimin-gercek-kahramanlara-verdigi-deger-bu-kadar-kara-fatma-ozisci/ ********** Kadir Çandarlıoğlu ********** Alıntılarda şu şekilde kaynak belirtiniz: belgelerlegercektarih.wordpress * * Etiketler:Ali Ihsan Pasa, Ali Ihsan Sabis Kurtulus savasi, Ali Ihsan Sabis mahkeme, Ali Ihsan Sabis Pasa, Ali Ihsan Sabis yargilanmasi, basin sansürü, chp diktatörlügü, kemalizm diktatörlügü YORUMLAR Yorum yapın KATEGORILER KEMALIZM, M. KEMAL ATATÜRK, OSMANLI DEVLETI Harf Inkılabı’nın amacı ve Abdullah Cevdet’in pişmanlığı 22 MAY Harf Inkılabı’nın amacı ve Abdullah Cevdet’in pişmanlığı * Resimleri orjinal boyutunda görmek için üzerlerine tıklayınız Ateist Papaz Jean Meslier’in yazdığı “Sağduyu, Tanrısızlığın Ilmihali” isimli kitabı da Abdullah Cevdet tercüme etmişti *** Abdullah Cevdet’in Atatürk inkılaplarında, bilhassa “Harf Inkılabı”nda çok önemli bir payı olduğu inkar edilemez. A. Cevdet, Arap harfleri yerine, Lâtin harflerinin kabul edilmesini çok istemiştir. Ancak lâtin harfleri kabul edildikten sonra bile hem kendisi el yazılarını Arap harfleriyle yazmaktan vazgeçmemiş, hem de yarı şaka yarı ciddi Lâtin harflerinin kabul edilmesi için çeşitli çarelere müracaat etmekten pişman olduğunu kaydetmiştir. Bu hususta, merhum tarihçi Ibrahim Hakkı Konyalı’nın Burhan Bozgeyik’e anlattıklarına kulak verelim: “Lâtin harflerinin hararetli terviççilerinden birisi de Içtihad mecmuasının sahibi Dr. Abdullah Cevdet’ti. Mecmuasının rakamlarını ve bâzı yazılarını Garb’taki (Batı) ra­kamlarla ve Lâtin harfleriyle yazar, Lâtin harflerinin kabulünü tavsiye ederdi. Mecmuasını satmak için her sapıklığı yapar, Türk ırkının ıslahı için Macaristan’dan Damızlık Hıristiyan erkek getirmeyi tavsiye edecek küstâhlık gösterirdi. Ben, Yerebatan’daki Son Posta gazetisinde çalışırdım. Abdullah Cevdet’in eski zaptiye binasının karşısın­daki Içtihad Evi vardı. Matbaası, idarehanesi ve evi hâlâ ayakta duran bu binaydı. Ticarethane sokağında oturdu­ğum için hem matbaa, hem ev komşusu idik. Bir gün beni dâvet etti. Lâtin harflerinin kabulünden sonra, mecmuasının satışı sıfıra düşmüştü. Bana ‘Ibrahim Bey, ben Lâtin harflerinin kabulü için çeşitli çarelere başvu­rurken, büyük günah işlemiştim. Nasuh tevbesiyle tevbe ettim’ dedi. Lâtin harflerinin hararetli mürevviçlerinden olan bu adam, ölünceye kadar, bütün yazılarını eski ya­zıyla yazmıştı. Gazetelerde eski yazı bilen mürettipler onun yazılarını yeni harflere çevirerek dizerlerdi. Eski yazı bilen muharrirlerin hepsi, ölünceye kadar böyle yazdılar. Ben de böyle yazarım. Notlarımı eski yazıyla tutarım.”[1] Demek ki meselenin eski yazının zor öğrenilmesiyle ilgisi yoktu. H. Ritter şöyle diyor: “Lâtin yazısın­dan beş defa kısa ve harikulâde müsait olan Arap yazısı okuma yazmayı kolaylaştırdığı için İslâm âlimleri sayısız eser vermiştir.”[2] Prof. Osman Turan da aynı konuda şu görüşleri dillendiriyor: “Gerçekten İslâm harfleri şakulî, ufkî ve inkinaî olduğundan onunla bir metnin yazılması ve okunması, zaman ve emek tasarrufu sağlar; Lâtin harfleri gibi sadece ufkî ve uzun olmadığı için muhakeme mana üzerinde toplanır; Lâtin harfleriyle yazılı bir kelime incelenirken, eski yazı ile bir bakışta bir cümle okunur, hatta bir sahifenin muhtevasına nüfuz edilir… Mimarîde büyük selâtin camileri ve kervansaraylar, musi­kide Dede Efendiler ne ise, yazı sanat eserleri ile tuğralı fermanlar da ay­nı ince ve yüce ruhun tecellileridir.”[3] Dr. İlter Turan ise “işin gerçeği”ni fısıldıyor idrakimize: “Harf devriminin tek amacı ve hatta en önemli amacı, okuma yazmanın yaygınlaş­masını kolaylaştırmak de­ğildir… Devrimin temel gayelerinden biri, yeni nesillere geçmişin kapılarını kapamak, Arap-İslâm dünyasıyla bağları koparmak ve dinin toplum üzerindeki etkisini zayıflatmaktı.” (İsmet İnönü de aşağı yukarı hatıralarında bunları yazıyor). “Milliyetçiler (yani dev­leti yönetenler), yeni bir toplum meydana ge­tirmek isteğindeydiler. Toplumun geçmişiyle bağları ne kadar kuvvetli olursa, toplumu de­ğiştirmek o kadar güç olurdu. Yeni nesiller eski yazıyı öğ­renmeyecekler, yeni yazıyla çıkan eserlerin muhtevasını ise milliyetçiler denetleyebileceklerdi. Türk yazısı ile Arap yazısı başka olduğundan, Araplarla kültür bağ ve ilişki­leri zayıflayacak ve Türkiye Batıya yöne­lecekti. Din eser­leri eski yazıyla yazılmış ol­duğundan okunmayacak, di­nin toplum üzerin­deki etkisi azalacaktı.” “Yeni bir tarih tezi ileri sürüldü. Bu teze göre medeniyetin ilk kurucuları Orta Asya’daki Türkler, Orta Asya’dan göç ederek medeniyeti dünyanın diğer bölgelerine yaymış­lardı (Meşhur “Güneş Dil Teorisi”nin tarihe yansıması)… Bugünkü Avrupa medeniyetinin öncüleri de Türklerdi. O hâlde Türklerin Batılılaşmak is­temesi, doğmasında kendilerinin büyük payı olan bir uygarlığa tekrar dönmelerinden iba­retti. ‘Batılılaşmak’ demek, kendilerinin de bir parçası olduğu uygarlığı yeniden benimse­mek demektir.” “İkinci olarak, Anadolu’da tarih boyunca ku­rulan uygar­lıklar incelenerek, bunların Türk uygarlıkları olduğunun gösterilmesine çalışıldı. Anadolu uygarlıkları arasında, özellikle Sü­merler ve Etiler üzerinde duruldu. Sümerler ve Etilerin tercih edilmiş olması sebepsiz de­ğildir. Osmanlı Devletinin kalıntılarının yı­kılmak is­tendiği bir devrede, Osmanlı tarihi incelene­mezdi. Sonra gerek Selçuklu, gerek Osmanlı tarihinin araştırılması, Türklerin İslâm’a olan yakın ilgisini de belirtmek zorun­daydı. Lâik­leşme döne­minde İslâm’ın bir araş­tırma konu­su edilmesi uygun düş­mezdi. Hâlbuki Sümerler ve Etiler, Anadolu’da yaşa­mış oldukları gibi, Selçuklu ve Osmanlıların ortaya çıkardığı sa­kıncalar (yani Müslümanlık) onlar için varit değildi (çünkü onlar Müslüman değildi). Dola­yısıyla onların pek de kesin olmayan Türklük­leri—ki, bugün Etilerle Sümerlerin Türk olmadı­ğı konusundaki deliller kesindir—üzerinde du­ruldu, kurdukları uygarlıkların “Anadolu Türk uygarlığı” olduğu ve Türklerin Anadolu’da uzun bir tarihe sahip olduğu gösterilmeye ça­lışıldı.” “Çalışmalar belirli bir gayeye hizmet etmek için yapıldı­ğından zaman zaman bilimsellik dışına çıkmışlardır.”[4] Son olarak Yavuz Bahadıroğlu’nun yorumu: “Belirli bir gaye”den muradın ne olduğunu bugün hepi­miz biliyoruz. Kitleleri dininden, dilinden, kültüründen, me­deniyetinden, tarihinden koparıp Batılılaştırma gaye­sidir bu. Hatta bu “gaye”nin gerçekleşmesi için isyanlar ter­tip­lenmiş, sehpalar kurulmuş, kelleler alınmış, arkada kandan bir iz bıra­kılmıştır. Ama acaba umulan elde edilmiş midir? Eğer bir türlü belini doğrultamayan, kendi ayakları üzerinde du­ramayan, bir asra dünya çapında birkaç deha oturtama­yan fukara, ilmî gelişmelerin dışında, kabuğuna büzülmüş bir Türkiye murat ediliyordu ise, evet, umduklarını elde etmiş sayılabilirler. Yok, kültürlü, dünyada sözü geçen ve ilim, fen, edebiyat, teknik sahalarında söz sahibi bir Türkiye murat ediliyordu ise, bunun hâlâ çok uzağındayız.[5] ********** KAYNAKLAR: [1] Yeni Nesil, 12 Şubat 1984. [2] H. Ritter, Classicisme et Declin culturel dans l’histoire de Islâm, Paris 1957, s. 178-179′dan aktaran Yavuz Bahadıroğlu. (Yeni Akit gazetesi, “Harf devriminin en önemli amacı”, 21 Mayıs 2013.) [3] Prof. Osman Turan’ın “Türk Cihan Hâkimiyeti Mefkûresi Tarihi”nden aktaran Yavuz Bahadıroğlu. (Yeni Akit gazetesi, “Harf devriminin en önemli amacı”, 21 Mayıs 2013.) [4] Dr. İlter Turan, Cumhuriyet Tarihimiz, s. 93-94′ten aktaran Yavuz Bahadıroğlu. (Yeni Akit gazetesi, “Harf devriminin en önemli amacı”, 21 ve 22 Mayıs 2013.) [5] Yavuz Bahadıroğlu, “Harf devriminin en önemli amacı 2″, Yeni Akit gazetesi, 22 Mayıs 2013. ********** Kadir Çandarlıoğlu ********** Alıntılarda şu şekilde kaynak belirtiniz: belgelerlegercektarih.wordpress * * Etiketler:abdullah cevdet arap harfleri, abdullah cevdet atatürk, abdullah cevdet din düsmani, abdullah cevdet harf inkilabi, abdullah cevdet latin harfler, Harf devriminin amacı, Islam düsmani abdullah cevdet, ismet inönü harf devrimi, ismet inönü harf inkilabi, ismet inönü itirafi YORUMLAR Yorum yapın KATEGORILER ISLAM DÜŞMANLARI, KEMALIZM, M. KEMAL ATATÜRK Ermeni Soykırımı yapıldı mı? 21 MAY Ermeni Soykırımı yapıldı mı? Sözde Ermeni Soykırımı hakkında bir çalışma yapmayı gerçekten çok isterdik, ancak bu işi hakkıyla yapabilmek için ermenice, rusça ve kürtçe de bilmek gerektiğini düşünüyoruz. Her ne kadar Necip Milletimize atılan bu çirkin iftiralara karşı bir çalışma yapamasak da, yapmak isteyenlere bir nebze olsun katkı sağlamak amacıyla konuyla alakalı birkaç kitabı istifade edilebilmesi için sitemize yükledik, ücretsiz indirebilirsiniz: Ermenilerle ilgili Kitap Ermeniler tarafindan yapilan katilam belgeleri 1 Ermeniler tarafindan yapilan katliam belgeleri 2 Armenian violence and massacre in the Caucasus and Anatolia Based on Archives Kafkasya ve Anadolu da Ermeni mezalimi 1 Armenian violence and massacre in the Caucasus and Anatolia Based on Archives Kafkasya ve Anadolu da Ermeni mezalimi 2 Ermeni Komiteleri 1891 1895 *** Biz yine de birkaç belge ekleyelim: * Resimleri orjinal boyutunda görmek için üzerlerine tıklayınız Moskof tahrik ve teşviklerini ispatlayan vesikalardan biri!.. Harpte cesaret (!) gösteren Ermeni çetecilerine verilmek üzere Ruslar tarafından çıkarılan madalya KAYNAK: Kadir Mısıroğlu, Moskof Mezalimi, Sebil Yayınevi, Istanbul 1970, sayfa 334. *** *** Soykırım yapacak olan bir devlet ekmek yardımı yapar mı? *** Ermeniler için muhâcirîn tahsîsatından sarfiyat icrası ile ekmek ihzârına dâir Emniyet-i Umûmiye Müdüriyeti’nden İzmit, Eskişehir, Kütahya, Karahisar, Hüdavendigâr, Konya, Ankara, Adana ve Haleb’e çekilen telgraf. 1333.L.20 *** Bâb ı Âlî Dâhiliye Nezâreti Emniyet i Umûmiye Müdîriyeti Umûmî Husûsî 5396 Şifre Mahrem İzmit, Eskişehir, Kütahya, Karahisâr, Hüdâvendigâr, Konya, Ankara, Adana, Haleb’e İstasyonlarda bulunan ve yukarı mevkaflardan oraya gelecek olan Ermeniler için Muhâcirîn Tahsîsâtı’ndan sarfiyât icrâsıyla üç-dört günlük ekmek ihzârı ve esnâ-yı hareketlerinde dûçâr ı sefâlet olmamaları esbâbının istikmâli. 18 Ağustos 1331 Nâzır *** KAYNAK: DH. ŞFR, 55/341 Belge No: 1 *** Soykırım yapacak olan bir devlet hasta ermenilerin tedavi edilmesine izin verir mi? *** “Re’sü’l-Ayn’a gelen Ermenilerden hastalanlarını tedavi etmek üzere belediye doktorunun i’zâmı câizdir.” şeklinde Emniyet-i Umûmiye Müdüriyeti’nden Halep Vilâyeti’ne çekilen cevâbî telgraf. 1333.N.I6 *** DH. ŞFR, 54-A/153 Bâb ı Âlî Dâhiliye Nezâreti Emniyet i Umûmiye Müdîriyeti Şifre Haleb Vilâyetine C[evâb-ı] 11 Temmuz sene [1]331 Re’sü’l-ayn’a gelen Ermenilerden hasta olanlarını tedâvi etmek üzere beledî doktorlarının i‘zâmı câ’izdir. Fî 15 Temmuz sene [1]331 Nâzır Talat *** KAYNAK: DH.ŞFR 54-A/153 Belge No: 1 *** Soykırım yapacak olan bir devlet, bunların korunmasına dair emir verir mi? *** Sevk olunan Ermenilerin yolda istirahatlarının teminiyle tecavüzden korunmaları için gerekli inzibatî tedbirlerin alınmasına dâir Emniyet-i Umûmiye Müdüriyeti’nden Konya Vilâyeti’ne çekilen cevâbî telgraf. 1333.Z.4 *** DH. ŞFR, 56/381 Bâb ı Âlî Dâhiliye Nezâreti Emniyet i Umûmiye Müdîriyeti Husûsi: 107 Şifre Konya Vilâyetine C[evâb-ı] 27 Eylül sene [1]331 Sevk olunan ve olunacak Ermenilerin karadan gönderildiği anlaşılıyor. Yolda esbâb ı istirâhatlarının te’mîniyle bir tecâvüze uğramalarını mâni‘ tedâbir ittihâzı. Fî 30 Eylül [1]331 Nâzır Talat *** KAYNAK: DH.ŞFR 56/381 Belge No: 1 *** Bir de sohbet ekleyelim: ********** Kadir Çandarlıoğlu . Etiketler:Ermeni katliami, Ermeni mezalimi, Ermeni Osmanli, Ermeni Pkk, Ermeni Soykirimi, Ermeni Tasnak komiteleri, Ermeni Türkiye, Ermeniler Kürtler, Moskof Mezalimi, Sözde Ermeni Soykirimi YORUMLAR Yorum yapın KATEGORILER ISLAM DÜŞMANLARI, OSMANLI DEVLETI, Uncategorized Yavuz Bahadıroğlu – Neler yıktık? 18 MAY Yavuz Bahadıroğlu – Neler yıktık? * Resimleri orjinal boyutunda görmek için üzerlerine tıklayınız *** Rahatça söyleyebilirim ki, tarihinde övünebileceği çok şey olmasına rağmen, övünmek şöyle dursun, hatta dövünen başka bir millet yoktur! Şöyle bir düşünün bakalım, kaç âbide, kaç “âbide insan” hatırlayacaksınız? Saymakla bitiremeyeceğinizden eminim. Ne çare ki reddettik! Yokmuş gibi yaptık! Türkiye’yi bin yıllık geçmişinden koparıp, doksan seneye hapsettik. Tabiatıyla tökezledik! Özgüvenimizi yitirdik. O kadar ki, “Biz adam olmayız” sözünü dillerimize pelesenk edip kendi kendimizi sürekli aşağıladık. Kısacası “redd-i miras”(geçmişi reddetmek) bu milletin özgüvenine mal oldu! Bu öyle bir “redd-i miras”tır ki, alfabeden başlar, kılık kıyafette çıkar… Ama orada da bitmez: Şehir, hatta köy isimlerini değiştirmeye kadar gider. Mevsim isimleri, ay isimleri, gün isimleri, saat, takvim, vesaire… Birinci Dünya Savaşı’nda Almanlardan aldığımız meşhur “Goben” zırhlısının “Yavuz Sultan Selim” olarak değiştirilen ismini, “Cumhuriyet Türkiyesi” bir kez daha değiştirir ve “Sultan Selim”i çıkarıp “Yavuz”u bırakır. Amaç, hiçbir padişahın hatırlanmaması… Söyler misiniz bunlar hangi derdimize deva oldu? Meclis kürsüsünden II. Abdülhamid’e ve Sultan Vahideddin’e yapılan hakaretler hangi problemlerimizi çözdü? Burada izninizle Fransız yazar Claude Ferrere’den konuyla ilgili hayret uyandıran kısa bir değerlendirme aktaracağım: “Size tuhaf bir şey söyleyeceğim: Günümüzün cumhuriyetçi Türkleri, kendilerini Bayezid’in torunları değil de Timur’un torunları sayıyorlar. Cumhuriyet donanmasında bir zırhlı var: Almanların eski ‘Goben’ Zırhlısı… Bu geminin adını değiştirmek ve millî bir isim vermek gerekti. Çok haklı olarak ‘Yavuz Selim’ adı teklif edildi. Ama Çankaya Hükûmeti buna razı olmadı. Kısaca ‘Yavuz’ denmesini uygun buldu. Osman’ın (Osman Gazinin) kanı, Ankara’daki adamlar için tarihten silinmesi gereken, nefret edilecek bir şey hâline geldi. Tahripkâr ve zalim Cengiz’le Timur; sayısız saraylar yaptıran, mabetler inşa ettiren, yollar açan, bunca eyaleti Türk topraklarına katan hükümdarlara (padişahlara) tercih edilmektedir… Cumhuriyet Türkleri, cetlerinin mirasını hor görmeye başladılar.” (Claude Ferrere, Türklerin Manevî Gücü, s. 1987 v.d.) Yabancıları bile dehşete düşüren bu “redd-i miras”, sadece kişilere münhasır kalsaydı, belki tahribat bu seviyede olmayacaktı. Hazin ki, aşiretten beylik, beylikten devlet çıkaran ve devleti en az 500 sene cihanın üçte birine hâkim kılan temeller de tahrip edildi. Âkif’in hicranla dile getirdiği gibi, “inkılâp ümmetinin şanı, yakıp yıkmaktı.” “Eski” adına ne varsa yerle bir edilmeliydi ki, enkazın üzerinde yeni bir devlet kurulabilsin! Yeni devletin telâkkileri gibi insanları da “modern” olacaktı. Avrupa örnek alınacaktı… Onun gibi giyinecek, onun yazısıyla yazacak, kendi kültür kaynaklarımıza sırt çevirip tarihimizi inkâr ederek onun kaynaklarına yönelecektik. Papa’nın teklifini kabulle Hıristiyan olmadığı için Fatih’i kınayacak, Yavuz’u “kanlı katil” ilân edecek, Sultan II. Abdülhamid’e “Kızıl Sultan”, Sultan Vahideddin’e “vatan haini” diyecek, bütün tarihi “hane­dan tarihi” ilân edip kendimize Etilerden, Sümerlerden, Moğollardan ecdat arayışına çıkacaktık. Vesikalar, vakıalar önemsizdi. Nazarlarında tarih, bir ilim değil, bir sanattı. Objektif olunmasının önemi yoktu. “Sadece millî olmalı”ydı. Bunun için de “dinî” unsurlardan ayıklanması gerekiyordu. Yani geçmiş reddediliyor, yok ediliyor, “yok”un üzerine geleceği inşa etmek gibi imkânsız bir hayalin peşinde koşuluyordu. Bu uğurda neler yapıldığına yarın bakalım… Yavuz Bahadıroğlu / Yeni Akit ********** Kadir Çandarlıoğlu ********** * * Etiketler:yavuz bahadiroglu atatürk, yavuz bahadiroglu inkilaplar, yavuz bahadiroglu kemal, yavuz bahadiroglu kemalizm, yavuz bahadiroglu lozan, yavuz bahadiroglu osmanli YORUMLAR Yorum yapın KATEGORILER HILAFET, HALIFELIK, ŞERIAT, ISLAM DÜŞMANLARI, KEMALIZM, M. KEMAL ATATÜRK, OSMANLI DEVLETI, SEÇME KÖŞE YAZILARI Ali Naci Karacan: “Din Zehirdir” 14 MAY Ali Naci Karacan: “Din Zehirdir” * Resimleri orjinal boyutunda görmek için üzerlerine tıklayınız Ali Naci Karacan *** *** 4 Şubat 1949′da Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde iki kişinin Ezan okuması üzerine[1], Ali Naci Karacan, Tan gazetesinde yayınlanan yazısında dine “zehir” demişti. Inkılapların ne maksatla, hangi zihniyetle yapıldığını göstermesi bakımından Karacan’ın yazısını buraya alıyoruz: “Halk arasında ve intihap dairelerinde hoşa gitmeği her şeye üstün tuttukları anlaşılan bazı kimseler, din avukatlığının insanı kalabalıklara çabuk sevdireceğine inanmışlar ve demokrasiye yeni giren memleketin içinde sanki Atatürkün yıktığını yapmak ister intibaını bırakan bir tavır takınmışlardır. Bu zevat bu arada, komünizme karşı en iyi mücadele çaresi olarak din propagandasını tavsiye bile etmişler ve zehri zehirle tedavi etmek yolunu işaret suretiyle akıllarının bütün ölçüsünü de ayrıca göstermişlerdir. Kitapçı dükkanlarını Arapça levhalar kaplamış ve din mecmualarının sayısı da tabii hesaplanamaz bir hal almıştır. Vaziyet böyle olunca malum müezzinler de kalkmışlar ve tam Millet Meclisinin içine girerek, ezanı okumağa başlamışlardır.”[2] ********** KAYNAKLAR: [1] Ezan-ı Muhammedi’nın yasaklanışı hakkında tafsilat almak isteyenler şu yazımıza bakabilirler: belgelerlegercektarih.wordpress/2012/04/29/kemal-ataturkun-eseri-kuran-ve-ezanin-yasaklanmasi/ Ayrıca bakınız; belgelerlegercektarih.wordpress/2012/05/27/ataturkun-yasakladigi-ezan-i-muhammediyi-adnan-menderes-serbest-birakti/ [2] 7 Şubat 1949 tarihli Tan gazetesinden aktaran Akşam. ********** Kadir Çandarlıoğlu ********** Alıntılarda şu şekilde kaynak belirtiniz: belgelerlegercektarih.wordpress * * Etiketler:7 subat 1949, ali naci karacan, ali naci karacan tan gazetesi, atatürk ezan, atatürk inkilaplari, din düsmanlari, karacan din zehirdir, türkce ezan YORUMLAR 1 Yorum KATEGORILER HILAFET, HALIFELIK, ŞERIAT, ISLAM DÜŞMANLARI, KEMALIZM, M. KEMAL ATATÜRK Adolf Hitler: Kemal Atatürk’ün Türklerle hiçbir alakası yoktu 13 MAY Adolf Hitler: “Kemal Atatürk’ün (ırkan) Türklerle hiçbir alakası yoktu” * Resimleri orjinal boyutunda görmek için üzerlerine tıklayınız Ünlü Alman dergisi “Der Spiegel”de yayınlanan yazı *** Alman tarihçi Prof. Dr. Percy Ernst Schramm ünlü Alman dergisi “Der Spiegel”de yayınlanan bir yazısında, Adolf Hitler’in M. Kemal Atatürk hakkında, ” (ırkan) Türklerle hiçbir alakası yoktu.” dediğini aktarmaktadır. (NOT: Az kalsın dünyaya hakim olacak olan Adolf Hitler sizce “boş” mu konuştu?) ********** KAYNAK: Prof. Dr. Percy Ernst Schramm, “Adolf Hilter – Anatomie eines Diktators” (Adolf Hitler – Bir Diktatörün Anatomisi), Alman Dergisi “Der Spiegel”, 19 Şubat 1964, sayfa 59. ********** Kadir Çandarlıoğlu ********** Alıntılarda şu şekilde kaynak belirtiniz: belgelerlegercektarih.wordpress * * Etiketler:atatürk türk mü, der spiegel atatürk, der spiegel kemal, hitler atatürk, hitler kemal, Percy Ernst Schramm YORUMLAR Yorum yapın KATEGORILER KEMALIZM, M. KEMAL ATATÜRK Osmanlılar Okur-Yazar Değil Miydi? 12 MAY Osmanlılar Okur-Yazar Değil Miydi? – Prof. Dr. Ekrem Buğra Ekinci * Resimleri orjinal boyutunda görmek için üzerlerine tıklayınız İstanbul’da bir ilkmektebin hoca ve talebeleri toplu hâlde *** Geçen meşhur bir tarihçi çıktı, Osmanlılarda okur-yazarlığın çok düşük olduğundan bahsetti. Bunu da bağnazlığa bağladı. Ama ilk Kur’an emrinin “Oku!” olduğundan bahsetmedi. Ne diyelim, dilin kemiği yok. Ama rakamlar yalan söylemez. Cumhuriyet istatistikleri 1927’de Türkiye’deki okur-yazar nisbetini % 8,1 verir. Fakat bu sayı hayli problemlidir. Acaba kasıt Latin harflerini bilenler midir? Zira 1903 Maarif Salnamesi’ne (yıllığına) göre, 19.929.168 nüfusun, 1.375.511’i talebedir. Bu sayının 868.879’u da ilkmekteptedir. Şu halde nüfusun %5’i ilkmektebe devam etmektedir. Orta, lise ve yüksek tahsilde veya gayrı resmî mekteplerde okuyan, hususi ders alan talebeler de vardır. Memur sayısı yüzbinleri bulur. 5-10 yaş arası çocuklar, nüfusun %10’u olduğuna göre, her 2 çocuktan biri talebedir. 1903’deki topraklardan 1923’te TC elinde kalanlar üzerinden hesap yapılırsa nispet artar. Zira burada yaşayan 12.516.308 nüfusun, 981.442’si ilkmektep talebesidir. Bu da nüfusun %8’i eder. Yeni rejimin verdiği okuryazar nisbeti, sadece ilkmektebe devam edenler kadardır. İstatistik mantığına göre geriye kalan nüfusun yarısının daha evvel mektebe gittiği düşünülecek olursa, okuryazar nisbeti %50’den aşağı olamaz. Çeyreği gitmişse, bu nisbet %30’lardadır. Şu halde iki istatistikten biri yalan söylüyor. 1908-1914 arası sadece İstanbul gazetelerinin günlük tirajı 100 binin epeyce üzerindedir. Taşra gazeteleri de canlıdır. 1928’de İstanbul ve Ankara gazetelerinin (zaten yeni rejim, yüzlerce gazeteden sadece üçüne izin vermiştir) tirajı 19.700’dür. Bu, Osmanlı devrinden daha düşük bir seviye demektir. Cihan Harbi’nde okumuş kitlenin cephelerde eritilmesi bir yana; harf inkılâbı sayesinde “okur-yazar” kesim, bir günde “okumaz-yazmaz” hâle gelmiştir. Arab alfabesi zor mu? Cemiyette okur-yazarlığın çok şey ifade etmediği; soyluların, papazların, hatta kralların bile okuma-yazma bilmediği, buna ihtiyaç duymadığı, okuma ve yazmanın bir zanaat olarak görüldüğü ve gerekirse ücret mukabilinde yaptırıldığı bir devirdir bu. Üstelik Şark kültüründe yazı değil, söz kıymet ifade eder. Sözlü kültür, yazılı kültürün önündedir. Her ne kadar “Hatırdan çıkar, satırdan çıkmaz” dense de, “İlim sudûrdan sutûra (kalbden yazıya) intikal edince zâyi olur” sözü tercih edilmiştir. 1927’de 13.650.000 nüfusun, okuryazar olmayan 1.347.0007’u on yıl içinde yeni harflerle okuma yazma öğrenmiştir. Okur-yazarların nüfusa nisbeti, 1935’de %15; 1960’ta %32; 1970’te %46’dır. Bu da yeni harflerin okur-yazar nisbetini arttırmakta yetersiz kaldığını gösterir. Bu nisbetin düşük olmasının sebebi, Arab alfabesinin zorluğu ve imkânsızlıklar değil; okuma-yazma istek ve ihtiyacının bulunmamasıdır. Zira normal zekâlı bir insan 3 ayda okuma ve yazmayı öğrenir. Arab alfabesinde bu müddet, Latin alfabesindekinden daha uzun değildir. Bu satırların yazarı Latin alfabesini 3 ayda sökmüş, üstelik sınıfın ilklerinden olduğu için kırmızı kurdele almış; Kur’an-ı kerim okumayı ise 15 günde öğrenmiştir. Bir meselede hüküm verirken, hem zamanın şartlarını nazara almalı; hem de mukayese yapmalıdır. Acaba aynı yıllarda Avrupa’daki vaziyet nedir? 1890’da bu nisbet Rusya’da % 17’dir. İspanya, %39; İtalya, %45; Belçika, %74; Fransa, %78; Amerika’da %89,3; İngiltere, %92 okuryazara sahiptir. Osmanlı Devleti, şarklı bir imparatorluk olmasına rağmen, kendisine en çok benzeyen Rusya’dan çok ileride, İspanya ve İtalya ile aynı seviyededir. Fuyuzati Hamidiyye Kız İlkmektebi *** Kuzey Afrika’da bir Sıbyan Mektebi *** Şifre harfleri Osmanlıcanın, Latin harflerine göre zorlukları vardır, avantajları da vardır. Bazı harfler yazılır, ama okunmaz; bazıları yazılmaz, ama okunur. Fakat alışan bir kimse için matematik gibidir. Bazı formüller kafaya yerleştirildiği zaman iş kolaylaşır. Harfler birbirine bağlıdır. Bu sebeple stenografiktir, acele not tutmaya uygundur. Aziz Nesin’den Kenan Evren’e kadar çok enteresan kimseleri bu harflerle not tutarken görmüşüzdür. Harfler yuvarlaktır, gözleri yormaz. Eskilerde gözlük takan sayısı azdır. Üstelik çeşitli yazı türleri çıkarılabilir, sanata elverişlidir. Şifreli yazı yapılabilir. Üstelik Yemen’de, okuma ve yazmanın beraber öğretildiği bir usul sayesinde, okur-yazar olmayan yok gibiydi. 1862’den sonra kurulan ibtidaiyelerde bu usul tatbik olundu. Sağdan sola yazıldığı için insanın dengesine uygundur. İbrani, Süryani, Hind, Göktürk, Uygur, Japon ve Çin alfabeleri de sağdan sola yazılır. Bir tek Latin alfabesi soldan sağadır. Câmi olan her köy ve mahallede bir hoca, dolayısıyla bir ilkmektep vardır. Erkek ve kız çocukların buraya gönderilmesi mecburidir. Sultan II. Mahmud’un bu yolda bir fermanı vardır. Câmi olmayan köyler, kışın veya Ramazan’da bir hoca tutar; bu, çocuklara okuma-yazma öğretir. 2-3 sene süren bu mekteplerde Kur’an-ı kerim ve tecvid, imlâ ve inşâ (yazı), ahlâk ve ilmihâl (din dersi), hesap ve biraz da tarih okutulur. Eski yazıda okumak başka, yazmak başkadır. Bazısı okur ama yazamaz. Çin’de böyledir. Osmanlı coğrafyasında okur-yazarlık nisbetinin düşük olduğu iddiası, inkılâbı haklı göstermek için yapılmış normal karşılanacak bir propagandadır. Ama bunu söyleyen tarihçinin, devletçe neşredilen ve kendisinin de editörlerinden olduğu Osmanlı istatistiklerini okumaması şaşılacak bir husustur. ********** KAYNAK: Prof. Dr. Ekrem Buğra Ekinci, Türkiye Gazetesi, 24 Nisan 2013. ********** Kadir Çandarlıoğlu ********** * * Etiketler:cumhuriyet okuma yazma, osmanli devleti okuma yazma, osmanli okumak, osmanli okur yazar, osmanlida kac kisi okuma, osmanlida okur yazar oranlari, türkiyede okuma yazma oranlari YORUMLAR 2 Yorum KATEGORILER ISLAM DÜŞMANLARI, KEMALIZM, M. KEMAL ATATÜRK, OSMANLI DEVLETI
Posted on: Wed, 05 Jun 2013 16:51:30 +0000

Trending Topics



Recently Viewed Topics




© 2015