sadece oku Sıkı giyin. Yanında ben yokum, Bak! Şemsiyeni de - TopicsExpress



          

sadece oku Sıkı giyin. Yanında ben yokum, Bak! Şemsiyeni de unutma. Ben çok ıslandım. Biliyorum, biliyorum zaten çok hastayım. Ama yağmuru seviyorum. Oturup camdan izleyemezdim ürkek kediler gibi. Uçmam gerekir benim, denize hasret martı misali. Ayaklarımdaki botlarda su geçirmiş, Islağım donuma kadar. Arabalarda ben hiç yokmuşum gibi devam ediyor yada inadına gaza basıp su sıçratıyor. Yürüdüğüm yollara iz bırakmak isterdim hep, Oldu işte. Güneş açınca kuruyacak olsa da. Yağmurlu havada asfalttır, En güzel ayna. . Buradaki insanlar çok ayrı. Kirli sakallı çirkin ve bakımsız bıyıklarıyla içip de söndürmediği izmaritin başını topuğuyla ezen temizlik görevlisi, Soğuk havaya aldırmadan Mini etek giymiş, postişli saçlara sahip kadınlar. Utanmadan gözünün içine bakan, belkide seninle o anda iğrenç hayaller kuran adamlar. En ufak hareketten ürküp kanatlanan tozlu kuşlar. Burnundaki sümüğü bile kıvrak hareketlerle parmaklarının asasına doldurup, yere fırlatan çaycılar. . Daha önce Ulus’u görmediği her halinden belli fotoğraf makineli yabancılar. Hızlı adımlarla yürüyen kalabalıkta kuyruğunu bacaklarının arasına sıkıştırmış yalnız sokak köpeği. . Birini beklediği bariz ortada insanlar, Yağmurdan kalma ıslak şemsiyeler. Hızla geçen otobüsler, Trafiğe küfreden araç sürücüleri. . Sıcak camların ardındaki mağaza sahipleri ve ne istediklerini bile bilmeden karambole alışveriş yapan orta yaşlı hanımları. . Kulağımda Cem Karaca ‘ Çok yorgunum’ diye konuştururken Nazım Hikmet’in güzel şiirini, Martı sesleri, Denizin kıyıya vuran sessiz dalgaları bir bir raks ediyor parmak uçlarımda. . Yürüyoruz bir arkadaşla. Ara sokaklara dalıp giderken, Soğuk, çok soğuk. Sigara bile ısıtmıyor içimi. Kalabalık bir pazarın arasından geçerken Sebzeler, meyveler süslemiş tezgahları. . Balıkçısı bile var, Tiz bir iniltiyle ’ Taze bunlar, taze’ diye yırtıyor gürültüyü. . Boğazındaki balgamları hissediyorsun, Dokunsan kopacak sanki tüm ses telleri, titreşimi ürpertiyor tüyleri. Suya hasret Arap Şeyhleri gibi. Yıkık dökük, soluk renkli uzun binaların arasından geçerken çıkıyoruz çamurlu sert yokuşu. . Tepede Taşlar dizili üst üste. Çokta büyük olmayan bir kale. Yaprağı dökülmüş ağaçlar, Islak taşlar, Humuslu toprak. . . Dört bir yanı takı toka dolu Çıkrıkçılar yokuşu. Bakırlar, demirler, keçeden entariler. Bebeğini kucağına almış bir anne mutluluğuyla iniyoruz bu kez yokuşu, Ucunda görüp görebileceğiniz En güzel Tarihi eser! Öyle böyle değil bunu anlatmaya ne benim kelime dağarcığım yeter, nede dinlemeye senin yüreğin. Ne hayaller kuruyorum burada bir bilsen, Mesela ilk karda arkadaşım olmayacaktı da sen olacaktın yanımda! Tutacaktım elini, Bekleyemezdim böyle bir manzara karşısında. Ne bir yüzük, Ne bir şahit olmadan. Hiç konuşmadan. . Edecektim, sana evlenme teklifimi. Utanmayacaktım! Bu kezde utanmayacaktım. . Ne gerek var utanmaya sen yanımda olduktan sonra. Arkamda Büyüğünden eski bir saat şu korku filmlerinde olanlardan hani. Saat 8 olduğunda vuruyor ya kilise çanları gibi. Kocaman dolabın içine sıkıştırılmış ürkütücü saatlerden ya anladın işte sen beni. Bundan 10 sene önce izlediğim bütün filmlerin başrol oyuncusudur kendisi. O saat gürültüyle inletirken ortalığı çocuklar odalarına koşarlardı. Hatta korkanlar yatağın altına girip saklanırlardı. Nasılda korkmadan giriyorlar o karanlık basık tahtaların altına! Ben hep korkardım izlerken, Gözlerimi ellerimle kapatıp geçti mi diye parmaklarımın arasından bakardım birde. Neymiş bu bendeki vay be. Öhhö, öhhööğ öhhö, Şey Soğuk hava kar yağmur derken üşüttüm sanırım Çok öksürüyorum. Ciğerlerimi geçtim neredeyse ayak serçe parmağımın kemikleri kırılıp ağzımdan çıkacak. O kadar çok şey var ki anlatmak istediğim, bir kelimeden cümleler açılıyor açılıyor; matruşka gibi. Çıktıkça çıkıyor. Menemenim, birde inanmayacaksın ama yanına çayım geldi, kocaman bir ekmeği bitirdiğimde menemen daha bitmemişti. . Kalktık kafeyi dolaşmaya başladık. Yok böyle bir şey ya. 80′ler müzesi diyeceğim bundan sonra buraya. Taş plakları, gramofonları, eski büyük bantlı video kameralar, analog fotoğraf makineleri, belkide 50 yaşını aşmış radyolar, kasetler, mikrofonlar, daktilolar, yılların bile unutturamadığı sanatçılar. . . Öyle bir yer işte. Öyle bir yer. Oturuyorsun sobanın başına, gramofondan yayılıyor müzik sesleri, boş ahşap sandalyeler, çeşit çeşit boy boy saatler, eskimi eski çevirmeli telefonları geçtim, çizgi filmlerde gördüğümüz telefonlar. Lan diyorum lan! En sert küfürleri ediyorum! Öyle küfür ediyorum ki; kimse duymadığı halde sarıyorum ağzımı sıkı sıkı. Arkadaşımda hayran hayran bakıyor etrafına. Bu güne kadar nasıl saklanmış burası böyle diye. . Terk ediyor bütün bildiği mekanları, Buraya ait oluyor. Zaten kim olsa hemen sahiplenir burayı. “Burası ne ya beğenmedim” diyen olursa bırakıyorum ben yazı yazmayı. Alnımın ortasına kırmızı bir nokta çakıp yemin ediyorum bir daha konuşmamaya. . Net ve açık. Yazdım bak bunu da buraya. O anlatıyor ben susmak için çabalıyorum, Gördüklerim bir bir hareket edip konuşmaya başlarken. Duvara asılı boncuklar bile dile geliyor. Gülüyor. Anlatıyor bu güne kadar kimlerin geldiğini, nelerin yaşandığını. Kağıtlar, gazeteler toplanıp kitaplar yazıyor oraya dair. Ansiklopedilerde yer alıyor ismi. Fotoğraflar oluyor film şeridi, sanatçılar atlıyor sahneye, Orhan Gencebay’ından tut, Elvis Presley’e kadar Boy gösteriyorlar bana. ’ Kar’ diyor karşımdaki çocuk. ‘kar yağsın, yani keşke kar yağsa’ Tanrı duyuyor bizi. Lapa lapa, koca koca bırakıyor beyaz tanecikleri kendini sabahtan kalma çamurlu toprağa. Cam’dan bakıyorum, neşeyle. Seni görmüş gibi oluyorum. Öyle bir huzur kaplıyor kar yağdığını görünce içimi. Sakın diyorum ince giyme! Bak kar yağıyor şimdide, Ne olur atkını sar boynuna. üşüme, üşütme. Hemen bir panik doluyor ruhuma. Neredesin? Ne yapıyorsun? Aç mısın? Sıcak mı orası? Sorular, sorular. . . Merak ediyorum işte anlasana be! Çıktık sıcak sobanın olduğu mekandan, attık kendimizi yine yokuş çıkacağımız düzlüğe. Bir yandan kar yağıyor ben dilimi uzatıyorum dışarıya. Ağzıma düşüp bir anda eriyen kar taneleriyle gideriyorum susuzluğumu. O kadar soğuk ki iç organlarımın sıcaklığını biriktiriyorum diyaframda ve yumruk yapıp sardığım elimin içine üflüyorum havayı. Dışarıya üflesem nefesim buz tutar,yere düşer kırılır yanii. . . Nasıl bir soğuk. Liman tahtamın altı donuyor. Organlarım titriyor. Kaslarımı saran deri diken diken oluyor. . Oluyor ama yürüdükçe ısınıyorum. Elimde fotoğraf makinesi acımadan çekiyorum sokak lambasına vuran beyaz minik perileri. . Dudağıma kristal düşüyor büyüğünden Hiç bir lambası yanmayan evlerin sokaklarına atlıyoruz. Karanlık, zifiri bir karanlık. Üzerime düşen kar eriyor, ıslanıyorum yine, Kalenin duvarlarını geride bırakıp çıkıyoruz merdivenlerin tepesine ve yuvarlanıyoruz fırtınayla beraber aşağıya. Hemen çıkıyorum yüksek tepeye, Kafamı kaldırıyorum gök kubbeye, Teşekkür ediyorum bulutlara, Çingenelere ve çocuklara, Kürek kemiğimi yokluyorum hala yerindeyse bırakacağım nefesimi. ‘Yerindeymiş’ devam ediyorum Ankara’ya bakmaya. Lanetlerini kustukları caddeleri öpüyorum, Gözlerine bakıyorum ağaçların, ışıklarını izliyorum. . Ateş yakmış birileri, Islak odun kokusu burnumu sızlatıyor, üzerimde parfümden eser kalmamış. Üzerimi yağmur, çamur, kar, duman ve birazda mutluluk sarıyor. . Gülümsüyorum. Kahkahalar atarak zıplıyorum çamurlu çukura dolmuş yağmura, ‘Sırılsıklam Seviyorum’ diye bağırıyorum avazım çıktığınca. Merdivenleri dans ederek iniyorum, Yine kulağımda eşsiz bir müzik. Kulaklık takılı değil oysa. Rüzgarın arasında dans eden kar kristalleri söylüyor bu kez şarkıyı. Arabalarıyla yağmuru ezen tekerleklerden yükseliyor müzikler, birbirine çarpan taşlar sürüklüyor enstrümanları. Zıplıyorum. . Artık gördüklerimi betimlemekte yetmiyor. Bırakıyorum cümleleri akan burnumu tişörtün koluna silerken. Kelimeler kalıyor. Bir bir sıralıyorum, Sokak köpeği, ıslak, sakat. Otobüs camı, insanlar, sıcak. Yaşlı adam, kafası poşetle sarılı, elinde torbalar. Caddeler boş, sokak sessiz, ışık yok. Bulutlar yakın, yağmur dinmiş, kar yavaş, Telefonla konuşuyor, karşıdaki dinliyor, adam gülüyor. . . Dağılıyor kelimeler tekrar üflüyorum elime sıcak havayı, Otobüsüm geliyor uzaktan. Ben bindim, o dolmuş durağına gidiyor. . Paso soran muavine sert bir bakış atıp söylüyorum gerçeği; Yok benim pasom, Öğrenciyim hiç belli değil mi? Bir kelime dahi edemiyor gözlük camlarının ardından, Boşluklara doğru ilerliyorum ve tutuyorum demirlerden hissetmediğim ellerimi. Şuanda bile hissetmiyorum ellerimi, Çok soğuk. Kırmızı olmuş rengi. . Bu günde sensiz bir güne veda ediyorum otobüsün camından el sallarken. Senin gibi kokuyor otobüs, Kim sıktı lan bu parfümü! İnsin çabuk otobüsten! Delirtiyor bu beni. . Sana yakışan bir kokunun ne işi var başka insanların üzerinde! Yapmayın bari, siz yapmayın. Buraya kadar dayanmışım, son anda bana ‘O’nu hatırlatıp beynimi sulandırmayın. . Hemen uzanıyor elim cebime, ıslak pantolonumun içinde erimiş bir peçete buz tutmuş bir telefon, eee? Benim müzik çalarım nerede? Heyecanla araştırıyorum bütün ceplerimi ve en son baktığım yerde buluyorum. “montumun cebinde” Takıyorum kulaklığı, açıyorum akordiyon sesli bir müziği ve parmaklarımdaki buz çözülüyor, Elimin altındaki demir akordiyonun tuşlarına bürünüyor. Ben notalara bastıkça, ses eğlenceli hale geliyor, Katılaşmış bacaklarım hareketleniyor ve olduğu yerde parmaklarımla beraber dans ediyor dizlerim. Bu çok uzun sürmüyor. İniyorum otobüsten, geliyorum eve, Soyunuyorum olduğu gibi ıslak kıyafetleri. . Sarılıyorum kahverengi kazağıma. Koşuyorum tuvalete. Malum psikolojik midir nedir evin kapısına gelince zorluyor idrar kesesi. Gelene kadar bir şey yokta gelince zorluyor işte. Hoplaya hoplaya açıp kapıyı koşuyor sonrada kazağa giriyorum işte. Montaj hatası yaptım anlatırken farkındayım ama hayat bunun gibi, Bir senaryo bende Dört kez yazılıyor. Yaşarken, yazarken, çekerken, kurgularken. . Çektiğim fotoğrafları dolduruyorum bir albümün içine, Defter kalem sarılıyorum yatağın içinde, Yumuyorum gözlerimi, “Ne hatırlıyorsun bu güne dair? ” diyerek yokluyorum beynimin içini, Bir siluet yavaş yavaş beliriyor, yine mi sen? Yine mi sen. O kadar kaçıyorum neden? Neden buradasın neden? Kimsin sen? Bu yaptıkların ne ? Neredesin söyle bana? Kiminlesin? Kimsin diyorum sana Sen kimsin! Neden her gün benimlesin? Hayal misin? Gerçek misin. . Bırakıyorum kalemi, Açıyorum gözümü ve bir gece daha uykularımdan oluyorum. .ramazan demirhindi & İrem Çetin İpek – 04 Aralık 2012
Posted on: Fri, 21 Jun 2013 21:14:44 +0000

Trending Topics



Recently Viewed Topics




© 2015